İSTANBUL - Kürt sorununun çözümünde hukuki ve siyasi seçeneklerin devreye konulması gerektiğini belirten Asrın Hukuk Bürosu avukatı Emran Emekçi, "Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlüğünün hukuki zemini de var, siyasi çözüm zemini de var” dedi.
AKP’nin iktidarının tecrit ve savaş denklemiyle yarattığı krizlerle bir yıl daha geride kaldı. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın demokratik çözüm ısrarına karşın AKP iktidarının çözümsüzlük politikasıyla 5 Nisan 2015’da İmralı Adası’nda yeniden devreye konulan ağırlaştırılmış tecrit, ekonomiden siyasete her alanda krizlere neden oldu. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Çözüm olmazsa, darbe mekaniği devreye girer” uyarılarına rağmen, AKP 24 Temmuz 2015’te topyekûn savaş konseptini devreye koydu. Nitekim AKP’nin bu uyarılara rağmen derinleştirdiği savaş, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini getirdi.
Darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak değerlendiren AKP, bugüne kadar “Hava muhalefeti” ve “Koster bozuk” gerekçesiyle İmralı’da engellediği aile ve avukat görüşünü, ilan ettiği Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında 4’er kez 6’şar ay sürdürdü. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a göre dizayn edilen yasalarla, İmralı tecrit sistemi disiplin adı altında verilen cezalarla yasal kılıfa büründürüldü. İmralı’da bulunduğu 25 yıl boyunca telefon hakkından ikinci kez 25 Mart 2021’de kesintili yapılan görüşmeyle yararlanan Abdullah Öcalan’dan, 34 aydır haber alınamıyor. 2023 yılı da İmralı’da haber alınamama haliyle sürdürülen ve mutlak iletişimsizlik haline evrilen tecrit sistemiyle geride kaldı.
Abdullah Öcalan ile birlikte İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaeevi’nde tutuklu bulunan Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım’dan haber alınamaması, aile ve avukatların yanı sıra dünya kamuoyunda kaygıları derinleştirdi. Kürtler ve dostları Abdullah Öcalan ile görüşme talebiyle eylem ve etkiinliklerle başladığı yılı, Abdullah Öcalan’a özgürlük taleplerini alanlara taşıyarak geride bıraktı.
Yılın ilk günlerinde Abdullah Öcalan ile görüşme talebiyle siyasetçilerin başlattığı Adalet Nöbeti, yılın son günlerinde dünyanın 74 merkezinde “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununda çözüm” kampanyasıyla sürdürüldü. Yıla damgasını vuran bu talebin yanı sıra, Abdullah Öcalan’ın avukatları da yıl boyunca Anayasa Mahkemesi’nden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) hukuki girişimlerini sürdürdü. Abdullah Öcalan’ın müdafiliğini yürüten Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Emran Emekçi, yıl içinde İmralı’ya dair yaşanan gelişmeler ve Abdullah Öcalan’ın son durumuna dair sorularımızı yanıtladı.
Müvekkiliniz Abdullah Öcalan ile 25 yıldır tutulduğu İmralı’da sürekli engellemelerle karşılaştınız. Gelinen aşamada 33 aydır haber alınamıyor. Deyim yerindeyse çalmadığınız kapı kalmadı. İmralı Adası, 2023 yılını nasıl geçirdi?
Haber alamama hali devam ediyor. İletişim kuramadığımız, mektuplaşamadığımız, telefonlaşamadığımız bir yıl oldu. Gönderdiğimiz mektupların ulaşıp ulaşmadığını bilmiyoruz. Aile ve avukat görüşü olmadı. Haber alamama hali 2023 yılına da damgasını vurdu. Deprem gibi olağanüstü durumlarda telefon kullandırma zorunluluğu, aile ve avukat görüşleri de aslında zorunlu olduğu halde görüştürülmedik. Normal prosedür uygulanmıyor. Biz 12’si avukat, 9’u aile olmak üzere depremle ilgili 21 görüşme başvurusu yaptık. Ama ilginç olan bize verilen yanıt, ‘normal yasaklar devam ediyor’ şeklinde oldu. Sanki deprem olmamış gibi bir yanıt verildi. ‘Aile görüş yasağı var, yaptırmıyoruz. Telefon görüşme yasağı var, yaptırmıyoruz’ dediler. Böyle durumlarda yasanın emredici hükmü varken, yasaktan bahsetmek anlamsızdır.
