HABER MERKEZİ – Adnan Oktar suç örgütünü ele alan “Adnan” belgeselinin ikinci bölümünde ‘sahte işkence raporu hazırlamak’la itham edilen TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, işkenceyi meşru göstermenin herkes için tehlikeli olduğunu hatırlatarak, hukuki işlem başlatacağını ifade etti.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 140journos tarafından hazırlanan ve Adnan Oktar suç örgütünü ele alan “Adnan” belgeselinin 10 Şubat’ta yayınlanan ikinci bölümünün ardından karalama kampanyasına maruz kaldı. Adli tıp uzmanı olan Fincancı’nın örgüt üyeleri adına “sahte işkence raporu hazırladığı” iddia edildi. Bu iddia ise YouTube’da yayımlanan belgeselde yer alan eski örgüt üyelerinden Özkan Mamati tarafından öne sürüldü.
Fincancı ise, hakkında bu ithama X hesabından yanıt verdi. Fincancı, yaptığı paylaşımlarda yazdı:
“İşkence kamu görevlilerinin kasıtlı, korkutma, sindirme amacıyla yaptıkları bir şiddet eylemidir. Fail kamu görevlisi olduğundan devletlerin önleme, uygulamama ve cezasız bırakmama sorumluluğu olan mutlak yasak bir suçtur. İşkence görenin kim olduğu, ne yaptığı işkence suçunu meşrulaştıramaz. Ancak işkenceyi meşrulaştırma çabaları ve cezasızlık işkencenin devam etmesi için yaygın olarak kullanılmakta, işkencenin görünür olması çabalarının değersizleştirilmesi için tüm yöntemler işleme sokulmaktadır.
‘TIBBİ DEĞERLENDİRME RAPORLARI SAHTE GİBİ GÖSTERİLMEYE ÇALIŞIMAKTA’
Bir belgesel(?)olarak yayına girdiği anlaşılan son dizi de işkencenin meşrulaştırılması için hakikat dışı söylemleriyle kişisel olarak benim düzenlediğim tıbbi değerlendirme raporlarını sahte gibi göstermeye çalışmaktadır.
Beni hedefe koyar gibi yapan, ancak son noktada çok tehlikeli bir duruma kapı aralayarak, işkence görenlerin zarar görmesine yol açacak ifadelere yer vermektedir.
‘İŞKENCEYİ MEŞRULAŞTIRMAYA HİZMET EDER’
Adli tıp uygulamalarında tıbbi değerlendirme; öykü, tıbbi muayene, ruhsal değerlendirme, tetkikler ve bu aşamalarda derlenen verilerin tartışılması, ayırıcı tanı ile sonunda tanıyı içeren bir sonuçtan oluşur. Bu aşamalar ilk muayenelerde olmadığında eksikler tanımlanarak tüm inceleme adımlarının tamamlanması gereğini ifade eden bir değerlendirme de mümkündür. İşkencenin belgelenmesi için sürdürülen araştırmalar aylar, hatta yıllar sonra işkence tanısı koyabilmeyi mümkün kılan tanı yöntemleri geliştirilebilmesini sağlamıştır. İstanbul Protokolü de tüm bu aşamaları ve yöntemleri içeren bir kılavuzdur. Zarar verdiği ve zarar gördüğü iddia edilen tarafların varlığında bu taraflardan biri istediği olmadığında düzenlenen tıbbi belgeyi, kimi zaman da bu belgeyi düzenleyeni, kurumları değersizleştirmeye, bu olayda olduğu gibi nihai olarak işkenceyi meşrulaştırmaya hizmet eder.
İşkenceyi meşrulaştırmak topluma zarar verecek bir girişimdir. Bir kez meşru görüldüğünde toplumun tüm bireyleri işkence görme riski ile karşı karşıyadır.
O nedenle işkence ile mücadele eden insan hakları savunucuları kimin kime işkence yaptığından, meşru göstermek için ortaya konanlardan bağımsız ve ayrımsız işkenceyi görünür kılmak için uğraş verirler. Bir yargılama sürecinde olması gereken işkenceyle kanıt toplamak değil adil yargılama ile sürecin yürütülmesidir.
