RIHA - Kürt kadınlarının mücadelesini anlatan TJA Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan, "Ulus devletin efendilerini memnun etmek için yaşamayı ret ediyor, özgüveni kırılmış rejimden merhamet dilemiyor, ataerkil yargıya baş eğmiyoruz" dedi.
Kürt siyasetçi Ayşe Gökkan, ömrünü kadın mücadelesine adamış onlarca kadın tutsaktan biri. Hem siyasi çalışmaları hem de kadın hareketinde yer alması nedeniyle bir çok kez gözaltına alınıp, tutuklandı. Gökkan, en son 27 Ocak 2021’de Tevgera Jinên Azad (TJA) Dönem Sözcüsü iken tutuklanarak, Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi’ne götürüldü. 3 yıl boyunca burada tutulan Gökkan, 1 Mart 2023’te Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne sevk edildi. Şuanda burada tutulan Gökkan, avukatı aracılığıyla Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesinin dünü, bugünü ve mücadelenin etkilerine dair sorularımızı yanıtladı.
Uzun yıllar Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi içerisinde yer alıyorsunuz. Kurdistanlı kadınların mücadeleden önceki yaşamını kısaca anlatabilir misiniz? Mücadeleyle birlikte hayatlarında ne değişti?
Öncelikle bizi emeğiyle bugüne getiren, bu yolda yaşamlarını yitirmeyi göze alan, aramızda olmayan kadınları selamlayıp, onları anarak başlamak istiyorum. TJA’lı bir kadın olarak hiçbirini unutmayacağım. Pozitivist, ataerkil felsefe adına söylenen bir söz vardır, ‘Hayat düşünenler için bir komedi, düşünmeyenler için bir trajedidir’ diye. Komedinin, aynı zamanda bir trajedi olduğu hakikatini ortaya çıkardığımızda ne komedi ne trajedi! Kurdistanî kadınların mücadelesi, ağız dolusu hakikatle, doğayla, çocuklarla gülebilme mücadelesinin farkındalığını daha da geliştirmektir. Ataerkil teorisyenler, ‘düşünemeyenlerin kadınlar’ olduğunu iddia ederek bir nokta koymuştu. Biz bu noktadan başlayarak mücadeleye başladık. Hegemonların kendi cinayet işleme alanlarını genişletmek için dörde böldükleri Kurdistan’da kadın olmak, acı çektirme seanslarının bin bir çeşidiyle baş etmekti. Kurdistan dörde bölündü, Kurdistanî kadınlar ise sekize. Sömürge ülkelerde ataerkil zihniyet dünyada olduğu gibi Kurdistan’da da mevcuttu. Üstüne (ataerkil) sömürgecilerin zulmü, ataerkil din, ataerkil aile ve toplum katlanarak yazısız ittifaklarını yaydı. Adına da ‘kadını korumak’ dendi.
Kurdistan dörde bölündü, Kurdistani kadınlar ise sekize. Sömürge ülkelerde ataerkil zihniyet dünyada olduğu gibi Kurdistan’da da mevcuttu. Üstüne (ataerkil) sömürgecilerin zulmü, ataerkil din, ataerkil aile ve toplum katlanarak yazısız ittifaklarını yaydı. Adına da ‘kadını korumak’ dendi.
Kurdistan’ın asker (militarist) sınıfı yoktur. Ancak Türk devletinin zorunlu askerlikle, ‘zulümhane’ olan yurtlarında, özellikle erkekleri eğitime tabi tutması ve bu erkeklerin her birinin gördükleri şiddet, aşağılanma, yok sayılma ile eve geri döndüklerinde öğretilmiş şiddetin yapısallığını kadına uygulama hevesleri daha da kamçılanmış oldu. Militarizmin kadına dair tüm insani, vicdani, ahlaki ölçüleri aşağılayarak, yarattığı erkek ve şiddet ikilisinin yapısını oluşturma sistemidir sömürgecilik. Kurdistanî toplumlar ataerkil değildi demiyorum. Sömürgecilerin sömürgesi erkekler kadını sömürgeleştirme sürecinde, kadını kendine yabancılaştırma ile hem asimilasyonu hem de bunun sürdürücülüğü misyonunu derinleştiriyordu.
