İZMİR - Tüm yetkilerin tek kişide toplandığı yönetimler, tarih boyunca büyük yıkımlara neden oldu. Erdoğan Türkiye'sinde de Hitler, Mussolini, Franco ve Saddam Hüseyin dönemlerine benzer sonuçların ortaya çıkmasından endişe ediliyor.
Krallıklar ve dini otoritelere karşı gelişen "burjuva demokratik" rejimlerinin emekleme dönemleri ve paylaşım savaşları "diktatörlüklerin" inşasına da zemin hazırladı. "Burjuva demokratik" rejimlerinin birer "diktatörlük" rejimlerine dönüşmesi, birçok iç ve dış dinamiğin şekillendirilmesiyle gerçekleşse de biçimsel olarak adım adım "yetkilerin tek elde toplanması" bu sürecin inşasının adeta "yetki" aracı olarak görev gördü. Bu tür rejimlerin ortaya çıkması "var olan egemenlik biçiminden bir sapma mı yoksa burjuva demokrasinin varacağı zorunlu bir durak mı?" sorusu hep tartışıla geldi. Ancak yetkilerin tek elden toplanarak kurulan rejimlerin, savaş ve yıkım getirdiği yaşanan örneklerle sabit. Almanya ve İtalya gibi seçimle başa gelen ya da İspanya, Portekiz, Şili gibi ülkelerde olduğu gibi darbelerle iktidara gelen başkanlar, ülkelerini yoksulluğa sürüklerken, dünya halklarına da savaşlar ve yıkım getirdi.
Türkiye'de son dönemde baş gösteren bu eğilimin yıkıcı bir sonla bitmesi, hem müttefikleri açısından hem de bu eğilimin mesafeli kesimler arasında tedirginlik yaratıyor. Peki, Türkiye'de bu eğilim ne zaman kendini göstermeye başladı, nasıl ilerledi, nasıl devam ediyor?
AKP iktidarın, toplumsal desteğinin yavaş yavaş azaldığı ve sahip olduğu iktidar gücünün şekillendirmesiyle 2013 sonlarında doğru, otoriterlik eğilimine girdi. Fethullah Gülen Cemaati'yle girdiği güç savaşı, Gezi ve Kobanê protestolarını kendi varlığına tehdit olarak gören AKP, Kürt sorunun diyalog zemininde çözülmesi yönünde atılan adımları diyalog süreci diye adlandırılan süreci bitirdi, 2015'te ise çatışma sürecini başlattı. Peşinden gelen darbe teşebbüsünün ardından Olağanüstü Hal (OHAL) ilan etti. OHAL'in sağladığı kanun hükmünde kararnamelerle otoriter bir rejimin inşasını adım adım sağladı. OHAL sürdüğü 2017'de ise yönetim sistemini değiştirerek, "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne" geçti. Yetkinin tek elde toplandığı yeni rejim sisteminde cumhurbaşkanına adeta yasa hükmünde olan kararname çıkarma yetkisi verildi. 6771 sayılı Kanun gereğince gerek olağan dönemde gerekse OHAL döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnameler yerini Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine bırakmıştı. Bakanlar Kurulu referandum sonrası 4 Temmuz 2018 tarihinde 698 sayılı kanun hükmünde kararname ile yetkilerini cumhurbaşkanına devretti, 7 Temmuz'da da 700 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Başbakanlığın ve Bakanlar Kurulu'nun kaldırılmasıyla Cumhurbaşkanı Türkiye'nin tek yürütme erki oldu.
Sistemin demokratik yönlerinin kararnamelerle ortadan kaldırılması en son 22 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayınlanan Seferberlik ve Savaş Hali Tüzüğü yürürlükten kaldırılması ile devam etti. Alınan bu son kararla kaldırılan tüzük yerine Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Düzenlemeyle, daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla alınan seferberlik ve savaş hali ilanı kararı Cumhurbaşkanı tarafından alınabilecek.
Erdoğan'ın sürdürmeye çalıştığı "tek adam" rejimlerinin vardığı diktatörlüklerin getirdiği savaş ve yıkımları derledik.
