AMED – PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşmek için Adalet Bakanlığı'na başvuru yapan ÖHD Eş Genel Başkanı Serhat Çakmak, "Kürt sorununun çözümünün temel aktörünün üzerindeki mutlak tecridin kaldırılması gerekmekte” dedi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan ve aile ile avukat görüşleri engellenen PKK Lideri Abdullah Öcalan, Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım'dan 35 aydır herhangi bir haber alınamıyor. Avukat görüş yasaklarının "disiplin cezası" gerekçesiyle engellenmesine tepki gösteren bin 330 avukat Adalet Bakanlığı'na başvuruda bulundu.
Adalet Bakanlığı başvurucuları içerisinde olan Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Eş Genel Başkanı Serhat Çakmak, yaptıkları başvurunun nedenlerini ve İmralı’daki hukuksuzluğu değerlendirdi.
'TECRİT DÜNYA SORUNU HALİNE GELDİ'
İmralı’da uygulanan tecrit halinin devam ettirilmesinin artık hukuki boyuttan çıktığını kaydeden Çakmak, tecridin bir Ortadoğu, dünya sorunu haline geldiğini belirtti. Çakmak, tecritle Abdullah Öcalan’ın Kürt sorunun çözümündeki rolünün, düşüncelerinin görüşlerinin toplum tarafından değerlendirilmesinin önüne geçilmeye çalışıldığını kaydetti.
'DEVLET FİKİRLERİNİN DIŞARI YAYILMASINI İSTEMİYOR'
Türkiye’nin Abdullah Öcalan'ın gerek Türkiye gerek Ortadoğu siyasetindeki rolüne dair fikirlerinin ne derece etkili olduğunu bildiğini söyleyen Çakmak, bunun en basit örneğini çözüm sürecinde yaptığı analizde görülebildiğini söyledi. Abdullah Öcalan'ın o dönemde devlet yetkililerine "Siz bizden vazgeçip Ergenekon'la, derin devletle tekrar işbirliğine girerseniz bu ülkeyi tekrar karanlığa doğru sürüklersiniz ve bir daha toparlanması zor yola doğru gider" sözlerini hatırlatan Çakmak, o dönem devletin Ergenekon, ulusalcılarla bir araya gelip, beraber yürüyeceğine dair söylemin dahi çok uzak bir ihtimal olarak göründüğünü ancak sonrasında pratikleştiğini hatırlattı.
Abdullah Öcalan'ın 10 sene sonrasını görebildiğini söyleyen Çakmak, "Devlet bunu bildiği için Sayın Abdullah Öcalan'ı hiçbir şekilde toplumla, bu ülkede yaşayan ve bu ülkenin demokratikleşmesini isteyen halklarla, fikirsel olarak bir araya gelmesini istemiyor. Bu mutlak iletişimsizlik hali olarak tabir edebileceğimiz tecridi de bu şekilde en ağır yönüyle uygulamaya devam ediyor. Bu meseleyle devletin asıl amacı fikirlerin dışarıya yayılmasını engellemek" diye konuştu.
MUTLAK İLETŞİMSİZLİK HALİ
Mutlak iletişimsizlik halinin politik olarak değerlendirilen bir kavram olduğunu ifade eden Çakmak, bu uygulamanın Ceza İnfaz Kanunu'nda yeri olmadığını söyledi. Ceza İnfaz Kanunu'nda suç tipi, almış olduğu cezanın miktarı ne olursa olsun bir hükümlünün hiçbir şekilde disiplin cezası alsa dahi avukat görüşünün engellenmeyeceğine dair mevzuatta düzenleme olduğunu aktaran Çakmak, "Mevzuat düzenlemesine hiçbir şekilde uyulmamakta ve bu uyulmama hali salt bir Cumhuriyet Başsavcısının takdir edebileceği bir karar değil. Burada hiyerarşik olarak en alttaki devlet görevlisinden tutun da ta ki Cumhurbaşkanına kadar yürütülen silsile içerisinde bu mutlak iletişimsizlik hali uygulanmaya çalışılıyor, kanuni hiçbir dayanağı yok" dedi.