Aile ve avukat görüşlerinin engellenmesine gerekçe gösterilen “disiplin cezaları”, 2023 yılında da sistematik bir şekilde sürdürüldü. Dün “koster bozuk”, bugün “disiplin cezaları” ile sürdürülen bu engellemelerin yasal dayanğı nedir?
Sayın Öcalan, demokratik çözüm, barış için konumu belli olan ve bunun için çaba veren biridir. Tam tersine darbeleri önleme misyonunu yerine getirdi.
2016 yılına kadar “koster bozuk”, “hava muhalefeti” gibi inandırıcı olmayan gerekçeler sunuldu. Bu durum hatta karikatürlere konu oldu. CPT’de raporunda ‘Koskoca devlet gemi tahsis edemiyor mu?’ demişti. Artık bunu izah edemiyorlardı. İnandırıcılığı kalmamıştı. 2016 yılında OHAL’i de bahane ederek, sanki darbeyi Sayın Öcalan yapmış gibi, fatura Öcalan’a çıkartıldı. Ondan sonra darbe gerekçe yapılarak, mahkeme kararıyla yasaklama yoluna gidildi. Darbe gerekçesiyle ilk yasaklama kararı 20 Temmuz 2016’da oldu. Oysa Sayın Öcalan’ın darbeyle alakası yok. Sayın Öcalan, demokratik çözüm, barış için konumu belli olan ve bunun için çaba veren biridir. Tam tersine darbeleri önleme misyonunu yerine getirdi. Öcalan’ın çözüm süreçleri, darbeyi engelleyen süreçler oldu. 2018’e kadar OHAL gerekçe gösterildi. 2018’de OHAL kaldırıldıktan sonra bu sefer 3 ayda bir türetilmiş, inandırıcılığı olmayan disiplin cezalarıyla, 6 ayda bir avukat yasak kararları, telefon yasak kararları rutin halde verildi. Yasak kararlarının gerekçeleri aynı ve kopyala yapıştır.
Bu yasaklara “güvenlik” gerekçesi gösteriliyor. Başka bir gerekçe yok. Çünkü yasal ve maddi temele dayanmıyor. Yasa, ‘aile, avukat ve telefon görüşünü önce yaptırmak zorundasın. Yaptırdıktan sonra bir bulgu elde edilirse, o bulguya göre yasaklama yoluna gidilebilir’ diyor. Ama yaptırılmayan telefon görüşmesine yasak getiriliyor. Olmayan avukat görüşmesine yasak getiriliyor.
AİHM’in Abdullah Öcalan için 2014 yılında verdiği bir ihlal kararı var. Öcalan’a verilen “ölünceye kadar hapis” cezasının işkence yasağına aykırı olduğunu ve hukuka uygun hale getirilmesi için mevzuatın değiştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne taşınan bu konuyla ilgili bir gelişme oldu mu?
Bizim 2023 yılı boyunca üzerinde en çok durduğumuz konu Bakanlar Komitesi oldu. AİHM kararının uygulanmasıydı. 19 Ocak 2023’te Bakanlar Komitesi’ne başvuruda bulunduk. ‘Hükümet tavsiyeleri yerine getirmiyor, mevzuat değişikliğine gitmiyor, ceza indirimine gitmiyor, bu konuda verilen yanıtlar AİHM kararının gereğini karşılamıyor’ diye, yeniden hükümetin uyarılmasını, gerektiğinde 46/4 maddesini işletmeye konulmasını istedik. Çünkü Türkiye hükümeti verdiği cevaplarda, mevcut mevzuatı değiştirmeyeceğini ısrarla iddia ediyor. AİHM’nin ‘işkence’ olarak tespit ettiği ölünceye kadar infaz rejimini savunuyor. Bu konuda da Bakanlar Komitesi biraz pasif kaldı.
