İSTANBUL - 25 yıldır ağır tecrit koşullarında tutulduğu tek kişilik hücresinde sürdürdüğü barış çabalarını “İmralı duruşu” olarak tanımlayan PKK Lideri Abdullah Öcalan, demokratik siyasetin çözüm için esas olduğunu bu zamana dek sık sık vurguladı.
Osmanlı Devleti’nin enkazı üzerine “Türkçülük” esası ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, yüzüncü yılına da Kürtlerin imha ve inkarı ile girdi. Yok sayılan Kürtlerin yeniden dirilişini “Kurdistan sömürgedir” teziyle 1978 yılında ilan ettiği PKK’nin kuruluşuyla sağlayan Abdullah Öcalan, Kürtleri ve bir sorun olarak tanımlanan kimlik ve statü talebini küresel bir düzleme taşıdı. Diriliş olarak tanımladığı süreci silahlı mücadeleyle tamamlayan PKK Lideri Abdullah Öcalan, “kurtuluş” sürecine geçişi ise 1990 yıllarla birlikte siyasi çözüme kavuşturma çabalarına başladı.
İLK ADIM: SİYASİ ÇÖZÜME HAZIRIZ
Bunun ilk adımını ise 1993 yılında ilk kez tek taraflı ilan ettiği ateşkes süreciyle attı. Bu girişimi, 19 Mart 1993 tarihinde Bekaa’da düzenlediği basın toplantısıyla ilan eden Abdullah Öcalan, “Olası bir siyasi çözüme kendimizi hazır tuttuğumuzu belirtmek istiyoruz” çağrısı yaptı. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmesi ve ardından Bingöl’de yaşanan “33 asker” olayı, bu girişimini sonuçsuz kalmasına neden oldu.
ÇÖZÜME KARŞILIK BOMBALI SALDIRI
Özal’ın ölümünün ardından adeta el değiştiren devlet, siyasi çözüm çağrılarına savaşı derinleştirerek karşılık verdi. Köy yakmaları, sokak ortasında faili meçhul cinayetler ve kaybetme politikalarının yoğun olduğu bu süreçte, PKK’ye karşı “sınır ötesi operasyon” adı altında saldırılar başlatıldı. Saldırılardan alınamaması üzerine 1995 yılında bu kez devlet yetkilileri, bazı aracılar yoluyla Abdullah Öcalan’a ateşkes çağrısında bulundu. Bu talebe olumlu karşılık veren Abdullah Öcalan, 15 Aralık 1995’te PKK’nin ateşkes ilan ettiğini duyurdu. Siyasi çözüm için girişimlerin sürdüğü bu süreçte, 6 Mayıs 1996’da Abdullah Öcalan’ın Şam’da bulunduğu bir evin yakınlarında bombalı saldırı girişimi sonucunda ateşkes sonlandırıldı. Dünyaya ölümü duyurulan ancak şans eseri kurtulan Abdullah Öcalan, aynı gün bağlandığı MED TV televizyonunda, “Biz barış, kardeşlik diyoruz, bu savaşı bitirelim diyoruz, karşılığında bomba alıyoruz” ifadelerinde bulundu.
ÜÇÜNCÜ ATEŞKES SONRASI KOMPLO
1998 yılına gelindiğinde ise iktidara gelen Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, PKK’ye tek taraflı ateşkes talebini dolaylı olarak iletti. Çözüme dair tutumunu sürdüren Abdullah Öcalan, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde üçüncü kez ateşkes ilan etti. Abdullah Öcalan ateşkes ile çözüm ısrarını sürdürürken, imhayı gerçekleştiremeyen küresel güçler, bu kez tasfiye planlarını devreye koydu. Uluslararası komplo planını devreye koyan ABD, Abdullah Öcalan’ın bulunduğu Suriye’ye siyasi ve diplomatik baskılar uygulamaya başladı. Şam hükümetinin baskılara boyun eğmesiyle Abdullah Öcalan 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıktı ve uluslararası komplo adım adım uygulanmaya başlandı. Aynı gün Yunanistan’a giden Abdullah Öcalan, “çarmıha gerilme” olarak tanımladığı 130 gün boyunca sürdürdüğü ateşkesi, kaçırılarak Türkiye’ye getirildiği 15 Şubat 1999’a kadar sürdürdü. PKK Liderinin uluslararası komployla İmralı Adası’na getirilmesinin ardından PKK tek taraflı ateşkesin sonlandırıldığını açıkladı.
