HABER MERKEZİ - Sanatçılar, kültür ve sanat faaliyetlerine getirilen yasakların damga vurduğu 2022’de eserleriyle halkın direnişine ortak oldu. Yazar Fırat Can, "Sanat, direnişle buluştuğu andan itibaren karşılık buluyor" dedi.
Bir toplumunun rengini ortaya koyan, farklı kılan temel öğelerdendir kültür ve sanat. Bu nedenle insanlığın var oluşundan günümüze iktidarın ilk hedef aldığı alanların başında geldi. Farklı halk ve inançların bir arada yaşadığı bu topraklarda da dünden bugüne iktidarlar kültür ve sanata yönelik tekleştirme politikasından hiç vazgeçmedi. 2022 yılı da bu politikanın derinleştirildiği bir yıl oldu; kültür ve sanat etkinliklerinin yasaklanması yıla damga vurdu. Yıl içerisinde onlarca festival, konser ve tiyatro gösterimi, iktidarın Olağanüstü Hal (OHAL) ardından valiliklere verdiği “özel yetki”ile yasaklandı.
SANATA YASAK
Yasaklardan en çok payını alan da bir kez daha Kürt kültür ve sanatı oldu. Kürt sanatçıların etkinliklerine getirilen yasaklara "kamu güvenliğine tehdit oluşturacağı” gerekçe gösterilirken, muhalif sanatçıların etkinlikleri ise “görüşlerimizi paylaşmıyor” gerekçe gösterildi. Zeytinli Rock Festivali’nden Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ne, Kozlu Müzik Festivali’nden Kazdağları Ekoloji Festivali’ne kadar birçok buluşma ya yasaklandı ya iptal edildi. Aynur Doğan, Metin-Kemal Kahraman, Apolas Lermi, Mem Ararat, İlkay Akkaya, Kadir Çat ve Melek Mosso gibi birçok sanatçının da konserlerlerine izin verilmedi.
Mezopotamya Kültür Merkezi’nin (MKM), kuruluşunun 31’inci yılı dolayısıyla 17 Aralık’ta "Em ê Bêjin (Biz Söyleyeceğiz)" şiarıyla Küçükçekmece Yahya Kemal Beyatlı Gösteri Merkezi’nde düzenleyeceği konser de Küçükçekmece Kaymakamlığı’nın “kamu düzeni ve genel asayişin bozulmasına neden olacağı” gerekçesiyle yasaklandı. Konser öncesi salon önünde bir araya gelen sanatçılar gözaltına alındı. Yasak kararını tanımayan MKM’liler başka bir alanda kilamlarını seslendirdi.
Kendisi dışındakilerin tüm etkinliklerine yasak getiren iktidar, Kurdistan’da ise kayyımlar ya da Dossi Dossi gibi “Kürt iş insanları” eliyle festivaller düzenledi. Bazîd, Cizîr, Sûr gibi Kürlerin direniş tarihi ve kimliği bakımından önemli merkezlerde düzenlenen "festivallere" karşı büyük tepki gösterildi.
SESİ KISILAN BİR DİL
Kürt müziği ve sanatının yanı sıra Kürtçe de yasaklardan nasibini aldı. Birçok etkinlik Kürtçe olduğu için iptal edilirken, Meclis’ten televizyon programlarına kadar birçok alanda Kürtlerin mikrofonları kapatıldı.
SİNEMADA SANSÜRÜN YENİ HALİ
Sansürün devam ettiği sinema alanında ise, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü Emin Alper’in yönetmenliğini yaptığı Kurak Günler filmi için verdiği finansal yapım desteğini yasal faiziyle birlikte geri istedi. Yayınlandığı festivallerden ödüllerle dönen filme yönelik uygulama tepkiyle karşılanırken, 9 Aralık’ta gösterime giren filmi çok sayıda kişi izledi. Sinemacılar da sansür uygulamalarına karşı “Özerk Ulusal Sinema Merkezi” kurulması gerektiğini söyledi.
İktidarın engel ve yasak politikalarına karşı sanatçılar da üretimlerine devam ettiler. Wan ve Amed’te tiyatro festivalleri düzenlenirken, Rojhilat’ın öncülüğünü üstlendiği İran’daki halk ayaklanmasına destek için birçok kilam hazırlandı. Türkiye’nin Federe Kurdistan Bölgesi’nde HPG’lilere karşı kullandığı kimyasal silah kullanımının ve sonuçlarının anlatıldığı “Serekaniyê û Avaşîn” parçası ve klibi de yıla damga vuran eserlerden biri oldu.
