İZMİR - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt ve Ortadoğu halkları için anlamı bilindiğinden İmralı’nın tecrit üzerine inşa edildiğini ifade eden Avukat İbrahim Bilmez, "Bu sistemi onu yıldırmak için inşa ettiler. O amaca ulaşamayacaklarını biliyorum” dedi.
Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İzmir şubeleri, “Mekansal Olarak Hapishanelerde Tecrittin Bireysel ve Toplumsal Etkileri” konulu paneli Alsancak'ta bulunan İzmir Barosu Konferans Salonunda düzenledi. Mimar Diyar Kut, Doktor Zeki Gül ve Asrın Hukuk Bürosu Avukatlarından İbrahim Bilmez’in konuşmacı olarak yer aldığı panele çok sayıda yurttaş katıldı.
BİNALARIN İNSAN PSİKOLOJİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Panelde ilk olarak konuşan Mimarlar Odası Mardin Şubesi'nden Diyar Kut, mekansal olarak cezaevlerinin şekillenmesini anlattı. Cezaevlerinin mimarisinin tutsakların sürekli kendilerinin gözlendiğini düşündürten bir şekilde yapıldığını kaydeden Kut, "Burada amaç zihin üzerinde hegemonya kurmak ve tutukluları tamamen baskı altında tutmaktır. Yapıları inşa eden bir ideoloji ve binaların insanların psikolojisi üzerinde etkisi var. Yapıyı inşa ederken esas alınan noktalar olur. Cezaevlerinde de izole etme ve tecrit uygulaması esas alınır. Cezaevleri toplumun bilmediği, görmeyeceği şehirden uzak yerlere inşa edilir. Bu bilinçli olarak kimse orayı görmesin ve bilmesin diye yapılır. Cezaevinin yönlendirmesi meselesi de önemlidir ki hücrelerin ışık almaması için özellikle bu uygulanır. Yine ziyaretçilerle görüşme yapılan yerlerin mimarisi de ziyarete gelen kişilerde cezaevinde olduğunu hissettiriyor. Bu da ziyaretçi de psikolojik rahatsızlık olmasına neden oluyor. Ziyaretçinin bir daha gelmemesi için yapılıyor ve bu da tecrittir" dedi.
CEZAEVİ MİMARİSİ
Yine cezaevlerinde ortak kullanım alanları bulunmadığını kaydeden Kut, hücrelerin sadece uyumak için kullanılması gerekirken tutsakların spor, kültürel ya da sosyal alanlarının olmadığına işaret etti. Bu imkanlara erişimin engellenmesinin de tecrit olduğunu belirten Kut, "Hücrelerin kişiselleştirilmesi bir diğer temel sorun. Odanın boyasından, kullanılan malzemeye kadar kişiselleştirilmesi gerekiyor. Kişiselleştirilen alan psikolojik olarak daha rahat hissettiriyor. Hücrelerde altıda bir aranın da pencere olması ve doğal ışık alması lazım. Ama mevcut hücreler 12 metrekareyken pencere sadece yarım metrekaredir. Yine son dönemde inşa edilen Y ve S tipi cezaevleri tecridi ağırlaştırıyor. Y Tiplerinde her hücrenin doğrudan bağlantılı olduğu havalandırma yok. Başka bir bölümde 1 saatlik bir havalandırma hakkı var ve burada doğrudan bağlantılı olunan bir lavabo yok. Lavaboya dönen tutuklu tekrar havalandırmaya götürülmüyor. Yine orada güneş ve yağmurdan korunabileceği bir alan yok. Bu da bilinçli olarak yapılıyor" diye belirtti.
TECRİDİN SAĞLIĞA ETKİSİ
Ardından konuşan Doktor Zeki Gül de tecrit ve izolasyonun insan ve toplum sağlığı üzerindeki etkilerine değindi. Günümüzde hem tıp hem de mimaride “neromimari” diye bir kavramın geliştiğini aktaran Gül, "Sağlık alanında yapılan çalışmalarda beynin kimi hücrelerin bulunduğumuz yerdeki düzenlemelerden etkilendiği ve hücrelerin değiştiğini gösteriyor. Sistem bunun farkında ve bunu tersten uyguluyor. Yine mimari ve ışık bağlamında baktığımızda ışık hem insan yaşamı hem de mimari açıdan çok önemli. Işığın beyne yardımcı olduğu, depresyon gibi hastalıkları azalttığı kanıtlandı. Mimari bir yapıda ışığı bilinçli olarak kısıtladıkları için depresyona girmemiz için ellerinden geleni yapıyorlar. Eğer birisi bilerek depresyona girmemizi sağlıyorsa bize zarar vermek istiyor demektir ve bu işkencedir" ifadelerini kullandı.
