İZMİR - Uluslararası komployla tasfiye edilmek istenen Kürt özgürlük mücadelesinin Abdullah Öcalan'ın önderliğinde yeni fikirsel çıkışlar yaptığına dikkati çeken gazeteci Halit Ermiş, Ortadoğu'da yaşanan çoklu krizlere tek çözümünün "Demokratik Ulus" paradigması olduğunu vurguladı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan'a dönük uluslararası komplo, önümüzdeki 15 Şubat'ta 26'ncı yılına girecek. PKK Lideri Öcalan'a dönük komplonun startı, 9 Ekim 1998'de Suriye'den çıkarılmasıyla verildi. Komplo, Öcalan'ın 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirilmesiyle devam etti. Öcalan, söz konusu tarihten bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde mutlak tecrit altında tutuluyor.
Öcalan, daha sonra yaptığı değerlendirmelerde, kendisine dönük komployu "21’inci yüzyılın komplosu” olarak nitelendirdi. "Komplo istediği gibi yürüseydi, bu Anadolu’nun kana bulanması demekti" diyen Öcalan, komploya rağmen barış ve demokratik bir zeminin oluşması için çaba harcayacağını vurguladı. Öcalan'ın bu çabalarına rağmen İmralı tecridi her dönem devam ettirildi. 35 aydır da kendisinden haber alınamıyor.
Birçok kesim tarafından "Ortadoğu'ya müdahalenin ilk adımı" olarak nitelendirilen komployu ve etkilerini gazeteci Halit Ermiş ile konuştuk.
Uluslararası komplo 26'ncı yılına giriyor. ABD öncülüğünde gelişen komployla planlanan neydi?
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra sosyalist cephe de dünyada ciddi bir dağılma sürecine girdi. Bölgede geliştirilen ulus devletler üzerinden yeniden şekillendirilen İslami cephe de güçlendi. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nda 'ölümü' ilan edilen Kürdistan'da PKK’yle yeni bir diriliş ve direniş cephesi yayılıyordu. PKK’nin sosyalist çizgisi ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın reel sosyalizmi yeniden analiz ederek tuzaklarından kurtulması ve düşünceleri batı hegemonyası için risk yaratıyordu. PKK çizgisinin gelişmesi sadece bölgede de değil, ezilen uluslar ve halklar açısından da bir ilham kaynağına dönüşebilirdi. Bu durumun önü alınmaya çalışıldı.
Abdullah Öcalan'ın düşünceleri batı hegemonyası için risk yaratıyordu. Bu durumun önü alınmaya çalışıldı. Ancak Kürtlerin kesintisiz mücadelesi ve Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki tarzı planları boşa düşürdü.
Yine bölgede giderek büyüyen ulus devletler vardı. İran, 1979 devriminden sonra ABD hegemonyasının denetiminden çıktı. Bu yaşananlar bölgede uzun vadede batı hegemonyasının çıkarlarına tehlike yaratabilirdi. Dolayısıyla bölgeyi kendileri açısından uzun süre yönetilebilir sınırlara yeniden çekmeyi zorunlu gördüler. Uluslararası komplonun Kürt Halk Önderi şahsında geliştirilmesi ve bununla Kurdistan özgürlük mücadelesinin tasfiye edilmeye çalışılması da asıl tehlike olarak Kürtleri görmelerinden kaynaklıydı. Çünkü kapitalist modernite, yüzyıl boyunca asıl olarak sosyalist cepheye karşı mücadeleyle var olmaya çalıştı. Bölgede geliştirdikleri İslami cephe de özde buna karşıydı. Dolayısıyla bölgeye girişini engelledikleri sosyalizm, PKK şahsında hem de büyük dünya deneyimlerinin tahlili üzerinden Otadoğu’nun bağrından çıkış yaşıyordu.
