ŞIRNEX - Cûdî Dağı eteklerinde boşaltılan köyüne yeniden geri dönen Rengin Onuk, çevresindekilerin “yapamazsın” sözlerine rağmen toprağında üretimden vazgeçmedi.
Devletin 1990’lı yıllarda “güvenlik” gerekçesiyle Kurdistan kentlerinde devreye koyduğu politikalar sonucunda binlerce köy yakıldı, insanlar yerlerinden edildi ve faili meçhul cinayetlere kurban gitti. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre, çatışmaların yaşandığı 1984-1999 yıllarında 3 bin 700’e yakın köy ve mezra yakıldı, yıkıldı ve boşaltıldı. Olağanüstü Hal (OHAL) Bölge Valiliği’nin Kasım 1997 açıklamasına göre, 820 köy ve 2 bin 345 mezra boşaltıldı, 378 bin 335 kişi zorla yerinden edildi. İçişleri Bakanlığı’nın aynı döneme ilişkin verilerine göre, 945 köy ve 2 bin 021 mezra boşaltıldı, 358 bin 335 kişi yerinden edildi. İnsan hakları örgütleri, zorla yerinden edilen nüfusu “3 milyonun üzerinde” ya da “üç milyon civarında” ifade etse de bu konuda resmi rakamlarda netlik bulunmamakta.
Bu süreçte boşatılan köylerden biri de Şirnex’in Silopiya (Silopi) ilçesine bağlı Cûdî Dağı eteklerinde bulunan Dader köyü idi. 1995 yılında askerlerin zorla boşalttığı köye 29 yıldır girişler yasak. Sadece mülk sahibi yurttaşlar, “izinle” köye girebiliyor. Her şeye rağmen toprağını ve köyünü bırakmayan 32 yaşındaki Rengin Onuk, köydeki yaşamı ve canlılığı sürdürmeye çalışan kadınlardan biri. Köyü boşaltıldığında 3 yaşında olan Onuk, 2018 yılında diğer köylülerle tekrar doğduğu topraklara dönerek buğday, arpa ve mercimek ekimini yapmaya başladı. Her yılın Ekim ve Kasım aylarında izin alan Onuk, belirli sürelerde köyde kalıp ekim yapıyor. Bölgedeki tek kadın çiftçi olan Onuk, sadece devlet baskısına karşı değil toplumsal cinsiyet rollerine karşı da mücadele veriyor. İnsansızlaştırılan köye yeniden ruh vermeye çalışan Onuk, verdiği çabayla birçok kadına da ilham oldu.
‘AMACIM ALGILARI KIRMAK’
Tarım için “mecburiyetten değil sevdiğim için yapıyorum” diyen Onuk, kadınların tek başına her şeyin üstesinden gelebileceğini göstermek istediğini söyledi. Onuk, “Bu toplumda kadın olmanın çok dezavantajları var. Etrafımdakiler çoğu kez ‘Yapamazsın, edemezsin, sen mi yapacaksın' dediler. Dönemsel olarak işçi ihtiyaçlarımız oluyor ve daha çok kadınların gelip çalışmasını istiyorum. Çünkü kadınların iş potansiyeli erkeklerinden daha yüksek. Mesela erkekler traktör sürüyor ancak tarlalardaki taşları kadınlar ayıklıyor. Yani asıl emeği kadınlar veriyor” dedi.
TARIMSAL ÜRETİMDE KADIN ETKİSİ
Kadınların çiftçiliğe daha yatkın olduğunu söyleyen Onuk, “Geçmişten beri tarlalarda ağır işlerde kadınlar çalışıyor. Bunun yanında yemek hazırlama, taş toplama, ot toplama gibi işler de kadınlar tarafından yapılıyor. Erkeklere sadece traktör sürüp, kadınların topladığı taşları atma işi düşüyor. Kadınların verdiği emek değerli o yüzden onlarla çalışıyorum. ‘Parsel benim siz çalışın’ mantığıyla değil birlikte çalışma düzenimiz var. Buğday, arpa ve mercimek ekiyoruz. İki senede bir ürünlerimizin durumuna göre mısır veya pamuk ekiyoruz. Ekinin ekilmesinden hasat zamanına kadar mazotundan gübresine, işçilerin gelişinden gidişine kadar hepsiyle ilgileniyorum. Daha çok buğday ekiyoruz. Buğdayda verim güzel ancak hayat çok pahalı, ekonominin durumundan kaynakla emeğimizin karşılığını alamıyoruz. Mazot ve gübre çok pahalı. Girdi maliyetleri arttı. Ekmeğin fiyatı artıyor ancak buğdayı hala ucuza satıyoruz. Büyüklerimizden kalma bir iş olduğu için sürdürüyoruz” ifadelerini kullandı.
İktidarın politikaları nedeniyle çiftçiliğin bitme noktasına geldiğini ifade eden Onuk, şöyle devam etti: “Biz ekiyor, emek veriyoruz lakin kravatlılar yiyor. Halbuki üretici olmazsa üretim de olmaz. Üretmeyen bir toplum, bitmeye mahkum bir toplumdur. Çiftçiler yok oluyor veya yok olmakla yüz yüze. Çoğu çiftçi üretimi bırakıyor. Ürünü kaldırdığımızda borçlanıyoruz. Her şeye rağmen kadınlara çağrım; bu alana da yönelmeleridir. Çünkü kadınların doğaya iç içe oluşu çok daha bereketli ve renklidir."
MA / Zeynep Durgut