ANKARA - Ulus devletlerin hiçbir derde derman olmadığını söyleyen DTK'nin tutsak Eşbaşkanı Leyla Güven, Kurdistan coğrafyasında filizlenen zihniyet devriminin Ortadoğu'daki tüm halkların umudu haline geldiğini söyledi.
Neollitik Devrimin yani insanlığın toplumsallaşmasının vatanı olan Mezopotamya ve Ortadoğu son yüz yılda kaotik krizlerin beşiği haline getirildi. Özellikle Kapitalist Modernite’nin içinde bulunduğu krizi atlatmak adına Ortadoğu’ya yönelik müdahaleleri bölgedeki krizi arttırıyor. Kürtlerin bu krize dair ortaya koydukları çözüm önerisi ve buna karşı hegomanların saldırıları üzerine “Kadınlar Özgürlük Paradigmasını Anlatıyor” dosyası kapsamında Sincan Kadın Cezaevi’nde tutulan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven sorularımızı yanıtladı.
Ortadoğu’nun birçok uygarlığın kuruluşuna ve yıkılışına tanıklık etmiş, mitoloji, din, felsefe ve bilimin yaratıldığı bir coğrafya olması, bu bölgenin tarihsel ve kültürel önemini nasıl açıklamaktadır? Bu kadim coğrafyanın sırrı nedir ve bu yaratımların öncüsü kimdir?
Ortadoğu, ortanın doğusunda olduğu için mi yoksa insanlığın ilk doğuş yeri olduğu için mi isminin gizemliliğini taşır? Zira birçok uygarlığın kuruluşuna ve yıkılışına tanıklık etmiş, Babil’e, Asur’a, Hititlere, Medlere ve Perslere ev sahipliği yapmış bir coğrafyadır. Ortadoğu üzerinde yaşadığımız bu topraklar, hem ahlaki-politik toplum yaşamının vücut bulduğu yer hem de tarihteki ilk iktidarların ve devletlerin Zigguratlarda kurulduğu yerdir. Maalesef ilk kapitalistler dahi bu topraklardan çıkmıştır. Mitoloji, din, felsefe ve bilim bu kadim coğrafyanın yaratımıdır. Edebiyatın ve sanatın ilk nüvelerinin filizlendiği yerdir. İnsanlığın ilk destanları bu topraklarda dile getirilip yazıya dökülmüştür. Yani insanlık için birçok ilkin buradan çıktığı somut bir gerçektir.
Bin yıllardır dünyanın merkezi olmuş, orijinal ve tarihi bir o kadar da güzel olan bu topraklar tabii ki tanrıçaların yurdudur. Kadın öncülüğünde karakter kazandığı coğrafyadır.
Bin yıllardır dünyanın merkezi olmuş, orijinal ve tarihi bir o kadar da güzel olan bu topraklar tabii ki tanrıçaların yurdudur. Kadın öncülüğünde karakter kazandığı coğrafyadır. Ortadoğu zihniyetinin kökü toplumsallığa dayalıdır. Çünkü bu düşünceler, yerelin ihtiyaçları temelinde inşa edilmiştir. Zira toplumsallık, komünalite demektir. Bu toplumsallıktan kopuk olanlar ne kadar uğraşsa da, dışarıdan dayatmalar ile başarılı olamamış, aşı tutmamıştır. Çünkü Ortadoğu tarihi direngen kadın tarihidir. Bir kadın ülkesidir, bir kadına dayatılan kaderdir aynı zamanda. Oysa ne kadınlar ne de Ortadoğu halkları bu kaderi hiçbir zaman kabul etmemişlerdir. Zerdüşt’ten Mani’ye, Karmatiler’e kadar her zaman bir arayış ve özgürlük direnişi devam edegelmiştir. Birlik, barış, eşitlik, paylaşım, emek, kutsallık bu toplumun olmazsa olmazı durumundadır. Ortadoğu bu yüzden bu kadar orijinaldir. Evrenselliğin kök hücresi gibidir. Kürt Halk Önderi’nin deyimi ile “Tüm uygarlıkların anasıdır” denilebilir.
Ortadoğu, nasıl oldu da bugün hegemonik güçlerin çıkar çatışmalarına sahne olan bir bölge haline geldi? Bu dönüşümün ana nedenleri nelerdir, dini, toplumsal ve ekonomik faktörlerin bu süreçteki rolü nedir?
