HABER MERKEZİ - Barış ve Demokratik Toplum Sürecine dair konuşan KJK Üyesi Çiğdem Doğu, komünleşmenin önemine değinerek, “Bu komünleşmenin gerçekten kadının ve toplumun iradesi haline geldiği yer, o hançerin kadının sırtından çekildiği yerdir” dedi.
Yeni Yaşam gazetesinden Nezahat Doğan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın kadınlara yansımasını Komelên Jinên Kurdistan (KJK) Üyesi Çiğdem Doğu ile konuştu.
“Abdullah Öcalan’ın ‘Toplumun özgürleşmesi ancak kadının özgürleşmesiyle mümkün olabilir’ dediği yerde, kadın hareketinin yürüttüğü mücadele ve geldiği hatta baktığınızda ne görüyorsunuz?” sorusuna yanıt veren Çiğdem Doğu, “Bu çok temel bir soru ve mücadelemiz de bunun bir cevabını teşkil etti. Kürdistan’da özgürlük mücadelesinin verilişi, aynı zamanda kadınların özgürlük mücadelesinin verilişi; bilimsel açıdan da ispatlı bir gerçeklik oldu. Gerçekten slogan gibi geliyor, fakat Jin, Jiyan, Azadî kadın ve yaşamdır. Yaşam; toplumsallığın ve komünal olarak birlikte yaşamanın ortaya çıkardığı bir gerçekliktir. Kadın demek, toplum demek; kadın demek, yaşam demektir. Bu mücadeleyi, Önderliğin tarzıyla; özgün ve özerk kadın örgütlenmelerini oluşturarak, toplum mücadelesini yürütmek, sosyalizm mücadelesini yürütmek, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini vermek; bunun için de kadının özgün ve özerk örgütlenmesini geliştirmek, toplum ve kadın diyalektiğini çok muazzam bir biçimde ortaya çıkardı. Çünkü toplumsallığı öldüren, erkek egemen zihniyettir. Egemen olan, tahakküm eden; şiddeti ortaya çıkaran, sömürgeci devletlerin zihniyetidir. Savaşları ve egemenlik mücadelelerini ortaya çıkaran da bu anlayıştır” dedi.
'ERKEĞİN HÜKMETTİĞİ YERDE SOSYALİZM OLMAZ'
Abdullah Öcalan’ın reel sosyalizmi çok kapsamlı değerlendirdiğini belirten Çiğdem Doğu, “Önderlik reel sosyalizmi çok kapsamlı değerlendiriyor ve PKK’nin reel sosyalizmden etkilenen yanları itibarıyla da söylüyor. Önder Apo aslında 86 yılındaki kongreden itibaren mevcut reel sosyalizmden yolunu ayrıştıran bir çizgi izledi. Üçüncü kongrede şöyle bir tespit var; ‘burada yargılanan an değil tarihtir, kişi değil toplumdur’. Çözümleme diyoruz biz buna. ‘86 kongresinden sonra çözümleme dediğimiz, Önder Apo’ya has bir tarz ortaya çıktı. Reel sosyalizmden gerçekten çok ayrışan bir yol bu. Ayrıca, 86 yılındaki üçüncü kongre sonrası 87 yılında kadın-aile çözümlemesi var. Oradaki yeni yol ayrımının temel sebeplerinden bir tanesinin de kadın örgütlenmesi olduğunu görüyoruz. Kadın iradesi olmadan sosyalizm olmaz, toplumculuk olmaz. Erkeğin hükmettiği bir yerde bırak sosyalizmi, nefes almaktan bile bahsedemeyiz” diye ifade etti.
ERKEKLERLE YÜRÜTÜLEN ORTAK MÜCADELE
Erkeklerle ortak mücadele etmede yaşanan durumlara dikkat çeken Çiğdem Doğu, “Biz de sosyalist özgürlük mücadelesi sürdüren bir gücüz. Yoldaşlar olarak tabii ki birbirimize sonsuz saygımız, sevgimiz var. Bunları bir tarafa koyalım. Fakat şüphesiz, binlerce yılın yaratmış olduğu bir kültür de var. Bu kadın açısından da erkek açısından da öyledir. Ortadoğu’da, Kürdistan gerçekliği içerisinde bir erkek çocuğunun büyütülme biçimi vardır. Bir de kız çocuğunun büyütülme biçimi vardır. Bunun üzerine kapitalizmin yaratmış olduğu etkileri de eklediğimizde gerçekten çok derin bir cinsiyetçi durum ortaya çıkıyor. Bu, kadın açısından itaatkâr demeyelim ama tabi olan, erkeğe güç veren; yani gücü erkekleşmekte, erkek gibi olmakta gören veya ona öykünen ya da onun himayesinde olmak isteyen bir anlayış şeklinde şekillenmiştir. Erkekte de bu kadına sahip olma üzerinden şekillenmiştir. Hep bir sahiplik olacak. Baba olacak, koca olacak, abi olacak… Patronluk da desek, ‘devlet baba’ da desek hepsi aslında, eril erkek egemenliği ifade eder. Ortadoğu’da kökleri çok derin ve böyle şekillenmiş bir gerçeklik var ve bunların bize yansımaması mümkün değil” diye aktardı.
