İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan özgürlüğünün hukuken gündeme geldiğini belirten avukatı Cengiz Yürekli, bunun politik ve toplumsal güçle hayata geçirilebileceğini söyledi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 24 yıldır ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan, 28 aydır hiçbir şekilde haber alınamıyor. PKK Lideri, son olarak 25 Mart 2021 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı “kesintili” telefon görüşmesinde, “Devlet de yanlış oynuyor, siz de. Bu hukuki değil, doğru da değil. Bu asla kabul edilemez. Bu aynı zamanda çok tehlikelidir. Avukatlarımın buraya gelerek benimle görüşme yapmasını istiyorum” diyerek, bu durumun olası tehlikelerine işaret etmişti. Hukuk literatüründe mutlak iletişimsizlik (incommunicado) anlamına gelen bu uygulama, İmralı’da tutuklu bulunan Veysi Aktaş, Hamili Yıldırım ve Ömer Hayri Konar’a dönük de uygulanıyor. Haber alınamama halinin neden olduğu endişeler, son olarak PKK Lideri Öcalan’a tehdit içerikli mektupların verildiği yönünde açıklamalarla arttı.
İmralı’da haber alınamama haline dönük tepkiler yükselirken, Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Cengiz Yürekli, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlük koşullarının hukuki olarak gündeme geldiğini söyledi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı” ile ilgili verdiği kararıyla ihlalin tespit edildiğini belirten Yürekli, PKK Liderinin umut hakkının 25’inci yıldan sonra gözden geçirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Bununla birlikte PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlük koşullarının hukuken gündeme geldiğini vurgulayan Yürekli, bunun toplumsal taleplerin yükselmesiyle mümkün olduğunu söyledi.
Abdullah Öcalan’ın özgürlük koşullarının hukuken gündeme geldiğini belirten Yürekli, İmralı tecrit sistemi ve haber alınamama haline dair soruları yanıtladı.
Cengiz Yürekli
Tüm başvuru ve girişimlerinize rağmen PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 28 aydır haber alınamama hali ne anlama geliyor?
İmralı ve Sayın Öcalan’ın statüsüne ve hukuki pozisyonuna dair derinlikli tartışmalar yürütmek ve yeni kavramlar üretmek gerekliği inancındayım.
İmralı ve Sayın Öcalan’ın statüsüne ve hukuki pozisyonuna dair derinlikli tartışmalar yürütmek ve yeni kavramlar üretmek gerekliği inancındayım. Çünkü mevcut hukuk literatürü buna bir açıklama getiremiyor. Mevcut haliyle İmralı’yı bir cezaevi olarak tanımlamak mümkün değil. Adalet Bakanlığı’nın sitesine girdiğinizde veya açıklamalarına baktığınızda veya mevcut yasal mevzuatlara baktığınızda, ‘Cezaevi nedir? Mahpuslar hangi haklardan yararlanır, hangi haklar yasaklı?’ soruları tanımlıdır. Bırakın cezaevi mimari yapısını, hatta kaç metre küp beton kullanıldığına dair bütün bunları yasalarla, genelgelerle hazırlamışlardır. Ancak İmralı Cezaevine dair böylesi durum söz konusu değildir. Tamamen bir giz perdesi altındadır. Sayın Abdullah Öcalan’a hukuksal olarak sıradan bir mahpus olarak ve İmralı’ya sırdan bir cezaevi olarak yaklaşmak mümkün değil. Bu yönüyle daha çok ceza yasasındaki özgürlüğünden alı koyma, hürriyeti kısıtlama şekliyle ele almamız mümkün.
İmralı’dan bu kadar uzun süre haber alamadığınız başka bir dönem oldu mu? Sağlık ve güvenlik koşullarına dair herhangi bir bilgi var mı?
25 Mart 2021’den beri haber alamıyoruz. Daha önce de haber alamama durumları söz konusu olmuştu ancak bu denli şiddetli bir boyutta değildi. 2016-2019 yıllarını kapsayan 3 yıl boyunca haber alamamıştık. Fakat o vakit avukatları olarak biz, kısıtlama gerekçelerine ve engelleme sebebine mahkeme kararları ile ulaşabiliyorduk. Şuan gelinen aşamada bilgi almamızı engellemek adına bu kanalar da kapatıldı. O yüzden orada ne olduğuna dair hiçbir şekilde bilgimiz yok. Güncel olarak da oradaki yaşam koşullarına dair, oradaki tutulma durumuna dair bir bilgi vermemiz de söz konusu değil. Şuanda önümüzdeki bilgilerde CPT’nin (Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi) 2019 ziyaretine dair yayınladığı raporlarına dair bilgimiz var.