46/4 prosedürü nasıl bir yaptırımı içeriyor?
Türkiye eğer AİHM kararını yerine getirmezse, insan hakları sicilini takibe alıp, kamuoyuna ‘Türkiye AİHM kararını uygulamıyor’ şeklinde deşifre yapabilir. Gerektiğinde üyeliğin askıya alınmaya gidilebileceği bir süreçtir. Bu zorlayıcı bir yaptırımdır ama uygulanmıyor. Maalesef bu da bizi endişeye sevk ediyor. Bakanlar Komitesi de zamana yayma gibi bir yaklaşım içerisinde, etkili adımlar atmıyor.
AİHM, ihlal kararında Türkiye’ye mevzuatında değişikliğe gitmesi gerektiğini söylerken, Vinter örneğine atıfta bulunarak azami ceza sınırının 25 yıl olmasını tavsiye ediyor. Abdullah Öcalan’da 25 yıldır İmralı’da tutuluyor. Asrın Hukuk Bürosu’nun “Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün hukuki kapısı aralandı” açıklaması yapmıştı. 25 yıl oldu, İmralı kapılarının açılması mümkün mü?
Türkiye, AİHM’e, AK Bakanlar Komitesi’ne, CPT’ye, BM’ye, ‘uluslararası hukuku uygulamıyorum’ diyor. Hukuka göre devlet değil, politikaya göre devlet.
AİHM, Türkiye’ye diğer ülkelerde 25 yıldan fazla ceza verilmediğini, 36 yıl veya ölünceye kadar hapis cezasının insanlık dışı olduğunu söylüyor. Bu konuda azami hat 25 yıldır diyor. Gerçekten ortada demokrasiye, hukukun üstünlüğüne inanan bir siyasi irade olursa, bu çok önemli bir zemin, fırsattır. Sayın Öcalan zaten demokratik çözüme, barışa açık bir konumdadır ve bu sorunu çözmek istiyor. Türkiye mevzuatında da 1991’lere kadar adli, siyasi ayrımı yapılmadan, en fazla yatar ceza 20 yıldı. 91’de TMK çıktı, adli siyasi ayrımı o zaman yapıldı. 36 yıl ceza o dönem geldi. 36 yıl zaten insanlık dışı. Yetmiyormuş gibi Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye uluslararası komployla getirilişiyle birlikte infaz rejimi değişti, ölünceye kadar hapis cezası getirildi. Bu da ayrı bir garabet. Türkiye infaz hukuku karman çorman. Hiçbir ilke uygulamıyorlar. Zaten adli, siyasi ayrımı yapmak eşitlik ilkesine aykırıdır. Bir de ölünceye kadar ağırlaştırılmış müebbet cezası, dünyanın hiçbir yerinde yok, insanlık dışı bir şey.
Avrupa hukuku çerçevesindeki mevzuata bağlı, Türkiye’nin imzaladığı sözleşmeler çerçevesinde, o sistem dahilindeki ülkelerde en fazla 25 yıldır. Türkiye, AİHM’e, AK Bakanlar Komitesi’ne, CPT’ye, BM’ye, ‘uluslararası hukuku uygulamıyorum’ diyor. Hukuka göre devlet değil, politikaya göre devlet. Hukuk burada kılıftır. Disiplin cezaları vs. hepsi kılıftır. İşin özü bu. Hepsi politik kararlar.
Abdullah Öcalan’ı, uluslararası komployla getirildiği İmralı Adası’nda karşılayan CPT’ye gelecek olursak. 2022 yılında İmralı’ya bir ziyaret gerçekleştirdi ancak raporunu açıklamadı. Abdullah Öcalan’ın da tecrit halinden sorumlu tuttuğu CPT’nin bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsun?