2022 yılında kültür, sanat ve dile karşı yasakçı anlayış ile buna karşı gelişen direnişi yazar Fırat Can ile konuştuk.
2022'de kültür ve sanata yönelik yasaklar öne çıktı. Konserler, tiyatro gösterimleri ve festivaller, “kamu güvenliği” gibi gerekçelerle yasaklandı. Kültürel faaliyetin yasaklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu meselenin "kamu güvenliğine" bağlanması ne anlama geliyor?
Kürt diline ve kültürüne dair çok ciddi bir tahammülsüzlüğün olduğunu ve 2022 yılı boyunca bunun ciddi boyutlara ulaştığını biliyoruz. Bunun kökeninde AKP-MHP faşist ittifakının genlerinde yatan Kürt düşmanlığı var. Son yüzyılda Kürtlere karşı çok ciddi soykırım, asimilasyon politikaları yürütüldü. Soykırımı iki biçimde değerlendirmek gerekiyor. Biri fiziksel soykırım. Bu birçok yerde denendi. Fiziksel soykırımla çok fazla sonuç alınamadığı görüldüğünde, bu gerçekle yüzleştiklerini gördüklerinde soykırımın diğer biçimine başlandı. Her ne kadar iktidarlar değişse bile bu politikalarını sürdürdüler. Soykırımın ikinci ayağı ise kültürel soykırımdı. Kültürel soykırım fiziki soykırımdan çok daha derinlikli, incelikli işlenen bir saldırı. Bir insanı var eden temel şeylerden biri kültürdür. Kültürü de dar alanda değerlendirdiğimiz zaman dile ulaşmış oluyoruz. Bir insan, toplum, halk diliyle var olabiliyor. Kürt’seniz anadilinizle var olabilirsiniz. Bu anlamda Kürtçeye, Kürt kültürüne dönük sistematik bir kültürel soykırım politikası işlenmeye başlandı.
İktidarlar değişti ama Kürt düşmanlığı temelinde kültürel soykırımı önceleyen politikalar sürdü. Fiziksel soykırımla sonuç alınamadığı için kültürel soykırım politikası sürdürülüyor. Bu daha derinlikli ve ince işlenen bir saldırı.
Belki iktidarlar değişti ama sistematik anlamda yüzyıldır Kürt düşmanlığı temelinde kültürel soykırımı önceleyen politika sürdürüldü. Dün CHP'ydi. Bugün ise AKP-MHP ittifakı, Kürtleri kültürel soykırım kıskacına almaya çalışıyor. Özellikle son yılda Kürtlerin diline, kimliğine ve kültürüne dönük düşmanlığı bile kat be kat aşan bir politika yürütüldü. Amed'te birçok yerin ismi Kürtçe iken değiştirilmiş oldu. Kürtçe konserler yasaklanmış oldu. Erdoğan, bunun temelini 20 yıldır kurduğu söylemle oluşturdu. Erdoğan, "Tek dil, tek devlet, tek millet, tek bayrak" söylemini Hitler'den bile daha fazla kullanan liderdir. Tek dil dediğiniz andan itibaren diğer dillere zaten kendinizi kapatmış oluyorsunuz. Erdoğan da bunun gereği neyse yapmaya başladı. 2022 yılında Kürt diline, kültürüne dönük ne varsa yasaklandı, baskılandı, ötelendi. Son birkaç gün önce 17 Aralık'ta MKM'nin 31'inci yıl dönümü kutlaması programı vardı. Bunu 'terörize' eden bir yaklaşımla konserleri yasaklanmış oldu. Bu tahammülsüzlük zincirinin zirvesi oldu.
