ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın düşünce ve felsefesini keşfettikçe, bildiklerini yeniden sorgulamaya başlağını söyleyen İsviçreli aktivist Daniel Traub, "Türkiye, Öcalan’ın gücünden korktuğu için onu cezaevinde tutuyor. Bir kişiyi kilitleyebilirsiniz ama o kişinin fikirlerini kilitleyemezsiniz" dedi.
Türkiye'nin en büyük sorunu olan Kürt meselesinin çözümünde ana aktörlerden biri olan PKK Lideri Abdullah Öcalan, uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirildiği 15 Şubat 1999 tarihinden bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde. Başvurulan farklı uygulamalarla tecrit altında tutulan Öcalan’ın aile ve avukat görüşleri 25 Mart 2021'den bu yana engelleniyor. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na ve İmralı Cezaevi’ne yapılan 338’i avukat, 149’u aile olmak üzere toplam 487 başvuru ya yanıtsız bırakıldı ya da “disiplin cezaları” ile geri çevrildi.
Bu nedenle 34 aydır haber alınamayan Öcalan'a yönelik tecrit, mutlak iletişimsizlik haline bürünmüş durumda.
Bu duruma karşı 10 Ekim’de dünya genelinde 74 ayrı merkezde yapılan açıklamalarla "Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm" başlıklı uluslararası kampanya başlatıldı. Kampanya kapsamında Kurdistan ve Türkiye’deki 106 cezaevinde kalan siyasi tutsaklar da, 27 Kasım'da dönüşümlü açlık grevi eylemine başladı. Küresel çapta eylem ve etkinliklerin yapıldığı kampanya kapsamında "Öcalan Kitapları Günü” etkinliği de düzenlendi.
Kitap okuma etkinliklerinde yer alan isimlerden biri olan İsviçreli aktivist Daniel Traub, Abdullah Öcalan'a yönelik tecrit ve bu durumu sonlandırmak için başvurulan eylem ve etkinliklere dair sorularımızı yanıtladı.
"Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm" kampanyası kapsamında “Küresel Öcalan Kitapları Günü” etkinliğine katıldınız. Abdullah Öcalan’ı nasıl tanıdınız ve onun kitaplarını okuduğunuzda neler hissettiniz? Sizi en fazla etkileyen fikri neydi?
Öcalan'ı ve fikirlerini arkadaşlarım ve akrabalarım aracılığıyla tanıdım. Arkadaşlarım ve akrabalarım bana Kürt halkı ve Öcalan'ın uzun süreli tecrit altında tutulma durumunu anlattıklarında Öcalan’ı keşfettim. Öcalan’ı tanımadan önce bir çok konuda net fikirlerimin olduğunu düşünürdüm fakat Öcalan’ın düşünce ve felsefesini keşfettikçe, bildiklerimi yeniden sorguladım.
İsviçre'nin Cenevre kentinde radikal, ataerkil, kapitalist, neo-sömürgeci, yok edilmeye dayanan bir toplumun kalbinde, kadın devrimi yoluyla bir özgürleştirici yaşamın başlayacağına dair Öcalan'ın fikirlerini keşfetmek beni çok etkiledi. İlk defa bu kadar güçlü bir fikir duydum. İsviçre'de çok fazla feminizm var ama devrime dayalı bir radikal feminizm yok. Aynı zamanda Öcalan'ın demokratik konfederalizm, demokratik ulus, cinsiyet eşitliği fikirleri, politik ekoloji, kültürel çoğulculuk ve çatışmaların barışçıl çözümü gibi fikirleri de dikkate değerdir.
Abdullah Öcalan'ın ne dediğini anlamak için gözlem yapmak, birçok fikrimi ve yaptıklarımı yeniden düşünmek zorunda kaldım. Hayatımı düşüncelerimi yeniden gözden geçirmek benim açımdan da çok iyi oldu.
PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın kitapları birçok farklı dile çevrildi. Sizin Öcalan’ı okuma biçiminizi anlamak istiyorum. Örneğin siz Öcalan’ın düşüncelerini anlamak için nasıl bir yönteme başvuruyorsunuz?
Öcalan’ın kitaplarını metinler, parçalar ve alıntılarla okuyorum. Öcalan’ı okurken, sadece teori değil, yaşadıklarını enternasyonalistlerle konuşarak da keşfetmeye başladım. Örneğin; Öcalan ideolojisinin Rojava'da somut olarak nasıl uygulandığını, Kürt hareketi ve Öcalan'ın birçok düşüncesini ve felsefesini de keşfettim. Lozan Antlaşması'nın 100. yılı gibi bazı konferanslar düzenlendi ve sunumlar yapıldı. Kürt halkının tarihi ve Öcalan ile Kürtler arasındaki eşsiz ilişki dile getirildi. Kendisini liberal, feminist ve özgür sanan, öyle bir toplumdan gelen biri için Öcalan'ı okumanın pek de kolay olduğunu düşünmüyorum.
