İSTANBUL - Cezaevlerinin ataerkil sistemin daha da derinleştiği merkezler olduğunu belirten CİSST avukatlarından Özge Akyüz, “Görülmeyen bu alanı görünür, duyulur kılmak gerekir” dedi.
Ceza ve Tevkifevleri (CTE) Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre, 1 Şubat 2024 tarihi itibariyle ülkede 272 kapalı, 99 açık, 11 kadın kapalı, 8 kadın açık, 9 çocuk kapalı ve 4 çocuk eğitim evi olmak toplam 403 cezaevi bulunuyor. Cezaevlerindeki toplam 303 bin 705 tutuklu ve hükümlünün 12 bin 511’i kadınlardan oluşuyor. Son dönemde hasta tutsaklara yönelik uygulamalar, yaşanan ölümler ve derinleştirilen tecrit uygulamalarıyla gündemde olan cezaevlerindeki hak ihlalleri gözleri kadın tutukluların içeride yaşadıkları zorluklara çeviriyor.
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) avukatı Özge Akyüz ile cezaevlerinde kadın olmanın zorluklarını konuştuk.
12 BİN 511 KADIN TUTUKLU BULUNUYOR
Kurdistan ve Türkiye’de bulunan cezaevlerinde 303 bin 705 tutuklunun bulunduğunu ve bunların 12 bin 511’inin kadınlardan oluştuğunu vurgulayan Akyüz, uygulanan politikayla özellikle kadın tutukluların yalnızlaştırıldığını söyledi. Doğuştan itibaren biyolojik farklılıkların yanı sıra toplumsal cinsiyet rollerinin kadın ve erkeğe yüklendiğini söyleyen Akyüz, suç ve ceza sisteminde “makul kadın” profilinin dışına çıkan kadının adeta damgalandığını dile getirdi.
KADIN TUTUKLULARA YÖNELİK İHLALLER
Cezaevlerinde kadın tutukluların ayrıca temel ihtiyaçlarının olduğunu ancak bu ihtiyaçların karşılanmadığını belirten Akyüz, “Çünkü cezaevlerinde ataerkil bir bakış açısı var” dedi. Birleşmiş Milletler’in (BM) Bangkok Yasaları’na dikkat çeken Akyüz, “Türkiye yasalarına ve infaz kanunlarına baktığımızda kadının tek yeri annelik sıfatıdır. Bangkok Yasaları ise kadın tutsaklar için cezaevlerinde personel eğitiminden, mimariye, adalete erişimden eğitim hizmetine kadar uygulamaları içerir. Fakat bu yasa henüz verimli bir şekilde uygulanmış değil. Bu yüzden çok sayıda hak ihlal başvurusu alıyoruz” ifadelerini kullandı.
Kadın tutukluların sevk sırasında ince aramaya maruz kaldığını belirten Akyüz, koğuş baskınlarının erkek gardiyanlar tarafından yapıldığını aktardı. Akyüz, devamında ise kadın tutuklulara yönelik uygulama ve hak ihlalleri ile ilgili şunları belirtti: “Hastaneye sevk edilen mahpusların muayene saati gelene kadar ring araçlarında kelepçeli bir şekilde bekletildiğine dair ihlal başvuruları alabiliyoruz. Doktorun karşısına çıktığında kelepçeli muayene dayatılıyor. Bunu reddeden mahpuslar tedavi edilmeden cezaevine geri götürülüyor.
Kıyafet kotası tüm cezaevlerinde aynı uygulanıyor. Oysa her bölgenin iklim koşulları birbirinden farklı ve bu iklim koşullarına göre insanların ihtiyaçları değişiyor. Tek tipleştirildiğinde burada bir hak ihlali oluyor. Ya da beslenmenin yeterli ve kaliteli olmaması, havalandırma sisteminin yeterli olmaması, ısınma sisteminde sorunlar yaşanması, hijyen malzemelerin ücretsiz verilmemesi gibi sorunları bir bütünen söz konusu. Hasta tutukluların haklarından yararlanamadığını görüyoruz.”
ATAERKİL MEKANİZMA OLARAK CEZAEVİ
Cezaevlerinin ataerkil sistemin devamı olduğunu söyleyen Akyüz, bunun merkezileştiğinin altını çizdi. Akyüz, “Toplum içerisinde ‘makul kadını’ yaratmak ve onu kontrol altına almak isteyen bir mekanizma var. Cezaevleri, bu mekanizmaların daha da derinleştiği bir merkezdir. Burada ataerkil bir oluşum olduğu ve bunun devam ettiğine dair şikayetler alıyoruz” dedi.
DIŞARIYLA İLEŞİTİM GASP EDİLİYOR
Tutukluların dış dünyayla bağlantılarının kesilip, izole edildiğini belirten Akyüz, “En çok aldığımız başvurulardan biri ailelerinden uzak yerlere sevk edilmelerine dairdir. Aileler çoğunlukla yoksul oldukları için ziyarete gitmekte sorun yaşayabiliyorlar. Yol masrafları kalacak yer sorunuyla karşılaşıyorlar. Zaten tutsakların dış dünyayla bağlantısı ya aile yada telefon görüşmesiyle mümkün oluyor. Dolayısıyla aile görüşlerinin yapılmaması durumunda iletişim kopmuş oluyor” diye belirtti.
Cezaevlerini “görülmeyen alan” olarak tanımlayan Akyüz, şöyle devam etti: Bu alanı görmek lazım. Görülmeyeni görünür kılmak, duyulmayan sesi duyulur kılmak gerekir.”