İSTANBUL - Kürt siyaseti ve dostlarının yıl içerisinde ülke geleceğinin belirleyeni haline geldiğini söyleyen HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, Emek ve Özgürlük İttifakı güçlerinin "yüz metre koşucusu gibi süratli, maraton koşucusu gibi dayanıklı" olması gerektiğini vurguladı.
Siyaset, ekonomi, ekoloji, sağlık, emek, kültür ve sanat alanında baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir yılı geride bırakıyoruz. İktidarın baskıcı politikaları sosyal ve ekonomik krizleri daha derinleştirirken, ülkenin kanayan yarası olan Kürt sorunundaki çözümsüzlük ve "güvenlikçi" politikalardan vazgeçilmedi. PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit, Federe Kürdistan Bölgesi'nin Zap, Avaşîn ve Metîn alanlarına dönük saldırıları, bu saldırılarda kimyasal silah kullanımı, Perex'te hava saldırısında 9 kişinin katledilmesi, Halkların Demokratik Partisi'ne (HDP) dönük kapatma davası, sivil toplum örgütlerine dönük tehditler, TTB Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı ile 25 Kürt gazetecinin tutuklanması, Taksim'de 6 kişinin hayatını kaybettiği patlama, Emek ve Özgürlük İttifakı ile 6'lı Masa'nın çalışmaları, işçi direnişleri, kültür-sanat yasakları, ekolojik talan ve en son Hiranur Vakfı'nda bir çocuğu tecavüz, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na verilen ceza ile HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Ferhat Encu’ye atılan polis tokadı yılın çokça tartışılan gündemleri oldu.
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, 2022 yılında yaşanan gelişmeler dair sorularımızı yanıtladı.
Kürt sorununun çözümünde muhatap olarak gösterilen PKK Lideri Abdullah Öcalan'a dönük tecrit yıl boyunca gündemdeydi. Dünyadan binlerce avukat, hukuk örgütü, baro ve siyasetçi tecride karşı girişimlerde bulundu. Başvuru yapan isimlerden biri olarak tecridin geldiği boyuta dair neler söylersiniz?
Sayın Öcalan üzerinde sistematik olarak devam eden İmralı uygulamalarını tecrit olarak değerlendirmek eksik kalır. Kronolojik olarak baktığımızda bu süreci üç döneme ayırmak mümkün. Birinci dönem, Kürt savaşının ve tasfiyesinin amaçlandığı uluslararası komplo dönemidir. Komployla amaçlanan tasfiyenin gerçekleşmemesi üzerine zamana yayılmış bir tecrit ve işkence sistemi devreye konuldu. Bu da ikinci dönem oluyor. Bu dönemde beklenenin aksine Kürt özgürlük mücadelesi, Rojava ve Ortadoğu’da önemli tarihsel kazanımlar elde etti. Türkiye’de de 3’üncü yol siyaseti ve bunun ittifak politikasıyla önemli toplumsal kazanımlar elde etti. Hatta bu dönem içinde Sayın Öcalan’ın “komplo önemli oranda boşa çıkarıldı” tespiti var. Bu gerçeğin gayet iyi farkında olan sistem, uluslararası desteği bir kez daha arkasına alarak üçüncü komplo dönemini başlattı. Özellikle 2022 yılında zirveye ulaşan bu dönemin en temel özelliği, mutlak iletişimsizliktir. Tecrit olgusunu aşan yeni bir durumdur bu. Amacı da İmralı’dan başlayarak Kürt özgürlük iradesini ideolojik, örgütsel, siyasal ve toplumsal olarak teslim almaktır. Son 21 aylık haber alamama halini bu minvalde değerlendirmek gerek. Mutlak iletişimsizlik rejimiyle mutlak teslim alma, mutlak tasfiye politikası olarak da değerlendirilebilir yeni aşama.
Tecride bağlı olarak Kürt siyaseti ve dostlarına dönük baskılar da sürdü. Kürt siyasetçiler bu baskılara nasıl gögüs gerdi?
Kürt siyaseti, Türkiye halklarının demokratik geleceği konusunda önemli bir belirleyen haline geldi. Bulunduğu her zemini özgürlük direnişi haline getirdi. Varlığını koruma direnişi ve özgür yaşam mücadelesi iki ana odak oldu.