Ben Riha’nın Pirsûs ilçesindenim. Pirsûs’ta yaşanan, ataerkil zihniyete karşı kadının siyasal, sosyal, yaşamsal haklarına dokunulan bir başkaldırı hikayesiydi. Hala aynı ilçe kadın öncülüğünde mücadeleye devam ediyor. Toplumun yarısı olan kadının başkaldırısı karşısında, sömürgecilerin istediği gibi ilerlemesi mümkün değildi. Özel savaş uygulamacıları, faili belli cinayetler, göç ettirme, özcesi insansızlaştırılmak istenen ülkemde, özgürlük mücadelesi hayatlarımızı öyle bir değiştirdi ki, ataerkil felsefe, tarih, teori, eğitim, sağlık, yerel yönetimler, diplomasi, ekonomi, siyaset başta olmak üzere pek çok şey yeniden yazıldı. Geriye dönüp baktığımda Kürt kadınına kısırlık aşısı uygulama, Hizbulkontra, Jitem, MİT, asker, polis, ataerkil, ırkçı, cinsiyetçi, militarist, kapitalist tüm güçlere karşı mücadele etmenin kaosundan kadının örgütlü özgürlük mücadelesi çıktı. Savaş, çatışma, yıkımla çepeçevre sarılan Kurdistan’dan 2000 yılında Ankara’da 10 bin Kurdistani kadınla HADEP Kadın Kolları Genel Kurultayını yaptığımızda devlet şok geçirdi. Evden dışarıya başını çıkaramayan, bunu düşünemeyen Kürt kadınları, nasıl olur da ‘erkek’siz Ankara’ya akmışlardı! Özgürlük hareketimize egemen Türklüğün bakış açısının tam ifadesi buydu. Tabi ki kolay değil. Hala da kolay değil. Kurdistanî kadın olmak, doğuştan sahip olduğumuz haklarımızın hiçbirinden vazgeçmememizdir, direnişimizin pusulasıdır.
Kürt kadınlarının verdiği mücadele bugün dünya kamuoyunda bile feyz alınan bir mücadele. Bu mücadele Türkiyeli kadınların toplumsal yaşamında nasıl değişiklikler yarattı?
Kadın mücadelesi dünyanın neresinde verilirse verilsin duyan, okuyan tüm kadınlar, kadın olmaktan kaynaklı (aynı olmasa da farklı ataerkil versiyonlarla ezilmiş) bu deneyimlerden etkilenir. Kaldı ki Kurdistanlı, Türkiyeli kadınlar daha hızlı birbirini duyabilir. Tabiî ki araya ‘egemen devletlilik-ezilen devletsizlik’ ikilemi girmediğinde. Aslında Türkiyeli kadınların, Türkiyeli dinamiklerden daha önce Kurdistanî kadın özgürlük mücadelesini duyduğunu söyleyebiliriz. 80’li yılların sonu 90’lı yıllarda, Hizbulkontra, JİTEM saldırılarıyla havadan, karadan bombalanan Kurdistan ve boşaltılan 5 bin köy, mahalle, mezradan yüz binlercesi, Türkiye metropollerine göç etmek zorunda kaldı. 25 Kasım, 8 Mart’larda ve Newroz’larda, Kurdistanî kadınlar, Kürt özgürlük hareketinin kadın öncülüğündeki deneyimlerini Türkiye metropollerinde alanlara akıttığında, zorlanmalarla birlikte birbirimize daha çok dokunduk. Bu alanlara Kürt kadınlarının katılımı, kadının ortaklaşmasını belirginleştirdi.
Biz Türkiye’ye gittikçe ortak mücadele yöntemleri ele alındı. Siyasete kadın katılımı, ortak tartışma konularımızdı. 2002 genel seçimlerinde o dönem Fazilet Partisi ve AKP’li kadınlardan ‘Biz neden Kürt kadınları gibi aday olamıyoruz?’ itirazları yükseldi. Bu rejimin Kürt kadınlarına saldırıları gittikçe artırması bu itirazları bastırmak için kapsamını genişletiyor. Biliyor ki biz Kurdistanî kadınlar eve kapatılamayız. Bize saldırarak partilerindeki kadınlara nefes aldırmazken, aynı zamanda bizim üzerimizden ataerkil faşist güç gösterisi yaparak sindirme politikasını derinleştirmeyi amaçladılar. Yeniden Refah Partisi'nin kadın adayın fotoğrafını flulaştırması o günden bugüne kadın politikalarını gösteriyor. Öte yandan siyasi alanda tüm yerel dinamiklerde kadınların yer aldığı belediye eşbaşkanlığı, STK’lerde eşbaşkanlık vb. konularda mücadelesinin toplumsallaşması devam ediyor. Bu yeterli mi? Tabii ki değil. Ortak mücadele yöntemlerinde birlikte dinamikleşme, Kurdistanî ve Türkiye’de ırkçı, cinsiyetçi, militarist, kapitalist, doğa talanına karşı mücadeleyi geliştirip, genişletme ihtiyacı daha fazlasını gerekli kılıyor. Tüm kadın kazanımları tüm kadınlarındır.
