İZMİR - Devletin iklim anlaşmalarına uymayarak, madencilik faaliyeti yürüttüğünü kaydeden Ekoloji Birliği Eşsözcüsü Güner Yanlıç, “Sisteme mahkummuşuz gibi bir algı yaratılıyor. Ama kapitalizm er geç yıkılacak ve demokratik, ekolojik bir yaşam mümkün olacak” dedi.
Eko-kırımın yaşanmasında çok büyük etkiye sahip olan madencilik faaliyetleri, AKP iktidarı döneminde adeta şaha kalktı. 1923'ten 2002 yılına dek geçen 80 yılda Türkiye genelinde toplam bin 186 maden ruhsatı verilirken, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre, 2008-2023 arasındaki son 15 yılda ruhsat sayısı 386 bine ulaştı. Yine Temmuz 2019’dan bu yana 2 bin 685 noktada maden ruhsatı ihalesine çıkıldı. 1 Nisan itibariyle de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sitesinde 168 maden projesi için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu yayınlandı. Bunların 33'ü için "ÇED gerekli değil" kararı verildi.
'MÜLKİYET EL DEĞİŞTİRİYOR'
Ekoloji Birliği Eşsözcüsü Güner Yanlıç, madencilik ile sermayenin kendini beslemek için sürekli sömürecek bir yer ve yöntem bulduğunu belirterek, son 2-3 yıl içinde ruhsat verilmeyen bir yer kalmadığına dikkat çekti. Bu faaliyetler yapılırken mülkiyetin de el değiştirdiğini vurgulayan Yanlıç, "Örneğin Akbelen'de termik santralin çalışması için kamulaştırma adı altında mülkiyet insanların elinden zorla alınarak, sermayeye devrediliyor. Böylece halkın bölgeden göçertilmesi, sanayi şehirlerine ucuz işçi olarak gitmek durumunda kalmasına neden oluyor. Ekili araziyse bile sermayeye peşkeş çekmek için bir yöntem bulunuyor. Yani yerin üstü insanlarınsa bile, altı devletin. Bir şekilde insanların arazilerine de kayyım atanıyor. Kullanmasalar bile sermayeye ruhsat veriliyor. Bu arazinin gaspı ise kamulaştırma yapılamayan yerlerde zorla kamulaştırma, merayı kamu arazisi ilan ettikten sonra şirketi kayyım olarak atama ile oluyor. Tarlaların, bostanların altı maden sahasına verilebiliyor. Küresel sermayenin Türkiye'deki madenlerle ilgili sömürü çalışmaları sürecin hızlanmasına neden oldu" dedi.
KÜRESEL KRİZE ETKİSİ
Madenler için seçilen yerlerin büyük kısmının orman olduğunu da anımsatan Yalnıç, ormanların denizlerden sonra dünyanın en büyük ikinci ekosistemi olduğuna işaret etti. Ormanların yok olmasının sadece “ağaçların kesilmesi” anlamı taşımadığını kaydeden Yanlıç, şöyle devam etti: "Bu alanlarda yaşayan böceğinden sincabına kadar birçok tür ve canlı yok oluyor. Ormanın karbonu emme, sağlıklı yaşam alanı oluşturma imkanı da yok oluyor. Beraberinde toprağı, suyu, havayı kirletiyorlar. Yine bu ormanlara bağlı yaşam sürdüren yerel halklar var. Aynı sermaye aynı yöntemlerle Akbelen ya da Şırnak'ta ki ormanları yok ediyor. Böyle olunca Akbelen'de kesilen ağaç Şırnak'ı, Şırnak'ta kesilen ağaç Edirne'yi de Almanya'yı da etkiliyor. Aynı yerkürenin altında yaşam süren bir orman olarak bakmak lazım. Böyle bakınca Akbelen, Silopi, Gabar ve Cudi'de bir orman yok olduğu zaman bunun küresel ölçekte bir soruna yol açtığını bilmek lazım."
ÇED PROSEDÜRÜ
Bu duruma müdahale edilebilecek ÇED süreçlerinin de işletilmediğini sözlerine ekleyen Yanlıç, şirketler tarafından hazırlanan raporların bölgeye zarar vermediğine dair cümlelerle doldurulduğunu kaydetti. Bu raporu hazırlayanların maden açılacak bölgeleri görmeden bunun altına imza attığını dile getiren Yanlıç, "Bu sürecin en önemli ayağını ise yöre halkının itirazlarını sunabileceği halkın katılım toplantıları oluşturuyor. Halk bu toplantılarda ses yükseltip, ÇED'lerin onaylanmamasını sağladıkları için iktidar 'ÇED gerekli değil' kararını çıkarmaya başladı. O yüzden bir yerde problem olacağını düşünüyorlarsa, oranın hızlıca sömürülmesi kararı veriyorlar” diye belirtti.
'ÇÖZÜM DEMOKRATİK, EKOLOJİK SİSTEM'
Tüm bunlara karşı bir ekoloji mücadelesinin de geliştiğini ifade eden Yanlıç, bu mücadelenin hedefine eko-kırım suçunun Anayasaya girmesi ve ekolojik bir Anayasa hazırlanması talebini koyduğunu söyledi. Yanlıç konuşmasını şöyle tamamladı: "Bu raporları yazan da, ruhsatı alan da ciddi bir yaptırımla karşılaşmadığı için canlıların, toprağın, suyun zarar görmesi kaygısı taşımıyorlar. Ama bunun ciddi bir yaptırımı olursa bunu yapamazlar. En önemlisi de kapitalist sistemin yapacağı çalışmaları toptan reddediyoruz. Daha sonra demokratik, ekolojik komünal temelde üretim yapacak yerel halkın çevresini, kendi dışındaki canlı yaşamı, toprağını, suyunu kirletmesi gibi bir durumun olacağına inanmıyorum. Dünyada bunun birçok örneği var. Sovyetler Birliği'nde kurulan koopretifler, İsrail ve İspanya'nın Sevilla kentinde kurulan komünal kooperatifler var. Rojava bölgesinde demokratik, ekolojik, komünal temelde bir yaşam inşa ediliyor. Bunlar enerjisini, sağlıklı gıdasını, temiz suyunu kendi üretiyor. Bize sanki sistem dışında bir alternatif yokmuş bu sisteme mahkummuşuz gibi bir algı veriliyor. Ama kapitalizm er geç yıkılacak ve demokratik, ekolojik bir yaşam mümkün olacak. Sadece hak savunucularının bir araya gelerek bu sesi yükseltmesi gerekiyor."
MA / Tolga Güney