İSTANBUL - İktidar, işçilerin kazanılmış son haklarını da tırpanlamak için İş Kanunu'nda değişiklikler yapma hazırlığında iken DEV YAPI-İŞ Genel Başkanı Özgür Karabulut, “Sadece sendikal sınırlara, sendikal yasalara sıkışan bir mücadele işçilerin, emekçilerin bugünkü kölelik koşullarının değişimine cevap olacak nitelikte değil” dedi.
İşçi sınıfının sendikal mücadelesinin tarihsel kazanımları bugün bir kez daha siyasal iktidarın hedefinde. AKP iktidarı sermayenin önündeki küçük engel ve yasal düzenlemeleri de ortada kaldırmak için “Türkiye Yüzyılına yakışır bir iş kanunu ve çalışma hayatı konusunda” bir hazırlık yaptığı ve bununla İş Kanunu’nu daha da kadük hale getirmeye çalıştığı basına yansıdı. Tek parti rejiminin 1925 Meclis kararları ile Takrir-i Sükûn Yasası’nın verdiği yetkileri kullanan iktidarlar, emekçilerin örgütlü mücadelesine sürekli engel ve yasaklar çıkarmakta. İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin kazanımı sonrası ulus devletler, liberal ekonomi modeliyle işçi hareketlerini kendi kontrollerinde tutmaya ve sendikaların hareket alanlarını sınırlamaya başladı. 1938 yılında kabul edilen Cemiyetler Kanunu, sınıf esasına dayalı örgüt kurulmasını yasakladı. 12 Eylül 80 darbesine kadar geçen 42 yılda yasaklar kesintisiz devam etti ve 12 Eylül askeri darbesi ile direngen sendikaların kapısına kilit vuruldu. Grevler yasaklandı ve işçilerin grev hakkı 1984’e kadar askıya alındı.
Sendikal faaliyetlere yönelik Cumhuriyet tarihi boyunca çıkartılan engeller, AKP iktidarının “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirdiği 15 Temmuz 2016 askeri kalkışma sonrası çıkardığı Olağanüstü Hal (OHAL) yasasıyla kalan haklar da tırpanlandı. Sendikal mücadelenin karşılaştığı yasaklar, baskılar ve engelleri değerlendiren Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Devrimci Yapı İnşaat ve Yol İşçileri Sendikası (DEV YAPI-İŞ) Genel Başkanı Özgür Karabulut, geriye gidişin ancak dayatılan sınırları reddetmekle aşılabileceğini söyledi.
CUMHURİYET’İN KURULUŞUNDA SENDİKALAŞMA
Türkiye’de sendikal faaliyetlerinin Osmanlı’nın son yıllarından itibaren ele alan sendika başkanı Karabulut, “Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de bir işçi örgütlenmeleri, işçi sendikaları var ama cumhuriyet kurulduktan sonra, özellikle 1921 döneminde kısmi özgürlükler, örgütlenme hakları varken 1924 anayasasından sonra yasaklanıyor. Cumhuriyeti sınıfsız, sömürüsüz bir imtiyazsızlar topluluğu olarak değerlendirirken Kemalist yönetim, tüm örgütlenmeleri yasaklıyor ve bu 1946’ya kadar sürüyor. Bu dönemde örgütlenmeler olmuyor mu? Tabii ki örgütlenmeler var. Eski Türkiye Komünist Partisi (TKP) etkisi ile İstanbul’da ve diğer işçi kentlerinde illegal örgütlenmeler, hücreler şeklinde örgütlenmeler yaşanıyor. Kimi atılımlar, mücadeleler söz konusu ama bu örgütlenmeler hep yasaklanmış, bastırılmış ve arkadaşlar hapisle cezalandırılmış. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yer altında yürüyen işçi mücadelesi, işçilerin özgürlük mücadelesi hızla kendi birliklerini yasallaştırarak sendikalar kuruluyor. 1946’da yasa çıkıyor, 1947’de İstanbul işçi Sendikaları Birliği, birçok iş kolunda örgütleniyor. Türkiye’de resmi anlamda geleneksel sendikaların çıkış yeri de burası. 4-5 yıl içinde hızla bir örgütlenme, yayılma ve sistemi zorlayacak, Türkiye burjuvasını zorlayacak bir aşamaya ulaşıyor” dedi.
‘TÜRK-İŞ SERMAYEYE TESLİM OLMUŞTUR’
İşçilerin kendi bağımsız örgütlenmeleri içine girdiğini ve bunu fark eden egemen devletlerin alternatif arayışına giriştiğini hatırlatan sendikacı Karabulut, “Türk-İş Konfederasyonu tamamen Amerikan, CIA örgütlenmesi şeklinde kuruldu. Buradaki toplumsal muhalefeti, işçi sınıfı örgütlenmesini bastırmak, onu denetlemek adına 1952’de Türk-İş konfederasyonu kuruldu. 1967 yılına kadar bu ülkede burjuvazinin, sermayenin gelişmesi, feodalizmin tasfiyesi benzer dönemlere denk geliyor. Egemen akıl, bir şekilde gelişmiş mücadeleyi dizginlenmeye ve sistem içi tutmaya çalıştı. 1961 Anayasası sonrası toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyen, mücadeleyi de geriye çeken bir durum olmasından kaynaklı içeride mücadeleci sendikalar sürekli Türk-İş yönetimi ile karşı karşıya geldi. Yayılan grevler ve direnişler Türk-İş yönetimi tarafından engellemeye çalışılıyor. Kendi içindeki sendikaları disipline sevk ediyor, ta ki 1967 yılına kadar. 1963 Kavel grevi, Kristal-iş Sendikasının Paşabahçe grevi engellenince, ‘Türk-İş sermayeye teslim olmuştur’ diyen ekip Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) kuruyor” diye belirtti.