Neredeyse 5 yıl önceki durumlar hakkında bilgi sahibiyiz. Ancak ondan sonrası için en ufak bir bilgi mevcut değil. İmralı tecrit üzerine kurgulandı. Tamamen keyfiyete tabi ve yasalar geçerli değil. Tecrit 24 yıldır sürekli devam etmektedir. Ancak bu süreklilik her adım katmerlene katmerlene bir üst aşamaya sıçrayarak devam ediyor. Aslında hep tecrit vardı. Ancak şuan mutlak iletişimsizlik durumu söz konusu. Yani bilgiye erişememe durumu var. Daha önceden Sayın Öcalan ve yanındaki müvekkillerimizin dış dünya ile teması yoktu, yine işkence koşullarında tutuluyordu ancak bir şekilde bilgi alabiliyorduk. Şuanda ne biz ne de aileleri kendilerinden hiçbir şekilde bilgi alamıyoruz.
İmralı’yı “Bir cezaevi olarak tanımlamamak mümkün değil” dediniz. Nasıl tanımlamalı?
Sayın Öcalan ve İmralı’nın statüsü sözüm ona normal Türkiye’deki mevzuata tabii. Ancak bu yasalar olarak geçerli değil. Hukuk literatüründe buna dair istisna hal kavramları üretilmiştir. Düşman ceza hukuk kavramı üretilmiştir, ancak bunlar bile konuyu açıklamak için yetersiz. Çünkü bunlar bir hukuk normunun orada uygulanmayacağını, yine bir hukuk normu ile belirler. Yani en azından hukuki bir öngörülebilirlik var ancak İmralı’da bunlar söz konusu değil. Yani geçerli olan bir hukuk mevcut değil. O yüzden cezaevi olarak tanımlamıyoruz, tanımlayamıyoruz. Daha önceki kararlar doğrultusunda işkence durumuna el veriyor ancak burada daha çok siyasal karakteri öne çıkıyor. Mevcut yaklaşımlar da siyaset ve konjonktürel gereği oluyor. Yani İmralı’daki her gelişmenin sistemsel bir değere sahip olduğunu görmek durumundayız.
İmralı’yı bu kadar farklı kılan ne?
Farklı kılan, Sayın Abdullah Öcalan’ın toplumsal karşılığı ve politik gücüdür. Bu nedenle farklı bir yaklaşım mevcut. Elbette dünyanın başka yerlerinde bilmediğimiz uygulamalar söz konusu olabilir. Ancak İmralı’nın bir de şöyle bir farkı söz konusu: İmralı Türkiye sınırlarında, Avrupa hukukuna tabi bir yerde duruyor. Şuanda Avrupa hukukuna baktığımızda, böylesi bir sistemin olamaması gerekiyor. Buna rağmen geldiğimiz an itibari ile Avrupa hukuk sınırları içerisinde, aynı politik kimliğe, aynı etnik kimliğe sahip dört insandan üç yıla yakındır haber alamıyoruz. Bir adada kapalı tutulmuş durumdalar. Bunun örneğinin olmadığını söyleyebiliriz.
Tecrit 24 yıldır sürüyor ancak gelinen aşamada mutlak iletişimsizlik haline dönüştü. Abdullah Öcalan’ın “Devlet yanlış oynuyor” dediği bu uygulamayla ne amaçlanıyor?
Kürt sorununun demokratikleşmesi ve demokratik zemininde çözülmesi ile ilgilidir. Bunun en belirgin muhatabının ve yegane çözüm gücünün Sayın Abdullah Öcalan olmasıyla alakalıdır. Ortadoğu’da bir Kürt sorunu söz konusu ve Ortadoğu şuanda bütün dünya sistemini etkilemektedir. Bu en büyük yansımasını da Türkiye’de bulmaktadır. Daha doğrusu tecridin neden bu kadar yoğun bir şekilde uygulandığı, neden bu kadar ısrarla dayatıldığını, bununla ne gibi sonuçlar hedeflendiğinin anlaşılması gerekiyor. Bunun en net örneğini 2023 seçimlerinde görebiliriz. Ben mevcut seçimi asla bir başarısızlık olarak değerlendirmiyorum. Kürt halkı kazanımlarının zirve noktasındadır. İnanıyorum ki bunu, Türkiye halkları ile beraber Türkiye’nin demokratikleşmesi ve insan haklarına duyarlı olması noktasında daha da ileri safhaya götürecektir.