Bu komplo, bölgenin yeniden sistemin çarklarına dahil edilmesi, güçlerin minimize edilerek sisteme dahil edilmesi, sistem dışı hareketlerin tasfiyesi üzerinden yeni bir sömürü sisteminin inşasını ön görüyordu. Fakat planlar masa başında yapıldığı gibi ilerlemedi; Kürt halkının örgütlü, bilinçli ve kesintisiz mücadelesi bunun engelleyerek, planları deşifre etti. İkincisi Kürt Halk Önderinin İmralı’daki mücadele tarzıydı. Sistemi çözümledi, Kürtlerin mücadelesinde yeni taktikler, yöntemler geliştirdi. Sistemi analiz etti ve Kürtler bu perspektifle yeni bir mücadele safhasına geçti. Dolayısıyla aslında bölge dizaynının birinci etabı bu şekilde boşa düştü. Sonrasındaki tüm gelişmelerin yönünü belirleyen gerçeklik buydu.
Bahsettiğiniz müdahale Ortadoğu'ya nasıl yansıdı?
Hegemon güçlerin müdahalesi, bölgede artık yaşanmaz duruma gelen ulus devletlerde tam bir kaos yarattı. Ulus devletleri yaratan diktatörler de artık halkların tepkisiyle karşılaşmaya başladı. Ulus, din, mezhep çatışmaları yeniden körüklenmeye başlandı. Aslında tarihsel çelişkiler hortlatılarak, bunun üzerinden hegemonya kendisini yeniden yapılandırmak istedi. Ancak bu kaos ortamından Kürdistan özgürlük mücadelesinin yeni toplumsal sistemi ve ortak yaşam perspektifi ciddi bir rağbet görmeye başladı.
Komplodan sonra Kürt Halk Önderinin tarih, toplum ve sistem analizleri Kürtlerin mücadelesinde yeni bir çığır açtı. Bu öyle sıradan bir şey değildi. Kürtler tarih ile günceli kıyaslamaya gittiler. Bir yandan kendi mücadele stratejisi ve taktiklerini geliştirirken, diğer yandan giderek bölge halklarıyla daha güçlü diyalog kurmaya başladılar. Dolayısıyla süreklileşen bir etkileşim durumu mücadeleyi daha geniş kesimlere taşımaya başladı. Tasfiye edilmeye çalışılan PKK, bölge halkları içinde daha fazla yayılma imkanı buldu. Artık toplumlar verili ideolojiler ve hakim sistemlerin ezberlerinden değil, kendi bakış açılarından tarih ve topluma anlam vermeye başladılar.
Örneğin Rojava Devrimi tam da bunun vücut bulmuş halidir. Ortadoğu tarihinde halkların gönüllü ve bilinçli birlikteliğini sağlayan hiçbir güç olmamıştır. Koca imparatorlar bile zor ve şiddet temelli fetihlerle halkları boyunduruk altına almışlar. Ulus devlet çağında ise, zaten egemen ulus karşısında tamamen ötekileştirme, soykırım ve asimilasyon hakimdir. Halklar ve renkler çatıştırmanın kaynağına dönüştürülmüşler. Bu çatıştırmalar üzerinden egemenlerin diktatörlüğü inşa edilmiştir. Ulus devletin sömürü tekelinin bölgedeki aracı tam da bu farklılıkların çatıştırılması durumudur. Bu iki karşıt zihniyet ve anlayış halen çatışma durumundadır. Irak ve Suriye bu gerçekliğe son derece çıplak örnekler teşkil etmektedir.
Bu komploda Türkiye'ye nasıl bir rol verildi?
Daha önce Kürt Halk Önderi Öcalan, 'gardiyanlık rolü' verildiği tespitini yaptı. Şimdi 'gardiyanlık rolü' nedir anlamak gerekiyor. Gardiyanlar, hakim güçlerin talimatlarını pratikte uygulayan emir erleridirler. Kendilerine belirlenenin görevleri icra ederler. Sadece efendileri adına mahkum edilmişleri denetimde tutmaya ve buyruklarını uygularlar.
Türkiye'ye 'gardiyanlık rolü' verildi. Türk devleti, Öcalan şahsında Kürt halkınını kazanımlarını tasfiye etmek gibi ucuz hesapların peşine düştü.
Aradan geçen zaman, Türk devletinin bu rolünün tatbikiyle geçti. Türk devleti, bu sürede Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etmek ve yeni yüzyılını da bunun üzerinden yeniden inşa etmek için çok uğraştı. İşte Erdoğan’ın '2023 hedefimiz' dediği şey tam da buydu. Küresel güçler, PKK gibi Ortadoğu’da rönesans yaratacak bir gücü tasfiye etmek için uğraştıklarından Türk devletinin buna dönük her türlü girişimini de desteklediler. Hatta buna teşvik ettiler.
