AMED - Amed'te "Barışa Ses Olalım" başlıklı deklarasyon açıklayan sanatçı ve yazarlar, tecrit ve savaş politikaların toplumsal krizleri derinleştirdiğine işaret ederek, “Diyalog kurmaktan, konuşmaktan korkmamalı” çağrısı yaptı.
İstanbul'un ardından Amed'te de aralarında müzisyen, sanat eleştirmeni, yazar, yönetmen, oyuncu, ressam, dengbêj ve sanat akademisyenlerinin de olduğu birçok isim, "Barış Ses Olalım" başlıklı deklarasyonu açıkladı. Sûr ilçesinde bulunan Dicle Kültür Sanat Derneği binasında yapılan açıklamaya çok sayıda isim katıldı.
"Li hemberî tecrîdê em bibin dengê aşîtiyê (Tecride karşı barışın sesi olalım)" pankartının yer aldığı açıklamada, İstanbul'da okunan deklarasyonun Kürtçesi okundu.
Söz konusu deklarasyonda, müzisyen Cevdet Bağca, sanat eleştirmeni-ressam Feyyaz Yaman, yazar Fırat Cewerî, yönetmen Haşim Aydemir, yönetmen İlham Bakır, oyuncu Jülide Kural, müzisyen Mikail Aslan, belgesel sinema yönetmeni Nejla Demirci, fotoğrafçı Özcan Yaman, ressam Sevinç Altan, yönetmen Sırrı Süreyya Önder, tiyatro akademisyeni Süreyya Karacabey ve besteci-söz yazarı Şanar Yurdatapan çağrıcılar arasında yer alıyor.
Kürt PEN Eşbaşkanı Ömer Fidan’ın okuduğu deklarasyon şöyle:
"Barışa Ses Olalım…
Biz aşağıda imzası bulunan sanat ve edebiyat insanları; Cumhuriyet’in ikinci yüz yılda demokratik, halkçı ve özgürlükçü bir niteliğe kavuşması karşısındaki engellere dair itirazımızı kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz. Türkiye’nin geleceği konusunda kaygılı olan bizler, bu çoklu kriz ortamında mütevazı bir ses olma isteğindeyiz. Keza bugün biz susarsak, yarın konuşacak kimse kalmayabilir.
Bir yüzyılı heba eden Türkiye’nin yeni bir yüz yılını daha heba etmesine seyirci kalmayacak olan biz sanat ve edebiyat insanları; tüm etnik, inanç ve kültürel kimliklerinin özgürce yaşadığı, baskılanmadıkları, pogromlara uğramadıkları bir geleceği birlikte örmeyi öneriyoruz.
Yasamanın iktidarın baskısı altında olduğu, bağımsız yargının ‘tek adam rejimi’ eliyle bağımsızlığını yitirdiği, laik ve özgür eğitimin çağın gerisine düştüğü, üniversitelere ve halkın belediyelerine kayyım atandığı, kadınların şiddete uğradığı, beyin göçünün had safhaya ulaştığı, gençliğin gelecek kaygısıyla ülkeyi terk ettiği bu kekre zeminde yeni bir söz söylemenin, yeni bir cümle kurmanın sorumluluğundayız.
İnkar ve asimilasyondan kaynaklı sorunların çözümünde demokratik olanaklarının dışlandığı, şiddetin bir politika olarak sürekli güncellendiği toplumsal ve ekonomik krizlerin derinleştiği bu atmosferde, yeni bir bakma ve görme biçimine ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz.
Başta Kürtlerin demokratik talepleri ve Alevilerin inanç özgürlüğü olmak üzere, birçok insani hak talebi yüz yıl boyunca ötelendi, çözüme kavuşturulmayıp, halklarımız arasında bir ayrışma olgusu olarak, iktidarlara konsolidasyon sağlandı. Halklar ve kültürler arasındaki ayrışmalar derinleştirildi.
Çoklu krizlerle baskı altına alınan kamuoyu, iktidarın ağır manipülasyonu altında. Türkiye’ye hükümet edenler, toplumu gerçek gündeminden koparıp, tali gündemle oyalıyor. Tecrit uygulamaları otokratik iktidarın elinde bir yönetim aparatına dönüşmüş durumda. Toplum, ideolojik ve politik bir kuşatmanın altında. Tecrit ve savaş politikaları toplumsal ve ekonomik krizleri derinleştiriyor.
Binlerce insan siyasi görüşlerinden dolayı, hukuksuz olarak hapiste tutuluyor ve adeta siyasi rehine durumunda. Cezaevlerinde yaşanan ve insan haklarına aykırı olan uygulamalar gün geçtikçe artmaktadır. Şu günlerde binlerce siyasi tutsak tecrit uygulamalarına karşı açlık grevinde. Açlık grevindeki siyasi tutsakların talepleri dinlenmeli, müzakere yolu ile çözülmelidir.
Bizler Türkiye’nin sorunlarını müzakere yöntemiyle çözülmesi gerektiğine inanıyoruz. 2013 yılında başlayan ve halkta büyük barışma umudu yaratan 'Çözüm Süreci' kıymetli bir deneme olarak yaşandı. Sorunun muhataplarından biri olan Abdullah Öcalan ile görüşmeler barışmanın olanaklarını doğurmuştu. Toplumun çok büyük bir bölümünün rıza gösterdiği süreç tekrar başlayabilir. Toplumsal barış için cesaretli olmalı. Diyalog kurmaktan, konuşmaktan korkmamalı.
Muhatap konumundaki herkese açık çağrımızdır; Evrensel hukukun ve insan haklarının ortaya koyduğu koşullar dönemin siyasi temsilcileri tarafından tereddütsüz yerine getirilmeye muhtaçtır. Hükümet baskı, tecrit ve savaş siyasetinden vazgeçmelidir. Biz sanat ve edebiyat insanlarının bu fikir ve önerilerinin, toplumsal barış inşasını arzulayan herkesin sahipleneceğine inanıyoruz."
Açıklamanın sonunda “jin, jiyan, azadî” sloganı atıldı.