Kürt sanatçıların yanı sıra iktidara muhalif olan tüm isimlerin etkinlikleri yasaklandı. Pop şarkıcılardan rock festivallerine kadar her şey yasak listesine dahil edildi. Yasakların bu boyuta ulaşmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Kürtlere karşı uygulamalar turnusol kağıdı görevini görüyor. İktidarlar başta Kürt'e vuruyorlar, buna dair toplumsal bir tepki oluşmadığında diğer muhaliflere karşı uygulanıyor. Erdoğan, "Biz iktidar olduk, uzun yıllardan beri iktidarımızı sürdürüyoruz ama kültürel anlamda bir türlü iktidar olamadık" sözüyle devlete şu talimatı vermiş oluyor; diğer kültürleri ezip, törpüleyip, etkisiz hale getirip kendi kültürümüzü iktidara getirmeliyiz. Halk olarak bunu nasıl başardıysak da kültürel anlamda AKP'nin yaratmak istediği dinci-faşist kültürel üstünlüğü çok fazla sağlayamadık. Bu noktada AKP'ye karşı en ciddi direnişi gösterenler Kürtler oldu. İktidar, kendisine muhalif olarak gördüğü herkese karşı bu baskıcı, faşizan politikalarını uygulamaktan geri durmuyor. Her gerekçeyi de bu noktada fırsata dönüştürmüş oluyorlar. İstiklal Caddesi'nde müzisyenler vardı. Sadece Kürt müzisyenler değil orada şarkılarını icra ederken biraz kültürel faaliyet yapan, hem de bunu ekonomik bir kazanca dönüştüren insanlardı. İktidarın defalarca bunları kaldırmak için girişimleri oldu. En son kimin yaptığı da belli olan patlamadan sonra her şeyi yasakladılar. O patlamayı bile fırsata dönüştürüp Kürtlere karşı ya da alternatif muhalif kesime karşı bir baskı aracına dönüştürdüler.
Bir yandan festivaller yasaklanırken, diğer yandan kayyımlar eliyle Kurdistan kentlerinde festivaller düzenlendi. Kimi iş insanları üzerinden birkaç Kürt sanatçının da adı kullanılarak yapılan bu festivallerle ne amaçlandı?
Her ne kadar Dosso Dossi öncülüğünde düzenleniyor denilse de bu festivaller devletin bir politikası. Bunlar devlet politikalarına hizmet ediyor. Amaç kültürel soykırım. Sanatçıların bu tür politikalara alet olmaması gerekiyor.
Devletin yaratmış olduğu bir 'Kürt' var. Buna devletin Kürt'ü diyebiliriz. Devlete biat eden, Kürtlüğü bile siyasal anlamda kullanmaya çalışan bir kesim. Şimdi son zamanlarda kayyım eliyle Dosso Dossi denilen ne olduğu belli olmayan bir işletme yoluyla Kurdistan'ın birçok il ve ilçesinde festivaller düzenlenmeye başlandı. Devlete, iktidarın politikalarına hizmet edenlere her şey serbest. Bu anlamda Dosso Dossi'nin Hikmet ve Ahmet Eraslan adlı kardeşler, iş adamı olarak biliniyorlar. Bunların devlet politikalarına hizmet ettiklerini şunda görebiliyoruz; Bir Ağrı Belediye başkanıyla çekmiş oldukları fotoğraf, ikincisi Süleyman Soylu ile çekilmiş oldukları fotoğraf. Üçüncüsü festivali düzenlemiş oldukları alanlarda kayyım belediyeleri, milli eğitim müdürlükleri, kaymakamlıkların sunmuş oldukları sonsuz fırsatlar. Her ne kadar Dosso Dossi öncülüğünde bu festivallerin düzenlendiğini söyleseler de bunun bir devlet politikası olduğunu biliyoruz. Şuanda Kurdistan'da normal bir süreç işlemiyor. Sur, Cizîr, Gever ve Niseybîn'de 3 kişi bir araya geldiğinizde direk Genel Bilgi Taraması (GBT) kontrolü yapılıyor, iki kişinin birlikte yürümesine izin verilmiyor. 4 parlamenter, dokunulmazlıkları olan insanların bir yerden bir yere yürümesine izin vermeyen devlet, Dosso Dossi öncülüğünde festivallerde binlerce insanın bir araya gelmesine izin veriyor. Burada Kürt sanatçılar davet ediliyor. Özellikle tanınan, bilinen sanatçıların bu tür politikalara alet olmaması gerekiyor. Burada amaç Kürt kültürünü yaymak, yaygınlaştırmak değildir. Burada amaç Kürtleri kültürel anlamda soykırımdan geçirmektir. Bu temelde bu politikaların bilince olup doğru temelde bir yaklaşım gösterilmesi daha doğru olur.
Eraslan kardeşlerin Bazîdli olması ve bazı tanınmış sanatçıların davet edilmesi nedeniyle Bazîd'teki organizasyon çok dikkat çekmemişti. Ancak sonrasında Cizîr gibi kentlerde organizasyon sürdürülmesi tepkileri beraberinde getirdi. Seçilen kentlerin kimlikleri göz önünde bulundurulduğunda özel bir politika yürütüldüğünü söyleyebilir miyiz?