Kürt siyaseti, Kürt halkının varlık mücadelesi ve Türkiye halklarının demokratik geleceği konusunda önemli bir belirleyen haline geldi. Devletçi, iktidarcı partiler karşısında gerçek bir demokrasi ve özgürlük seçeneği oluşturdu. AKP-MHP iktidarının Kürt siyasal soykırımı politikalarına diğer sistem partilerinin verdiği örtülü-açık desteğin nedeni de bu. Yüzüncü yılı geride kalırken tekçi cumhuriyet, tüm güçleriyle Kürt politik dinamiğini bir kez daha tasfiye etmeye çalışıyor. Bu devletin varoluş kodlarında bir tarihsel ısrar ve saldırı olarak değerlendirilmeli. Karşısında Kürt siyaseti, bulunduğu her zemini özgürlük direnişi haline getirdi. Bu direniş, AKP-MHP iktidarının toplumu teslim alma politikasını da boşa çıkardı. Saray rejimi karşısında halen var olan demokrasi ve özgürlük umudunu bu direnişe borçluyuz. Yanı sıra Türkiye sosyalist güçleriyle, demokratik çevreleriyle geliştirdiği üçüncü yol politikasını daha fazla toplumsallaştırmaya çalıştığını görüyoruz. Özetle varlığını koruma direnişi ve özgür yaşam mücadelesi bu yılın iki ana odağı oldu.
"Şimdi Kazanma Zamanı" şiarıyla gerçekleştirilen Newroz kutlamaları da yılın önemli gelişmelerindendi. Kutlamalarda ne gibi mesajlar verildi?
Bu yılın Newroz mitingleri bir kez daha Kürt halkının bu toprakların en temel demokratik direniş merkezi olduğunu gösterdi. Sistem ne kadar inkar etse de tasfiye etmeye çalışsa da bu durum böyle. Yaklaşık 50 yıllık Kürdistan özgürlük mücadelesi, Kürt halkının toplumsal bilincinin, demokrasi ve özgürlük ısrarının yapı harcı olmaya devam ediyor. Newroz bu yönüyle resmi inkarcılık karşısında toplumsal hakikatin en yalın, en dolaysız dışavurumu oldu, oluyor. Milyonlarca Kürdün devlet ile arasına koyduğu siyasal mesafeyi göstermesi itibariyle de komploculuğa en net cevaptı. Benzer şekilde Türkiyeli halkların Newroza katılım düzeyi, Demokratik Cumhuriyet alternatifinin toplumsal karşılığını ve potansiyelini göstermesi açısından önemliydi.
Newroz'un hemen ardından Nisan ayı ortalarında Zap, Avaşîn ve Metina'ya yönelik yeni bir saldırı başlatıldı. Saldırılarla hedeflenen ne oldu?
İçerde "Abdulhamidvari istibdat rejimini" tahkim etmek için dışarıda "Enverist" bir politika olarak değerlendirilebilir. Uzunca süredir AKP-MHP iktidarının karakteri budur. İttihatçılık ve İslamcılığın birlikte zuhur ettiği bir karakterdir. İçerde adım adım bir istibdat rejimi yarattılar. Bu rejimin son taşlarını da Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye ederek, döşemeye çalışıyorlar. Bu konuda hem ulusal hem de uluslararası sistem güçlerinin kendilerine açtığı bir kredi var. İktidardaki ömrünün bu politikalardaki başarıya bağlı olduğunu en çok da kendileri bilmektedir. Özetle Türk ulus-devlet sisteminin varlık gerekçesi olan Kürt inkarcılığını, kendi iktidar bekasıyla buluşturan bir rejimden bahsediyoruz. Ancak unuttukları bir şey var; Abdulhamid’e istibdat rejimi, Enver’e ittihatçılık yar olmadı.
Saldırılar sırasında kimyasal silah kullanımı gündemden düşmedi. İnkar edilen kimyasala dair kimi görüntüler de paylaşıldı. Buna dair neler söylersiniz?
Özgür Kürde dair her hakikatin toprağın altına ve meçhule gömülme geleneği devam ediyor. Savaş halinde bile yasaklanan kimyasal silah kullanımına başvurulması, ömrü dolmakta olan bir rejimin son çırpınışlarıdır.
“İnsanlığa karşı suç” tarihlerini örtbas eden geleneğin doğal bir sonucuyla karşı karşıyayız. Dönemin hükümetinin Dersim Katliamı’nda kullanılmak üzere Nazi Almanya’sından tonlarca kimyasal gaz ve silah aldığı devletin resmi belgelerinde mevcut. O Nazilerin torunları kendi katliam tarihleriyle yüzleştiler ve Yahudi anıtının önünde diz çöküp özür dilediler. Ancak bu ülkede Seyid Rızaların, Şeyh Saitlerin halen mezarları belli değil. Zihniyet bu olunca özgür Kürde dair her hakikatin toprağın altına ve meçhule gömülme geleneği de devam ediyor. Güncel olarak da savaş halinde bile yasaklanan kimyasal silah kullanımına başvurulması, ömrü dolmakta olan bir rejimin son çırpınışlarıdır.