AKP-MHP tarikat, cemaat rejimini kadına nefes dahi aldırmak istemediği tüm söylem ve uygulamalarıyla yaşamın her alanına yaymak istediği ortadadır. İlk uygulama alanları da söylemleriyle, Kürt kadınlarını, Kûrdistanî toplulukları kriminalize, illegalize, terörize etme. Türkiyeli kadınlar bu saldırıların tanığıdır. Ortak mücadele farkındalığı artsa da yeterli olmadığı da bugün yaşadıklarımızdan bellidir. Ortak özgürlük umudunu büyütmek bizim elimizde.
Bu rejim, tarikat, cemaat, ırkçı, cinsiyetçi, dini istismar eden, militarist, kapitalist tüm araçları seferber ederek, kadın düşmanı rejimi kalıcılaştırmaktan vazgeçmemiştir. Aynı zamanda bu güçler silahlandırılıyor ve emellerine saldıranlarla ulaşamadığında iç savaşı dayatacaktır. Yaşanan ırkçı linç etme girişimleri, Kürt kadın düşmanlığı bunun ayak sesleridir. Demek ki saldırılara karşı baş eğmemek yetmiyor. Toplumsal barışın inşası bu dönemde daha da aciliyet kazanmıştır. Çoğunlukla pozitivist siyaset analizciler, Türkiye’yi de Avrupa’nın sağa kaymayla aynı potada değerlendiriyorlar. Seküler, sosyal demokrat, liberallerin Türkiye’de kıyı şeritlerinden öteye gidemediği tarikat ve cemaatlerle, Türkiye’nin Afganistanlaşmaya doğru gittiği Avrupa’yla aynı değildir. Avrupa’da 40 yıllık savaş ve çatışmanın demokrasi yoksunluğu dolayısıyla devam ettiği bir Kürt sorunu yoktur. Bu genelleştirme analizleri Kürt ve kadın sorununun demokratik yollarla çözülmesi aciliyetini de hasır altı ediyor. Sanki demokratik Kürt Özgürlük Hareketi, bugüne kadarki mücadelesini birileri kazansın diye birilerine kaybettirmek içinmiş gibi her seçim gündem yapılıyor. Bu yaklaşım mevcut rejimin zihniyetinden farklı değildir. Başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunların demokratik yollarla çözümü ertelenemeyecek noktaya gelmiştir. Biz kadınlar sorunun çözümüne ortak mücadele ile öncülük edebiliriz. Yarın çok geç olabilecek kadar aciliyet kazanmıştır.
Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesine öncülük eden kadınların katledilerek, darp edilerek ya da gözaltına alınıp ve tutuklanarak tecrit altına alınmaya çalışıldığını görüyoruz. Kürt kadınlarının bu şekilde hedef alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mücadelecimizin karşısında rejim çıkmazdadır. Saldırılarla, güvenlikçi politikalarla bizi sindirip ‘bitirdim’ hazırlığıdır. Kadın özgürlük mücadelesi bu rejimin iç yüzünü her gün teşhir ediyor. Bize aralıksız saldırma nedenlerini anlatmaya kitaplar yetmez. Biz, bu ırkçı, cinsiyetçi, dini istismar eden kapitalist, militarist, tarikat, cemaat rejimine karşı kendimizi, yerleşim alanlarımızı yönetme mücadelesinden vazgeçmediğimiz, kadın ruhu ve bedenini bu rejime teslim etmeyip mücadeleye devam ettiğimiz için saldırıya uğruyoruz. Sürekli saldırıya uğrarken artık neden diye sorup sebep aramayı bıraktığımız, kadın özgürlüğüne saldırının AKP-MHP ve işbirlikçilerinin, yani rejimin kendini bununla beslediğini bildiğimiz için, biyolojik, ekonomik diktatörlerini ret ettiğimiz, İmralı tecrit sisteminin insanlığa karşı işlenen en barbar suç olduğunu ve buna karşı direndiğimiz için saldırıya uğruyoruz.