TEK KİŞİLİK HÜCREDE BÜYÜK BARIŞ ÇABASI
1993-1998 yılları arasında ilan edilen üç ateşkes ile devlete sorunun askeri yöntemlerle değil, ancak siyasi diyalogla çözülebileceğinin mesajını veren Abdullah Öcalan, uzattığı ele karşılık bulamasa da bu tutumunu tek kişilik hücrede ağır tecrit koşullarında tutulduğu İmralı Adası’nda da sürdürdü. PKK Lideri, 1999 yılında İmralı’da başlayan yargılamalarda, demokratik temelde çözümünü esas alan “Demokratik Çözüm Bildirgesi” ve “Kürt Sorununda Çözüm Ve Çözümsüzlük İkilemi” başlığıyla yayımlanan “Demokratik Çözüm ve Barış” savunması yaptı. İdam kararına rağmen kendi inisiyatifiyle tek taraflı başlattığı ve adına “Büyük Barış Çabası” dediği süreci büyük bir azimle sürdüren Abdullah Öcalan, 1 Eylül 1999’da dördüncü kez ateşkes ilan ederek, silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesini çağrısında bulundu.
DEMOKRATİK ÇÖZÜM GRUPLARI
Barışçıl tutumunu ağır tecrit koşullarında bu çağrısıyla sınırlı kalmayan Abdullah Öcalan, Qandil, Mexmûr ve Avrupa’dan “Barış ve Demokratik Çözüm Grupları” olarak adlandırdığı 2 barış grubunun Türkiye’ye gelmesi konusunda adım attı. Bu çağrı ile 1 Ekim 1999'da Qandil’den gelen ilk grubun tümü Türkiye'ye adım atar atmaz tutuklandı ve tümüne hapis cezaları verildi. 29 Ekim 1999’da bu kez Avrupa'dan Türkiye'ye giriş yapan ikinci grup da bulunanlar da tutuklandı, her birine 7 ila 15 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi.
UZATILAN BARIŞ ELİ HAVADA KALDI
Bu tutuklamalara rağmen, “24 saat bir savaş içindeyim. Barış savaşı veriyorum. Barış savaşı dışarıdaki savaştan daha zor” diyerek çözüm ısrarını sürdüren Abdullah Öcalan, 2004 yılına kadar devam eden ateşkes sürecinde Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve tüm siyasal partilere Kürt sorununun çözümü konusunda, 20 Ocak 2000'de "Barış Projesi", 4 Kasım 2000'de "Demokrasi ve Barış İçin Acil Eylem Planı"nı, 19 Haziran 2001'de çözüm sürecinin gelişmesi için “Acil Talepler Bildirisi”, 22 Kasım 2002'de "Acil Çözüm Bildirgesi" başlıklı önerileri sunduysa da, uzatılan barış eli havada bırakıldı.
UZLAŞMA VE ÇÖZÜM DEKLARASYONU
1999 sonrası Kürt sorununun çözümüne yönelik yaptığı tüm girişimleri devlet tarafından sonuçsuz kalan Abdullah Öcalan, 3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara gelen AKP iktidarına da müzakere çağrısında bulunarak, 13 Ağustos 2003’te “Uzlaşma ve Çözüm Deklarasyonu” başlığıyla 10 maddelik çözüm deklarasyonu açıkladı. Abdullah Öcalan, sunduğu 10 maddelik deklarasyonu “Yol Haritası” olarak tariflerken, şu değerlendirmelerde bulundu: “Hükümet de eğer bu temelde diyalog ve çözüme gelirse, karşılıklı olarak barış süreci 2005 yılına kadar gelişir. Bu çözüm paketi kabul gördüğünde, ilk olarak iki taraflı net bir ateşkesin gelişmesi sağlanır ve demokratik çözüm yoluna girilir.”
Abdullah Öcalan’ın bu girişimine karşın hükümet kanadından olumlu bir adım atılmazken, İmralı Adası’nda var olan tecrit sistemi derinleştirildi. Sergilenen bu yaklaşım karşısında PKK, 5 yıldır sürdürdüğü ateşkes sürecini 1 Haziran 2004 itibariyle sonlandırdı.
BARIŞ ÇABASINA KARŞI PİŞMANLIK DAYATMASI
Derinleştirilen savaşa karşı Kürt sorununun demokratik çözümündeki ısrarını sürdüren Abdullah Öcalan, 2005 yılında bu kez “Barış İçin Yol Haritası” taslağını hazırladı. PKK’nin silahlı güçlerinin dağdan inmesini sağlamak üzere “Demokratik Katılım Yasası” çıkarılmasını istediği AKP iktidarının buna yanıtı ise, pişmanlık dayatmasını içeren “Eve Dönüş Yasası” oldu.
TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİ ISRARI
Yıl boyunca devam eden çatışmalı sürece karşılık barış çağrılarını sürdüren Abdullah Öcalan, 2006 yılında avukatları aracılığıyla kamuoyuna gönderdiği mesajlarda, savaşın çözüm olmayacağı vurgusunda bulunarak, “Bu kanın durmasını ve Türkiye'nin demokratikleşmesini istiyoruz. 10 yılı aşkın süredir barış çabalarımız devam ediyor, fakat gelinen nokta ortada. Kan akmaya devam ediyor. Bütün barış çabalarıma rağmen benim samimi olmadığımı düşündüler. Ama buna rağmen ben çabalarımı ısrarla sürdürdüm” ifadelerine yer verdi.
AKP’NİN SAVAŞ ISRARI SONUÇ VERMEDİ
Abdullah Öcalan’ın barış siyasetine karşılık savaş ısrarıyla sonuç alamayan AKP, ardından MİT aracılığıyla yeni bir süreç için adım atmaya başladı. 2008 yılında MİT Müsteşarı Emre Taner ile Abdullah Öcalan arasında İmralı’da başlayan süreç, koordinatör ülke konumunda olan Norveç’in başkenti Oslo’da Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) yöneticileri ve devlet yetkilileri arasında “Oslo Görüşmeleri” olarak bilinen bir dizi görüşmelerle devam etti.
‘ÇÖZÜM OLURSA TÜRKİYE’NİN ÖNÜ AÇILIR’
Görüşmelerin devam ettiği 2009 yılı, aynı zamanda Kürt sorununda yeni bir sürecin başlayıp başlamayacağı tartışmalarını da beraberinde getirdi. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, 11 Mart 2009’da Tahran ziyareti sırasında Kürt sorununa dair, “Güzel şeyler olacak” ifadesi ve 9 Mayıs tarihli Prag ziyareti dönüşü, “İster terör, ister Güneydoğu, ister Kürt meselesi deyin, bu Türkiye’nin en önemli meselesidir ve mutlaka halledilmelidir” açıklaması, Kürt sorununun demokratik müzakere yoluyla çözüme kavuşturulabileceği düşüncesini öne çıkarmaya başladı. Gül'ün açıklamalarını 2009’da avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde değerlendiren Abdullah Öcalan, "Sayın Gül'ün açıklamaları önemlidir. Özellikle Türk-Kürt ilişkilerinin tarihine baktığımız zaman, tarihi rol oynayabilecek sonuçlar doğurabilir. Ben de bu konuda üzerime düşen sorumluluğu yerine getireceğim. (…) Korkmalarına gerek yok. Bu iki halk, Kürt ve Türk halkı birbirine girmezse, hiç kimse bize bir şey yapamaz. Bu sorunu iki halk olarak çözersek, Türkiye’nin önü açılır, Türkiye Ortadoğu’nun lider ülkesi haline gelir” dedi.
ÇÖZÜM İÇİN 1921 ANAYASASI ÖNERİSİ
Aynı tarihli avukat görüşmelerinde Kürt sorununun çözümüne dair iktidara 1921 Anayasası’nı öneren ve bunun esas alınması gereken tek belge oluğunun altını çizen Abdullah Öcalan, “Çözüm olacaksa, 1921 Anayasası esas alınmalıdır. Ben bundan başka bir belge tanımam. (…) 1921 Anayasası demokratik çerçevede bir anayasadır; Kürtler ile Türklerin ortak ulusal kurtuluş belgesidir. Bu anayasa Kürtler ile Türklerin ortak anayasasıdır. İçinde Kürtlere muhtariyet vardır” diye belirtti.