Bu kadar köklü kültürlerin kaynağı olan ve bin yıllarca devam eden yaşam nasıl oldu da bugün tüm hegemon güçlerin at koşturduğu alan oldu? Doğrudur; Ana Tanrıçaların diyarı kutsal coğrafyamız tanınmayacak duruma gelmiştir. Her ne kadar araştırmacı yazarlar bu durumu Ortadoğu’daki yer altı ve yer üstü zenginliklerine bağlasa da bu sadece görünen yüzüdür diyebiliriz. Kürt Halk Önderi’nin belirttiği üzere; verimli hilalden ana nehir üzerinden batıya akan kültürümüz bir antitez olarak ele alınıp geliştirildi. Tüm buluşlarımız, tezlerimiz sömürü aracımız olarak ülkemize geri çevrildi. Artık icat ettiğimiz her şey yok oluşumuza hizmet edecektir. Bilge kadınların ülkesi cehalet, gericilik ve feodalite ile suçlanacaktır. Çünkü din olgusu ile kuşatılan toplum, hiçbir şeye itiraz etmiyor; yaşadığı bütün acılar kader, takdiri ilahi, Allah sevdiği kullarına bu dünyada acı çektirir, diğer dünyada cenneti ile ödüllendirir minvalinde soyut birçok öğretilmiş çaresizlik ile baş başa kalmıştır. Ortadoğu’da İslamiyet ile dizayn edilen toplum, Batı’da da Kiliseler eliyle başta kadınlara zulmediyordu. İslamiyet’te içtihat yolunun kapandığını ilan eden ve kadınların evlerinde oturup eşlerine hizmet etmelerini öğütleyen Gazali’nin yaşadığı dönemle Avrupa’da cadı avları denilen katliam sürecinin kilise mahkemelerinin emri ile başladığı dönemin aynı yüzyılda olması acı bir tesadüfün ötesindedir. Artık ataerkil sistem kadını iktidar alanları dışında tutarak, din ve iktidar eli ile kendi zihniyetini inşa etmiştir.
Birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra ulus devletlerin ortaya çıkışı ve Ortadoğu’da oluşturulan yönetim biçimlerinin halkların sorunlarına çözüm getirememesi, Arap Baharı gibi halk hareketlerine nasıl zemin hazırladı? Bu bağlamda, Ortadoğu’da Demokratik Özerklik modelinin uygulanabilirliği nedir ve neden en uygun yönetim biçimi olarak görülmektedir?
Devlet olgusunun kendisi, beraberinde tekçiliği ve milliyetçiliği getirmektedir. Ortadoğu’da oluşturulan onlarca devletçilikten de anlaşılacağı üzere hiçbir halkın derdine derman olamamıştır.
Birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra her toplum kendi sistemini inşa edip, tercih ettiği yaşam biçimini ideolojisi doğrultusunda düzenliyor. Kraliyet, padişahlık, mirlik, ağalık, beylikler ve en son ulus devlet modeli günümüze kadar devam eden birer yönetim biçimidir. Bu ulus devletler çağın gereksinimleri doğrultusunda bazı demokratik iyileşmeler yapsalar da devlet olgusunun kendisi, beraberinde tekçiliği ve milliyetçiliği getirmektedir. Ortadoğu’da oluşturulan onlarca devletçilikten de anlaşılacağı üzere hiçbir halkın derdine derman olamamıştır. 2011’de yaşanan Arap Baharı halk serhildanları da bunun somut örneğidir. Aslında Ortadoğu halkları, Arap Baharı olarak adlandırılan ve son derece önemli bir başkaldırı ve hesap sorma tutumu olan bu süreçte bir öncülük sorunu yaşamışlardır. Eğer bir şeye itiraz ediyorsanız, onun yerine ne veya nasıl bir düzen istediğinizi de ortaya koymak durumundasınız. Ancak, ayağa kalkan cesur halka ne doğru temelde öncülük edecek liderler ne de yıkılan sistemin yerine kuracakları bir yönetim sistemi belirleyebilmişlerdir. Dolayısıyla mevcut despot liderler yeniden görevlerine döndüler. Oysa, Irak savaşında Kürtler federe bölge temelinde sistemlerini kurdular. Suriye savaşında Kürtler özerk kantonlar yani Demokratik Suriye Meclisleri temelinde sistemleştiler. Diğer parçalar için de demokratik özerklik modelinin uygun olacağı aşikardır. Ama coğrafyamızda çok kültürlülük, kimliklilik mevcuttur. Bu nedenle de en demokratik, katılımcı, eşitlikçi-kadın özgürlükçü (Demokratik Ulus modeli) uygulanmalıdır.
Ortadoğu'da istikrar sağlanamıyor ve İsrail-Filistin savaşı bunun en iyi örneği. Bu bölgedeki barış ve istikrarın sağlanabilmesi için hangi yönetim ve çözüm modelleri önerilebilir?