Biz kadınlar, Özgürlük yürüyüşünde hepimize yer olduğunu gösterip çoğalarak dünya kadınlarıyla yola devam ediyoruz. Kadın düşmanı, ırkçı, dini istismar eden faşist ulus devletin efendilerini memnun etmeyi red ediyor; rejimden merhamet dilemiyor, ataerkil yargıya baş eğmiyoruz. İktidarın zulmüne karşı demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü mücadelemize devam ediyoruz, onurlu toplumsal barış mücadelesinde ısrar ediyoruz.
Biz bu ırkçı, cinsiyetçi, dini istismar eden kapitalist, militarist, tarikat, cemaat rejimine karşı kendimizi, yerleşim alanlarımızı yönetme mücadelesinden vazgeçmediğimiz, kadın ruhu ve bedenini bu rejime teslim etmeyip mücadeleye devam ettiğimiz için saldırıya uğruyoruz.
Biliyoruz ki faşist rejim sadece bilincimizi, bedenimizi ele geçirip kontrol etmeyi istemiyor aynı zamanda geçmişimizi, geleceğimizi de hiçleştirmek istiyor. ‘Jin jiyan azadî’ biz dünya kadınlarının öz savunmasına dönüşmüş durumda. Biz de bu politikalara karşı bu özsavunma ile direnmeye devam ettiğimiz için tüm bu saldırıların, tecrit altına alınma çabalarının hedefindeyiz. Toplu olarak saldırıya uğruyorsak bizi illegalize, kriminalize, terörize eden faşist, sömürgeci zihniyete karşı toplu olarak başkaldırmamız şart. Özgürlük direnişçilerine karşı en barbar saldırı olan kimyasal silahlara karşı mücadele ediyoruz. Cinsiyetlendirilmiş teori, felsefe, eğitim, sağlık, siyaset, hukuk, kayyımlara; ulus devlet yıkımına karşı direniyoruz.
Bilindiği gibi tutsaklık olağanlaşmadan hegemonya olağanlaşamaz. Hegemonya olağanlaşmasın diye zindan direnişini sürdürüyoruz. Ben bize ‘tutsak kadınlar’ demiyorum. Bilinci, ataerkil ulus devlet, ırkçı, cinsiyetçi, militarist, kapitalist rejim tarafından işgal edilenler tutsaktır. Ya da rejim gibi düşünenler tutsaktır. Burayı ‘direniş alanı’ olarak tanımlıyorum. Biz bu direniş alanında 60’a yakın kadınız. 30 yılı aşkın zindanda olan kadın arkadaşlarımız var. 70-80 yaşını aşan kadın özgürlükçü direnişçilerle ‘Jin jiyan azadî’ heyecanıyla yaşam buluyoruz. Bu rejim içerisinde ‘içerisi, dışarısı’ diye bir şey yok artık. Özgür ruhun tutsak edilemediği alanlar vardır. Başta yüz yılın en barbar DAİŞ devletine ve bu barbarlığın işbirlikçileri, sürdürücülerine karşı direnen Şengalli kadınlar olmak üzere, Kûrdistan, Türkiye ve dünya kadınlarının direnişini selamlıyor, tek bir kadın bu sisteme karşı örgütsüz kalmayıncaya kadar mücadele etmeye devam diyoruz. ‘Jin jiyan azadî’ cemre olup dünyaya akarken, biz de her birimiz Kobanê’den, Riha’ya, Amed’den İstanbul’a, Dersim’den Nisêbin’e, Şengal’den Êfrin’e, Kirmaşah’a, Mahabad’a, Duhok’a, Afganistan’dan Filistin’e, Dominik’ten Arjantin’e oradan Newyork’a yan yana sınırları, duvarları, mayınları, aşarak direniş alanlarında olacağız.
MA / Ceylan Şahinli