CPT’de aynı noktada duruyor. Bir yıl geçti, 2023’te de raporunu açıklamadı. Bırakalım raporu açıklamayı, tavsiyeleri de yerine getirilmedi. Disiplin cezaları devam etti, aile, görüşü, telefon yasakları devam etti. 2023 yılı CPT’nin etkisiz olduğu, yetkilerini kullanmadığı bir yıl oldu. Sayın Öcalan’ın zehirlendiğine dair haberler, fiziki müdahale vs. olduğunda CPT, 2007’de hükümete mektup gönderdi. CPT radikal bir tavır aldı ve ‘Tavsiyelerimizi yerine getirmezseniz, tavrınızı ilan edeceğiz’ dedi. Ondan sonra biraz düzelmeler oldu. Avukat görüşmeleri başladı. Yani CPT’nin böyle bir yetkisi var. Şu anda da ise daha olağanüstü bir durum yaşanıyor. Sayın Öcalan’dan haber alamıyoruz. Bu yetkisini daha öncelikli kullanması gereken bir dönemdeyiz. O zaman kısıtlı da olsa aile ve avukat görüşleri 45 günde bir de olsa oluyordu. Bir şekilde haber alınabiliyordu. O dönemde prosedürü başlatan CPT, şimdi haber alamama hali olan bir dönemde prosedürü işletmiyor. Bu da dolaylı yoldan iktidarın politikalarını cesaretlendiriyor.
2007’den bugüne değişen ne oldu?
CPT’nin yetkisi var. Şu anda da ise daha olağanüstü bir durum yaşanıyor. Sayın Öcalan’dan haber alamıyoruz. Bu yetkisini daha öncelikli kullanması gereken bir dönemdeyiz.
CPT, sonuçta Avrupa devletlerine bağlı bir devletler kuruluşudur, toplumsal eksenli bir kuruluş değil. Bağımsızlığı tartışmalıdır. Konseyin devletlerle çıkar ilişkisi var. Diplomatik ilişkiler var. Hassas noktalar var. Türkiye’nin pek fazla üzerine gitmek istemiyorlar. Göç, göçmen sorunu gibi vs. Türkiye şantaj uyguluyor, onlarda bu şantaja boyun eğiyor. Böyle bir siyasi dengeler var. ‘Hukuku uygulamıyoruz’ demiyorlar da ama zamana yayıyorlar. AİHM’de zamana yayıyor, Bakanlar Komitesi’de zamana yayıyor, CPT’de zamana yayıyor. 3’ünün ortak noktası zamana yaymak. Haber alamama çok olağan üstü, işkence kapsamına giren bir konu fakat zamana yayıyor. Ortak tutum böyle maalesef. CPT, sözleşmenin 10/2 maddesi gereğince Türkiye’ye mektup göndererek, tavsiyeleri uygulamaması halinde, Türkiye hakkında sicil prosedürü başlatabilir. CPT ‘Yaptırım uygulama sürecine gireceğiz, dünya kamuoyuna, ‘Türkiye hukuku uygulamıyor’ diye açıklayacağız. Sicilini açıklayacağız’ diyebilir. Bu 10/2 maddesinin uygulanmasıdır. Bunu 2007’de yaptı, hükümet uymak zorunda kaldı. Şimdi yapmıyor. Bu da politik bir karar. CPT’de politik karar veriyor. ‘Hukuku uygula’ diyoruz, yetki dışında başka bir şey istemiyoruz. Bu noktadan sonra CPT’nin kendisi tartışma konusudur.
Zamana yayma halinin ortak bir tutum olduğunu söylediniz. Bunun doğurabileceği sonuçlardan bu kurumların da sorumluluğu var mı?