İsrail-Filistin savaşlarına bakıldığında yine çok parçalı, yani birçok muhatabın olduğu ancak hiçbirinin elinde kapsamlı bir yönetim biçimi olmadığı görülecektir. Böyle olunca da pusuda bekleyen hegemon güçler kendi tezlerini dayatmaktadır. Kürt Halk Önderliği, ‘Kendi çözümü olmayanlar her zaman başkalarının çözümüne muhtaç kalırlar’ der. Buraya çok beğendiğim bir alıntı ile devam etmek istiyorum. Yazar diyor ki; ‘Zamanın karmaşasında beklemez tarih, değişir. Ama hep sonradan geriye bakınca anlaşılacaktır ki her şey, şimdi değil, şimdi çığlık, yas, keder, kavga, isyan... Örüp dokuyorlar tarihi, durup dinlenmeden saymakla bitmiyor ölüler, ardı ardına sıralanan soğuk ve ruhsuz sayılara dönüşüyor insan. Yüz bininci ölüm, kırk bininci yaralı, beş yüz bininci evsiz, üç bininci kayıp. Bir kimlik almak, var olmak adına verilmiş onca emek buruşturulmuş bir kağıt gibi atılmış, bırakılmış öylesine özensizce. Terk edilmiş sayılar gibi insan ve sözsüz, kimliksiz kapkara bir listedir şimdi. Toprak, şehir, ülke, insanlık tarihinin iyiler ve kötüler arasında sürüp giden kavgalar ile açıklanamayacak kadar basit olmadığını öğretemediğimiz zaman yan yana duramadığımız, birbirimizin gözleri olamadığımız, yalnızca kendi gözlerimiz ile baktığımız için karardı her yer, kaçtığımız, sırtımızı döndüğümüz, görmezden geldiğimiz, yalnız bıraktığımız için...
Yukarıda da kısaca belirtilmeye çalışılan yetmezlikler, gelinen aşamada çözümü mümkün olan sorunlardır. Dünyada ve özellikle de Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşının tırmandığı bu dönemde, aynı zamanda bir zihniyet devriminin de filizlendiğini görebiliyoruz. Bu zihniyet devriminin doğuşu hiç kuşku yok ki Kurdistan’dır. Kürtlerin coğrafyasıdır. Kurdistan devrimi esasında Ortadoğu ve insanlığa yeni bir çıkış yaptıracak düşünce ve zihniyet devrimine çok yaklaşmıştır. Ayrıca gelişen Kurdistan devrimi sadece Kürt halkının özgürlüğünü inşası olmayı çoktan aşmıştır. Tüm Ortadoğu halkının umudu haline gelmiştir.
Demokratik ulus anlayışının tüm toplumsal sorunlara çözüm üretebilecek güçte olduğunu belirttiniz. Rojava Devrimi'nin ilk adımlarının Ortadoğu ve dünya halklarına umut vermesi ışığında, Başurê Kurdistan'da da benzer bir demokratik ulus modeli nasıl uygulanabilir? Bu modelin hayata geçirilmesinin önündeki engeller nelerdir ve bu engeller nasıl aşılabilir?
Bunun nedeni hiç kuşku yok ki, demokratik ulus anlayışı temelinde tüm toplumsal sorunlara çözüm üretebilecek güçte olmasındadır. Bundan dolayı, Rojava Devrimi’nin daha ilk adımlarını atması bile, tüm Ortadoğu ve dünya halklarına bir kriz ve kaostan nasıl çıkacağını umudunu vermeye yetmiştir. Gönül isterdi ki Başurê Kurdistan’da, Rojava’da da olduğu gibi halkın kararlara doğrudan katılabileceği Demokratik Ulus temelinde bir yönetim biçimi benimsensin. Ancak, KDP’nin örnek aldığı rol modeller, daha çok hanedanlık döneminde babadan oğula geçen altın varaklı saraylarda bir grup aile üyesinin aldığı kararları halka dayatma biçiminde olmaktadır. Oysa Başurê Kurdistan için dört parça Kurdistan’da bir milyon Kürdün kanı dökülmüştür. Aynı ortak irade, Rojava Devrimi’nde de ortaya çıkmıştır. Çünkü Kürtlerin ülkesi tek parçaydı. Egemenlerin önce Qasr-ı Şirin, daha sonrasında sırasıyla Sykes-Picot ve Lozan Antlaşmaları ile ülkemizi dört parçaya bölüp dört ayrı ülke içinde baskı, zulüm ve ağır bir baskı politikası ile yok edilmesi hedeflenmiştir. Dolayısıyla da her bir Kürdistan parçasında yürütülen mücadele, dört parçanın özgürlüğüne hizmet etmek durumundadır. Bu nedenle Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın önderlik ettiği Kürt Özgürlük Hareketi’nin bütün emek ve çabası, dört parçasında kendi yerelinde özgür, özerk olması; aynı zamanda oluşturulacak olan bir mekanizma ile konfederal sistemi temelinde bir birlikteliğin sağlanmasıdır. Bu temelde birçok kez çağrılar yaparak, bu sistemi tartışılması için ulusal birlik konferansı düzenlenmesini önerdi. Bu konuda ağırlıklı olarak Bakur’dan ve diğer parçalardan önemli çabalar açığa çıktı. Ancak tarih boyunca; ‘Kürt anasını görmesin’ anlayışını taşıyan uluslararası ve yerel işbirlikçiler bu Kürt halkı için hayati öneme sahip çalışmayı engellediler.
