AMED - İmralı’dan 35 aydır haber alınamamasının "hukuk üstü bir mesele" olduğunu belirten Amed Barosu Başkanı Nahit Eren, "Abdullah Öcalan ile kurulacak temasın ‘güvenlikçi’ politikalardan uzak bir çözümü doğuracağına inanan biriyim” dedi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile cezaevindeki diğer tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş'tan 35 aydır haber alınamıyor. Ne ailelerinin ne de avukatlarının görüştürülmemesine karşı Amed Barosu’nun, İmralı’da dört isimle görüşme talebiyle 2021-2023 yıllarında Adalet Bakanlığı’na yaptığı üç başvuruya da yanıt verilmedi. İlkin 28 Kasım 2021 tarihinde Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulunan baro, olumlu ya da olumsuz bir yanıt verilmemesi üzerine 14 Aralık 2022’de hem Adalet Bakanlığı hem de Türkiye Barolar Birliği’ne (TBB) başvuruda bulundu. Aradan geçen sürede yanıt almayan baro, bu kez 21 Kasım 2023’de Adalet Bakanlığı’na başvuru yaptı.
Başvurulara hala yanıt verilmezken, 22 Ocak’ta aralarında 7 baro başkanının da olduğu 35 barodan bin 330 avukat görüş talebiyle Adalet Bakanlığı’na başvurdu. Başvurucular arasında yer alan Amed Barosu Başkanı Nahit Eren, yaptıkları başvurulara dair konuştu.
BAKANLIK CEVAP VERMEDİ
Tecridin hukuk devletinde kabul edilemeyecek bir uygulama olduğunu belirten Eren, gerek Anayasa gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile güvence altına alınan hakların ihlal edildiğini vurguladı. Meslektaşlarının İmralı Adası'ndaki müvekkilleriyle görüşmesi ve baro olarak bu konudaki kaygıların giderilmesi amacıyla Adalet Bakanlığı'na başvuru yaptıklarını dile getiren Eren, ancak herhangi bir yanıt alamadıklarına dikkat çekti. Eren, "Maalesef bir yıl boyunca Adalet Bakanlığı tarafından olumlu ya da olumsuz bir cevap verilmedi. Baro olarak 2023 yılında, 2022 yılındaki başvuruyla ilgi yeniden başvurduk. Ama maalesef Adalet Bakanlığı bu başvurumuza da olumlu ya da olumsuz cevap vermedi" diye belirtti.
BİN 330 AVUKATTAN YENİ BAŞVURU
22 Ocak’ta bin 330 avukatla birlikte İmralı Adası'nda görüşme talebiyle Adalet Bakanlığı'na yeni bir başvuru yapıldığını hatırlatan Eren, şöyle dedi: "Uygulamanın hukuk devletinde kabulü mümkün olmayan ihlal yaratığı, bu ihlalin giderimi konusunda bakanlığın bizlere adaya gitme ve müvekkillerle görüşme konusunda olumlu yanıt vermesi için başvuru yaptık. Bu başvuru açıklamayla kamuoyuna da duyuruldu. Henüz buna da bir cevap yok."
‘ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN İMRALI’YA YANSIMASI’
İmralı'dan haber alınmama halinin hukuk üstü bir mesele olduğuna dikkat çeken Eren, "Kürt meselesinin çözümsüzlüğüyle doğrudan ilintili bir yaklaşım. Bunu, salt İmralı Adası'nda müvekkillerle görüşmenin ceza infaz sistemi kapsamında infaz hâkimliğinin disiplin cezalarını gerekçe göstererek engellenmesi gibi yorumlamak gerçekten kabule dilebilir değil. İktidar da, Adalet Bakanlığı da, biz hukukçular da bunun farkındayız. Özünde Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün İmralı Adası'na yansımasıdır. Çözüm süreci döneminde bakanlık izniyle heyetler, milletvekilleri, siyasi parti liderleri ve avukatlar çok rahat bir şekilde görüşmeler gerçekleştiriyordu. Kürt meselesinin yeniden bir şiddet sarmalına büründüğü, ‘güvenlikçi’ politikaların yoğunlaştığı 2015 yılı ve sonrası, 2016’daki darbe girişimiyle birlikte İmralı Adası'na gidiş gelişlerin yasaklandığını çok iyi biliyoruz. Bu nedenle meselenin tamamen iktidarın Kürt meselesine bakış açısıyla ilintili olduğunu, gidiş gelişlere müsaade edilmemesinin çözümsüzlükteki ısrarın sebep olduğunu söyleyebilirim" ifadelerini kullandı.