Tabi var. BM İnsan Hakları Komitesi’nin verdiği bir tedbir kararı var. Komite, 19 Ocak 2023 tarihinde ikinci kez bu kararı Türkiye’ye hatırlattı. Bu kararda BM, avukata erişim hakkının kısıtlanamayacağını ve engellenemeyeceğini, derhal hiçbir kısıtlama olmaksızın avukatlarla görüşmenin yaptırılması gerektiğini söyledi. Biz BM tedbir talebi üzerine İnfaz hakimliği, Adalet Bakanlığı olmak üzere iç hukuktaki tüm başvurularımızı yaptık. Ancak, BM’nin ‘kısıtlama olmaksızın’ demesine karşı 3 ve 6 aylık disiplin cezalarını gerekçe göstererek, ‘kısıtlama’ olduğu yönünde yanıtlar alıyoruz. Avukata erişim engellenemez ama Türkiye’de engelleniyor. Sayın Öcalan davası bu konuda ilktir. Mandela’da avukata erişim engellenmemiştir, Guantanamo’da engellenmemiştir. Türkiye’nin anlattığı tez şu: ‘Bu politik bir mesele, o yüzden sizin kararlarınıza uymuyoruz.’ İşin kısası bu. Tek yanlı soyut güvenlik gerekçesini göstererek, kararları dinlemiyor. ‘Politik bir meseledir, güvenlik meselesidir. Böyle karar vermişimdir.’ Anayasa’nın 90’ıncı maddesi hikayedir. Uluslararası sözleşmenin üstünlüğü, bağlı olduğu sözleşmelerin gereğini yerine getirme... Hepsi hikaye, hiçbirini yapmıyor.
AYM, yıl içinde en çok tartışılan gündemler arasında yer aldı. Sizin de AYM’ye bir dizi başvurunuz var. AYM’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence AYM baskı altında, hukuka göre karar veremiyor. Belki de Öcalan davası onu zorluyordur. Çünkü çok net şekilde CPT tavsiye raporları var, AİHM, BM kararları var. O kadar net ki, belgelere dayalı. Bence AYM bu konuda çok zorlanıyor. Hukuka göre karar vermek istiyor ama hükümet yapay krizlerle AYM’yi de baskı altına alıyor. AYM’nin Öcalan konusunda olumlu karar vermesini engellemek istiyor. Hiç çekinmeden en üst yargı kurumunu tartışmaya açıyor. Böyle bir hükümet anlayışı var mı? Kürtlere, sosyalistlere hukuk yok. AKP-MHP’ye hukuk var.
İktidarın politikası herkesin malumu, uluslararası güçlerin sessizliği de sürüyor. Siyasi çözüm zemini yok mu?
25 yılını doldurmuş Sayın Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlüğünün hukuki zemini de var. Siyasi çözüm zemini de var. Sayın Öcalan zaten demokratik çözüm ve barış için yaşıyor, direniyor, tecride dayanıyor. Varlık amacı o.
Sayın Öcalan’ın cezaevindeki yılı 25’inci yılına girdi. Türkiye bunu fırsata çevirebilir. Kendi infaz kanununu hukuka uygun hale getirebilir. İmralı kapılarını açıp, demokratik çözüm yılına çevirmek için bir vesile. Hukuken de önüne gerekçe koyuyoruz. Hükümetin eli çok kolay. AİHM, BM kararı var. CPT raporu var. Hukuki ve siyasi seçeneği devreye koyabilir. Zemin ve koşullar buna o kadar uygun ki, ama tecrit ve askeri seçeneklerde ısrar ediyor. Biz, ona uygun tüm siyasi ve hukuki seçenekleri ortaya koymuşuz. Rahatlıkla bunlara dayanarak bir süreç başlatılabilir. 25 yılını doldurmuş Sayın Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlüğünün hukuki zemini de var. Siyasi çözüm zemini de var. Sayın Öcalan zaten demokratik çözüm ve barış için yaşıyor, direniyor, tecride dayanıyor. Varlık amacı o. Orada o konumda duran bir insan var. Fazla istediği bir şey yok Sayın Öcalan’ın. Hukukun uygulanmasını istiyor. Son görüşmede de, ‘Hukuk uygulansın’ diyor, başka bir şey demiyor. Bizde ‘Hukuk uygulansın’ diyoruz. Bizim hukuk açısından aldığımız kararlar hem hükümetin elini güçlendirir hem tecride karşı mücadele zemininde bizim elimizi güçlendiren kararlardır. Artık Sayın Öcalan hukuken özgür bir insandır. Zaten felsefi, psikolojik olarak özgür bir insan. Kişi olarak zaten özgürdür. Ruhsal, zihinsel dünyası zaten özgürleşmiş bir insandır. O ayrı bir şey.