‘DEMOKRATİK SİYASETİN ÖNÜ AÇILMALI’
Tüm bu gelişmeler ışığında KCK, çözüm konusunda AKP hükümetinin önünü açmak için 31 Mayıs’ta ateşkes kararı aldığını duyurdu. Abdullah Öcalan da iktidar kanadında "Kürt açılımı" olarak başlatılıp, sonrasında "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" olarak anılmaya başlanan sürece katkı sağlamak için 156 sayfadan oluşan “Demokratik Ulus”, “Demokratik Cumhuriyet”, “Demokratik Anayasa”, “Demokratik Çözüm” adlı ilkelerini de içeren 10 temel başlıktan oluşan ‘Yol Haritası’nı 15 Ağustos 2009 tarihinde kamuoyuna sundu. Abdullah Öcalan, bu “Yol Haritası” ile birlikte devlete şu çağrıda bulundu: “Bu sorunun çözümü için demokratik bir zihniyet, demokratik tartışma, demokratik işleyiş, demokratik siyaset, demokratik örgütlülük, demokratik anayasa gerekiyor. Demokratik anayasa olmadan bu sorun çözülmez. Demokratik müzakere olursa, çözüm gelişir, bu konuda cesur olun, demokratik siyasi çözümün önünü açın. Demokratik siyasetin önünü açın. Barışın önünü açın. Demokratik müzakerenin önünü açın.”
3 AŞAMALI DEMOKRATİK ÇÖZÜM ÖNERİSİ
Abdullah Öcalan 2009’da yaptığı avukat görüşmelerinde Yol Haritası’nda işlediği 3 aşamalı demokratik çözüm önerisinin, Türkiye’nin uzun vadede geleceğini kazanma projesi olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Birinci aşama, devlet Kürtlerin tüm haklarını güvence altına alacak. Bu konuda bize güvence verecek, bizi ikna edecek. Biz de bir, bölücü olmadığımızı devlete ispatlayacağız. Ayrılıkçı, bölücü olmadığımızı beyan edeceğiz. İki, şiddeti yöntem olarak esas almadığımızı ilan edeceğiz. Devlet de demokratik çözümü kabul edecek, Kürtlerin saydığım beş boyutunu dikkate alacak. Kürtlerin kendi kendini yönetmesine imkân tanıyacak. Ancak bunların olabilmesi için benim önümün de açılması lazım. Bu olursa ikinci aşama olarak sınır dışına çekilme gerçekleşecek. Üçüncü aşama olarak da devlet verdiği güvenceyi hukuki mevzuata yansıtacak, bunun anayasasını, kanunlarını, yönetmeliklerini yapacak. Mevcut mevzuatta değişiklik yapacak. Devlet bunu yaptığı oranda da geri dönüşler olacak.”
SAMİMİYET İÇİN ÜÇÜNCÜ BARIŞ GRUBU
Yürütülen sürecin önünün açılması noktasındaki samimiyetini göstermekten geçmiş dönemlerde de kaçınmayan Abdullah Öcalan, bu süreçte de elini taşın altına koyarak, yeni bir barış grubunun tekrar Türkiye’ye gönderilmesi çağrısında bulundu. Abdullah Öcalan, 2009’da yaptığı avukat görüşmelerinde Türkiye’ye gelecek barış grubuna ilişkin, “Demokratik siyasette ciddi bir tıkanma yaşanmaktadır. Bu durum beraberinde hukuki, sosyal, kültürel ve askeri alanları da tıkamaktadır. Kürt sorununa ilişkin yaşanan tıkanmışlığı aşmak; çözümün ve demokratik siyasetin önünü açmak gerekiyor” dedi.
Abdullah Öcalan'ın çağrısı ile 19 Ekim 2009’da Qandil ve Mexmûr’dan 4'ü çocuk 34 kişiden oluşan Barış Grubu, Şirnex’in Silopiya ilçesinde bulunan Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye giriş yaptı. Grubun, 50 bini aşkın kişi tarafından karşılanması, ulusalcı ve milliyetçi kesimlerde rahatsızlığa yol açarken, bu güçlerin baskısıyla beraber hükümetin bu sürecin arkasında duramaması üzerine Avrupa’dan gelecek ikinci grubun gelişi iptal edildi. Kısa bir süre sonra ilk grupta yer alan 30 kişi hakkında davalar açıldı, bunun sonucunda 17’si tutuklandı.
‘AKP’NİN BU POLİTİKALARI SONUÇ VERMEZ’
Barış Grubu üyelerinin tutuklanması ve tüm girişimlerinin sonuçsuz kalması ile Abdullah Öcalan, devletin Kürt sorununun çözümündeki bu yaklaşımına ilişkin avukatları ile yaptığı görüşmelerde, “AKP demokratik açılım, Kürt sorununun çözümü diyerek yedi yıldır herkesi oyalıyor. Bununla muazzam oy da aldılar. Hem Kürtleri hem Avrupa’yı ve ABD’yi böyle oyaladılar. Ama artık bunun bir tasfiye ve oyun olduğu açığa çıkmıştır. Kürtlerin de bunu böyle iyice anlaması gerekir. AKP’nin bu politikaları artık sonuç vermez. CHP ve MHP’nin tutumu da topluma yeni bir şey getirmiyor” tespitinde bulundu.