‘SORUN MUHATAPLARLA ÇÖZÜLÜR’
Şiddet, çatışma ve ölümlerin iktidar ve devletin iyi niyetli bir çözüm iradesiyle sonlanabileceğinin altını çizen Eren, şöyle dedi: "Bu iradenin açığa çıkması durumunda hep söylerim; bu tür ağır toplumsal sorunların çözümü muhatapların alacağı inisiyatiflerle çözülür. Abdullah Öcalan'ın İmralı Adası'nda bulunmasına rağmen hala örgüt üzerindeki etkisini iyi biliyoruz. Kendisiyle kurulan iletişim ve çözüme dair geliştirdiği önerilerin örgütte karşılığı çok net kendisini göstermiştir. Meselenin çözümü açısından öyle bir iradenin ve niyetin iktidar ya da devlet nezdinde açığa çıkması, İmralı Adası'nda Abdullah Öcalan ile kurulan iletişimin önemli bir etken ve önemli bir yol alıcı olacağını söyleyebilirim" diye belirtti.
Bütün dinamiklerinde çözüm için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğini belirten Eren, “Geçmiş pratiklerimiz, büyük umutların beslendiği çözüm süreçleri var. Hala Kürt toplumunda, meselenin barışçıl ve diyalog zeminde çözümü konusundaki beklenti ve umut güçlü. Meseleyi çözme açısından bu önemli. Özetle İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan ile kurulacak temas, Kürt meselesinin şiddetten ve ‘güvenlikçi’ politikalardan uzak bir çözümü açısından önemli sonuçlar doğuracağına kişisel olarak inanan biriyim” dedi.
YARGININ SÜREÇLERDEKİ TUTUMU
Kürt meselesinde çözümden uzak, “güvenlikçi” politikaların öne çıktığı her ortamda yargının da buna uygun bir pozisyon aldığını söyleyen Eren, şunları söyledi: "2013-2015 yılları arasındaki yargı pratiğiyle bugünkü yargı pratiği aynı diyebilir miyiz? Tabi ki hayır. Birbirinden çok uzak. Maalesef bu tür politik meselelerde iktidarın açıklamaları ve demeçleri çok net bir müdahaleye işaret ediyor. Yargının etki ve tesir altında olduğunu çok rahat görebiliyoruz. Yargı, bu tür siyasal meselelerde yasa, hukuk ve evrensel kararlardan ziyade ülkedeki siyasi iklime ve konjonktüre göre pozisyon belirliyor. Geçmişte birçok uluslararası örgütün, CPT'nin raporları var. Şuan Anayasa'daki infaz kanununda çok açık olan tutuklu ve hükümlünün hakları kullandırtılmıyor.
'KİŞİYE GÖRE KARAR VERİLMEZ’
"Kişiye göre bir infaz yöntemi öngöremezsiniz" diyen Eren, şöyle devam etti: "Ya da aynı hukuki durumda olan insanlara farklı bir pratik ve uygulama ile hakları ihlal edecek düzeyde sistem ya da karar verme süreci yaratamazsınız. Bu uygulama Anayasa ile güvence altına alınan ve yargı makamlarının da bunu koruma altına almakla sorumlu olduğu eşitlik ilkesine aykırı, ayrımcılığa sebebiyet veren uygulamadır. Bu anlamda yargı maalesef, Anayasa Mahkemesi’nin son kararlarında ya da AİHM kararlarının uygulanmamasında kendini gösterdi. İktidarın bu tür dava dosyalarına ya da meselelere bakış açısına göre kararlar verildi. Bu da yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından kaygı verici bir durum. Sivil toplum, hak ve hukuk örgütleri olarak, bu ülkede hep dile getirdiğimiz şey yargının herkese eşit mesafede olmasıdır. Her birey ve yurttaşın sahip olduğu hakların yine hukuk sistemi içerisinde korunması, güvence altına alınan bu haklara saygı durulmasıdır. Bu anlamda her fırsatta hukuk devletinin bağlılığına gerekliliği, demokrasi kurallarına göre işleyişi ve ihlalleri giderimi konusundaki taleplerimizi ısrarlı bir şekilde dile getirmeye devam edeceğiz."
MA / Müjdat Can - Bazid Evren