Kimyasal silahların yanı sıra Zaxo'nun Perex köyünde katliam yapıldı. Ancak bir süre sonra kimi pazarlıklar üzerine gündemin üstü kapatıldı. Neden?
Sivil katliamlar ve kimyasal silah kullanımı gibi suçlar, Kürdistan coğrafyasında işlendiğinde egemen dünyanın ortaklaşa bir sessizliği var. Esasında bu sessizlik, zenginliğini, iktidarını Kürt halkını sömürge koşullarında tutarak sağlayanların sessizliği. Kapitalizm ve onun en büyük sermaye ve şiddet birikim modeli olan ulus-devletlerin gerçeği bu. Hukuk, kendi sınıfsal çıkarlarının egemenlik aracı neticede. Bu her yerde böyle. Bakın Katar’da oynanan dünya kupası öncesi yapılan stadyumlarda ölen binlerce göçmen işçi, popüler kramponların altında sessizce gömüldü. Yine Ferhat Encu yoldaşımıza yönelik polis şiddeti karşısındaki sessizlik, yıllardır “milli irade hukuku” adı altında milleti sömürenlerin kendisini ele verdi. Dolayısıyla katledilen Kürt çocuklarının, göçmen işçilerin ve Kürde atılan tokadın hesabını burjuvazinin egemenlik araçlarıyla değil, örgütlü halk gücü ve onun adaletiyle sormaktan başka şansımız yok.
Sessizlik sürerken, bu konuları gündeme getiren ve söz söyleyen TTB Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve Kürt gazeteciler tutuklandı. Bununla ne amaçlandı?
Kürt gazeteciler basının; Şebnem hoca da bilimin onurunu korudukları için hedef alındılar. 'Savaşta önce gerçekler ölür' denir ya, gazeteci arkadaşlarımız ve Şebnem hocamız gerçeğin yanında saf tuttular.
Kürt gazeteciler basının; Şebnem hoca da bilimin onurunu korudukları için hedef alındılar. “Savaşta önce gerçekler ölür” denir ya gazeteci arkadaşlarımız ve Şebnem hocamız gerçeğin yanında saf tuttular. Gerçekleri toplumdan gizlemek isteyenler için en tehlikeli şey de bu hakikat savunuculuğu oluyor. Özgür yaşam umudunu, hakikat savunucularına borçlu olduğumuz bilinciyle önlerinde saygıyla eğiliyoruz.
Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik saldırılar kesintisiz devam etti. En son Taksim'deki bombalı saldırı sonrası hedef alındı. Kuzey ve Doğu Suriye neden hedefte?
DAEŞ komşularıyken rahatsızlık duymayanlar, barışçıl-demokratik öz yönetimi dışında bir hedefi olmayan Kürtlerin komşuluğundan rahatsızlık duyuyor. Bu durumun kendisi bile iktidarın ideolojik duruşunu ele veriyor. Dincilik ve milliyetçilikle iktidarına rıza üretmeye çalışan bir rejimle karşı karşıyayız. O nedenle son yıllarda tekrarlanan “ilkbahar gelir Güney Kürdistan’a saldır, sonbahar gelir Rojava’ya gir” politikası devrede. Rejim, bu yöntemlerle kendi krizinden çıkmanın da peşinde. O nedenle her olayı Rojava’ya saldırının bahanesi yapmaya çalışıyor. İstiklal katliamını, kendi iktidarının istiklal savaşına çevirmek istemesinin nedeni de bu. Uluslararası koşulların yarattığı boşluklardan yararlanma fırsatçılığı, her koşulda küresel kapitalist düzene hizmetçilik ve bunun karşısında sınırsız Kürt düşmanlığı konusunda taviz koparmak, bu iktidarın özeti.
Seçim süreci yaklaşırken ittifak tartışmaları yoğunlaştı. Cumhur ve Millet ittifakları "umut" vaat ediyor mu?
Cumhur İttifakı savaş ve algıyla siyaseti arkasına dizme peşinde, Millet İttifakı ise AKP karşıtlığıyla işi kotarmanın peşinde. Sorunları halının altına süpüren değil, sorunlarla yüzleşen bir tarz-ı siyaset geliştirilmesi gerekiyor.
