ANKARA - Yüksek güvenlikli cezaevlerini “Ortaçağın yer altı işkencehaneleri” olarak nitelendiren açlık grevindeki tutsak Elif Çetinbaş, "Ancak birlik olursak başarabilir ve bu organize kötülüklerin üstesinden gelebiliriz" dedi.
Kurdistan ve Türkiye’deki pek çok cezaevinde bulunan siyasi tutsakların 27 Kasım 2023’te PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması talebiyle başlattığı açlık grevi eylemi ikinci ayını geride bıraktı. PKK Liderinin uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirildiği 15 Şubat’a kadar sürecek olan dönüşümlü açlık grevine giren hasta tutuklu Elif Çetinbaş, eyleme dair konuştu.
YENİ İŞKENCEHANELER
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu olan Çetinbaş, bütün cezaevlerinin hukuksuzlukta birbiriyle yarıştığını ve bu hukuksuzlukların, hak ihlallerinin İnsan Hakları Derneği (İHD) gibi pek çok sivil toplum kuruluşunun raporlarına da yansıdığını hatırlattı. Cezaevlerinde, “Eşitlik ilkesine aykırılık”, “yaşam hakkı ihlali” gibi uygulamaların olduğunu ifade eden Çetinbaş, “Her yeni günde bir diğerini aşan farklı bir hak ihlaliyle karşılaşıyoruz. Örneğin; infaz sürelerini doldurmuş yüzlerce tutsak tamamen keyfi sebepler gerekçe gösterilerek bırakılmıyor. S Tipi ve ‘Yüksek Güvenlikli Cezaevleri’ adeta Ortaçağ yeraltı zindanları model alınarak inşa edilmiş yeni işkencehaneler olarak işlev görüyor. Sağlık Kurulları ve Adli Tıp Kurumları ise, siyasi tutsakların ‘ölüm kararlarının’ altına imza atan siyasallaşmış kurumlardan başka bir şey değiller. Cezaevlerinin genel kabul gören boyutunun dışında da ‘adaletin öldüğü’ artık herkesçe kabul edilen bir gerçekliktir. Zaten Yargıtay da tabuta ‘son çivi’yi çakmış durumda” dedi.
‘ÖZEL BİR POLİTİKA’
Toplumun bütün kesimlerinin söz konusu hukuksuzluklardan etkilendiğini sözlerine ekleyen Çetinbaş, “Türkiye zindanlarında bu hukuksuzluk özel bir politika olarak uygulanıyor. Özellikle de dünyada eşi benzeri görülmemiş ağı bir tecridin uygulandığı İmralı Ada Cezaevi’nde! Bu yüzden küresel çapta ‘Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa demokratik çözüm’ şiarıyla başlatılan hamlede, zindanların destek amacıyla başlattığı açlık grevleri ve bu minvalde yaşanan sorunlar bu tablonun yanında ‘devede kulak’ bile sayılmaz diyebiliriz” diye belirtti.
‘KÜRT HALKI CEZALANDIRILIYOR’
“Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa demokratik çözüm” kampanyasının taleplerindeki hakikatin kopmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğunu vurgulayan Çetinbaş, şöyle devam etti: “Zira Sayın Abdullah Öcalan Kürt halkı şahsında, Kürt halkı da Abdullah Öcalan şahsında cezalandırılıyor. Hatırlanacağı üzere Sayın Abdullah Öcalan büyük komployla yakalandığında ‘bu haliyle Kürt sorunu da bitti’ denildi. Açık ki, Sayın Öcalan’ı bitirdiklerini dolayısıyla Kürt sorununu da bitirdiklerini düşünenler bu iki hakikati birbirinden hiç ayırmadılar. Uygulanan tüm hukuksuzluklar ve ağır tecrit de bugün bize bunu gösteriyor. Tam da bu yüzden bizler de bu hakikati bilince çıkarmalı ve Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün aynı zamanda Kürt sorununun demokratik çözümü olduğunu anlamalı ve en doğru şekilde anlatmalıyız.”
‘EN ETKİLİ MÜCADELE’
Açlık grevi eyleminin tarihi zorunlulukların yerine getirilmesi açısından çok önemli bulan Çetinbaş, “9 yıldır zindanlarda bulunan birisi olarak açlık grevlerinin bir devrimci tutsağın yapabileceği en etkili mücadele yöntemlerinden birisi olduğunu biliyorum. Bedeni açlığa yatırmak nefis mücadelesinin en büyüğüdür. Bilindiği gibi dervişler ‘ehil olmak ve hakikate ulaşmak’ için bir yöntem olarak bedenlerini açlıkla arındırırlar. Devrimciler de öyle…” dedi.
‘KURTULUŞU AMAÇLAYAN PARADİGMA’
Kürtlerin birlik olamama ve tarihi sorumluluklarından kaçınma hallerine de dikkati çeken Çetinbaş, şunları ifade etti: “Bugün bütün bu gerçekler Sayın Öcalan’ın yoğun çabalarıyla ortadan kalkmıştır. Hep vurgulandığı gibi: ‘Artık Kürtler o eski Kürtler değillerdir’ ve tarihin tekerrürü de Kürtlerin kaderi değildir, olmamalıdır. Kaldı ki Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu paradigma sadece Kürtlerle de sınırlı değildir. Tüm halkların kurtuluşunu amaçlayan eşitlikçi, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigmasıdır. Dolayısıyla sadece Kürtler değil, tüm demokratik güçler tarihi sorumluluklarını yerine getirmesi ve birimizin bir diğerine bırakmadan bu süreci sahiplenmesi gerekir. Ancak birlik olursak başarabilir ve bu organize kötülüklerin üstesinden gelebiliriz. Bu aynı zamanda insan olmanın gereği olarak yaşama karşı sorumluluğumuzdur da. Nietzsce’nin dediği gibi: ‘Yaşama karşı sorumluluğumuz daha yücesini yaratmaktır.’ Daha yücesini yaratmak umuduyla…”