Türk devleti, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile kurduğu taktiksel ilişkiler bağlamında, Öcalan şahsında Kürt özgürlük hareketini ve Kürt halkının kazanımlarını tasfiye etmek gibi ucuz hesapların peşine düştü. Türkiye, Öcalan’ın bu taktiksel ilişkileri dahi Kürt halkı açısından stratejik kazanımlara dönüştürme yaklaşımını gördüğü an taktiksel ilişkilerini bile sürdürmeye korktu. Öcalan üzerindeki tecridi daha da ağırlaştırarak, mutlak tecrit politikasını devreye soktu. Öcalan, bu süreci aynı zamanda '3'ncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı' olarak tespit etti. Nitekim 25 yıldır Ortadoğu’da savaşlar bitmedi, krizler derinleşti.
Komplonun sonuçları neler oldu, neler kaybettirdi?
Komplo ya da Ortadoğu'ya küresel müdahale, bölgede tam olarak kaos yarattı. 'Kaos niye yaşanıyor' sorusu önemli; Dünya, hegemon güçlerin iki kutba ayrılması sonrası yapısal krize sürüklendi. Teknolojik gelişme, iletişim ve bilişim çağında, sistem ve zihniyeti sürdürülemez duruma geldi. Hal böyle olunca müdahale ve yeniden dizayn, sistemin sürdürülebilirliği açısından bir zorunluluk haline geldi. Bu zorunlu muydu gerçekten, elbette değildi. Ama hegemonya üzerine kendisini inşa etmiş zihniyet ve sistem, bu mantalite dışında bir şey öngörmediğinden ya çökecekti ya da bu yapısal bunalımını aşmak için böyle bir müdahaleyi gerçekleştirecekti. Dolayısıyla müdahale gerçekleşti. Ama müdahale edilenler de artık eskisi gibi değillerdi. Ne bölge ulus devletleri yüzyılın başında inşa ettikleri durumdaydı ne de Kürtler başta olmak üzere bölgede ezilen ve sömürge altında tutulan halklar yüzyılın başındaki gibiydi. Dolayısıyla bu, hegemon güçleri bölgede ve dolayısıyla dünyada yaşadığı krizi derinleştirdi.
Örneğin Kürtler, tasfiye olmak bir yana yeni arayış ve çıkışlara yöneldiler. Irak’a müdahale de bölgede yeni dinamiklerin ortaya çıkmasını sağladı. Bu dinamikler, öyle başına vurduğunda teslim olacak durumda olmadılar. Irak gerçekliği buna en açık örnektir. Ama öz direniş gücü olarak ortaya çıkan birçok yapı, daha sonra farklı güçlerin denetimine girdiler. Irak buna da net bir örnektir. Bu yönüyle aslında Irak’taki durumun doğru tahlili hem bölge halklarının hem de hakim bölge devletleri ve küresel güçlerin yaşadıkları çıkmazın da doğru tahlili olacak.
Bölge ne kaybetti dersek; hakim uluslar ve hegemonlar, birer sömürü tekeli olarak egemenliklerini sürdürüyorlardı. Bu açıdan bakıldığında bölge halklarının bu müdahaleyle özgürlüklerini kaybettikleri gibi bir sonuca varmak bana göre tam doğru bir tespit olmayacaktır. Ama hakim güçler eliyle yeniden daha fazla çatıştırılma durumu yaşıyorlar. Fakat buna karşın egemen ulus devletler ve küresel güçlerin düşüncede kurdukları mutlak hakimiyet durumu kırıldı. Bu açıdan kaybettiler. Arap baharı dediğimiz halkların diktatörlere isyanı bunun sonucudur. Bu sürecin tam olarak nereye varacağını elbette zaman gösterecektir. Ama mevcut durum bana göre budur.
Abdullah Öcalan, mutlak tecrit altında Ortadoğu’da yaşanan sorunlara karşı önemli fikirler ortaya koydu. Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite tezi buna örnek. Bu çözüm modeliyle krizler aşılır mı?