Halkın her yerde sloganlaştırdığı ve kendi özgürlük değerinin temsili olarak gördüğü Abdullah Öcalan’a mesafe koymanın getirdiği sonuçlardan biri olarak bunu ele almamız mümkündür.
Ancak kısır tartışmalara girmeden şunu da görmek gerekiyor: Eğer ki bir başarısızlık olarak değerlendiriliyorsa, yahut yapısal bir sorun olarak ele alınıyorsa, şu hususların görülmesi gerekiyor: Birincisi, Sayın Abdullah Öcalan’ın politikaya dahiliyeti, ikincisi Kürt sorunu ve Türkiye siyasetinde ki belirleyiciliğini görmemiz gerekiyor. Özellikle 7 Haziran 2015 sürecine çok çok atıf yapılıyor. Bir başarı olarak değerlendiriliyor. Ama orada görülmesi gereken şudur: Sayın Abdullah Öcalan’ın doğrudan siyasete müdahalesi olan bir süreçti. Sayın Öcalan yeni bir dönem olarak kurguladı o süreci. O süreçte izlenmesi gereken siyasetin çerçevesini çizdi, gereken araç ve yöntemleri oluşturdu. Doğrudan topluma seslendi. Bu başarının bunun sonucu olduğunun görünmesi gerekiyor. Bu sübjektif bir değerlendirme değil, bu objektif verilerin sonucudur.
O tarihten sonra elbette farklı toplumsal, politik dinamiklerde devreye girdi ancak istatiksel veriye baktığımızda bugün gördüğümüz ise Sayın Abdullah Öcalan’ın dahil olmadığı bir sonuçla karşı karşıyayız. Bunu biraz da halkın hakikatlerini doğru ele alamamakla da kurgulayabiliriz. Sayın Abdullah Öcalan AKP’nin 2002’de iktidar olduğu seçime dair ‘Halk gerçekliğine mesafe açmak, sola ve muhalefete kaybettirdi. AKP’yi iktidar haline getirdi’ şeklinde tespitleri vardı. Halkın her yerde sloganlaştırdığı ve kendi özgürlük değerinin temsili olarak gördüğü Abdullah Öcalan’a mesafe koymanın getirdiği sonuçlardan biri olarak bunu ele almamız mümkündür.
Nasıl bir mesafe söz konusu?
En azından Sayın Abdullah Öcalan’ın siyasete dahil olma kanalları konusunda yetersiz kaldığımızı ifade edebilirim. Bu sadece Kürt Halkına dönük bir şey değil, Türkiye solu ve Türkiye muhalefetinin de bunu doğru anlamadığını düşünüyorum. Herkesin bunun hesabını vermesi gerekir. 2019 seçim sürecinde DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde gerçekleşen bir direniş süreci vardı. Adalet Bakanı, CPT yetkileri kamuoyuna çıkıp açıklama yaptılar. ‘Öcalan üzerindeki yasaklar kaldırıldı. Avukatlar görüşülebilecek’ şeklinde açıklama yapıldı. Yerel seçimlerden önce gerçekleşti. Bunu gerçekleştiren bir anlayıştır. Bu anlayış temelinde gerçekleşen bir direnişti. 2023 seçim sürecinde ise belli bir kesim, belli bir anlayış Adalet Bakanlığı’nı kamuoyuna açıklama yapmak zorunda bıraktı ve tersi yönde bir açıklama geldi. ‘Öcalan’la hiçbir görüşme yok ve hiçbir temas yok.’ Şimdi buradaki farkı görmemiz gerekiyor. Aslında mesafe dediğim, yapısal sorun dediğim tam anlamıyla budur.
Türkiye solu ve muhalefetine dair eleştirilerinizin temeli nedir?
İmralı’ya uygulanmayan bir yasanın geçerliliği olabilir mi? Sayın Öcalan’ı kapsamına almayan bir yasanın geçerliliği olabilir mi? Bunun inandırıcılığı söz konusu olabilir mi?