KCK OPERASYONLARIYLA BİNLERCE TUTUKLAMA
Sürecin akamete uğratılmasının ardından Anayasa Mahkemesi’nin 11 Aralık 2009’da kapatılmasına karar verdiği Demokratik Toplum Partisi (DTP) Genel Başkanı Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un milletvekillikleri düşürüldü. 25 Aralık’a gelindiğinde ise, Kürt siyasetçilere yönelik “KCK operasyonları” adı altında yürütülen soruşturmalarla Abdullah Öcalan’ın avukatlarının ve siyasetçilerin de aralarında olduğu binlerce siyasetçi tutuklandı.
İMRALI TECRİDİNE KARŞI AÇLIK GREVİ
Bu süreci, İmralı Adası’nda tecridin derinleştirilmesi izledi ve Abdullah Öcalan, 27 Temmuz 2011’den sonra avukatlarıyla görüştürülmedi. İmralı tecridinin derinleştirilmesi ve haber alınamama haline karşı PKK’li ve PAJK'lı tutsaklar, 12 Eylül 2012’de açlık grevine başladı. Binlerce kişinin katılımıyla 68 gün süren bu eylem sonucunda, AKP yeniden İmralı’nın kapısını çalmak zorunda kaldı.
2013: 20 YILDIR BARIŞ İÇİN UĞRAŞIYORUM
Kardeşi Mehmet Öcalan’ın İmralı Adası’nda görüştüğü Abdullah Öcalan, açlık grevi eylemlerinin amacına ulaştığını belirterek, sonlandırılması çağrısı yaptı. Bu süreçte dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, katıldığı televizyon programında Abdullah Öcalan ile görüşme halinde olduklarını açıkladı. Devamında dönemin Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Ahmet Türk ile Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Êlih Milletvekili Ayla Akat, 3 Ocak 2013’te İmralı Adası'na giderek, Abdullah Öcalan’la görüştü. Abdullah Öcalan’ın, “20 yıldır barış için uğraşıyorum” dediği bu görüşme, 5 Nisan 2015 tarihine kadar sürecek ve “çözüm süreci” olarak adlandırılan sürecin de başlangıcı oldu. Demokratik çözüm atmosferinin oluşmasıyla, 21 Mart 2013 Newrozu’nda "silahlara veda" başlıklı bildirisiyle, Abdullah Öcalan “Artık silahlar sussun fikirler ve siyasetler konuşsun” çağrısı yaptı.
TARİHİ DÖNÜM NOKTASI: DOLMABAHÇE MUTABAKATI
Yaklaşık iki yıl süren diyalog ve müzakerelerde çözüme dair en somut adım ve tarihi dönüm noktası ise, 28 Şubat 2015’te imzalanan Dolmabahçe Mutabakatı oldu. Kürt sorunun demokratik ve anayasal düzlemde çözüme kavuşturulmasına dair maddeler içeren mutabakatın açıklanmasının ardından çözüm noktasında somut adımların atılması beklense de ortaya çıkan sonuç tam tersi oldu. Abdullah Öcalan’ın “silah bırakma” çağrısında bulunmaya hazırlandığını dile getirdiği 21 Mart 2015 Newroz mesajından bir gün sonra, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını açıkladı.
AKP YENİDEN SAVAŞ KONSEPTİNE DÖNDÜ
Erdoğan’ın bu açıklamasıyla, 3 Ocak 2013’te başlayan görüşmeler, 5 Nisan 2015’te sonlandırıldı. Görüşmelerin kesilmesiyle birlikte AKP savaş konseptine geri döndü. Aynı zamanda 7 Haziran 2015 seçimlerine gidilen bu süreçte, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Mersin ve Adana binalarına dönük bombalı saldırlar, partinin Amed mitingine dönük bombalı saldırı, çatışmalı sürecin işareti oldu. Seçimlerde istediği sonucu alamayan AKP, savaş konseptini devreye koydu ve yeniden seçim kararı aldı. 1 Kasım’da yenilenen seçimlere gidilen süreçte, Riha’nin Pirsûs ilçesinde 20 Temmuz 2015’te 33 gencin yaşamını yitirmesine neden olan katliam yaşandı. 22 Temmuz’da ise Serêkaniyê (Ceylanpınar) ilçesinde iki polisin ölümünü gerekçe gösteren AKP, 24 Temmuz 2015’te topyekûn savaş konseptini devreye koydu.
