WAN - Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki duruşuyla komployu boşa çıkardığını söyleyen avukat Cemal Demir, "Öcalan'ın paradigması ezilen ve sömürülen halklara umut olmuştur" dedi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmasıyla başlayan ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesine uzanan uluslararası komplo 26’ncı yılına girdi. İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşullarına alınan Abdullah Öcalan, komploda yer alan küresel güçlerin rolüyle birlikte tüm yönlerini açığa çıkardı. Abdullah Öcalan’la 2008 ile 2011 yılları arasında 7 kez İmralı Adası’nda görüşme gerçekleştiren Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Wan Şubesi üyesi avukat Cemal Demir, komplonun amaçları ve sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
'HUKUK HİÇE SAYILDI'
Uluslararası komplonun merkezinde NATO-Gladio yapılanmasının olduğunu, ABD ve İngiltere’nin de içerisinde yer aldığı birleşik bir uluslararası gücün işbirliğiyle gerçekleştiğini belirten Demir, “Özellikle İsrail ve ABD istihbaratlarının bu süreçlerde önemli rollerinin olduğu da sonraki süreçlerde ortaya çıktı. Sayın Öcalan’ın uluslararası bir korsanlık işbirliğiyle yakalanmasından sonraki hukuki süreçlerde de benzer yöntemler uygulandı. Evrensel hukuk, Avrupa hukuku, insan hakları hukuku adeta hiçe sayıldı. Temel insan haklarından olan iltica başvurusu ile bağımsız uluslararası bir yargı mercii tarafından yargılanması hakkı görmezden gelindi. Kurdistan’daki savaşın bir parçası ve tarafı olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin yargı insafına terk edildi. Böylece uluslararası toplum ve hukuk tarihsel bir skandala da imza atmış oldu” dedi.
Av. Cemal Demir
ABDULLAH ÖCALAN’IN İMRALI DURUŞU
Komplonun hedefleri üzerinde duran Demir, “Halkların özgürlük, eşitlik ve demokrasi taleplerine karşı NATO'yu savunan kesimin tırmandırdığı bu savaşta, komplo ile varılmak istenen hedef elbette Kürt, Türk, Arap, Fars ilişkileri bağlamında Kurdistan’daki savaşı derinleştirmek, sorunun demokratik çözümünün önünü almaktı. Dönemin koşulları gereği uluslararası sömürge güçleri bu yönde tutum sergilemektedir. Bilindiği ve tarihin de tanıklık ettiği üzere Öcalan'ın İmralı Cezaevi’ndeki duruşu ve direnişi bu komployu boşa çıkardı” şeklinde konuştu.
‘TECRİT İMRALI’DA KURUMSALLAŞTI’
Uluslararası komplonun ardından Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Adası’nda sürdürülen tecrit sistemine değinen Demir, “İmralı Cezaevi, özel bir proje olarak inşa edildiği için baştan itibaren mevzuat değil, keyfilik yönetim biçimi olmuştur. Bu da tecrit şeklinde uygulanmıştır. Tecrit politikası da İmralı süreciyle birlikte Sayın Öcalan şahsında kurumsallaştırıldı. Bu husus Türk infaz hukukunun bir parçası ve temel felsefesidir. İmralı’da bu politika uluslararası komplonun da bir devamı olarak, daha çok boyutlandırıldı ve gayri insani bir içeriğe kavuşturularak, mutlak bir hale dönüştürüldü. Oysaki tecrit en temel insan haklarına aykırı bir uygulamadır. İnsanlık dışı bir işkence biçimidir. Bu nedenle de evrensel hukukta kabul görmeyen bir uygulamadır” diye belirtti.
‘TECRİDİN VERDİĞİ POLİTİK MESAJ VAR’
İmralı tecrit sisteminin uluslararası komplonun amacıyla örtüşdüğünü dile getiren Demir, “Tecrit ve komplo iç içe geçmiş, birbirini tamamlayan iki kavramdır. Tabi tecridin elbette verdiği politik bir mesaj da vardır. Aslında Kürt ulusunun sesi kısılmak istenmektedir. Öcalan’ın ulusal ve uluslararası konumu ile temsil ettiği değerler dünyada ses getirmiştir. Uluslararası öneme sahip birçok şahsiyet, bu noktada açıklamalarda bulunmaktadır. Dünyaca ünlü sosyolog ve filozof Slavoj Zizek, ABD'li filozof, tarihçi ve dilbilimci Noam Chomsky ve diğerleri, yıllardır Sayın Öcalan’ın içerisinde bulunduğu koşullara dair açıklamalar yapmaktadırlar. Birtakım kampanyalarda yer almaktadırlar. İmralı sisteminin bir parçasına dönüşen CPT’nin eski temsilcisinin dahi bu yakınlarda önemli açıklamaları oldu” diye konuştu.
‘PARADİGMA HALKLARA UMUT OLDU’
Abdullah Öcalan’ın ağır tecrit koşullarına karşın Demokratik Modernite paradigması geliştirdiğini ifade eden Demir, “Öcalan, Kürt ve Kurdistan meselesini ele alırken, aslında geliştirdiği paradigma ve uygarlık çözümlemesiyle sorunun tarihsel bağlamından yola çıkmış, dünyadaki tarihsel ve güncel tüm ulus ve toplum meselelerine el atma ihtiyacı duymuştur. Aslında bu sorun, sömürgeci ve erkek egemen devletli insanlık tarihinden bugüne tevarüs eden bir sorundur. Öcalan, toplumların özgürlüğünün demokratik değerlerle ve doğaya saygı temelinde barış ortamında gelişeceği, kadın özgürlüğünün de toplum özgürlüğünün bir parçası olmasıyla mümkün olduğunu ortaya koyarken tüm demokratik çevrelerin dikkatini çekmiştir. Bu paradigma daha çok ezilen ve sömürülen halklara umut olmuştur. Çünkü egemen kapitalist sömürgeci sistemin en çok ezdiği kesim bunlar olmuştur” dedi.
‘TECRİDE KARŞI DAHA GÜÇLÜ SAHİPLENME OLMALI’
İmralı tecrit sistemine karşı daha güçlü bir sahiplenmenin açığa çıkarılması gerektiğini vurgulayan Demir, şöyle devam etti: “Mutlak tecridin kaldırılması ve Kürt meselesinin demokratik siyasi çözümü talepli Kurdistan ve Türkiye cezaevlerinde uzun bir süredir devam eden bir açlık grevi eylemi bulunmaktadır. Keza Barış Annelerinin Adalet Nöbeti eylemleri var. Tüm bu protesto, eylem ve etkinliklerinin amacı elbette Kürt halkının sesi ve nefesi olan Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasını sağlamaktır. Öcalan'ın Kürt, Kurdistan, Ortadoğu ve hatta dünya meseleleri karşısındaki açıklama, yorum ve öngörülerinin, çözüm perspektiflerinin yerini ve değerini tüm dünya görmüştür. Bu bağlamda çok geniş bir kapasiteye sahip olduğunu İmralı direniş süreciyle birlikte ortaya koymuştur. Bu nedenle de uluslararası kapitalist sömürge anlayışı ve bu anlayışı temsil eden kurum ve devletler tecride ses çıkarmamaktır. Kürtler, dostları, demokratik çevre ve kurumlar ise tüm dünyada adeta bir intifada halindedir.”
MA / Hakan Yalçın