Bir kriz veya kaos durumunu aşmak için öncelikle durumu buraya sürükleyen nedenlere bakmak ve dolayısıyla çıkışın yolunu da bunun üzerinden kurmak gerekir. Burada sorunun nedenleri kadar çözümün de yolu ve yöntemi önem arz ediyor. Kapitalist modernitenin kriz nedeni, her şeyin hegemonya kurma adına kullanılabileceğini varsaymasıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bu durumu 'her şeyin nesneleştirilmesi’ olarak nitelendirdi. Nesne olan şey üzerinden kendisini özne gören hegemon gücün her türlü tasarrufu hak görmesi durumu var. Amaca götüren her yol mubah görülüyor. Hal böyle olunca her şeyi kullanabilir, tüketebilir, gerektiğinde ortadan kaldırabilir, kendisine yabancılaştırabilir ve sonuna kadar sömürebilir. İşte asıl çıkmaz da budur. Kriz böyle yaratıldı. Örneğin doğayı çok pervasızca kullanmayı, kendi iktidarına hizmet ettiği sürece kendisine hak görüyor. Küresel ısınma böyle ortaya çıktı. Sömürgeciliği, mutlak hakimiyeti hak görüyor. Ulus devletler böyle ortaya çıktı. Çatıştırmayı hak görüyor. Farklı din, mezhep, kültür ve ulusların sonu gelmez çatışmaları böyle ortaya çıktı. Birey-toplum dengesizliği bunun üzerine inşa edildi. Liberal ideoloji bunun üzerinden şekillendi.
Kapitalist moderniteye ideolojisine karşı toplumsal bir direniş var. "Geri" gördükleri Ortadoğu kültürleri buna karşı direniyor. Mevcut durumda krizin tek çözüm yolu demokratik ulus çözümüdür.
Şimdi bu ideolojiye karşı toplumsal bir direniş var. En fazla da 'geri' gördükleri Ortadoğu kültürleri buna karşı direniyor. Özünden vazgeçmiyor. Ancak küresel güçler, koca bir halkın özgürlük ve varlık sorununu bireysel haklar kapsamında değerlendiriyor. Ya da ulus devletleri yol belliyor. Ki bu da mutlak olarak ulusların çatışmasını getirir. Mesela İsrail-Filistin sorunu buna somut bir örnektir. Ancak böyle parçalara ayırırsa, sömürebilir ve yönetebilir.
Liberalizmin dayatmalarına karşı duran Ortadoğu toplumsallığının ana formu aşiretlerdir, dinlerdir, mezheplerdir. Dikkat edin bu aşiret kültürü binlerce yıla dayanıyor. Kapitalist sistemin dünya ölçeğinde zirvesini yaşadığı dönemde bile Ortadoğu’da toplumsal var oluşun ana damarını aşiret yapıları oluşturuyor. Sistem sahipleri de bunu görüyor. Aşiretler, mezhepler, inançlar bu coğrafyanın toplumsal formunu oluşturuyor. Onun için Lübnan’da, Irak’ta siyasal sistem ve devlet idaresini bu yapıları esas alarak oluşturmaya çalıştı. Ama alttan altta çatıştırmayı da körükledikleri için dikiş tutmuyor. Tabi buralarda çatışmayı körükleyen sadece küresel hegemon güçler tek değil, bölge ulus devletleri de bunu yapıyor. Hal böyle olunca çözüm gelişmiyor.
Buradan hareketle; Kürt Halk Önderinin geliştirdiği demokratik ulus çözümü, tarihsel toplum ve sistem sorunlarının demokratik çözümünde yegane yol olarak önümüze çıkıyor. Halkların kendi meşru temsilcileri öncülüğünde bir araya geldikleri, demokratik yöntemlerle kendilerini sistem içinde ifade ettikleri, özgürce yaşadıkları ve gönüllü birlikteliklerini oluşturdukları bir yapı oluyor demokratik ulus. Bir ulusun diğerine üstünlüğü, baskısı, reddi ve sömürüsünün olmadığı bir durumdur bu. O açıdan mevcut durumda krizin tek çözüm yolu olarak demokratik ulus çözümüdür.
Küresel düzeyde Kürtlerin dostları tarafından startı verilen “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununda çözüm” kampanyasını da bu kapsamda değerlendirebilir miyiz? Yine Öcalan'ın fikirleri dünyada nasıl yankı buluyor?
