İZMİR - 27 yıllık tutsak Zeki Bayhan, tecride dair yazısında, "Tecridin dışarıya bakan penceresi yoktur fakat direnen insan tecrit duvarlarında küçük delikler yaratmasının yollarını bulur. Biliyorum siz de özgür değilsiniz ve korkarım böyle devam ederse sizin de tecridiniz koyulaşabilir" diye kaydetti.
İzmir Buca Kırıklar 2 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan Zeki Bayhan, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinden başlatılıp, tüm cezaevleri ve topluma sirayet eden “tecrit” politikasına dair bir yazı kaleme aldı. Tecridin amaç ve hedeflerini madde madde yazan Bayhan, avukatları aracılığıyla yazıyı ajansımıza ulaştırdı.
27 yıldır tutsak olan Bayhan, bu süre içerisinde cezaevinde "Soykırımcı Devlet Paradigmasından Çıkış-Demokratik Ulus", "Demokratik, Ekolojik, Cinsiyet Özgürlükçü Paradigma", "Sıfıra yükselmek" ile "21. Yüzyılda Özgürlük İdeolojisi-Demokratik Sosyalizm" kitaplarını yazdı. Bayhan, "Biliyorum siz de özgür değilsiniz ve korkarım ki böylesi duyarlılıklarınız devam ederse sizin de tecridiniz koyulaşabilir" uyarısında bulundu.
Bayhan’ın tecritle ilgili yazısının tamamı şöyle:
"Biliyorum siz de özgür değilsiniz ve korkarım ki böylesi duyarlılıklarınız devam ederse sizin de tecridiniz koyulaşabilir. Değil mi ki bugün iktidar yanlısı olmayan herkes her an hapishaneyle tanışabilir. Birkaç yıl önce tutuklanan genç bir arkadaş, onlarca arkadaşın birlikte attığı sloganlardan sonra 'Oh be burada daha özgürüm, dışarıda bu sloganları atsam tutuklanırdım' deyiverdi. Tecrit kavramı dışarıdaki insan algısında nasıl çağrışımlar yaratıyor merak ediyorum. Tecrit konusunda bir şeyler yazmam istendiğinde aklıma ilk gelen şey ne söylenebilir ki oldu. Söylenecek bir şey olmadığı için değil, bilakis o kadar çok şey ve yıkıcı sonu var ki hangisini nasıl anlatmalı bilemiyor insan ve elbette söylenecek şeylerin ne kadar anlaşılacağı kuşkusu aklından çıkmıyor insanın. Çünkü tecrit uygulamaları derinliğine düşünüldüğünde o kadar insanlık dışı ki normal insan algısının, deneyiminin dışında kalıyor. O nedenle anlaşılması hiç kolay değil.
TECRİDİN 7 PENCERESİ
Tecrit penceresiz olmaktır. Tecritte bütün pencereler içeriye bakar. İnsanın içine... Bu bir tür kendi kendini tahribe zorlanmasıdır. İnsanın baktığı her yerde sadece kendisini görmeye, kendisini duymaya, kendisini hissetmeye zorlanması korkunç bir işkencedir. İnsan bir girdaba kapılmışçasına döne döne dibe çekiliyor, un ufak olup kendi üzerine çöküyor gibi hissediyor. Evet tecridin dışarıya bakan penceresi yoktur fakat direnen insan tecrit duvarlarında küçük delikler yaratmasının yollarını bulur. Bilirsiniz insan yüzünü küçük bir deliğe dayayıp baktığında o delik büyür pencereye dönüşür. İşte ben de size içeriyi, tecridin içini görebileceğiniz birkaç pencere açmaya çalışacağım. Biliyorum dışarının aydınlığından içerinin karanlığını görmek zordur ama gözünüzü pencerelere iyice yaklaştırsanız belki bir parça görürsünüz.
Tecridi 7 pencereye benzetiyorum. İlki insanı dört duvar arasına alıp fiziksel olarak yalıtılmasıdır. Olgusal yanı var. Tecrit, gerçekte insanın dört duvar arasına alınmasıyla sınırlı bir uygulama değildir. Tecritte amaç insan zihninin bedenine hapsedilmesidir. Yıkıcı olan budur. Fiziksel yalıtma, hapishane rejiminin kontrol, takip teknolojileri ve uygulamalar silsilesinin amacı da budur. Tecritle tutsağın bütün dikkati, duyarlılığı, kaygıları, korkuları, kendisine, kendi bedenine yönlendirilir. Tutsak bu tuzağa düştüğü anda kendi kendisini oymaya başlar, tüketir. Tecrit kişiyi kişinin kendi eliyle yıkıma sürükleme siyasetidir. Fiziksel, ideolojik-politik, ruhsal ama illa ki yıkım.
