HABER MERKEZİ - CPT’ye mektup gönderen aydınlardan Dr. Rolf Gössner, Abdullah Öcalan’ın tutukluluğunun sona erdirilmesi ve Kürt sorununun siyasi çözümüne dahil edilmesi gerektiğini vurguladı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü talepli 74 ülkeden aydınlar ve akademisyenler öncülüğünde başlatılan kampanya kapsamında eylem ve etkinlikler devam ediyor. Bu kapsamda CPT’ye mektup gönderen aydınlardan olan Bremen Üniversitesi'nden Hukukçu Dr. Rolf Gössner, İmralı’daki tecride ve Avrupa’daki kurumlarının tavırlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Fırat Haber Ajansı’nın sorularını yanıtlayan Gössner, kampanya kapsamında yazdıkları mektuba Almanya Dayanışma Ağı’na CPT’nin yanıt verdiğini ifade etti. Avrupa Konseyi İşkenceye Karşı Komitesi'nin (CPT) Öcalan'ın ve İmralı cezaevinde tutulan diğer kişilerin durumunu izlediğini ve izlemeye devam edeceğini temin ettiği yönünde bir yanıt verdiğini dile getiren Gössner, “CPT Uzmanlar Komitesi, en son Eylül 2022'de olmak üzere, Marmara Denizi'ndeki İmralı Adası’nda bulunan cezaevini birçok kez ziyaret etmiştir ve buradaki tutukluların durumu, en son Şubat 2024'te Türkiye'ye yapılan ziyaret başta olmak üzere, ‘Komite'nin, Türk makamlarıyla devam eden diyaloğunun ayrılmaz bir parçası’ olmaya devam etmektedir” dedi.
‘CPT’NİN YANITI TATMİN EDİCİ DEĞİL’
CPT’nin verdiği yanıtın tatmin edici ve anlamlı olmadığını dile getiren Gössner şunları belirtti: “Ne yazık ki, bu cevap anlamlı ve dolayısıyla tatmin edici değil. CPT tarafından gözaltı durumunda kalıcı bir iyileşme sağlayabilecek herhangi bir somut adımdan bahsedilmiyor. Dahası, CPT'nin Eylül 2022'de İmralı'ya yaptığı son ziyaretten bu yana, yani neredeyse iki yıl önce, tecrit durumunda daha iyiye giden bir şey olmadı, aksine tam tersi oldu. Ve CPT'nin Şubat 2024'te Türkiye'ye yaptığı en son ziyarette de görünüşe göre hiçbir şey değişmemiş. Bu durum, CPT'nin ilgili Türk makamları ve siyasi liderler üzerinde etkili bir etkiye sahip olmadığını göstermektedir.”
CPT'nin, Abdullah Öcalan ve İmralı adasındaki diğer tutsakların uzun süredir maruz kaldığı insan haklarına aykırı tecrit koşullarını mümkün olan tüm şiddetle kınamasının tam zamanı olduğuna dikkat çeken Gössner, “Avrupa Konseyi üyesi bir ülke olarak Türkiye, hiç kimsenin işkenceye ya da insanlık dışı ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle bağlıdır. Ancak, tam da bu alanda Türk hükümeti ve idaresi tarafından büyük eksiklikler ve ciddi ihlaller, Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğini fiilen sorgulatacak sistematik insan hakları ihlalleri söz konusudur. Örneğin, Türk devlet yetkililerinin mahkumlara aylarca ve yıllarca insanlık dışı hücre hapsi uyguladığı geniş çapta belgelenmiştir. Öcalan örneğinde olduğu gibi, avukatları, aile üyeleriyle teması ve ziyaretleri keyfi ve yasa dışı bir şekilde yıllardır engellenmektedir. Ayrıca Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin uyması ve uygulanması gereken kararlarını da hiçe saymaktadır” dedi.
‘CPT’YE GÖREVİNİ HATIRLATMAK İSTEDİK’
CPT’ye yaptıkları çağrının amacını hatırlatan Gössner, şunları söyledi: “Çağrımızı imzalayarak, CPT'nin görevlerinden birinin Avrupa Konseyi üyesi ülkelerdeki tutukluları işkence ve insanlık dışı, aşağılayıcı muameleden korumak olduğunu, bunun özellikle Öcalan davasında olduğu gibi hücre hapsi koşullarını içerdiğini hatırlatmak istedik. CPT Uzmanlar Komitesi'ne cezaevlerine ziyaret gerçekleştirirken geniş soruşturma yetkileri tanınmıştır; tüm cezaevlerine sınırsız erişim ve bu cezaevleri içinde serbestçe hareket etme hakkına sahiptirler. Uzmanlar, denetimleri sırasında tutuklular ve kendi seçtikleri diğer kişilerle gizlilik içinde konuşma hakkına da sahiptirler. Komite, acil durumlarda düzenli ziyaretlerine ek olarak kısa süre içinde adhoc (amaca özel) ziyaretler de duyurabilir ve gerçekleştirebilir.