Geçmişten beri sürekli Kürtlere karşı Kürtler kullanılmıştır. Bedirxan Bey isyanına bakalım; başarısızlığa uğramasına neden olan şey Kürtlerin içinden olan Yezdanşêr. Şeyh Said isyanında yine Kürt'e karşı Kürt kullanılıyor. AKP zaten bu konuda çok maharetli. Sürekli Kürt'e karşı Kürt'ü kullanma politikası içerisinde. Bazîd'te en azından kardeşlerin düzenlemiş olduğu festivale biraz muhalif, demokrat yönüyle tanınan kimi sanatçılar da katıldı. Çok fazla bunun bilincinde değillerdi. Şunu bilmek gerekiyor şuanda AKP-MHP faşist ittifakı, Kurdistan'da aslında her şeyin normalleştiğini ifade etmeye çalışıyor. Festivallerin bir nedeni de bu. Orası 'Terörden temizlendi, artık orada festivaller düzenleniyor, hayat normale dönüyor' algısı yaratılmaya çalışıldı. Hayır, hayat normale dönmüyor. Daha geçtiğimiz aylarda bir gencin kemikleri bir torba içinde ailesine teslim edildi. Hala insanların cenazeleri orada var. Sur'da halen kemikler çıkıyor. Cizîr'de cenazelerin gömüldüğü yerde parklar inşa edildi. Bugün savaşın en talimat biçimiyle karşı karşıya iken bir halk orada her şey normalmiş gibi gelip o cenazelerin, o kemiklerin üzerinde tepinilmesi çok normal bir şey değil. Bu yüzden Bazîd'de festival düzenlendikten sonra yeni anlaşıldığı için tepkiler gelmeye başlandı. Bazı Kürt sanatçılar aslında yanlışından dönmüş oldular. Gerçekten sorun çözülmüş olsa, burada tabi ki festivaller yapılabilir. Burada halen savaş yürütülüyor, insanlar kendilerini ifade edemiyorlar. 3 kişi bir yere gittiklerinde GBT'ye tabi tutuluyor ve hayat sanki normalmiş gibi siz gelip festival yapıyorsunuz. Halen insanların cenazeleri orada. Bu anaların yüreğini çok ciddi tahrip eden bir şey. Onları ciddi anlamda kıran, yaralayan bir şey. Bir halk burada öldürülüyorken siz burada cenazelerin üzerinde tepiniyorsunuz. Bunu kabul etmek doğru bir yaklaşım değil. Bunun bilincinde olunması gerekiyor. Ama bu bilinçli olarak yürütülen bir devlet politikası. Eraslan kardeşlerde bu politikanın birer figüranı.
Kürtçeye dönük saldırılar da yıl boyunca sürdü. Meclis’te mikrofonlar kapatıldı, "bilinmeyen dil" diye tutanaklara geçirildi. Televizyon programlarında ses kısıldı. “Açılım” sloganıyla gelen bir partinin bir halkın diline yönelik yok sayma yaklaşımının sürdürülmesi ne anlama geliyor?
Erdoğan'ın yüzüne baktığımızda Bahçeli'nin de yüzünü görmüş oluyoruz. Soylu ve Akar ile birlikte bir şey başaracaklarına dair umut saçıyorlar. Bundan dolayı dile saldırıyorlar. Dil olmadığı zaman toplum da ortadan kalkmış olur.
Erdoğan'ın yüzüne baktığımızda Bahçeli'nin yüzünü de görmüş oluyoruz. Politika anlamında bütünen birleşmiş oldular. AKP-MHP faşist ittifakı, Erdoğan-Bahçeli öncülüğünde ve kenarlarına almış oldukları Soylu ve Akar ile birlikte yüzyıldır başarılamayan bir şeyi başaracaklarına dair umut saçıyorlar. Bu noktada özellikle dile saldırıyorlar. Dil o nedenle çok önemli. Dil bedendir, dil olmadığı zaman beden, toplum ortadan kalkmış oluyor. Bu anlamda başta da ifade ettiğim gibi yüzyıllık bir politika, bu politikayı Kürt düşmanlığı üzerinden yürütüyorlar. Ama bu düşmanlığın zirvesini yaşadığımız dönem son 20 yıllık dönemdir. Her ne kadar kimi zaman çözüm süreci, kimi zaman açılım süreci adı altında bir şeyler yapılacağı söylense de bunların AKP'nin kendi iktidarını güçlendirmek için kullanmış oldukları şeyden başka bir şey olmadığı görülmüş oldu. ‘Tek dil’den kastı Türkçedir, tek milletten kastı Türk milletidir. Tek dinden kastı İslamiyet’tir. Bu anlamda bu politikanın bir gereği olarak başlıyorsunuz biri Meclis’te Kürtçe konuştuğu zaman bu düşmandır. Biri kendini Kürtçe ifade etmeye çalıştığı zaman sansürleme, yasaklama programı kapatmaya başlıyorsunuz. Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gibi gazeteleri yasaklıyorsunuz. Xwebûn gazetesi var, Kürtçe yayın yapıyor, işte bu gazetenin çalışanları gözaltına alınıyor, gazeteyi götüren otobüsler tehdit ediliyor. Dil ortadan kalkarsa zaten diğer şeyler ortadan kalkmış olur.