Sayın Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünde ve buna dönük gerçekleşen şiddetin çözümünde tek muhataptır, çözüm gücüne sahip tek kişidir. Ama sadece buna indirgemekte doğru bir tarz ve tutum değildir. Türkiye solu ve muhalefetinin anlamadığı budur. Türkiye’nin demokratikleşmesinde somut ve gerçekçi projelere sahip tek siyasi güç Sayın Öcalan’dır. Hangi sorunu ele alırsanız alın, Sayın Öcalan sayfalarca projeler sundu. Ancak bunlar görülmedi. Gezi Direnişi yaşandı. Gezi Direnişi’nin hangi koşullar altında çıktığını, Türkiye solunun hangi koşullarda kendini örgütleme kapasitesini yükselttiğini görülmesi gerekir. Tam da Sayın Abdullah Öcalan’ın HDP’yi Türkiye gündemine taşıdığı, bir muhatap haline getirdiği bir süreçti. Onun öncülük ettiği ifade hürriyetinin, örgütlenme özgürlüğünün geliştiği bir süreçte Gezi Direnişi gerçekleşti. Son dönemde Türkiye solunun yaşadığı en büyük güç, en büyük alternatif olma projesi de böyle gelişti. Kastettiğim bunun görülmesi gerekiyor.
Seçimlerden önce herkes elinde yasa ve anayasa metinleri ile dolaşıyordu. Yeni yasalar, anayasalar getireceğiz diyordu. Peki, İmralı’ya uygulanmayan bir yasanın geçerliliği olabilir mi? Sayın Öcalan’ı kapsamına almayan bir yasanın geçerliliği olabilir mi? Bunun inandırıcılığı söz konusu olabilir mi? Elbette mümkün değil. Buradan çıkardığımız sonuç, Sayın Abdullah Öcalan’a gerçek ve dürüst samimi olarak yaklaşım gösterenlerin kazanması söz konusu iken, oldukça onu görünmez kılmaya çalışanların veya bu çalışmaya niyetten bağımsız katkı sunanların kaybettiği aşikardır. Bunu hem iktidar için hem muhalefet için söyleyebiliriz.
Kürtlere uygulanan politika, ilk İmralı’da uygulanıyor. Sayın Öcalan şahsında gerçekliğini buluyor. İmralı bütün Türkiye’yi kapsamına alıyor. Bütün cezaevleri İmralılaştırılıyor. Bu doğrudur. Ancak bu sadece Kürtlerle mi sınırlı? Hayır. Sayın Öcalan haklarından muaf kalsın diye Meclis’te el birliği ile çıkarılan yasalar, daha sonra Ergenekon, Balyoz sanıklarını kendi kapsamına aldı. Eğer siyasal bir anlaşma zemininde iktidar ile ortaklaşma olmasaydı, bugün o kişiler ağırlaştırılmış müebbet hapis statüsünde hapishanede olacaklardı. Keza onlarla el birliği ile Kürt düşmanlığı özelinde Sayın Öcalan şahsında Gülen Cemaati bu yasaları dayatıyordu. Bugün Gülen Cemaati üyeliği ile itham edilen onlarca kişi, ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyor.
Bu 'mesafe' nasıl kapatılabilir?
Hakikatleri ve gerçekleri tartışmakla olur. Elbette bu hakikatleri tartışan bu hakikatleri çıplak haliyle gören ve bunu tartışılmasını, kendi aleyhine gören güçler var. Öyle olmazsa bu kadar katı bir baskı olmaz, bu tecrit de bu kadar katı bir şekilde uygulanmaz. Mutlak haber almama durumuna gelmeyiz. Yoksa bu kadar devasa propaganda aygıtlarıyla Sayın Öcalan ve İmralı görünmez kılınmaz, kriminalize edilmez. İmralı’da Sayın Öcalan ile kurulabilecek en ufak temas neden kriminalize ediliyor? Neden farklı boyutlara götürülüyor? Elbette Sayın Öcalan’la en ufak temasın bile politik ve toplumsal bir değeri vardır. Sıradan ele alınamaz, ancak bu temas dahi bile iktidar olsun muhalefet olsun sistem güçleri tarafından kriminalize edilmektedir. Hatta tecridin konuşulması dahi tecrit edilmektedir. Bunu bütün halklar menfaatine teşhir etmek gerekiyor. Tecritte karşı durmak bir insanlık sorumluluğudur. Bu insani, ahlaki ve vicdani sorumluluktur. Ama bunun ötesinde de sadece insan haklarına indirgenebilir bir sorunda değildir. Türkiye’nin barış ve demokrasi sorunu olduğu, Türkiye halklarının özgürlük sorunu olduğu ve çözümün İmralı’dan geçtiğini ısrarla dile getirilmelidir. Bu bilinç halklara taşırılmalıdır.