Bu nedenle CPT; mağdurlarla doğrudan görüşmek, tutukluluk koşullarını bağımsız olarak araştırmak, sağlık durumlarını değerlendirmek ve avukatları ya da aileleriyle temas sağlamak için İmralı'ya mümkün olan en kısa sürede başka bir heyet gönderebilir. Ancak, ne yazık ki CPT'nin yetkileri insan haklarını ihlal eden koşulları etkili ve sürdürülebilir bir şekilde düzeltmek için çok daha öteye veya yeterince uzağa uzanmamaktadır. Kural olarak; CPT cezaevi ziyaretleri ve eleştirel bulguları hakkında gizli raporlar hazırlar, bunları ilgili üye ülkelere gönderir ve gerekirse iyileştirme tedbirleri tavsiye eder. Kendisine ait özel bir yaptırım seçeneği yoktur.
TÜRKİYE’YE KARŞI YAPTIRIM ÖNERİSİ
Etki yaratmaya yönelik bu oldukça sınırlı olanaklara rağmen, CPT ve Avrupa Konseyi'nin, İmralı ve diğer Türk cezaevlerindeki işkence ve diğer insan hakları ihlallerine karşı mümkün olan en etkili önlemleri alması için Türkiye üzerinde şimdiye kadar yeterli baskı oluşturup oluşturmadığı sorusunun ortaya çıktığına inanıyorum. Aslında, Türkiye'nin hukuk ihlalleri nedeniyle gerçek sonuçlarla yüzleşmesinin zamanı çoktan geldi. Ve bu, Türkiye'deki hücre hapsi sisteminden sorumlu olanlara karşı hedefe yönelik yaptırımları da içerebilir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 2021 ve 2023 yıllarında, başka bağlamlarda da olsa, bir ihlal prosedürünün parçası olarak Türkiye'ye karşı yaptırım ve cezai tedbirler uygulanması için bastırıyordu. Aşırı bir durumda, 2022'de Ukrayna'ya yönelik saldırı savaşının ardından Rusya'nın başına geldiği gibi Türkiye, Avrupa Konseyi'nden bile ihraç edilebilirdi (ancak Rusya çekilerek bu oylamayı önceden engellemişti). Ancak, Avrupa Konseyi üyeliği sona erdiğinde, söz konusu devlet otomatik olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çekilir; yani artık bu sözleşmeye bağlı değildir” diye konuştu.
‘PKK YASAĞI ÇAĞA UYGUN DEĞİL’
Uluslararası Af Örgütü'nün son raporuna değinen Gössner, buna göre yaygın baskıcı yasaların, devlet gücünün gereksiz ya da aşırı kullanımının, keyfi tutuklama ve kovuşturmaların, temel haklara yönelik haksız ya da ayrımcı kısıtlamaların ve gözetim teknolojilerinin kıta genelinde artan kullanımının Avrupa'da protesto hakkının sistematik olarak gerilemesine yol açtığını gösterdiğini belirterek, “1993 yılından bu yana PKK yasağı nedeniyle Almanya'da Kürtlerin barışçıl gösterilerine karşı orantısız polis operasyonları yaşadık. Şimdi, Almanya'nın Kürtlere yönelik kriminalizasyon politikası ve uygulamasıyla ilgili olarak şunu belirtmek gerekir: Aslında Federal Almanya Cumhuriyeti, Türkiye'nin "terörle mücadele" stratejisine ve baskı politikasına oldukça müdahil olmuştur. Özellikle PKK'ye yönelik 1993'te getirilen ve son yıllarda genişletilen yasak ile PKK'nin AB terör listesine dahil edilmesi artık çağa uymayan araçlardır. Kürt sorununa barışçıl ve adil bir çözümü daha da zorlaştırmakta hatta torpillemektedir” diye belirtti.