Bu seçenek varken, tecrit ve savaşta ısrarın amacı nedir?
Türkiye’de gerçekten demokratik çözüm ve barışa karar veren bir siyasi irade yok, ortaya çıkmıyor. Özal’la çözmek istediler, Özal’ı götürdüler. Erbakan’la çözmek istediler, Erbakan’a darbe yaptılar, Ecevit çözmek istedi, felç ettiler. Erdoğan’la çözmek istediler, Erdoğan’ı da bastırdılar ve teslim aldılar. ‘Çözemez, çözdüremez’ dediler. Büyükanıt ile gizli görüşmesi nedir? Niye ‘Açıklayamam’ diyor. Orada Erdoğan’a açıkça dediler, ‘Kürt meselesine dokunmayacaksın, iktidarda kalacaksın’. Böyle bir anlaşma yaptılar. ‘AKP’ye yol vereceğiz, buna karşı sende Kürtlere karşı düşman siyaseti güdeceksin’ dediler. Bu şekilde iktidarda kalıyor. O da iktidarda kalmak için Kürt’e oynuyor, saldırıyor. Onun üzerinden nemalanıyor. Tecrit, savaş üzerinden milliyetçiliği geliştiriyorlar. Neredeyse demokratik çözüm güme gidecek. Ama elinde sonunda gelinecek nokta, demokratik çözüm ve barıştır. Çünkü dünya böyle çözmüş bu sorunları. Bütün dünya tarihinde etnik meseleler demokratik çözüm ve barışla çözülmüş. Sayın Öcalan’ın o konumda olması büyük bir fırsattır. Yeter ki bir siyasi irade ortaya çıksın. Çıkmadı, çıkmıyor.
Türkiye’ye sonuçları neler oluyor?
Çözümsüzlük siyasetinde ısrar, tekçi devlet anlayışında ısrar, demokratik barış ve çözümün gelmemesi… Bu 8 yıllık kaybın hesabını kim verecek?
Çözümsüzlük siyasetinde ısrar, tekçi devlet anlayışında ısrar, demokratik barış ve çözümün gelmemesi… Burada kaybediyor, kan kaybediyor. Kendisi kaybettiği gibi, halklara da kaybettiriyor. Hepimiz kaybediyoruz. Ekonominin durumu ortada. İmralı kapıları açıldığı zaman böyle miydi? Hayır, refah vardı. Yapıcı bir döneme girilmişti. Herkes tartışabiliyordu, konuşabiliyordu. Şimdi ne oldu? Bu 8 yıllık kaybın hesabını kim verecek? Türkiye bu 8 yılı neden kaybetti? İmralı kapılarının kapatılması Türkiye’ye neler kaybettirdi? Bunun hesabını kim verecek? Mesele akli selim hareket etmektir. Kazan kazan politikasına gelmektir. Demokratik çözüm ve barış, kazan kazan politikasıdır. Savaş ve çözümsüzlük politikası kaybettirir. Bizde kaybedeceğiz, Kürtler, Türkler kaybedecek. Kimler kazanacak, Rusya, Yunanistan, ABD, Almanya, Avrupa ülkeleri Türkiye’den taviz koparacak. Onlar kazanıyor, biz kaybediyoruz. Halklar kaybediyor. Devlette kaybediyor.