Mutlak iletişimsizlik halinin yeterince gündeme alındığını düşünüyor musunuz?
İngiltere’de sendikacılar, Almanya’da gençler Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü tartışırken, burada iktidarın dayatmalarını mazeret olarak sunup tartışmamak, kabul edilebilir bir durum değildir.
Kesinlikle düşünmüyorum. Başta da Sayın Abdullah Öcalan’ın hukuki sorunlarının muhatabı olarak, hukuki temsilcileri olarak, buna çözüm arayan kişiler olarak kendimizi de sorumlu olarak görüyoruz. Kimseyi bundan muaf tutmuyoruz. Öncelikle bu hakikatlerle barışılması gerekiyor. Sistemin iktidarın çizdiği sınırların dışına taşınması gerekiyor. Ancak bu şekilde bir mücadele söz konusu olabilir. Şu anda hukuksal referansları söz konusu. Mesela umut hakkı diyoruz. Umut hakkı kapsamında Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü talep edebilmek hukuki bir taleptir. Bunun ötesinde dünyanın her yerinde bu tarz oluşumların, bu tarz tecrit ve işkence uygulamalarına karşı çıkılır. Guantanamo’ya dair dünya kadar bir külliyat var. Oradaki önde gelen yargı mercileri farklı muhalif şartları oluşturdular. Aydınlar, yazarlar kampanyalar düzenlediler. Buna dair doktrinlerde tartışmalar gerçekleşti. Ancak İmralı’ya dair böyle bir şey göremiyorsunuz. Ülke aydını buna yanaşmıyor. İngiltere’de sendikacılar Almanya’da enternasyonel gençler, İtalya’da belediyeler Sayın Abdullah Öcalan’ın fikirlerini ve özgürlüğünü tartışırken, burada iktidarın dayatmalarını mazeret olarak sunup Abdullah Öcalan gerçekliğini tartışmamak, kabul edilebilir bir durum değildir.
Geçmiş dönemlerde Abdullah Öcalan’a tehdit mektupları gönderilmesi yeniden gündeme geldi. Siz avukatlarının ve binlerce kişinin gönderdiği mektuplar verilmezken, tehdit mektuplarının verilmesiyle nasıl bir mesaj veriliyor?
İmralı durumunu şuanda sadece haber alamadığımız 29 aydır bir süreye sıkıştırılmamalı. İmralı baştan itibaren, böylesi bir konsept kapsamında kurgulanmış. Bunlar daha önce Sayın Abdullah Öcalan’ın avukatları tarafından dile getirilen ve bilinen şeylerdir. Bu yönlü bir hafıza tazelemeye ihtiyaç var. Sadece mektuplarla değil. Daha önce Sayın Öcalan’a farklı uygulamalarda söz konusu oldu. Bunlar Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi’ne (AHİM) taşındı. Fiziki müdahale iddiaları vardı. Doğrudan zehirleme iddiaları vardı. Bunların hepsi vahim nitelikte olan şeylerdir ama tecridin zaten kendisi vahim bir boyutta. 25 Mart’taki telefon görüşmesinin neden yarıda kesildiğini biliyor muyuz? Hayır. 25 Mart’tan sonra ne yaşandığını biliyor muyuz, bilmiyoruz. Şuanda da ne yaşandığını biliyor muyuz? Hayır bilmiyoruz. Mutlak iletişimsizlik dediğimiz budur. Yani orada alıkonulanların yaşam riski var demektir. Çünkü ne içeriye ne dışarıya giriş vardır. Kendisini alıkoyanların insafına terk edilmiş durumdadır.
