İSTANBUL - Abdullah Öcalan’ın içerisinde bulunduğu koşulların hukuka aykırı olduğunu vurgulayan avukat Bedirhan Sarsılmaz, AİHM kararlarına işaret ederek, “25 yıl doldu ve Sayın Öcalan’ın koşullu salıverilme koşulları oluştu” dedi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmasıyla başlayan ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesine uzanan uluslararası komplo 26’ncı yılına girdi. İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşullarına alınan Abdullah Öcalan’dan gelinen aşamada, 35 aydır hiçbir şekilde haber alınamıyor. İmralı’dan haber alınamama haline karşı avukatların iç hukuktaki girişimlerinin yanı sıra uluslararası hukuktaki tüm girişimleri ise sonuçsuz kalıyor.
Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatlarından Bedirhan Sarsılmaz, İmralı hukuk sistemi ve bu sistemin infaz rejimi ile toplumsal yansımalarını değerlendirdi.
‘İMRALI’DA İSTİSNAİ BİR HUKUK UYGULANIYOR’
İmralı’da yürütülen tecridin bir işkence yöntemi olduğunu ve gelinen aşamada mutlak iletişimsizlik haline dönüştüğünü söyleyen Sarsılmaz, hukukçular olarak bu duruma hukuki bir tanımlama getiremediklerini vurguladı. Sarsılmaz, “Bakın bir hükümlünün 35 aydır kendisinden haber alınamadığı bir durumdan bahsediyoruz. Onun öncesinde 2011-2019 yılları arasında da Sayın Öcalan’ın 8 yıl boyunca avukat görüşmesinin engellendiğini biliyoruz. İnfaz kanunu açık, infaz kanununun 25’nci maddesi hükümlünün ailesiyle görüş hakkını düzenlemiş. Yine aynı kanunun 59’uncu maddesi hükümlünün avukatlarıyla görüşmesini düzenlemiş. Biz bu açık kanuni düzenlemelere karşı Sayın Abdullah Öcalan’ın hem ailesiyle hem de avukatlarıyla görüşmesinin engellendiğini görüyoruz. Kendisi ile ilgili istisnai bir hukuk uygulanıyor” diye belirtti.
İMRALI UYGULAMALARININ İNFAZ REJİMİNE YANSIMALARI
İmralı’da 25 yıldır süregelen tecrit uygulamalarının infaz rejimini doğrudan etkilediğine dikkat çeken Sarsılmaz, “Örneğin Sayın Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999 yılından beri avukatlarıyla yaptığı bütün görüşmeler devlet yetkilileri tarafından kayıt altına alınıyordu. Biz bunun infaz yasasına yansımasını nasıl gördük; 2016’da Olağanüstü Hal ile beraber avukatların hükümlülerle yaptığı görüşmelerde belli şartlar dahilinde bu görüşmelerin kayıt altına alınabileceği düzenlemesi getirildi. Sayın Abdullah Öcalan’a uygulandığında ses çıkarılmayan bu durum 2016’da getirilen bu düzenleme ile beraber diğer hükümlülere de uygulanmaya başlandı” diye belirtti.
KOŞULLU SALIVERİLME ŞARTLARI
Abdullah Öcalan’ın İmralı’da ki tutulma koşullarının uluslararası ve iç hukuka aykırı olduğunu, ancak Türkiye’nin bu konuda şuana kadar herhangi bir adım atmadığını ifade eden Sarsılmaz, şöyle konuştu: “Sayın Öcalan’a dönük tecrit sisteminin derinleştirilmesiyle beraber kendisiyle ilgili ihlal kararlarının da uygulanmadığını görüyoruz. Kendisi 1999’da ki yargılamayla idam cezasına çarptırılmış, sonrasında Terörle Mücadele Kanunu’nun 17’nci maddesindeki düzenlemeye dayandırılarak kendisine ölünceye kadar hapis cezası verildi. Biz bu durumun başlı başına hukuksuz olduğunu söylüyoruz. AİHM 2014 yılında Sayın Abdullah Öcalan ile ilgili verdiği kararında bu durumun umut hakkını ihlal ettiğini ve bu ağırlaştırılmış infaz rejiminin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3’üncü maddesinde düzenlenen ‘işkence yasağının’ ihlali olduğu yönünde bir düzenleme yaptı. Yine bununla ilgili AİHM’in Vinter v. Birleşik Krallık kararı mevcut. AİHM bu kararda ağırlaştırılmış müebbet cezası alan bir hükümlünün mahkumiyet durumunun belli bir süreden sonra gözden geçirilmesi gerektiği yönünde değerlendirme yapmış ve bu sürenin en fazla 25 yıl olacağını belirtmiş. Biz bu sebeple aynı değerlendirmenin Sayın Öcalan için yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Ki anayasanın 90’ıncı maddesinin 5’inci fıkrası da uluslararası anlaşmaların bu hususta esas alınması gerektiğini düzenlemiştir. Biz bu sebeple 25 yılın dolduğunu ve Sayın Öcalan’ın koşullu salıverilme koşullarının oluştuğunu düşünüyoruz.”
BAŞLATILAN EYLEM VE ETKİNLİKLER
Bu duruma karşı son olarak 35 barodan bin 330 avukatın 22 Ocak’ta Adalet Bakanlığı’na yaptığı başvuruyu hatırlatan Sarsılmaz, bununla ilgili henüz bir geri dönüş alamadıklarını kaydetti. İktidarın bu konuda herhangi bir adım atmaması nedeniyle bugün cezaevlerindeki siyasi tutsaklar başta olmak üzere ülkenin birçok noktasında eylemlerin yürütüldüğünü anımsatan Sarsılmaz, “Avukatlar olarak gerekli başvuruları yapıyoruz ancak maalesef hükümetin bu noktada hiçbir şekilde adım atmadığını görüyoruz. 2011 ve 2019 yılları arasında avukat görüşmesi gerçekleştirilemedi. Maalesef 8 insanın yaşamını yitiresine sebep olan açlık grevi eylemleriyle beraber 2019’da Sayın Öcalan avukatlarıyla görüşebildi. Bugün yine açlık grevindeki eylemciler Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve Kürt sorunun çözümü hususunda bir eylem başlatmış durumda. Biz bu eylemlerin tümünün aslında sorunun barışçıl yöntemlerle çözülmesi için yapıldığını görüyoruz“ şeklinde konuştu.
‘TECRİDİN NEDENİ SAVAŞ POLİTİKALARI’
Abdullah Öcalan’a dönük uygulanan tecridin Kürt sorununun çözümsüzlüğüyle doğrudan bağlantılı olduğuna işaret eden Sarsılmaz, “Sayın Öcalan Kürt sorununun çözümünde rol oynayacak asıl kişi. Kendisi üzerindeki tecridin bu kadar derinleştirilmesinin sebebi savaş politikalarının tercih edilmesinden kaynaklı. Sayın Öcalan fikirlerinin kamuoyuna yansıdığı her durumda Kürt sorununun demokratik barışçıl yollarla çözülebileceğini ve bu noktada adım atabileceğini dile getirmişti” dedi.
Sarsılmaz, şöyle devam etti: "İmralı tecridinin derinleştirilmesi sadece Kürt halkını değil, ülkede yaşayan bütün halkları ve devamında bütün Ortadoğu’ya etki ediyor. Tecridin derinleştirilmesi bir devlet politikası ve bu tecrit sistemi derinleştirdikçe, savaşta ısrar edildikçe her yerde krizin yaşandığını görüyoruz. Bu da Kürt sorunun savaş politikalarıyla çözülmek istenmesinin bir sonucudur.”
MA / İbrahim Irmak