'SAĞLIKSIZ TOPLUMU HEDEFLİYORLAR'
Mandela Kurallarına değinen Gül, şunları söyledi: "Mandela Kuralları 15 günden sonra tecridin işkence ve kötü muamele olduğunu söylüyor. Tecrit ve izolasyonun işkence olduğu söylenirken biz nasıl sağlıklı bir toplumdan bahsedeceğiz? Tecrit bize sağlıksızlık sunan bir şey. Cezaevlerine dikkat ettiğimiz zaman hayatın diğer alanlarında da benzer uygulamalar görüyoruz. Cezaevlerinde mahpusların depresyonunun artması, düşünsel gelişiminin ve hafızalarının gerilemesini istiyorlar. Bedensel ve ruhsal olarak tecritle sağlıksız birey ve üzerinden sağlıksız toplum hedefliyorlar. Cezaevlerinde tutukluların bir hastalığını ya da tecritte olduğunu duymak, onun yakınları içinde bir hastalık üretir."
İMRALI'NIN DURUMU
Son olarak konuşan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından İbrahim Bilmez ise bir avukat olarak müvekkillerine ulaşamadığını hatta son 3 yıldır haber dahi alamadığını vurguladı. Kendisini asıl kaygılandıranın ise bunun normal karşılanması ve kanıksanması olduğunu belirten Bilmez, "İmralı Cezaevi tanımsal olarak hiçbir cezaevine uymuyor ve ilk kurulduğu andan itibaren tecrit üzerine inşa edilmiş. Bu dünyada sık rastlanan bir durum değil. Böyle bir tecrite maruz kalmış başka bir tutuklu yoktur. Sayın Öcalan'ın Kürt ve Ortadoğu halkları nezdindeki anlamını biliyor ve ona göre sistem inşa ettiler. İmralı'da 24 saatlik kamera ile gözetlemenin yanı sıra kapının mazgalının ansızın açılıp kapatılması ile ayrı bir işkence yapıyorlar. Yine gece sabaha kadar ışığı kapatmıyorlar. İmralı'da bir kişiye özgü bir sistemi onu yıldırmak için inşa ettiler. O amaca ulaşamayacaklarını biliyorum" dedi.
TECRİDİN YARGIYA YANSIMALARI
Hukuk devletinde böyle bir sistemin olmasının dahi düşünülemeyeceğinin altını çizen Bilmez, Türkiye ve uluslararası mecrada başvurmadıkları kurum kalmamasına rağmen bir çözüm bulamadıklarını aktardı. Tecridin sadece Abdullah Öcalan ya da Kürtleri ilgilendirmediğini dile getiren Bilmez, "Ama birçok toplumsal yansıması oldu. Bunun yargı yansımalarına bakacak olursak 2004 yılında yapılan bir yasayla avukat ve müvekkil görüşmesini ortadan kaldıracak düzeyde gözetlenmesi ve avukatın görüşünü engelleyecek uygulamalar getirildi. Bunu da ilk olarak Sayın Öcalan'la yaptığımız İmralı görüşmelerinde uyguladılar. 15 Temmuzdan sonra ise her yerde uygulanmaya başlandı. Yine Can Atalay hakkında verilen kararın yerel mahkeme tarafından uygulanmaması tartışmaları var. Bu meselede ilk olarak İmralı'da başladı. 2014 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ağırlaştırılmış müebbettin işkence olduğunu söyledi. 2014 yılından beri bu kararlar uygulanmıyor. Öte yandan 2004 yılında AİHM adil yargılanma hakkına ilişkin de ihlal kararı vermişti. Bu da uygulanmadı. Bunun yanı sıra tecridin toplumsal ve siyasal etkileri de var" diye konuştu.
Panel soru-cevap bölümüyle sona erdi.