'İLK HUKUKSUZLUK İMRALI'DA BAŞLADI'
Hukuksuzluğun başladığı noktanın İmralı Ada Hapishanesi olduğunun altını çizen Çakmak, şunları söyledi: "Orada hukuksuzluklar başladı ve oradaki hukuksuzluklar ülkenin diğer tüm alanlarına sirayet etmeye devam etti. Bugün AYM kararlarını uygulanmadığı bir seviyeye kadar geldik. Artık toplum içerisinde bu normalleşmeye gidiyor. Siyasal iktidar gücü elinde bulundurduğu için bu normalleşmeyi konsolide edip, kontrol altına alabiliyor. Bu da dediğim gibi bir müddet sonra hukuk devleti ilkesi kuralına ne zaman uymaz ise devlet meşruluk tartışması başlamış olur. AYM kararlarının uygulanmaması da durumu gittikçe daha vahim noktaya taşımakta."
'İMRALI'DA DEFACTO BİR DURUM YARATILMIŞ'
Görüşmeme haline dair muhatap kurum olan savcılıktan görüş dahi alamadıklarını söyleyen Çakmak, hukuk devletinde bir başvuruya ilişkin ilgili kurumun cevap verme yükümlülüğünün bulunduğunu hatırlattı. Tutsak hakkında bir disiplin cezası verilmişse eğer ilgili dosyada bulunan evrakların verilerek, itiraz kanun yolunun tanınması gerektiğini belirten Çakmak, "Burada avukatlar talep etmesine rağmen verilen disiplin cezasının gerekçeleri verilmiyor. İmralı Ada Hapishanesi'nde fiili defacto bir durum yaratılmış durumda. Bu defacto durumu kanuni gerekçelerle açıklayacak donelerin olmadığını biliyoruz" diye konuştu.
Adalet Bakanlığı’na yapılan başvuruların yanıtsız kalmasını da eleştiren Çakmak, cevap verilmemesinin sebebinin de uygulanan tecridin siyasi olmasından kaynaklandığını belirtti. Adalet Bakanlığı’nın tek başına İmralı’da muhatap olmadığının altını çizen Çakmak, “Burada muhatabımız Adalet Bakanı değil siyasal iktidarın kendisidir. Burada bir çözüm alınmak isteniyorsa, Adalet Bakanlığı'ndan olumlu bir dönüş olabilmesi için siyasal iktidar tarafından bunun olurunun alınması gerekiyor. Bu da bir devletin hukuk devletinden ne kadar uzaklaştığını gösteriyor" şeklinde konuştu.
KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ
Kürt sorunu çözülmeden demokratikleşme sorununun çözülemeyeceğine dikkati çeken Çakmak, "Demokratikleşmenin önündeki en büyük engel Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasıdır" dedi. Tek başına haklı olmanın yetmediğini ve mücadele edilmesi gerektiğinin belirten Çakmak, “Değişimi istemek cesaret, sancılı bir sürece girmeyi gerektiriyor” diye belirtti.
STÖ'lere ve hak örgütlerine çağrıda bulunan Çakmak, "Bu ülkeyi beraber demokratikleştirmemiz, büyütmemiz gerekiyor diyorsak; bu tecridin kaldırılması gerekiyor. Bu toprakların asıl hakikati barıştır. Mezopotamya coğrafyasının kadim olmasının ana ekseni birden fazla milletin bir arada barış içerisinde yaşamasıdır. Bu barışın tesisi için Kürt sorununun çözümünün temel aktörünün üzerindeki mutlak tecridin kaldırılması gerekmekte" dedi.
Siyasal iktidara da çağrıda bulunan Çakmak, şunları söyledi: "Yüzyıllık bir cumhuriyet tarihini devirdi bu ülke. Tekçi, totaliter, ulusal devlet mantığı üzerinden bu devlet yüzyıl geçirdi. Bu ülkenin Ortadoğu’da asıl rolünü oynayabilmesi için kendi içerisinde sorunlarını çözmesi gerekir ve bu ülkeyi büyütecektir. Bölgedeki insanların birlikte yaşam arzusunu güçlendirecektir. Bu ülkenin kazananı Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan tüm toplumlar olacaktır. Siyasal iktidarın bunu bir fırsat olarak görmesi gerekir. 2013 yılında buzdolabına koymuş olduğu süreci tekrar çıkarması gerekir. Zira buzdolabına koyduğunuz emanettir. O emaneti bir ömür orada bırakamazsınız, orada kalmasını sağlayamazsınız. O şekilde yaptığınızda buzdolabına konan şeyin çürüyebildiğini de insanların üzerindeki o çürümenin ne kadar kötü sonuçlar doğurduğunu görmesi gerekir. Bu nedenle tek yolun, demokratikleşmenin önündeki tek çözüm yolunun barış olduğunu, bu toplumun hakikati olduğunu iktidarın da görmesi gerektiğini belirtiyoruz.”
MA / Müjdat Can - Bazid Evren