Sayın Öcalan Ortadoğu sorununa çözüm getiren tek kişidir. Ortadoğu Demokratik Uygarlık Çözümü Ortadoğu Krizi kitabını alıp okusun insanlar. Ortadoğu sorunlarına çözüm getiren tek eser. Oradaki fikirler hayata geçirilirse, İsrail-Filistin sorunu da çözülür, Kürt sorunu da çözülür, diğer mezhepsel, etnik bütün meseleler çözülür. Hepsi demokrasiyle çözülür. İsrail-Filistin sorunu niye çözülmüyor? İki tarafta ulus devletçi mantıkla hareket ettiği için çözülmüyor. Ateş ateşle söndürülmez. İki tarafta demokratik çözümle barış içinde bir arada yaşayabilir. Demokratik bir Filistin’de, demokratik bir İsrail’de herkese yer var. Demokratik bir Ortadoğu’da herkese yer var. Bunu Avrupa, AB, Amerika, İngiltere uyguluyor da biz niye uygulamayalım? Amerika kendi içinde demokrasi uyguluyor değil mi? İngiltere kendi içinde demokrasi uyguluyor, İsrail bile kendi içinde demokrasi uyguluyor ama Ortadoğu’ya gelince demokrasiyi uygulamıyorlar. Böl-yönet-çatıştır, ulusçu, devletçi, milliyetçi bir çözüm. Çünkü kaostan besleniyorlar, çözümsüzlükten besleniyor. Rusya Dışişleri Bakanı, ‘Biz bir Afrin’in kapısını açtık, 10 Afrin kazandık’ demedi mi? Kimden kazandı? Türkiye’ye 10 Afrinlik taviz verdirdiler. Çözümsüzlükten nemalanıyorlar. Uluslararası güçler, kapitalist hegomonik devletler çözümsüzlükten nemalanıyorlar. Türkiye hükümeti de buna hizmet ediyor.
Sayın Öcalan orada hazır. Bu kadar 50 tane devlete taviz vereceğine, Öcalan’la sorunu çöz. Sayın Öcalan sadece şunu istiyor: Zorun gölgesi kalksın istiyor. Sadece bu zorbalık kalksın, başka bir şey istemiyor. Bu kadar makul durumda olan bir insana tecrit uyguluyorsun. Bu akıl, mantık işi değil. Kendi akılsızlıklarından batacaklar, kendileriyle birlikte halkları da batıracaklar. Bu kadar net.
Yasaların uygulanmamasıyla geride bırakılan 2023’te, bir kez daha “Yeni Anayasa” tartışmaları gündeme geldi. Abdullah Öcalan ile ilgili uluslararası kararların Anayasa’nın 90’ncı maddesine atıfta bulunarak uygulanmadığını söylediniz. Bu kararlar doğrultusunda tecrit ve Kürt sorununun demokratik çözümünü merkezine almayan bir Anayasa’dan beklentiniz var mı?
Hiç bir şey çıkmaz. Çünkü meselenin kökünde Kürt sorununun çözümsüzlüğü var. Kürtler Lozan’da hukuk dışına atıldı. Kürtlerin hukuku, grup hakları tanınmalı. Bireysel haklar olmaz. Sayın Öcalan’a, ‘Grup haklarından vazgeç, bireysel haklar çizgisine gel’ dayatılıyor. Sayın Öcalan’da diyor ki, ‘Bir Müslüman cemaatinden kopuk bir Müslüman olabilir mi? Toplumdan kopuk bir Kürt olabilir mi?’ Bunun hakları herkese tanınmış. Avrupa sözleşmelerinde, BM sözleşmelerinde grup hakları tanınmış. Hukuksal zemin de var. Çok rahatlıkla sağlayabilir ama sağlamadığı sürece bu Anayasalar hikaye. Mesele, gerçekten uluslararası sözleşmelere, 3 kuşak özgürlüklere, kadın, çocuk, çevre, doğa, kolektif özgürlüklere inanan, benimseyen bir siyasi iradenin mevcudiyetidir. Bir siyasi irade olduğu zaman, bu geri Anayasa’yla bile iş yapabilirsin. Bu Anayasa’da bile bazı haklar var. Ama onları da uygulamıyor. Hukuka bağlı bir devlet iradesini göstermesi lazım. Türkiye Avrupa’daki grup hakları sözleşmesiyle ilgili bütün sözleşmelere çekince koymuş. Yerel yönetimler, özerklikler… Hepsine çekince koymuş. Kürtler yararlanamasın diye, ‘Kürt anasını görmesin’ diye her şeye çekince koymuş.