KADININ ÖZGÜN VE ÖZERK ÖRGÜTLENMESİ
Çiğdem Doğu, erkeklik halleri ve zihniyetinin yansımalarına karşı ortaya koydukları mekanizmaları da şu haliyle aktardı: “Örgütsel mekanizmalarımızda bunun tedbirini alma; örgüt içerisinde kadının özgün ve özerk örgütleniyor olması durumu var. Genel ordumuz vardır, ama bir de kadın ordumuz vardır. Genel partimiz vardır, ama bir de kadın partimiz vardır. Genel konfederal sistemimiz vardır, ama bir de kadın konfederal sistemimiz vardır. Bunların hepsi eşit, özgür bir ilişki sistematiği içerisinde yapılandırılmıştır. Dolayısıyla burada kadın da örgütlü bir güç olarak var. Örgüt içerisine belli ilkeleri, amaçları, hedefleri olan insanlar olarak geliyoruz. Evet, yetersizliklerimiz var ama nihayetinde bir cins mücadelesi diyebileceğimiz zeminde çatışıyoruz ve birbirimizi eleştiriyoruz.”
ÖRGÜTLÜ KADIN GÜCÜ
“Varlık mücadelesi, kadının kendisini keşfetmesi ve tabularını yıkması, zincirlerini kırması o feodaliteye ve toplum kodlarına karşı ne zaman şekilleniyor? Aslında ne zaman farkındalık oluşuyor sizce?” sorusuna yanıt veren Çiğdem Doğu, “Ben özgün ve özerk biçimde örgütlenmiş olmayı çok kıymetli bir değer olarak görüyorum. Mesela kadın birey olarak güçlü, çok yetenekli olabilir ve sistem içerisinde de böyle yaman kadınların varlığı reddedilemez gerçekliklerdir. Fakat bu varoluş erkek egemenliğini değiştirmeye yetmez. Örgütlü bir kadın gücü var olmadığı zaman erkek sistemi karşısında bir güç olamıyorsun ve onu değiştirip dönüştüremiyorsun. Mesela örgüt içerisinde, özgün ve özerk kadın hareketi olarak kendi kararlarımızı kendimiz veririz kadına dair. Erkek arkadaşlar bize dair karar alamazlar. Dönemsel politikalarımız için de kendi toplantılarımızı yaparız ve kararlarımızı kendimiz belirleyerek karşılıklı bilgilendirme yaparız. Önderliğimiz “kendine ait bir oda, kendine ait dağları var” demişti. Bizim de kendimize ait bir örgütümüz var ve o da kendine ait oda gibidir. Kadınların komünal, özgün ve özerk bir biçimde bir arada yaşıyor olması çok önemlidir” diye ifade etti.
‘KADINA KARŞI ŞİDDET MİLİTARİZMİN DAYANDIĞI TEMEL KONUM’
“Abdullah Öcalan’ın ‘kendi varlığımı kadın özgürlüğüne adadım,’ dediği yerde eril sisteme karşı öznesi kadın olan nasıl bir farkındalık ve çıkış olmalı?” sorusuna yanıt veren Çiğdem Doğu, “Önderlik son manifestoda Buda’nın ‘sırtıma saplanmış böyle bir hançer varken başka neyi düşünebilirsin ki’ sözünden bahsediyor. Manifesto içerisinde birçok yerde bunu değerlendiriyor ve bunun üzerinden de toplum çözümlemesi yapıyor. Bizim sırtımızda çok ağır bir hançer var. O hançerle her gün kan dökülüyor. Bu ruhsal olabilir, tecavüz ve cinsellik boyutu olabilir. Bu bir evli kadının her gün yaşadığı çile ya da psikolojik şiddet anlamında olabilir. Kadın ne kadar kullanılıyorsa toplum da o kadar kanıyor. Bir kadının eksilmesi aslında toplum yaşamında, insan yaşamında neleri yok ediyor, neleri kirletiyor aynı zamanda? Bunlar çok ciddi tartışılması ve değerlendirilmesi gereken şeyler. Savaş buradan başlıyor. Tarihi açısından kadına karşı şiddet militarizmin dayandığı temel konumundadır.”