KÜRTLERE DÖNÜK ÇÖKTÜRME PLANI DEVREDE
Savaş konseptinin devreye konulmasıyla AKP’nin 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında Kürtlere dönük 10 maddelik ‘Çöktürme Planı’nı kararlaştırdığı ortaya çıktı. Bu planla HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklandı; Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yönetimindeki belediyelere kayyımlar atandı ve eşbaşkanlar tutuklandı. Kurdistan’da ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla kentler yerle bir edildi. 2013 ile 2015 yılları arasında çözümün sağlanmaması durumunda darbe mekaniğinin devreye gireceği uyarısında bulunan Abdullah Öcalan’ı, AKP’nin savaş ısrarı sonucunda 15 Temmuz 2015’te yaşanan darbe girişimi doğruladı.
İMRALI DURUŞU: DEMOKRATİK ÇÖZÜM ESASTIR
Savaş derinleştiği bir ortamda Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasına giden AKP, 2017 yılında gerçekleştirilen referandumla “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile “tek adam rejimi” olarak yorumlanan rejime geçiş yaptı. Baskı ortamının en yoğun yaşandığı bu süreçte, İmralı’da var olan tecrit sistemi, mutlak bir hale dönüştürüldü. Aile ve avukat görüşleri engellenen Abdullah Öcalan’dan haber alınamaması üzerine DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde 8 Kasım 2018’de başlatılan ve tüm cezaevlerine yayılan açlık grevleri sonrası oluşan kamuoyu baskısı üzerine, 8 yıl aradan sonra 2019 yılında İmralı Adası’nda 5 kez avukat görüşü gerçekleştirildi. Barış ve çözüm konusundaki tutumunu sürdüren Abdullah Öcalan, 2 Mayıs 2019 tarihli avukat görüşmesinde, sorunların çözümü için derin bir toplumsal uzlaşmaya ve demokratik müzakereye ihtiyaç olduğunun altını çizerek, kamuoyuna şu mesajı gönderdi: “(…) Bizlerin İmralı’daki duruşu, 2013 Newroz Bildirgesinde belirttiğimiz ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır. Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır.”
22 Mayıs ve 12 Haziran tarihli görüşmelerde ise Abdullah Öcalan, çözüm için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümünü esas aldıklarını bir kez daha yineledi. PKK Lideri, 12 Haziran’da gerçekleştirilen görüşmede, Kürt’ün varlığının ve gelişmesinin Türk’ün güçlenmesi ile eş anlamlı olduğunu, bu gerçekliğe göre hareket edilmesi gerektiğini vurguladı. Abdullah Öcalan, bu birlikteliğin tüm Ortadoğu halklarının demokratik ve barış içerisinde yaşamaların önünü de açacağını ifade etti.
DEVLET AKLINA ÇAĞRI: ÇÖZÜM İÇİN HAZIRIM
Abdullah Öcalan, avukatlarıyla 7 Ağustos 2019’da yaptığı son görüşmede ise, çözüm için hazır olduğunu belirterek, “Kürtlere yer açmaya çalışıyorum, gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır” şeklinde konuştu.
‘BU SORUN HEM SİYASİ HEM HUKUKİDİR’
Bu tarihten sonra avukatları ile görüştürülmeyen Abdullah Öcalan’dan en son 25 Mart 2021’de kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı kesintili telefon görüşmesi oldu. Bu görüşmenin yapılış biçimine ve avukatları ile görüştürülmemesine tepki gösteren Abdullah Öcalan, şu uyarıda bulundu: “(…) Bu sorun gelecekte nasıl olacak? Bu sorun ancak hukukla çözüme kavuşturulabilir. Şayet bir görüşme olacaksa, bu avukatlarla olmalıdır. Çünkü bu durum hem siyasi hem de hukukidir “
Abdullah Öcalan’dan, gerçekleştirilen bu kesintili telefon görüşmesinin üzerinden geçen 35 ayda hiçbir şekilde haber alınamıyor. Abdullah Öcalan’ın “İmralı duruşu” olarak tanımladığı barış ve çözüm çabalarına karşı derinleştirilen tecrit ile Kürt sorununda çözümsüzlük en yakıcı sorun olarak varlığını sürdürüyor.
MA / İbrahim Irmak