12 EYLÜL SONRASI DÖNÜŞÜM
12 Eylül askeri darbesini ardından DİSK’in kapatıldığını, yöneticilerinin idamla yargılandığını anımsatan sendika başkanı Karabulut, “Hem uluslararası dayanışma, hem de içeride Anayasa Mahkemesine başvurularla DİSK 1992 yılında yeniden açıldı. O yıldan buyana bir mücadeleci sendikal gelenek devam etti ama şöyle bir durum var; 12 Eylül’e kadar sürekli işçi haklarını geliştirmeye dönük, haklar kazanmaya dönük bir mücadele gelişirken, sonrası hakları geliştirmeye dönük mücadelenin yerine mevcut hakları korumaya çalışan, saldırı pozisyonundan savunma pozisyonuna çekilen bir sendikal süreç gelişti. Bugün geldiğimiz noktada mevcut sendikal hareket, emekçilerin, toplumun ihtiyaçlarına cevap olmaktan uzak, sadece sınırlı alanlara sıkışmış, kapsayıcılıktan uzak bir yerde duruyor. Burayı değiştirip, dönüştürmek hem siyasal, hem de bu işçi sınıfı içinde mücadele yürüten kadroların temel görevlerinden bir tanesi buraları mücadele örgütleri haline getirme sorumluluğu ile karşı karşıya” diye konuştu.
‘KÜRT SİYASAL HAREKETİ UMUT OLARAK DOĞDU’
12 Eylül sonrası tüm devrimci örgütlerin tasfiye edildiğini, mücadele olanaklarının yok edildiğini hatırlatan Karabulut, “Sovyetler yıkılmış ve tüm devrimci örgütler tasfiye olurken Kürt siyasal hareketinin sahneye çıkışı önemli oldu. Toplumda bir umutsuzluk var ama bir taraftan da burada mücadelenin, serhildanların (büyük kitlesel eylemler) gelişmesi bu topraklara bir umut olarak doğuyor ve yeni örgütlenmeler, yeni arayışlar ortaya çıkıyor” diye vurguladı.
SENDİKAL BARAJ SORUNU
Sendikaların, siyasi partilerden daha fazla değiştirici, dönüştürücü ve birleştirici gücünün olduğunu, bu yüzden ilk hedef olarak seçildiğini sözlerine ekleyen Karabulut, şöyle devam etti: “Bundan kaynaklı sendikalar her darbede hedefe koyuluyor. İşte 1961’de benzer bir durum söz konusu, oralarda belki güçlenerek çıkıyor, farklı bir durum söz konusu ama 1971 darbesi öyle, 1980 darbesi öyle. Post modern darbe dedikleri 28 Şubat süreci de öyle. Sendikalar engelleniyor, sistem içi hale getiriliyor. En son 15 Temmuz dönemi, OHAL yasalarının geçerli olduğu bir dönem. Burada da sendikal örgütlenmeler engellendi. 12 Eylül’den sonra bir örgütlenme özgürlüğü yok. İzne tabi, baraja tabi, bir sendikal baraj koyulmuş.”
‘MİLYONLARCA EMEKÇİ KONTROL ALTINDA TUTULUYOR’
Siyasal iktidarın baskıcı yasaları ve uygulamaları sonucu toplun kendisini ifade etmesi, örgütlenmesi, söz söylemesi, düşüncesini açıklama özgürlüğünü kullanması gibi birçok konuda kendini frenlediğini ifade eden Karabulut, sözlerini şöyle tamamladı: “Mesela istediğiniz sendikayı seçemiyorsunuz. Patronun istediği, devletin istediği sendikalara işçiler sanki üye olmak zorundaymış gibi bir durum var. Bununla da milyonlarca emekçiyi sermayeler ve devlet kontrol altında tutuyor. Sistem içi hale getiriyor. Bugün buradan çıkmak lazım. Fiili meşru mücadeleyi örmek gerekir. Sadece sendikal sınırlara, sendikal yasalara sıkışan bir mücadele işçilerin, emekçilerin bugünkü kölelik koşullarının değişimine cevap olacak nitelikte değil. Bugün yoksulluğumuzun en büyük sebeplerinden bir tanesi savaş politikaları ve savaş gerçeği. Buna dair söz söylemeyen, iş üretmeyen, tutum almayan ne sendikal hareket ne de işçi yarın daha iyi şartlarda yaşamanın koşullarını zorlayamaz, yaratamaz. Bugün en önemli işlerden bir tanesi birleşik mücadelenin örülmesi, bunun olanaklarının zorlanması. İş kol ayrımı yapmadan, konfederasyon ayrımı yapmadan, kadın mücadelesi, ekoloji mücadelesi gibi alanlarda ayrım yapmadan topyekûn saldırılara karşı topyekûn mücadeleyi örmek, birleşik mücadeleyi örmek bizlerin görevi. Bunu başarabildiğimiz oranda da hem siyasi iktidarlara hem sermayedarlara geri adım attırabiliriz.”