İktidarın yasakçı politikasına karşı sanatçıların da eserleriyle direnme hali söz konusu oldu. Engellemelere rağmen tiyatro ve festivaller düzenlendi, yeni eserler yayımlandı. Kürtler 2022 yılında nasıl bir “Sanatsal direniş” gerçekleştirdi?
Türkiye halkları, 20 yıldır özellikle son 7 yıldır AKP-MHP faşist ittifakından çok fazla baskı gördü. Ama bunun karşısında da ciddi anlamda bir direniş sergilendi. Şunu net vurgulamak gerekiyor; Kürtler vazgeçmiyor. Kürtler çok sayıda faşist lideri tarihin çöp sepetine attılar. Bu anlamda polis gücünüze, kolluk kuvvetinize, zor aygıtınızla Kürtleri haklılıklarından vazgeçirtemiyorsunuz. İnsanlar kendilerini biraz ifade ettiği zaman zindana atıyorsunuz. Zindanla tehdit ediyorsunuz ama Kürtler zindanı da bir direniş noktasına çeviriyorlar. Orada yazmaya, üretmeye başlıyorlar. Bu dışarıda daha fazla mücadelenin verilmesine neden oluyor. İşte geçen günde burada İstanbul'da yapılan şey buydu. MKM 'nin 31'inci yıl konseri yasaklandı. MKM vazgeçti mi? Hayır. Ne yapıldı mutlaka bu konseri yapacağız diyerek Bağcılar ilçe örgütünde konser verdi. Amed'te Şanoya Bajêr a Amedê öncülüğünde bir festival yapıldı, Wan'da tiyatro festivalleri gerçekleştirildi ve güçlü katılım da oldu. Yaşamış oldukları zorlu süreçleri kitaplaştıran birçok aydın, yazar kitaplarını okurlarla buluşturup, söyleyişiler gerçekleştirdi. Kürtler vazgeçmiyor. Çünkü Kürtlerin hakları meşru ve bu hakları kaybetmekten, bu haklar için mücadele etmekten vazgeçmiyorlar. Ne kadar korkutursanız korkutun yine de vazgeçmiyor. Cümlemi şu betimleme ile tamamlamak istiyorum; Doğrudur Dehak’lar vardır ama Dehak’lara karşı direnen Çağdaş Kawa'lar da vardır. Nemrutlar vardır ama İbrahimler de vardır. Zeus'lar vardır ama Zeus’lara karşı direnen Promatheus’lar da vardır. Doğal olarak faşist AKP-MHP iktidarı vardır ama bunlara karşı ciddi anlamda direnen Kürt halkı ve dostları da vardır.
Sanatta da müzik alanına da yeni birçok eser çıktığını gördük. Rojhilat’taki halk direnişi için diğer parçalardan eserler üretildi, yine kimyasal silah saldırılarına dikkat çeken eser de gündem oldu...
Sanat, direnişle ve mücadele ile buluştuğu andan itibaren çok ciddi karşılık buluyor. Hunergeha Welat ve Awazê Çiya'yı Kürtler nazarında çok fazla ön plana çıkaran şey direnişle mücadeleyi buluşmalarından kaynaklıdır.