Cumhur İttifakı, savaş politikasıyla, algı operasyonlarıyla, yargı tehdidiyle toplumu ve siyaseti arkasına dizmenin peşinde. Elinde başka bir seçenek de kalmadı. Bu politikalarla ya tekrardan herkesi teslim alacak ya da bu oyun bozulacak, teslim olacak. Ortası yok. Millet İttifakı da salt Erdoğan ya da AKP karşıtlığıyla işi kotarmanın derdinde. Buraya sıkışmış bir siyaset, mevcudun başka bir görünüm altında restore edilmesinden başka bir sonuç doğurmayacak. Rejimin kendisini sürekli ürettiği bataklığı kurutmak bir yana kendilerini de buradan kurtarma niyetleri yok. Yükselen savaş siyaseti, Kürt inkarcılığı ve milliyetçilik, bu bataklığı canlı tutuyor. Artan işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, özelleştirmeler, doğa kıyımı ve birçok alanda yaratılan adaletsizlikler hep bu bataklıktan besleniyor. Dolayısıyla sorunları halının altına süpüren değil, sorunlarla yüzleşen; kişilerin değil, çözüm ilke ve programlarının öne çıktığı bir tarz-ı siyaset geliştirilmek zorunda. Aksi durum, hastalık üreten iki anlayıştan birine mahkum olmak demektir.
Her iki ittifaka karşı Emek ve Özgürlük İttifakı da kuruldu. HDP'nin başını çektiği ve sizin de destek verdiğiniz ittifak toplumda nasıl karşılık buldu?
Yaklaşık 12 yıldır ilmek ilmek ördüğümüz HDK ve HDP gerçeği var. Kendisini ezilenlerin yolu olarak tarif eden bu deneyime, Emek ve Özgürlük İttifakı’yla yeni bir halka eklendi. Türkiye ve Kürdistan’daki tüm ezilen kimliklerin belirli bir politik ve toplumsal hedef etrafında gün be gün kendisini büyütmesinin kıymetini bilmek gerek. Bu yan yana gelişleri desteklemek ne kadar önemliyse, toplumsallığını derinleştirmek-yaygınlaştırmak, sürekli kılmak ve stratejik bir hatta oturtmak da bir o kadar önemli. Vaat ettiği umut, toplumsal potansiyelinde. Buna inanmamız gerekiyor. Halklar, inançlar, emekçiler, kadınlar, gençler on yıllardır bu tarihsel ittifakların özlemini duyuyor. Diyebiliriz ki toplumsal hayat, örgütsel hayatlarımızın önünde. Hakeza toplumsal ihtiyaçlar da örgütsel ihtiyaçlarımızdan daha acil. Bu tespitten hareketle emeğin ve özgürlüğün ittifakında buluşan örgütler, yüz metre koşucusu gibi süratli, maraton koşucusu gibi dayanıklı olmak zorunda. Başta seçim süreci olmak üzere faşizmi devirmek yüz metre koşumuz, seçimlerden sonra demokratik bir sistem inşasıysa maratonumuz olsun.
Güncel gelişmelerden İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na ceza verilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Saray rejimi, Kürt siyasetinden başlayarak adım adım her yeri zapt u rap altına almaya çalışıyor. Erdoğan iktidarının hamlelerine hazırlıklı olmayanlar, iktidar kavgası yürütenler siyaseten ahmaklığın ötesine geçemeyecekler.
Seçilmiş iradeye yönelik her antidemokratik müdahaleye amasız-fakatsız karşı durmak zorundayız. Bu demokratik siyasetin, halk iradesine saygı ilkesinin olmazsa olmazı. Öte yandan İmamoğlu’na verilen ceza, iktidarın bugüne kadar yaptıklarıyla yetinmeyeceğinin de bir başka kanıtı. İktidarda kalmak için yapabileceklerinin sınırının olmadığını biz biliyorduk ama bunu artık salt Erdoğan karşıtlığıyla yetinenlerin de görmesi gerekiyor. HDP belediyelerine kayyum atanırken kendi belediyelerine sıranın gelmeyeceğini, HDP vekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılırken kendilerine dokunulmayacağını düşünmek, tek kelimeyle yaptıkları “tek adam diktatörlüğü” tespitine aykırı. Bu hamleyi, Erdoğan’ın en güçlü siyasi rakiplerinden birisini oyun dışı bırakma hamlesi olarak değerlendirmek, gerçeğin bir yönünü ifade etse de bütününe tekabül etmiyor. Saray rejimi, Kürt siyasetinden başlayarak adım adım her yeri zapt u rap altına almaya çalışıyor. Öte yandan 6’lı masa içerisinde birileri de bu iktidar salvolarını alternatif ittifaklarının zemini haline getirmeye çalışıyor. Olur olmaz, tutar tutmaz ayrı bir konu. Ancak Erdoğan iktidarının kendilerine dönük hamlelerine hazırlıklı olmayanlar da bu kaos içerisinde iç iktidar kavgası yürütenler de siyaseten ahmaklığın ötesine geçemeyecekler.
MA / Ergin Çağlar