‘BU TÜR İDDİALARLA ON YILLARDIR KARŞILAŞTIM’
Bir suç iddiasının araştırılmasında işkence görenlerin varlığı ve işkencenin görünür kılınması suçun araştırılmasını akamete uğratmaz. Tam tersine işkence uygulaması mutlak yasak olmasına rağmen devam ettiğinde, cezasız bırakıldığında ve suça dair delillerin uygun yöntemlerle toplanması yerine getirilmediğinde o iddia edilen suçun da örtbas edilmesine yol açar. Sahte rapor iddiaları da bu tıbbi belgelerin değersizleştirilmesi için yaygın olarak kullanılmaktadır. Yalnız bu ülkede değil, dünyanın pek çok ülkesinde bu tür iddialarla on yıllardır karşılaştım. Yapılan soruşturmalarda düzenlenen bütün raporların tıbbi bilgiye ve araştırmaya dayalı sonuçlar olduğunu kanıtlamış olsam da her seferinde denemekten vazgeçmediler, belli ki vazgeçmeyecekler.
Diziyi hazırlayanlar öyle olduğunu iddia etse de ne yazık ki bana ulaşmadılar. Herhangi bir açıklama isteği de olmadı. İlgili tıbbi belgeleme süreci tümünde her zaman uyguladığımız gibi tıp biliminin olanakları ile ve birçok uzmanlık alanından görüşler ve ilgili tetkiklerin değerlendirmesiyle hazırlanmıştır.
‘HUKUKİ GİRİŞİMLERDE BULUNACAĞIM’
Elbette bu raporlar tıbbi ortamlarda tartışılabilir. Yeni tetkikler varsa değerlendirilir. Bir bilimsel yayının tartışması bilimsel ilkelerle yapılır ancak işkencenin meşrulaştırılması için kullanılamaz. Uygunsuz bu süreç ve sosyal medyada emek verdiğimiz kurumları da içine alacak biçimde yürütülen karalama kampanyası ile ilgili hukuki girişimlerde bulunacağımı da buradan paylaşayım.”
FİNCANCI'YA DESTEK VERDİLER
Kendisin bu sözlerle savunan TTB Başkanı Fincancı’ya birçok kesimden destek geldi.
Barış Akademisyenleri, sanal medya hesaplarından “Sevgili hocamız @SKorurFincanci işkencenin önlenmesi amaçlı öncü çalışmaları dünya çapında kabul görmüş bir Adli Tıp uzmanı; vicdanı, cesareti, kararlılığıyla ilham veren bir insan hakları savunucusudur. Onu karalamaya kalkanlar iyi bilsin ki Şebnem Hocamız asla yalnız değildir” paylaşımında bulundu.
Cumartesi Anneleri tarafından yapılan açıklamada ise, “İnsanlığa karşı suç kapsamında olan işkence mutlak yasaktır. Hiçbir neden, insanların işkence görmeme hakkını tartışmaya açamaz. Dünya genelinde işkence tespiti konusunda otorite olarak kabul edilen Şebnem Korur Fincancı’nın itibarını hedef almak, işkenceyi meşrulaştırmaya hizmet eder. Aynı zamanda Cumartesi İnsanı da olan Şebnem hocamızı tanıyoruz; kendi uzmanlık alanında yetkin, tarafsız, dürüst, verilere dayalı çalışan; gerçeği arayan ve açıklayan bir bilim insanıdır. Onun varlığı, bu topraklarda işkencenin önlenmesi için bir şanstır” denildi.
Belgeselin yayımlanması öncesinde Fincancı’ya ulaşılmaya çalıştıklarını ancak yanıt alamadıklarını belirten 140journos ekibi ise, bu konudaki e-postayı paylaşıp soruları yanıtlayabileceğini ifade etti.
