AMED – Peyas ilçesinde konteyner kentte yaşayan depremzedeler, kendilerine son kullanma tarihi yaklaşan erzakların dağıtıldığını aktardı.
Mereş merkezli 6 Şubat depreminin ardından depremzedelerin mağduriyetleri hala giderilmiş değil. Depremden etkilenen 11 ilden biri olan Amed’de, hasar gören 175 bina yıkıldı. 5 bin 459 binanın da ağır hasarlı olduğu biliniyor. On binlerce kişinin evsiz kaldığı şehirde, depremden yaklaşık iki buçuk ay sonra 621 konteynerin yer aldığı konteyner kent yapıldı. Geçici çözüm için kurulan konteyner kent bir alternatif gösterilmediği için hala dolu.
Toplu Konut İdaresi (TOKİ), Amed’de 6 bin 40 dairelik deprem konutlarının ilk etabını ancak geçtiğimiz ay tamamlayabildi, bin 423 dairenin sahipleri kura çekimiyle belirlendi. Ancak barınma sorunu yaşayan birçok yurttaş hala mağdur.
Mezopotamya Ajansı (MA) olarak konteyner kente girerek, depremzedelerin yaşadığı sorunları yerinde gözlemledik.
Amed’de toplu ulaşımın son durağında, şehrin en uç noktasında kurulan konteyner kentin dört bir yanı tel örgülerle çevrili. “Güvenliğin” gözetildiği iddia edilen konteyner kent, bir cezaevini andırıyor. Toplumdan izole edilen depremzedeler kendilerini, “En azından Araştırma Hastanesi’nin dibinde, buna da şükür” sözleriyle avutuyor.
LİMAK HOLDİNG…
Konteyner kente ilk girdiğinizde sizi çitlere asılı çamaşırlar karşılıyor. İçerisinin yabancılığı size Amed’de olmadığınız hissine kapılmanıza neden oluyor. Ve karşınıza “Ulu Cami Sokağı”, “Urfa Kapı Sokağı” gibi tabelalar çıkıyor, sokakların sonundaysa yine tel örgülerle karşılaşıyorsunuz. Kapılardan birini çalmak için zil kullanmaya kalkabilirsiniz, orada zil yerine keçeli kalemle yazılmış “Limak” yazısını göreceksiniz. Hani şu ormanlar katili olan firma, otel yapımından nasıl fırsat buldular da konteyner getirdiler diye düşünüyorsunuz. Tam öyle dalıp gitmişken kapı “rant” diye açılıveriyor.
‘BENİM EVİM YOK Kİ!’
Önce güler yüzlü bir arkadaş karşılıyor, komşular da içeri giren yabancının kim olduğunu anlamak için yavaş yavaş toplanıyor. İlk başta tedirgin olabilirsiniz ama içlerinden biri “Gazeteci ama bizimki” deyince emin olun siz de rahatlayacaksınız. Sonra bir bankta oturup, iftar öncesi uzun uzun sohbet ediyoruz. Açlığın etkisinden olsa gerek, kapıyı açan arkadaş “Ne olurdu yani en azından Ramazan boyunca bir iftar çadırı olsaydı?” diye söyleniyor. Başka bir arkadaş, “Yemeği evinde yap diyorlar, benim evim yok ki!” diye ekliyor. Biraz daha sohbet edince yavaş yavaş dertlerini anlatmaya başlıyorlar.
ATILMA KORKUSU…
Yurttaşların neredeyse hepsi Kürtçe konuşuyor ama fısıldayarak, bu kez sebebi yasak olması değil de haklarında tutanak tutulması korkusu. Çünkü içeri gelen yardımların dağıtımında “torpil” yapıldığını düşünüyorlar. Genç bir anne, bir süre önce bir kamyon bebek bezinin geldiğini ancak kendisine henüz bir şey verilmediğini, birkaç aydır dışarıdan kendisinin aldığını söylüyor. Başka bir anne de araya girerek montların getirildiğini ama dağıtılmadığını, ayakkabı getirildiğini ama yanlış numara verildiğini söylüyor. İçeride yaratılan korku ikliminin somut bir örneğinden de bahsediyorlar: Bir aile, zihinsel engelli çocuğu bahane edilerek, konteynerden çıkarılmış, son duyduklarına göre Xarpêt’e başının çaresine bakmaya gitmiş. Kendilerinin de atılma korkusuyla birkaç defa düşünmeden hiçbir şey anlatamıyorlar.
BAKLİYAT BOZULMAYA YAKIN DAĞITILIYOR
Gözümüz çamaşırlara takılınca biri kendiliğinden anlatmaya başlıyor: “Çamaşırhanemiz var, haftada iki kere sırayla çamaşırlarımızı yıkayabiliyoruz. Temizlik malzemesi falan da veriyorlar. Sadece tuvaletlerimizden bazıları sıkıntılı, onun için de dışarıda umumi tuvalet var. Çadır mescidimiz de var ama keşke bir de ısıtıcısı olsaydı, üşüyoruz namaz kılarken.”
İftar vakti yaklaşırken yemek konusu açılıyor. Ortalama ayda bir kez dağıtılan kumanya ve temizlik malzemelerinin bir iki hafta kadar yettiğini, daha sonra kendilerinin gidip aldığını söylüyorlar. Dağıtılan erzağın da depoda bekletilip bozulmaya yakın dağıtıldığını söyleyen aileler, zaman zaman verilen bakliyatların kurtlu olduğunu belirtiyor. Bu gibi durumlardan özellikle işsiz kalan arkadaşlar şikâyet ediyor çünkü maddi olarak zorlandıklarını dile getiriyorlar.
‘ÇOCUKLAR YALNIZ KALAMIYOR’
İftara çok az bir vakit kala konteyner kentten ayrılmak için kalktığımızda çocukların evlerine gittiğini görüyoruz. Çocukların okula gidiş gelişini sorduğumuzda servis tahsis edildiği ama bazı noktalara öğrenci sayısı az olduğunda servisin götürmediği, çocukların kendi gidip geldiği cevabını alıyoruz. Birlikte yürüdüğümüz arkadaşlardan biri, “Çocukların bazıları gece ışık olmadan uyuyamıyor, deprem gününü henüz atlatamadılar. Çoğu yalnız kalmaktan korkuyor” diye anlatıyor.
Çıkışa yaklaştığımızda sıcak bir selamlamanın ardından şu sözleri duyuyoruz: “Başka konteyner kentleri de duyuyoruz, bu hâliyle bile burası diğer yerlere nazaran daha iyi.”
MA / Heval Deniz Kaya