Ortadoğu açısından önemine biraz değindik, aynı şekilde dünya açısından da böyledir. Çünkü Ortadoğu’yu şekillendiren küresel hegemon zihniyet ve paradigma, dünyayı da şekillendirmeye çalışıyor. Liberal ideoloji toplumsallığı çürütüyor. Bu ister Ortadoğu’da ister Avrupa'da ister dünyanın herhangi bir yerinde olsun, böyledir. Her şeye kullanılabilir, harcanabilir bakması her yerde geçerlidir. Liberal ideoloji, birey özgürlükçü olarak kendisini yansıtsa da özünde bireyi kullanma ve tüketmenin en değme ideolojisi oluyor.
Toplumsallık insanlığın özüyse, bireyi toplumuna yabancılaştırmanın en değme ideolojsi de liberalizm oluyor. Kendisine yabancılaşan birey, yalnızlaşıyor ve doğal olarak sistem karşısında savunmasız kalıyor. Bunun örneği batının kendisinde yaşanıyor. Bu mutlak olarak sonuç almıştır üzerinden demiyorum, ama özü budur. Çünkü liberal ideolojinin mutlak zaferi gibi bir durum yoktur. Olmadığı için kaos yaşıyor, yapısal bunalıma giriyor. İnsan doğasına saldırıyor, öyle olunca insanlar bir süre sonra tepki gösteriyor, bu tepki örgütlenip yeni bir toplumsallık yaratıyor. Dünyanın değişik yerlerinden, farklı halk ve kültürlerden insanların Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın öğretileri üzerinden bir araya gelmeleri, bu öğretinin kendilerine hitap etmesidir. Sistemle yaşadıkları çelişkilerin cevabını burada bulmalarındandır. O açıdan sömürü, tekel, yabancılaştırma, adaletsizlik nerede daha fazla geliştirilmişse bence demokratik modernite ve onun sistemi olan demokratik ulus en fazla da oralarda gelişme şansı bulacaktır. Çelişki kendisiyle böyle bir durum yaratacaktır.
Öcalan'dan 34 aydır haber alınamıyor, bu mutlak tecrit ne gibi sonuçlar doğurur?
Kürtler, mücadelelerini bölge ve dünyada geliştirip, geniş kesimleri içine dahil ettikçe büyük kazanacaklardır. Türk devleti, bu şekilde bir kopuşun zeminini oluşturdu. Zaten yüzyıldır işgal ve katliamlarla, son 45 yıldır Kürt özgürlük mücadelesine karşı geliştirdiği savaşla bu temeli atmıştı. Ama bir halkın 'önderim' dediği kişiye böyle bir uygulama yaparsanız arada kalmış ince bağları da tümden koparıp atarsınız.
Tecrit durumu Kürtlerde tarihsel ve toplumsal bir sorgulama yaratıyor. Çünkü kendi önderlerine bu uygulamayı reva görenlerin kendilerine nasıl bir dünyayı reva gördüklerini daha fazla sorguluyorlar. İşte kopuş buradan gerçekleşiyor. Bu aynı zamanda niteliksel sıçramalar da yaratıyor. Belki şu an aşırı baskı altında bu niteliksel sıçrama kendisini fazlaca hissettirmiyor ama giderek bunu zorluyor.
Örneğin, Kuzey Kürdistan’da devletin her türlü zor ve şiddet uygulamalarına karşı toplumun siyasallaşması, örgütlenerek direnmesi buna işarettir. Cezaevlerine atılan siyasetçiler de artık savunmalarını tarih ve toplum analizi tezleri üzerinden geliştiriyor. Sistemi çözümlüyor, basit, olay bazlı savunmalara girmiyorlar. İşte bu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın öğretisinin sonucudur. Çünkü bunu ilk yapan o oldu. Kendi savunmasını tarihsel toplumun, sınıflaşmanın, her türlü sömürü sisteminin tarihsel analizi şeklinde geliştirdi. Yani aslında savunma yerine sorguladı, sistemi, egemenleri yargılamaya başladı. Bu giderek Kürtlerde bir bilinçlenme de yarattı. Tarihe, egemen devlete, kendilerine bakış açısında köklü değişim yarattı. İşte bunlar sonuçtur. Kürtler artık ya özgür yaşayacaklar ya da sömürge bir yaşamı kabul etmeyecekler.
MA / Delal Akyüz