KDP’nin Türkiye’nin saldırılarına ortaklığı nelere yol açıyor?
Yine tarih tekerrür ediyor diyor insan. Kim bu yerel işbirlikçi demiyoruz çünkü kim olduklarını artık biliyoruz. Kurmê darê ne ji darê be, kurmî nabe.
Bir daha “Birakujî” istemiyoruz diyen KDP yetkilileri, bugün T.C. Devleti ile ortak operasyonlar düzenleyip kendi kardeşlerinin koordinatlarını veriyor ve onların katledilmesini sağlıyorlar. Hal böyle olunca da mücadelemiz bir türlü başarıya ulaşmıyor. Oysa Kürt halkına öncülük edenler, sadece yüz yıl geriye doğru tarihi bir yolculuk yapsalar, bu yaklaşımın Kürt halkına ne kadar çok can ve mal kaybına yol açtığını göreceklerdir. Ortadoğu’nun en kadim, örgütlü, politik kahraman halkı, kendi içinden çıkan Yezdanşer gibi işbirlikçiler yüzünden bugüne kadar statü sahibi olamadı. Dün nasıl başta İngilizler ve birçok uluslararası güç Kürtlerin içine oynadıysa, bugün de aynı güçler KDP ve AKP gibi kesimler eliyle aynı pratikleri sergiliyorlar. Bu kesimler, halkları çok ince yöntemlerle birbirine kırdırmakta çok mahirler. Kanal kanal TV’leri dolaşıp, ‘Biz yerel ajanlarımız ile şu kadar Kürdü katlettik’ diyen sözde güvenlik uzmanı ama özde MİT elemanı olan bu kişileri dinleyince, maalesef yine tarih tekerrür ediyor diyor insan. Kim bu yerel işbirlikçi demiyoruz çünkü kim olduklarını artık biliyoruz. Kurmê darê ne ji darê be, kurmî nabe.
Kadın hareketlerinin mevcut sistemlere müdahalesi ve Rojava'da gelişen kadın devriminin dünya genelindeki etkilerine değindiniz. Kürt kadınların Ortadoğu'da barış ve huzur içinde yaşayan özgür bir toplum yaratma hedeflerine nasıl katkıda bulunabilir?
Bugün her zamankinden çok daha fazla umutluyuz. Çünkü biz artık çok güçlüyüz. Kadın hareketleri, mevcut sistemlere müdahale ettiler. Kadın özgür olursa, toplum özgür olur gerçekliği ile direnişi kuşandılar. Artık bütün ataerkil sistemler, dünya nüfusunun yarısından fazlasının kadın ulusu olduğunu biliyorlar. Anasoylu dönemde de kadına duyulan saygıyı biliyorlar. Kürt Kadın Hareketi’nin düzenlediği Ortadoğu Kadın Konferansı sayesinde kadınların neleri başarabileceğini biliyorlar. Rojava’da gelişen kadın devrimi sayesinde, tüm dünya kadınları Kürt kadınlarının cesaretini ve değişim gücünü biliyor. Çünkü bizler, özgürlüğün esasının yakalanabilecek değil, yaşanabilecek bir olgu olduğunu biliyoruz. Özgürlük bir doğrultu olduğu kadar aynı zamanda bir çizgi olayıdır diyoruz. Kadınlar tüm dünyada özgür yaşamın teminatı haline gelmiş durumdadır. Bundan egemen tarihin genlerimize kadar işlediği anlayış ve bakış açısından sonsuz boşanma ile kurtuldular. Bu da bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı anlamına geliyor. Rındexan, Leyla Qasım, Fatê Reş, Zarifelerin bıraktığı direniş çizgisinde ilerleyen binlerce cesur Kürt kadını tarihin akışını değiştirerek, Jineoloji bilimi ile hakikati açığa çıkarıp toplum ile buluşturuyorlar. Bu mücadelenin nihai hedefi; özerk, özgür Kürdistan, demokratik konfederal Ortadoğu olacaktır. Ortadoğu coğrafyasında tez olarak ortaya çıkan, batı tarafından antiteze dönüştürülen her bir yaratımı bu kez sentez olarak ele alıp, bütün toplumların özgür bir Ortadoğu’da barış ve huzur içinde yaşayacağı günler çok da uzak değildir.
MA / Dicle Müftüoğlu