Kadın haklarına dair geçmişe oranla bir gerilemeyi gözlemlediklerini dile getiren Çiğdem Doğu, “Geçmişe göre bir gerilemeyi biz de gözlemliyoruz. Keşke kadın hareketleriyle çok daha fazla ortak tartışma zeminimiz olsaydı. Onları yüz yüze dinlemeyi ve kendimizi de anlatmayı çok isterdik. Türkiyeli kadın hareketlerinde duyarlı kesimlerin var olduğunu biliyoruz. Bu kadar kadına karşı şiddetin tırmandığı, yaşamın çok ciddi bir tehlike altında olduğu, her gün kan aktığı, İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edildiği yerde neden kadın hareketleri olarak biz kendi içimizde bir sözleşme yapmayalım?
Bir daha kadın öldürülmeyecek sözleşmesi; bir daha çocuklarımız katledilmeyecek sözleşmesi. Senin örgütlenme ve ortaklaşma biçimin yoksa burada refleks ortaya çıkmıyor. Karşıda bir devlet ve polis şiddeti var. Çok ağır bir faşizm yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Bunun karşısında çok güçlü bir mücadele yürütülemedi. Neden? Çünkü çok örgütlü olunamadı ve gündemler yaratılamadı” diye konuştu.
‘BARIŞ ÖNCE KADINLARIN BİRBİRİYLE SÖZLEŞMESİDİR’
Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı üzerine değerlendirmelerde bulunan Çiğdem Doğu, “Önderliğimiz güçlü bir manifesto ortaya koydu. Şimdi kadın hareketleri olarak Barış ve Demokratik Toplum süreci içerisinde birlikte neler yapabileceğimizi oturup tartışmamız lazım. Hangi noktalarda birbirimizle sözleşelim? Birçok kesim ‘devlet hangi adımı atacak, ne olacak,’ diyor. Barış bunu aşan bir şeydir. Barış önce kadınların birbirleriyle sözleşmesidir. Toplumların birbiriyle sözleşmesi ve yeni bir anayasadır. Bir de halkların sözleşmesi vardır. Geçmişte karşıtlıklarımız olmuş olabilir. Bunları affedebilmeyi sağlayacak, bunun üzerine yeni bir ilişkiyi yaratabilecek olan farklılığı kabullenebilen kadınlardır. Çünkü farklılığı doğuran kadındır. Önderlik bu son manifestoda ‘yaşam haktır, farklılık yaşamdır’ diyor. Yaşamın dinamizmini yaratan farklılığın var olmasıdır” dedi.
‘MÜCADELE İÇİN KOLEKTİF AKLI YARATMAK GEREKİYOR’
Kadınlar ekseninde değişim ve dönüşümün biçimlerine ve nasıl olacağına işaret eden Çiğdem Doğu, “Değişim sürecinin elle tutulur, gözle görülür bir sonuç yaratması lazım. Bir değişim süreci yaşanırken farkını hangi form biçiminde ve hangi içerikte ortaya koyacaksın? Dönüşüm bu anlamda çok önemli. Türkiye ortamı içerisinde daha yenilikçi, değişim ve dönüşüme açık olan kesim kesinlikle Türkiyeli kadın yoldaşlarımız, analarımızdır. Bunu ekolojik mücadele içinde analarımızın duruş ve direnişlerinde de görüyoruz. Feminist yoldaşlarımızda da bunu görebiliyoruz. Sosyalist mücadele veren kadın yoldaşlarımız var, onlarda da görebiliyoruz. Yaşamın farklı alanlarında birey olarak yer alan, sanatçı, akademisyen, çok değerli insanlar, güç aldığımız kadınlar var. Ama mücadele, değişim, dönüşüm için örgütlülük ve kolektif aklı yaratmak gerekiyor” diye ifade etti.
Kolektif akıl ve komünleşmeye de dikkat çeken Çiğdem Doğu, “Daha oturmamış ama buraya oturtmak lazım. Mesela örgütlenme! Örgütlenme derken herhangi bir örgütlenme değil, özgün, özerk örgütlenme biçimi… Biz bunu bütün sosyalist hareketler açısından, anarşist hareketler açısından tartışıyoruz. Klasik bir sivil toplum örgütlenmesiyle bu koskoca erkek egemen sistemi aşabilir miyiz? Her gün öldüren, her gün tecavüz eden, iradeyi kıran yapıyı değiştirip, dönüştürebilir miyiz? Hayır. O zaman komünal örgütlenme biçimi olmalı” diye konuştu.
MAHALLELERDE KADIN POLİTİKALARI
Kadınların yanı sıra çocukların da tecavüz ve katliama maruz kalmasının acı verici olduğunu ifade eden Çiğdem Doğu, “Bu kadar ciddi durumlar karşısında daha sıkı bir örgütlenmek, daha komünal ve kolektif yaşamak, birlikte düşünmek, birlikte karar almak, birlikte bir kadın politikası belirlemek ve bunu mahalleden başlayarak yürütmek gerekiyor. Mahalledeki kadınlar bir araya gelerek, bir komün olarak cins sorunları başta olmak üzere bütün yaşamsal sorunlarını tartışsın, karar alsın; haftalık, aylık politika belirlesinler” dedi.