DÜŞÜNSEL ÇÖKERTME
İkinci pencere; tecrit ile insanı psikolojik, duygusal ve düşünsel manada çökertme amaçlanıyor. Tecrit koşullarında tek başına veya bir iki farklı kişiyle kalmak elbette fark eder. İnsanın kendi sesinden başka bir ses duyması rahatlatıcıdır fakat zamana yayılmış tecrit koşullarında birlikte kalınan kişiler de birbirileri için canlılığını, farklılığını adım adım kaybeder. Birkaç metrekarelik bir alanda sürekli iç içelik zamanla birlikte kalan insanların birbirilerinin her davranışını, refleksini ezberlemesine yol açar ve birlikte kalanlar birbirileri için farklılıklarını yitirdikleri oranda tecrit sisteminin birer parçasına dönüşürler. Tek kişilik tecrit, üç kişilik tecride dönüşür ve bazen üç kişilik tecrit daha da zorlu haller alabilir, alır.
İNSANI İNSANSIZLIKLA CEZALANDIRIR
Pencere üç; tecrit insanın, insanla da insansızlıkla da cezalandırıldığı bir yıkım sistematiğidir. Tek kişilik tecrit insanı insansızlıkla cezalandırır. Farklı bir ses duymayı özlemle ararsınız. Diğer taraftan üçlü-beşli tecritte de insanla cezalandırılırsınız. Yıllarca ama yıllarca yalnız kalabileceğiniz, kendinize ait tek bir ana sahip olamamanın ne kadar korkunç bir eziyet olduğunu anlayabilir misiniz bilmiyorum. Kafanız bozulunca çekip gidemiyor, yanınızdakilerden bunalınca bir odaya çekilip kapıyı kapatamıyor, baş ağrıları ile kıvranırken sessiz bir köşe bulup dinlenemiyor olma gibi hallerden bahsediyorum.
ZAMAN ALGISI YOK OLUR
Pencere dört; tecritte yaşam sonsuz bir tekrara dayanır. Her gün bir diğer günün aynısıdır. 10-20-30 yıl boyunca hep aynı günü yaşadığınızı düşünün. Kendinizi zamana asılı kalmış gibi hisseder; zaman algınızın silindiğini duyumsarsınız.
MEKANİKLEŞTİRİR
Pencere beş; sonsuz tekrara dayalı tecrit yaşamı zamanla düşünce ediminin yerini alışkanlığa bırakmasına yol açar. Hep aynı günü yaşamak insanların yapıp etmelerini yeniden yeniden düşünmelerini gereksiz kılar. Alışkanlık da düşünülmüşlükten gelir. Ama zihin bir kez düşünmüş ve neyin nasıl olacağını kodlamıştır. Sonrası sınırsız tekrardır. Tecritte alışkanlıklar yaşamı o düzeyde mekanikleştirir ki çoğu kez hiç düşünmeden yapar insan. Bazen 'Acaba bunu yaptım mı?' diye bir soru takılır akla. Döner bakarsınız, yapmışsınızdır. Hapishanedeki insan çok düşünür gibidir. Oysa bu gerçek manada analitik bir düşünme değildir çoğunlukla. Biraz melankoliye bulanmış, bölük-pörçük kırıntılar arasında gidip-gelmeler dalıp çıkmalardır. Tecrit insan zihnini bedenine hapseder demiştim. Zihnin hapsedildiği ağ da alışkanlıklardır.
BİR SİSTEMDİR
Pencere altı; tecridi tek tek uygulamalar üzerinden düşünmek yanıltıcıdır. Tecrit bir sistemdir, uygulamalar bütünüdür. Tek tek uygulamalar da bu bağlam içinde anlamını bulur. Dolayısıyla uygulamalara dair tutsak algısı dışarıdan bakan insanların algısıyla aynı olmayabilir. Çoğunlukla da olmaz. Sözgelimi; her gün, günde iki kez sayım alınır. Tutuklular sayılır. Devlete sorarsanız 'Güvenlik nedeniyle saymak zorundayım' der. Dışarıdaki insana sorsanız 'Bu anlaşılırdır, zararı yok' der. Tutsak algısında ise sayım ona bir demirbaş olduğunu günde iki kez hatırlatılması, hiçlik bilincinin canlı tutulması uygulamasıdır. Şimdi düşünelim; dışarıdaki insanın bu uygulama konusundaki algısı devlete mi yakın tecrit edilene mi? 24 saat her türlü teknolojik araçla gözlem ve takip altında tutulan tutsakların hücrede olup olmadığının tespiti için ayrıca fiziki sayım alınmasının ne kadar güvenlikle ilgili olduğunu ayrıca dikkatinize sunuyorum.