HİTLER ALMANYA'SI
Buna benzer birçok örnek tarihte yerini alırken, seçimle ya da darbe ile iktidara gelen başkanlar yetkiyi tek elde toplayarak, içerde muhalefetsiz dışarıda çokça "düşmanlı" bir yönetim uyguladı. Bunun bilinen en önemli örneklerinden birisi 1933’te, Almanya'da kurulan yeni koalisyon hükûmetinin başkanlığına atanmasıyla Şansölye (Reichskanzler) Adolf Hitler oldu. 23 Mart 1933'te Hitler'in önerisiyle mecliste kabul edilen "Yetki Kanunu" ile Şansölye Adolf Hitler'in hükûmetine, parlamentonun müdahalesi olmaksızın kanun çıkarma yetkisi tanındı. Bu yasa ile birlikte Almanya Meclisi Hindenburg, görevini Adolf Hitler’e devretti. Bu yasa Hitler'e, hükümetin anayasaya aykırı olan yasaları bile sorgusuz çıkarabilme yetkisini veriyordu. Bu yetkiyi kullanan Hitler Haziran ayında Nazi partisi dışındaki tüm partileri kapattı. Führer’in iradesi, tüm kanunların dayanağı oldu.
1934’te yapılan seçimleri de kazanan Hitler, Cumhurbaşkanı’nın (Reichspräsident) makamını devraldı. Führer (Lider) adında bir devlet başkanlığı makamı yarattı ve devlet ve hükûmet başkanlıklarını Führer unvanını kullanarak bir arada yürüttü. Hitler, diktatörlüğünün kurulması ile Führer ilkesi Alman yaşantısının her alanına yerleşti. Bu ilkeye göre hükümet, parti, ekonomi, aile gibi oluşumlarda yetki aşağı doğru yayılıyordu ve buna sorgusuz sualsiz itaat ediliyordu. Tüm bu yetkileri kullanan Hitler, 12 Mart 1938’de Avusturya’nın işgalini gerçekleştirdi. 1 Eylül 1939’da Polonya'yı işgal eden Hitler, Avrupa’da II. Dünya Savaşı’nı başlattı. Savaş boyunca askeri operasyonlarla yakından ilgilenen Hitler, Holokost’un(Yahudi Soykırımı) sürdürülmesinin merkezinde yer aldı.
MUSSOLİNİ İTALYA'SI
Dünyayı savaşa sürükleyen bir diğer lider ise 31 Ekim 1922'de başbakan olarak atanması ile birlikte 1943'e kadar İtalya Krallığı'nın başbakanı olan Benito Mussolini. Mussolini 23 Eylül 1943 ve 25 Nisan 1945 tarihleri arasında ise İtalyan Sosyal Cumhuriyeti'nin Ducesi olarak görev yaptı. Mussolini iktidara geldikten sonra 24 Aralık 1925’te kendisine yasa gücünde kararname çıkarma yetkisi tanındı ve onun onayı olmadan herhangi bir konunun Meclis gündemine alınması önlendi. Bu karar ile birlikte 3 Nisan 1926’da grev yasaklandı, sendikalar kapatıldı. 1926 yılı içinde ise tüm muhalefet partileri, gazeteleri ve örgütleri kapatıldı. Mussolini döneminde hazırlanan yeni anayasa ile meclis kapatıldı yerine korporatif temsil sistemi kuruldu. Korporatif Meclisin üyelerini halk değil korporasyon üyelerinin seçmesi esası getirildi. Hükümet Başkanı olarak Mussolini, yasama kuvvetinden ayrı olarak, sadece krala karşı sorumlu olduğu bir konuma geldi, yerel yönetimlerin özerkliği kaldırıldı, rejime karşı olanları yargılamak için özel mahkemeler kuruldu. Tüm bakanlıkların görevlerini kendisi üstlenen Mussolini, aynı zamanda orduyu da idare ediyordu.
Tüm gücü elinde toplayan Mussolini de tıpkı Hitler gibi dışarıya karşı saldırgan bir tutum izledi. İlk olarak 31 Ağustos 1923'te Yunanistan'a ait Korfu Adası'nı bombalayan ve işgal eden Mossolini, Afrika'da da Libya başta olmak üzere birçok yerde işgallerini sürdürdü. 1935'te Etiyopya'ya asker çıkararak ülkeyi işgal eden Mussolini, 1936'da ise Hitler ile ittifak kurarak, İkinci Dünya Savaşının çıkmasında etkili oldu.
FRANCO İSPANYA'SI
İspanya'da ise 18 Temmuz 1936'da yayınlanan darbe bildirisi ile başlayan iç savaştan "galip" çıkan Francisco Franco, 30 Ocak 1938'de devlet ve hükûmet başkanlığı ile Kara ve Deniz Kuvvetleri Başkomutanlığı'na getirildi. İkinci Dünya Savaşı boyunca tarafsız gibi görünen Franco, 1940'ta Hitler'in isteği ile Fas'ın Tanca kentini işgal etti. Görüntüde görünen tarafsız tutumu nedeniyle İkinci Dünya Savaşı sonrasında da iktidarda kalan Franco, 1947'de İspanya'yı yeniden bir krallığa dönüştüren "Veraset Yasası"nı kabul ettirdi ve kendisini devletin ömür boyu koruyucusu ve kral naibi olarak atadı.
