İSTANBUL - Gazeteci Metin Göktepe’nin katledilmesinin üzerinden 28 yıl geçti. O günden bu yana baskılara rağmen gazetecilikte ısrarın sürdüğünü belirten gazeteci Fatih Polat, "Türkiye gibi bir ülkelerde basın özgürlüğü bedeliyle gelir. Korunması da mücadeleyi gerektirir" dedi.
İstanbul Ümraniye Cezaevi’nde katledilen siyasi tutsaklar Orhan Özen ve Rıza Boybaş’ın cenaze törenini takip etmek için 8 Ocak 1996 tarihinde gittiği Alibeyköy’de “Sarı basın kartı” olmadığı gerekçesiyle polis tarafından gözaltına alındıktan sonra götürüldüğü Eyüp Kapalı Spor Salonu’nda işkenceyle katledilen Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe’nin ölümünün 28’inci yılına girildi. O dönem duvardan düştüğü iddia edilse de tanıklar sayesinde gerçekler ortaya çıktı ve fail polisler yargılandı. Gazeteci Göktepe’nin davası ise 28 Eylül 2000'de, 5 polis hakkında "Kastı aşan insan öldürmek" ve "Faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek" suçlarından verilen 7’şer yıl 6’şar ay hapis cezasının onanmasıyla kapatıldı.
Göktepe’nin arkadaşı gazeteci Fatih Polat, Göktepe’nin ölüm yıldönümü dolayısıyla ülkedeki gazeteciliğe ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
‘GAZETE ONUN İÇİN BİR OKULDU’
Göktepe’nin meraklı bir gazeteci olduğunu söyleyen Polat, Evrensel gazetesinden önce Gerçek dergide birlikte çalıştıklarını ve dergi kapanana kadar çalışmalarını sürdürdüklerini dile getirdi. Kendisiyle 6 Kürt işçi ile ilgili ortak imzalı bir haber de yaptıklarını belirten Polat, “Metin bugünkü ajans muhabirleri gibi çeşitli alanlara bakardı. Örneğin gençlik haberlerini takip ederdi ama ayrıca hak ihlali, kayıp eylemleri ve işçi haberlerini de takip eder, özel haberler yapardı. Gazete onun için bir okuldu. Öğrenmeye çok meraklıydı” ifadelerini kullandı.
‘HER YERDEN TEPKİ YÜKSELDİ’
Göktepe’nin polislerce katledildiğini hatırlatan Polat, yetkililerin ilk olarak gözaltı işlemini yalanladığını, tanıkların beyanı ve kamuoyu baskısı sayesinde gerçeklerin ortaya çıktığını söyledi. O dönem Göktepe için yapılan eylemleri anımsatan Polat, “Metin’in genç meslektaşlarının başlattığı bir direniş oldu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin o dönemki Başkanı Nail Güreli ve diğer tüm meslek örgütlerinin bir emeği oldu. Bu sürece kadar sokakta haber izleyen muhabirler sürekli şiddetle yüz yüze kalıyorlardı. Metin’e indirilen o copu Türkiye'deki tüm gazeteciler kendilerine indirmiş saydılar. Çünkü o cop, baskının son noktaya varmış hali oldu. Metin dost canlısıydı, meslektaşları tarafından sevilen biriydi. O yüzden Türkiye'nin her yerinde eylemler yapıldı” diye belirtildi.
‘ÖRNEK DAVA OLDU’
Göktepe Davası’nın çeşitli yerlere sevk edildiği ancak örgütlü bir takip olduğunu dile getiren Polat, davanın basın özgürlüğü davaları açısından örnek bir dava olduğunu söyledi. Polat, “Bu davada, bir gazeteciyi döverek katleden devlet görevlileri yani üniformalılar hapis yattı. Örneğin; Sabah gazetesi muhabiri İzzet Gezer, Cizre Newrozu’nu izlerken zırhlı araçla katledildiğine yanında olan meslektaşları şahitti. Hatta Faruk Balıkçı ve Namık Durukan, ‘Ölümün İki Yakasında’ kitabında Gezer’in katledildiği anı anlatı ancak cinayetin üzeri örtüldü. Musa Anter cinayeti, aynı zamanda 1992 yıllarında Kürt basını üzerinde baskıların yoğun olduğu, faili meçhullerin olduğu bir dönemdir. Gerçek dergi Diyarbakır Temsilcisi Namık Tarancı’da Hizbul-kontra tarafından katledildi.”
‘BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN BEDEL ÖDENDİ’
Göktepe’nin hayatıyla bedel ödediğini belirten Polat, şöyle dedi: “Bugün Türkiye’de hala türlü baskı, tutuklu meslektaşlarımız var ancak buna rağmen gazetecilik devam ediyor. Bu aslında Metin Göktepe, Musa Anter, Hrant Dink, Uğur Mumcu, Ferhat Tepe, Hüseyin Deniz’in ve pek çok meslektaşımızın ödediği bedeller üzerinden oluyor. Yani şu an gazetecilik bir şekilde yapılıyorsa kendiliğinden olmuyor. Türkiye gibi bir ülkelerde basın özgürlüğü bedeliyle gelir. Korunması da mücadeleyi gerektirir.”
‘SADECE GAZETECİLERE BIRAKILMAMALIDIR’
1990’lı yıllarda gazetecilerin öldürülerek, günümüzde ise gözaltı, tutuklama ve davalarla susturulmaya çalışıldığına dikkat çeken Polat, “Bugün davalarla basını susturmaya çalışan bir iktidar desturu var. Örneğin; Kürt basını açısından şunu söyleyebiliriz; peyderpey büro baskınları, gözaltılar oluyor. Bu süreç bütün bir gazetecilik faaliyeti üzerine yapılıyor. Bu memlekette gözaltında olan her gazeteci, aynı zamanda işini yapan diğer gazetecilere yönelik bir baskıdır. Yani ‘Senin de sonun böyle olabilir’ mesajı veriliyor” ifadelerini kullandı.
Gazeteci katliamlarının siyasetle doğrudan bağlantılı olduğunun altını çizen Polat, şöyle devam etti: “Bu durum siyasetin nasıl seyir ettiğiyle de ilgilidir. Örneğin; bugün Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) bağlı belediyelere kayyım atanıyorsa, özellikle Kürt halkının iradesiyle kazanılmış belediyelere art arda kayyım atanıyorsa, HDP belediye başkanları ve eş genel başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve başka pek çok isim tutukluysa, Sayın Demirtaş babasını kaybettiğinde hala o zulüm devam ediyorsa bunların hepsi basın alanını da doğrudan ilgilendiriyor. Çünkü bunların yaşandığı yerde bir basın rejimi olur. Baskının meşrulaştırıldığı bir basın rejimi olur ya da iktidar medyasının tahakkümü olur. Bunların haberlerini yapan gazeteciler de mutlaka baskıyla karşılaşır. Dolayısıyla demokrasi mücadelesi ile basın mücadelesinin iç içe olduğu bir düzlemdeyiz. O nedenle basın mücadelesi sadece gazetecilere bırakılmayacak kadar ağır bir meseledir.”
MA / Ömer İbrahimoğlu