KATI YASAK POLİTİKASININ SONUÇLARI
Kurdistan İşçi Partisi'nin (PKK) Almanya'daki faaliyetlerinin yasaklanmasının bu ülkede büyük bir kargaşaya yol açtığına da değinen Gössner, “Bir zamanların şiddet yanlısı kadro partisi PKK'nin Avrupa'da barışçıl ve demokratik bir çözüm yönünde geçirdiği değişime rağmen, bu ülkedeki yasağı bugün de devam etmektedir. Bu katı yasak politikası; siyasi olarak aktif on binlerce Kürdü ayrımcılığa tabi tutmuş, kriminalize etmiş, onları genel bir şüphe altına sokmuş, potansiyel şiddet failleri ve tehlikeli ‘teröristler’ olarak damgalamış, iç siyasi düşmanlar ve güvenlik riskleri olarak ilan etmiş ve marjinalleştirmiştir. PKK faaliyetlerinin yasaklanması, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü, fikir ve basın özgürlüğü gibi temel hakları ve dolayısıyla siyasi faaliyet özgürlüğünü büyük ölçüde kısıtlamaktadır. Gösteri yasakları ve baskınlar, özel evlerin, derneklerin, matbaaların, yazı işlerinin ve yayınevlerinin aranması, el koymalar, hapis cezaları, istihbarat servisi soruşturmaları, devlet ve ‘anayasayı koruma’ kurumları tarafından yapılan sızmalar günün düzeni olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Son olarak, PKK yasağına dayanılarak para ve hapis cezaları verilmekte, vatandaşlığa kabuller reddedilmekte, vatandaşlıklar iptal edilmekte, oturma izinleri yenilenmemekte, sığınma izinleri iptal edilmekte ve sınır dışı etme kararları alınmaktadır” ifadelerinde bulundu.
KÜRT SORUNU AK VE AB’NİN GÜNDEMİNE GİRMELİ
Gössner, şöyle devam etti: “Temel olarak, Almanya ve Avrupa'nın Türkiye ve Kürtlere yönelik politikasında köklü bir değişikliğe ihtiyaç var. Bu da; Kürtlerin, örgütlerinin, medyasının Avrupa ve Almanya'da terörle damgalanmasına, kriminalize edilmesine, zulme uğramasına ve dışlanmasına son verilmesini içeriyor. Ayrıca, NATO ve Avrupa Konseyi üyesi Türkiye tarafından işlenen uluslararası hukuk suçları, Türkiye'deki insan hakları ihlalleri ve çözülmemiş Kürt sorunu, merkezi sorunlar ve zorluklar olarak Avrupa Konseyi ve AB'nin gündemine derhal ve ısrarla yerleştirilmelidir. Zira Kürt meselesi ve genel olarak azınlık sorunu, her zamankinden daha az bir terör sorunu olmakla birlikte, Türkiye için siyasi ve insan hakları sorunu olup, Avrupa ve Federal Almanya Cumhuriyeti için de geniş kapsamlı sonuçlar doğurmaktadır.
SİYASİ ÇÖZÜM ÇAĞRISI
Bu nedenle, Almanya ve AB, bugüne kadar yaptıkları gibi diyalog sürecini engellemek yerine, diyalog sürecini ve Kürt sorununa barışçıl, adil ve demokratik bir çözümü teşvik etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmalıdır. Buna PKK faaliyetlerine yönelik yasağın ve Alman Ceza Kanunu'nun 129b maddesi (yurtdışında terör örgütüne üyelik) uyarınca kovuşturma yürütme yetkisinin kaldırılması ve PKK'nin AB terör listesinden çıkarılması da dahildir. Ayrıca, Abdullah Öcalan'ın insanlık dışı koşullar altında 25 yıldır devam eden tutukluluğunun bir an önce sona erdirilmesi de buna dahildir. Abdullah Öcalan, Kürtlerin en önemli ve meşru temsilcisi olarak, Avusturyalı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Elfriede Jelinek'in yakın zamanda talep ettiği gibi, Kürt sorununun siyasi çözümüne dahil olmalıdır.”
DR. ROLF GÖSSNER KİMDİR?
Dr. Gössner avukat, yayıncı ve Uluslararası İnsan Hakları Birliği (Berlin) mütevelli heyeti üyesidir. Yıllık "Grundrechte-Reports. Zur Lage der Bürger- und Menschenrechte in Deutschland" (Fischer-TB) dergisinin eş editörüdür. Avukat olarak 1980-2021 yılları arasında uluslararası dava gözlemcisi, insan hakları heyetlerinde (Türkiye dahil) katılımcı ve konuşmacı olarak yer almış, 1990'lardan bu yana Kürt sorunu, Türkiye'deki insan hakları durumu ve Alman-Türk "güvenlik iş birliği" ile ilgilenmektedir. Demokrasi, iç güvenlik ve sivil haklar konularında çok sayıda kitabın yazarı ve editörüdür. Son olarak, Vereinigung Demokratischer Jurist (Demokrat Hukukçular Birliği- VDJ) Hans Litten Ödülü ile birçok kez onurlandırılmıştır.