Franco döneminin en önemli özelliği ise anayasanın olmamasıydı. Genel oy hakkının engellendiği bu dönemde siyasi görevler atama yoluyla yapıldı. Franco döneminde tüm siyasi partiler kapatıldı ve tekrar kurulmaları yasaklandı. İspanya'yı kanun hükmünde kararnameler ile yöneten Franco, 1942 yılına kadar herhangi bir Cortes (Meclis) kurulmasını yasakladı. Bu tarihten sonra kurulan meclis ise işlevsiz ve Franco'ya bağlı olarak rejimin onay mekanizması olarak görev aldı.
SADDAM HÜSEYİN
Irak'ta 16 Temmuz 1979 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el-Bekir'in sağlık gerekçesiyle istifa etmesi üzerine Irak'ın cumhurbaşkanı olarak iktidara gelen Saddam Hüseyin, kendini askeri konsey, parti genel sekreteri ve başbakan olarak atayarak, "Tek adamlığı" ilan etti. Saddam'ın süper yetkilerle Irak'ın başına geçmesi sonrasında ülke genelinde yaygın bir polis ağı oluşturularak, her türlü muhalefet hareketi bastırıldı. İçeride halkı sindiren Hüseyin dışarıda ise Basra Körfezi üzerinde egemenlik kurma amacıyla saldırgan bir tutum izledi. Hüseyin ilk olarak 22 Eylül 1980'de İran havaalanlarını bombalayıp, İran'ın petrol kaynaklarının bulunduğu alanları işgal etti. Bu savaş Temmuz 1988'de yapılan ateşkes ile sona ererken, ateşkes öncesi Saddam'ın emri ile 16 Mart 1988'de Halepçe kentinde Kürtlere karşı kimyasal silahlı saldırı gerçekleşti, binlerce insan yaşamını yitirdi.
İran ateşkesinin ardından yeniden harekete geçen Hüseyin, bu sefer 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal girişiminde bulundu. Bu girişim üzerine 16 Ocak 1991'de başlayan ve altı hafta süren bir savaşın sonunda savaşı kaybeden Irak ordusu Kuveyt'ten çıkarıldı. Hüseyin, 9 Nisan 2003'te gerçekleşen ABD işgali ile iktidarının sona ermesine kadar ülke içi ve dışında saldırgan tutumunu devam ettirdi.
VLADİMİR PUTİN
Yetkilerin tek elde toplandığı ve iktidarını günümüzde de devam ettiren başkanlardan birisi ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin oldu. İlk olarak 2000 yılında devlet başkanlığına seçilen Putin, dörder yıllık iki görev döneminin ardından yasalar gereği üçüncü kez seçilemeyeceğinden kaynaklı bir dönem başbakanlık yaptı. Putin, 2012 seçimlerinde yeniden devlet başkanı oldu. 2020 yılında referandumla yapılan anayasa değişikliği ile Putin'in görev süresini uzatmanın yanı sıra Devlet Başkanı'na Anayasa Mahkemesi yargıçlarını atama gibi yetkiler de verildi. Bu değişiklik ile başkanlık süresi dört yıldan altı yıla çıkarıldı ve Putin’in önceki görev sürelerinin göz ardı edilerek ve seçimlerde yeniden aday olmasının yolu açıldı.
Kalıcı bir başkanlığa giden Putin bu süreçte, 2008 yılında Gürcistan'a karşı saldırı başlattı. 9 Ağustos 2008'de Gürcistan'ın başkentindeki Tiflis Uluslararası Havalimanı bombalanırken, Gori ve birçok kent yine savaş uçakları ve tanklarla bombalandı. 12 Ağustos günü tanklar Tiflis'e doğru yola çıkarken, imzalanan ateşle savaş sona erdi. 2014'te ise bu sefer Ukrayna'nın Kırım kentini kendi topraklarına bağlayan Putin, Ukrayna'nın doğusundaki bölgelerde de hakimiyetini ilerletti. Son olarak ise 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya karşı halen süren “Özel bir askeri operasyon” başlattığını duyurdu. Rus birlikleri, başkent Kiev’i ele geçiremese de Ukrayna’nın doğu ve güneyindeki geniş bir bölgeyi işgal etti.
Yarın: Doç. Dr. Yılmaz: Özgür bir ülke istiyorsak Kürt sorununu çözmek zorundayız
MA / Tolga Güney