ŞİDDET VE BİLİNÇLENME
Güçlü karakterde kadınların da erkek şiddetine maruz kalması durumunu ve nasıl son verilebileceğini değerlendiren Çiğdem Doğu, “Biz bir kadın savunma gücü olarak bu dağlarda farklı konumlanıyoruz. Gerçekten savunuyoruz da kendimizi. Ama bir şehir yaşamı içerisinde, bir toplum yaşamı içerisinde, o kadınların kendisini savunamıyor olması ve erkeğin tuzaklarına düşüyor olması çok zorumuza gidiyor. Burada çok güçlü bir bilinçlenme lazım. Bizim bu zehirli şerbeti şöyle bir tanımamız lazım: Bu şerbet başta belki sana güzel, tatlı, şirin geliyor ama şerbet seni zehirliyor, öldürüyor seni tuzağa düşürüyor. Şerbeti bir daha içmeyeceğiz diyebilmenin bilincini yaratmak lazım” ifadelerini kullandı.
Çiğdem Doğu, kadınların maruz kaldıkları bu duruma karşı nasıl bilinçleneceğine dair şunları söyledi: “Bir kere bir kadının kendini tanıyabileceği bir bilinçlenmeye sahip olması lazım. Erkek egemenliği nasıl inşa oldu? Nasıl bir şekillenmeye sahip? Strateji ve taktikleri nasıl gelişiyor? Ve bu zihniyet kendisini binlerce yıl nasıl bir sistem haline getirdi? Devlet nedir? Bunları görmek gerekiyor. Devlet aynı zamanda kadını ifadesizleştirmenin gücüdür. Mesela ordu sadece Kürdistan’da Kürtlere karşı savaşın gücü değil, aynı zamanda kadınların ensesindeki kılıç gibidir. Polis şiddeti de öyledir. Mahkeme, yargı şiddeti de. Şimdi kötü bir sistemi anlatmak açısından söylüyorum, aile içine baksak baba, koca, abi bir gardiyan gibidir. Bütün bunların bilincine varmak lazım.”
KOMÜNLEŞME
Komün olmanın yeterince anlaşılmadığına değinen Çiğdem Doğu, KJK’nin bir konfederal sistem olduğunu ve toplumda kadının özsavunmasını oluşturması stratejisiyle hareket ettiklerini belirtti. Bu stratejiye rağmen komünleşmeyi çok geliştiremediklerini kaydeden Çiğdem Doğu, bunun için çeşitli tartışmalar ve toplantılar yaptıklarını söyledi. “Dogmatiklik var” diyen Çiğdem Doğu, “Önderlik, ‘reel sosyalist örgütlenme ve zihniyet yaklaşımı’ diyor. Mesela klasik bir parti mantığına göre örgütlenmenin yarattığı alışkanlıklar, davranışlar ve üsluplar var. Bunlar da büyük oranda etkiliyor diye düşünüyorum. Yeni süreçte Önderliğin eleştiri ve özeleştiri, dönüşüm dediği en temel noktalardan biri bu ve bunu kesinlikle komünleşmeye dayandırıyor. Bu komünleşmenin gerçekten kadının ve toplumun iradesi haline geldiği yer, o hançerin kadının sırtından çekildiği yerdir” şeklinde konuştu.
KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ
Barış ve Demokratik Toplum sürecinde kadın erkek eşitliğinin sağlanması için hattın nereden kurulması ve nasıl oluşturulması gerektiğine dair soruya Çiğdem Doğu şu cevabı verdi: “Biz kadın hareketleri olarak tam da bu süreçte her mahallede, her ilçede ve her ilde mutlaka şunları tartışmalıyız: Oluşacak yeni bir demokratik anayasada biz kadınlar varlığımızı nasıl koyacağız? Kürt sorunu demokratik anlamda nasıl bir ifadeye kavuşacak? Kadının özgür iradesi ve varlığı orada nasıl ifade edilecek? Mesela Meclis’te niye eşit olmasın rakamlar? Hani biraz daha ufkumuzu genişletelim. Niye devlette eşbaşkanlık sistemi olmasın? Eşbaşkanlık, eşbaşbakanlık veya eşcumhurbaşkanlığı… Kadına şiddete karşı, sözleşme ve kadınların birbiriyle sözleşmesi temelinde kendimizi nasıl savunacağız? Adaleti nasıl sağlayacağız? Bizim şu anda harıl harıl bunları tartışıyor olmamız lazım. Kadın hareketleri olarak böyle gündemler yaratıp hem kendi sorunlarımızı hem de sistemsel sorunları tartışmamız, tartıştırmamız ve yol almamız lazım.”