DİRENMEK MÜMKÜN
Pencere yedi; tecrit gardiyanların da psikolojisini bozar. İnsanlık dışı uygulamaların yürütücülerinin normal kalması düşünülemez. İnsanlar adım adım gardiyanlaşır. Sistem de bunu bilir. Bundandır ki dışarıdan gelen avukatlarla, ailelerle muhatap olan gardiyanlar ile içeride tutsaklarla muhatap olan gardiyanlar genelde farklıdırlar. Hapishanenin bir içeriye bir dışarıya bakan yüzü vardır. Bu pencereler aydınlık taşıyan pencereler değil, dışarıya karanlık taşıyan pencereler. Madalyonun diğer yüzüne dair bir iki şey belirterek bitirmek istiyorum; evet tecrit koyu karanlıktır. İnsanı sayısız ağla kuşatır. Ama tüm bunlara rağmen direnmek mümkündür. Tecride karşı direnmek zordur, karanlığın içindeki ışığı yakalayıp büyütmeniz gerekir. Politik tutsaklar bunu başarırlar. Direniş çok yönlüdür. 10 yıl 20 yıl tecrit edilmiş bir tutsağın güncel politik bir yayımlanabilir bir makale yazması mesela, tecride karşı büyük bir şeydir. Yazının entelektüel içeriği elbette önemlidir ama bundan daha önemli ve değerli olan yıllarca tecrit edilmiş olmasına rağmen halkın mücadelesinin gündeminden kopmamış olması ve güncel politikaya dair söz kurabiliyor olmasıdır. Bu tecridin insan iradesiyle aşılabileceğini gösteren bir direniş örneğidir.
Politik tutsaklar hapiste de tecritte de olsa mücadele eden politik öznelerdir. Hapislik veya tecrit koşulları dolayısıyla mücadele eden politik özne konumundan mağdur insan konumuna geçiş politik tutsak için yıkımın başladığı noktadır. Bu bir tuzaktır. Kurgulanmıştır. Ne yazık ki bu tuzağa düşenlerimiz oluyor. Politik tutsaklar politik kimlik ve mücadelelerinden yalıtıldığında geriye mağdur insan kalır. Tecrit rejiminin amacı da budur. Hapishane, tecrit rejiminin değişimi politik sistemin değişimiyle mümkündür. Bu uzun bir mücadele dolayısıyla zaman gerektirir. Bu, tecrit hemen kalkmayacak demektir. O halde hapishanedeki politik tutsakların yaşamlarına direnişlerine küçük de olsa dokunuşlar, katkılar düşünülebilir. Unutulmamalıdır ki; tecritteki insan en çok insana ihtiyaç duyar ve mesele maddi destek değildir.
NEFES OLUN
Hapishanede tecridi en koyu haliyle yaşayanlar ağırlaştırılmış müebbet cezası verilen politik tutsaklardır. Bulunduğum cezaevinde 9 kişi, bulunduğumuz kampüsteki 3 cezaevinde toplam 20 civarıdır sayıları. Yurtsever, devrimci, demokrat avukatlardan her biri bu arkadaşlardan birinin vekaletini alsa ve sadece 3 ayda 1 saatlik bir görüşme yapsa bile bu arkadaşlara bir nefes aldırabilirler. Yine avukat olmayıp görüşemeyen duyarlı insanlardan her biri bu arkadaşlardan biriyle mektup arkadaşı olsa, birkaç ayda bir iki kitap yollayabilse bu arkadaşlara nefes olur. Böyle dokunuşlar çok mu zor? Takdir sizlerin. Ben önerdim. Tecridi en koyu yerinden tutup, oradan başlamalı mücadeleye. Orayı Unutmayalım! Tecrit soğuk olabilir ama direniş ruhu sıcaktır. Direnenlerin sıcaklığıyla hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum…"
MA / Tolga Güney