Gazete Duvar’a konuşan Fincancı, yoğunluk nedeniyle e-postayı görmemiş olabileceğini ancak telefonla arandığında genellikle ulaşılabilir olduğunu hatırlattı.
Kendisine yöneltilen sorulara verdiği yanıtlardı, örgüt üyelerinin 2006 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Polikliniği'ne başvuru yaptığını anlatan Fincancı, “Bu poliklinik 1999 yılında bireysel başvuru yapılması için kuruldu. Resmi bilirkişilik ile yapılan tıbbi değerlendirmelerin eksik, hatalı veya taraflı olduğu düşüncesi ışığında, dünyadaki uygulamalar da gözetilerek bağımsız alternatif değerlendirmenin kurumsallaşması amacıyla daha önce Tabip Odaları ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından yapılmış değerlendirmeleri işkence ile de sınırlı olmayan, insanların gördüğü iddia edilen zararların araştırılmasında ikinci bir hak sağlayabilecek, örneğin kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı vb gibi alanlara da yaygınlaştıracak bir çabaydı. O nedenle bu yönde bir değerlendirme talep eden tüm başvurulara açık bir mekanizmadır” diye belirtti.
İşkence iddialarının görmezden gelinemeyeceğini söyleyen Fincancı, “Bu yaklaşım her gün gözaltı muayenesi yapan meslektaşlarımı, acillerde çalışan hekimleri de baskı altına almaya hizmet eder” dedi.
‘İŞKENCEYİ MEŞRULAŞTIRAN İFADELER TEHLİKEDİR’
Bu başvuruyla ilgili sürecin diğer yapılan başvurularda benzer bir sürecin işlendiğini dile getiren Fincancı, “Keşke bu raporlar, tıbbi değerlendirmeler iddia edildiği gibi yargıda yer bulsa ama hayır. İnsanlar dehşet uyandırıcı suçlar işleyebilirler, ancak bu suçlar etkili bir soruşturma yürütülüp deliller toplanmadığında cezasız kalır ne yazık ki. Bunun için işkenceyi meşrulaştıran ifadeler de hepimiz için çok tehlikelidir” ifadelerini kullandı.
‘ATLAS, EĞİTİM MATERYALERİNE VERİLEN ADDIR’
2007 yılında yayınlanan ve yazarlarından olduğu “İşkence Atlası” kitabının Adnan Oktar’ın “Yaradılış Atlası” isimli kitabıyla ilgili bağlantı iddialarına dair ise Fincancı, şunları söyledi: “Atlas adı verilen kitaplar tıp alanında görsellerden yararlanarak hazırlanan eğitim materyalleridir. Çizimler, fotoğraflarla tıbbi bilginin aktarılması hedeflenir. İşkence Atlası da böyle bir eğitim aracı olarak hazırlanmıştır. Benim tıp eğitimine başladığımda ilk aldığım kitap Anatomi Atlası'ydı, 1978 yılında.”
GAZETECİLER DE ELEŞTİRDİ
Fincancı’ya dönük ithamlara yer verilen belgesele gazetecilerden de tepki geldi. Halk Tv'nin eski Ankara temsilcilisi olan Gazeteci Özlem Akarsu Çelik, X hesabından yaptığı paylaşımda “140journos belgeseliyle hedef tahtasına oturtulan Şebnem Korur Fincancı’ya yaşatılanlar, tam da “hakikatin reddi ve yalanla yer değiştiği” günümüzü anlatıyor. Gezi döneminde “gazeteci” olup popülerleşenlerin ve “yurttaş gazeteciliğinin” mesleğe zararlarını konuşalım mı artık? Biri gazeteciliğin araçlarını kullanıyor diye gazeteci olmaz! Mesleğin etik değerlerini bilmeyenlerin, “kamusal yarar, teyit, objektiflik, haber kaynağıyla mesafe, gazetecinin sadece gazetecilikten para kazanabileceği, habercinin sıfat kullanamayacağı” gibi dertleri yoktur” paylaşımlarında bulundu.