Büyük bir haksızlık, zulüm var. Önce bu haksızlıklarla, tarihle yüzleşmesi gerekir. Kürtlere yaptığı haksızlıkla yüzleşmesi gerekir. Bunun için çok önemli bir fırsat verdi Sayın Öcalan çözüm konusunda. Sayın Öcalan son görüşmesinde, ‘Bir haftada çözerim’ dedi. Çünkü hazırlıklı. Mesele bir iradenin ortaya çıkmasıdır. Eğer bu devlet ve hükümet içerisinde böyle bir irade ortaya çıkmıyorsa, ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Halklar doğru yolda, kendi partisini iktidara getirerek, bu geri anayasaları da değiştirebilir, demokratik bir Türkiye’de yaratabilir. Bu bizim, halkların elindedir. Bizim, halkların elinde.
Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması için dünyanın bir çok yerinde küresel düzeyde kampanya örgütlendi. Eylemler, yüzün üzerinde ülkede devam ediyor. Yılı böyle bitirirken, 2024 yılına dair mesajınız nedir?
Güvenlikçi siyasetten vazgeçmek gerekiyor. Hukuki ve siyasi seçeneği devreye koymak lazım. Gerçekten 2024 yılı buna müsaittir. Türkiye imzaladığı sözleşmelerin hepsinin gereklerini yerine getirse, sorun çözülür.
Sayın Öcalan, ‘Tecrit hukuki ve siyasi seçeneğin devre dışı bırakılması, askeri, güvenlikçi seçeneğin devreye konulmasıdır’ demişti. Artık bu siyaset tutmuyor. Ülkeyi getirdiği durum ortada. Güvenlikçi siyasetten vazgeçmek gerekiyor. Hukuki ve siyasi seçeneği devreye koymak lazım. Gerçekten 2024 yılı buna müsaittir. Hukuki açıdan verilmiş kararlar var. AİHM, BM kararları, CPT raporları var. Türkiye imzaladığı sözleşmelerin hepsinin gereklerini yerine getirse, sorun çözülür. Bu açıdan 2024 yılının hem Kürt sorununun çözümü hem hukuk devletine giden bir yıl olmasını istiyoruz. Mevzuatını BM ve Avrupa’ya uyarlamış, kapıları açarak Sayın Öcalan ile birlikte bu sorunun çözülmüş bir yıl olmasını diliyoruz. Zaten Sayın Öcalan’ın özgürlüğü böyle anlam kazanır. Sistem özgürleşirse, halklar özgürleşirse, Sayın Öcalan da özgürleşir. Birlikte özgürleşecek. Tek başına Sayın Öcalan’ın özgürlüğü de mümkün değil. Fiziki açıdan özgürlük koşulları tamam. AİHM kararları, 25 yıl tamam, her şey tamam. Ama siyasi irade olmayınca, hukuk da olmuyor, özgürlük de olmuyor. O yüzden 2024 yılının hukuk ve siyasi çözüme vesile olacak bir yıl olmasını diliyorum.
Koşullar uygun, demokratik çözüm ve barış konumunda. Hukuki zeminde uygun. Sadece siyasi bir iradenin ortaya çıkması lazım. Bu kampanyaların, bu mücadelelerin amacı da zaten bu iradenin ortaya çıkmasını, çözüm iradesinin ortaya çıkmasını sağlamaktır.
MA / Diren Yurtsever - Esra Solin Dal