Kürt halkı açısından 1990'lı yıllarda açığa çıkan sanat, direnişle, toplumla bütünleşen, başkaldırı ve isyanla bütünleşen sanattı. Öyle olduğu zaman da sanatçılar toplumun vicdanı oldular. İcra etmiş oldukları sanat kitlelerde çok ciddi karşılık bulmuş oldu. Kürtlerin ya da demokrat muhalif kesimlerin vermiş olduğu mücadeleler sanatla birleşmediğinde ortaya kocaman bir boşluk çıkmış oluyor. Özellikle 2022'de açığa çıkan sanatın toplum tarafından kabul görmesinin temel nedenlerinden bir tanesi bu oldu. Yürütülen mücadele ile bütünleşen sanat anlayışı, toplum tarafından Kürt halkı tarafından politik bir karşılık bulmuş oldu. 90'lı yıllar deyince aklınıza Agirê Jiyan, Koma Çiya gibi grupların çok fazla tanınmasını sağlayan nedenlerden bir tanesi direnişle, mücadeleyle buluşmasıdır. Küçük bir şey gelişti mi onun sanatını icra eden bir anlayış vardı. Aslında 2010-2022 yılları arasında bu noktada zayıflamalar oldu. Direnişten uzaklaşan, grup anlayışından uzaklaşan bir tarz ortaya çıktı. Ama 2022 ile bu ruhun tekrardan yakalanmış olduğunu görüyoruz. Hunergeha Welat'ın toplum tarafından bu kadar kabul görmesinin nedeni aslında kimyasal silahlara karşı işte verilen mücadelenin daha görünür olmasını sağlayan sanat anlayışı oldu. Buna devrimci sanat demek daha doğru olur. Ya da Awazê Çiya'yı Kürt halkı nazarında çok fazla ön plana çıkaran şey direnişle, mücadeleyle buluşmalarıdır. Sanat, direnişle ve mücadele ile buluştuğu andan itibaren çok ciddi karşılık buluyor. Jîna Emînî'nin katledilmesine karşı Rojhilat’ta gelişmiş olan bir direniş var. Orada Aryen toplulukların bir slogan etrafında birleştiğini ve bunu dünyaya yayıldığını görüyoruz. Aslında "jin, jiyan, azadî" biraz kuzeyin kullandığı slogandır ama bugün Rojhilat’tan bütün dünyaya yayıldı. Sanatçılar da eserlerini bu slogan etrafında üretmeye başladı.
Sanatta "dayatılan" duruma karşı alternatif olma mücadelesi nasıl büyütülebilir ve bu sağlandığında ne gibi sonuçlar elde edilir?
Temel ve politik haklar mesele olunca bunun iktidar tarafından verilmeyeceğini bilmek gerekiyor. Eğer verilmeyecekse buna karşı kendi alternatif seçenekler bulmak gerekiyor. Bu devletten Kürt kültürüne, diline dönük pozitif bir adım atmasını bekleyemeyiz. Diyelim bir kere evde herkesin çocuklarıyla anadilde konuşması gerekiyor. Aslında bizde temel eğitim ailede başlıyor. Çocuklarımıza Kürtçe isimler koymak, onlarla Kürtçe konuşmak, yer isimleri mahalleden, köylere ve illere kadar her yerde Kürtçe ismini kullanmak gerekiyor. Amed'e Amed demek gerekiyor. Çocuk okula gidebilir, Türkçe dayatma meselesi olabilir ama eve geldiğinde onunla Kürtçe konuşmak gerekiyor. Anadilini öğrenebileceği, geliştirebileceği kurumlar açmak gerekiyor. Bunu bir yerden bekleyerek elde edemezler, zaten bunun bir süreç olduğunu çok iyi biliyoruz. Devrim dediğimiz şey bir süreçtir. İnşa edilerek geliştirilen bir süreçtir. AKP-MHP faşist ittifakı gitsin her şey güllük gülistanlık olacak diye bir şey beklememek gerekiyor. Daha sıkı bir mücadele etmek gerekiyor ve bunu yaparken de mutlaka alternatif kurumlarını oluşturmak gerekiyor. Alternatif tiyatro kurumları var, halkımız mutlaka gitsin araştırsın. Anadilini öğrenebileceği kurumlarımız var. Amed, İstanbul bu anlamda öncülük yapan yerlerdir. Bu anlamda mutlaka araştırıp, incelemeye başlasınlar ve devletten bir beklenti içinde olmasın halkımız.
Yeni bir yıla girerken vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Halk olarak içinde bulunmuş olduğumuz karanlık günlerin mutlaka aşılacağına inanıyorum. Cibranlı Halid der ki; "Her karanlığın sonunda mutlaka aydınlık vardır." Biz 7-8 yıldır çok ciddi acılar çektik. Bu acıların karşısında ciddi anlamda Kurdistan'ın her yerinde, tüm dünyada mücadele eden bir gerçeklik var. Yüzümüzü mücadele edenlere döndüğümüz zaman Kürt halkı nazarında başarının geleceğine inanıyorum.
MA / Dicle Müftüoğlu