Tecrit ve işkence kavramını hissedebilmek gerekir. Daracık bir alanda 23 saatini tek başına geçirmek, anlamlı bir insani temasa sahip olmamak, bu durumu idrak edebilmek gerekiyor. Bu ciddi bir psikolojik işkencedir. Bu bir insanı, fiziki ve ruhen çürütmeye dönük bir hamledir. Biz mahkeme kararlarından aile ve ziyaret yasaklarına verilen gerekçelerden, disiplin gerekçelerinden anlıyoruz ki oraya müdahale ediliyor. ‘Siz bu temasta muhabbet edemezsiniz, şöyle voleybol oynayacaksınız, şöyle volta atacaksınız, sporda böyle duracaksınız’ buna dair müdahale edildiğini görüyoruz. Bu bir baskı aracı olarak aile ziyaretlerini engellemeye gerekçe yapılıyor. Şüphesiz bundan hedeflenen başka hukuki sonuçlar vardır. Umut hakkına müdahale etmek, etki etmek gibi. Ancak bu bütün günün hücrede geçiren bir kişinin diyalog kurabileceği bir saatine bile engel olmak, baskı aracı olarak kullanılıyor. Biz müvekkillerimize ulaşmaya çalışıyoruz, ulaşamıyoruz. Hiçbir bağlantı kuramıyoruz, hiçbir bağlantı sağlayamıyoruz. Biz düzenli olarak müvekkillerimize mektup gönderiyoruz. Bu mektuplar gidiyor. Ama veriliyor mu bilmiyoruz.
Mektuplardan geri dönüş oldu mu?
Mektuplar bize geri gelmiyor. Bu mektupların ulaşıp ulaşmadığını bilmiyoruz. Belki cezaevi idaresine kadar gidiyor ama ondan sonra müvekkillerimize verilip verilmediğini bilmiyoruz. Kendilerinde de bize gelen bir bilgi yok, mektup yok.
Umut hakkına müdahaleden kastınız ne?
Sayın Öcalan’ın özgürlüğü hukuken gündeme gelmiştir. Bunun zemini oluşmuştur ve kapısı aralanmıştır. Ancak bunu hayata geçirecek olan politik ve toplumsal güç olabilmek ile ilgilidir.
AİHM’in Abdullah Öcalan’ın umut hakkına dair vermiş olduğu bir kararı var. Bu anlamda ihlali tespit etti. Buna dönük başvurular var. 25’inci yıldan sonra Sayın Öcalan’ın umut hakkının gözden geçirilmesi gerekiyor. Şuan Türkiye’de buna dair bir mekanizma oluşturulmuş değil. Ancak bunun anlamı şudur Sayın Öcalan’ın özgürlüğü hukuken gündeme gelmiştir. Bunun zemini oluşmuştur ve kapısı aralanmıştır. Ancak bunu hayata geçirecek olan politik ve toplumsal güç olabilmek ile ilgilidir. Yoksa bu hukuka ayak diremek söz konusudur. Bunu sürece yaymak ve zamanla anlamsızlaştırma ihtimali söz konusudur. Bunu hayata geçirecek olan toplumsal talepleri yükselmektir. Politik olarak güç olmaktır.
Mutlak iletişimsizlik halinin ortadan kaldırılması için avukatları olarak ne tür girişimleriniz olacak?
Bu konuda bütün kamuoyunun ve ilgili çevrenin de hiç şüphesi olmasın. Biz hukuk usulleri el verdiğince bunları bütün şekliyle zorlamaya çalışıyoruz. Bütün mercilere başvurmaya çalışıyoruz. Bütün mekanizmaların devreye girmesi için yeni yol ve yöntemler yaratma derdindeyiz. İmkanlar çerçevesinde çabalıyoruz. Müvekkilimizin özgürlüğünü talep etmek en doğal hakkımızdır. Bunun için aynı zamanda gereken diplomatik görüşmeleri geçekleştirme çabası da içerisindeyiz ancak dediğim gibi Sayın Öcalan’ın koşulları sadece avukatların, sadece ailesinin, sadece vasisinin, sadece Kürt halkının da sorunu değildir. Türkiye halklarının demokratikleşmesini isteyen çözümü isteyen herkesin sorunu olmalıdır. İnsan haklarından yana olan hukuki ülkelere referans olan evrensel norm ve değerleri kendine ilke edinen her kesimin sahiplenmesi gerekiyor. Herkesin İmralı Cezaevi’nin lağvedilmesini talep etmesi gerekir.
MA / Diren Yurtsever - İbrahim Irmak