Ben Öcalan’ı okumadan önce, kendi içimdeki iç devrimi gerçekleştirmem gerektiğini düşünüyorum. Öcalan'ın ne dediğini anlamak için gözlem yapmak, birçok fikrimi ve yaptıklarımı yeniden düşünmek zorunda kaldım. Hayatımı düşüncelerimi yeniden gözden geçirmek benim açımdan da çok iyi oldu. Birçok farklı uzak ülkelerden insanlarla bir araya gelerek Öcalan'ı okumak, tartışmak, Rojava'ya gidenlerin gözlemlerini dinlemek ve oradaki insanların bu ideolojiyle ve devrimle nasıl yaşadığını bizzat onlardan duymak çok önemliydi.
Türkiye, Öcalan’ın gücünden korktuğu için onu cezaevinde tutuyor. Bir kişiyi kilitleyebilirsiniz ama o kişinin fikirlerini kilitleyemezsiniz. Bir kişiyi hapsetmek mümkündür ancak Türkiye veya Kurdistan'da o kişinin fikirlerine sahip binlerce insana kilit vurmak mümkün değil.
Bildiğiniz üzere PKK Lideri Öcalan uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye getirildi. O günden bu yana da toplumdan izole edilmiş bir adada tecrit altında tutuluyor. Size göre Öcalan’ın toplumdan izole edilmesi ile ne amaçlanıyor?
Bu durum bana Nelson Mandela'nın, Amerikalıların ve bazı batılı hükümetlerin desteğiyle Güney Afrika'nın şiddet yanlısı Apartheid rejimi tarafından 30 yıldan fazla süre hapiste tutulmasını düşündürüyor. Türkiye hükümeti Öcalan’ın gücünden korktuğu için onu cezaevinde tutuyor. Yine kendi varlıklarını sürdürmek için şiddete başvuruyorlar. Bir kişiyi kilitleyebilirsiniz ama o kişinin fikirlerini kilitleyemezsiniz. Bir kişiyi hapsetmek mümkündür ancak Türkiye’de o kişinin fikirlerine sahip binlerce insana kilit vurmak mümkün değil. Ne olursa olsun bu durum hükümetin zayıflığının göstergesidir ve bir insanı tamamen izole ederek hapsetmek kesinlikle işe yaramıyor. Bu tür uygulamalar hiçbir zaman işe yaramadı, yaramayacakda.
Kadın devrimi, ataerkilliğe meydan okuma fikri, gerçek demokrasi, radikal demokrasi vb. batı demokrasi yönetimindeki başkanların ve ulusalcıların kafalarında o kadar çok korku yaratıyor ki, bunlardan kaçınmak devletlerin mevcut durumlarını korumanın ön koşulu olarak görülüyor
Öcalan’ın tecrit altında tutulması, toplum ile buluşmasının engellenmesi hangi korkunun ifadesi? Yini batılı güçlerin bu tecritteki payı nedir?
Soruyu tersine çevirirsem acaba Türkiye batılı güçlerin yardımı ve aktif desteği olmadan tecridi sürdürebilir miydi? Eğer Türkiye ile her gün işbirliği yapan büyük şirketler, uluslararası hükümetlerin desteği olmadan kapitalist din adamları yerine gerçek ahlaki konumu savunanlar olsaydı, bu tecrit mümkün olur muydu? Bunu gerçekten merak ediyorum. Türkiye'nin bu söz ettiklerimin desteği olmadan yapamayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Batı hükümetlerinin yöntemleri korkularla doludur. Batı hükümetler, sürekli ulus devletlere ihtiyaç duyar ve buna dayalı bir korku taşır. Kadın devrimi, ataerkilliğe meydan okuma fikri, gerçek demokrasi, radikal demokrasi vb. Batı demokrasi yönetimindeki başkanların ve ulusalcıların kafalarında o kadar çok korku yaratıyor ki, bunlardan kaçınmak devletlerin mevcut durumlarını korumanın ön koşulu olarak görülüyor.
Eğer değişimi kabul edersek bu Öcalan'ın savunduğu düşünce ve fikirlerle mümkündür. Kapitalizmin ve liberalizmin başarısız olduğunu, batı toplumlarının ve endüstriyel pozitivist modelin çıkmaza girdiğini kabul etmeliyiz. Bir insanın, toplumun kalıcı ve ölümcül rekabeti içinde yaşaması yerine, birlikte dayanışmayla yaşama savunulmalıdır, ki bu da ancak toplumun işleyiş modellerinin radikal bir şekilde yeniden düşünmekle sağlanabilir. Öcalan'ın fikirleri bunu mümkün kılıyor. Bundan dolayı hükümetin kendisinde yarattığı korkuyla Öcalan'ı tecrit altında tutarak toplumdan izole ediyor.
Türkiye ve batılı iktidarların esas hatası Öcalan'ı tecrit altında tutarak fikirlerini engellemeye çalışmalarıdır. Ancak Öcalan bir sabah uyanıp ‘bakın bir fikrim var’ demedi. Kendisinden önceki kadın ve erkeklerle çok sıkı entelektüel bağları olduğunu gizlemiyor. Yani Öcalan yalnız değil. Bu fikirler sadece Öcalan'ın şahsiyetine yüklenmemeli. Diğer insanların fikirleri de Öcalan'ın fikirlerine dayanıyor. Öcalan'ın düşüncelerini ve yaklaşımın özgünlüğünü tabii ki bozmak niyetinde değilim ancak demek istediğim Öcalan birçok kişinin fikirlerini de dile getiriyor. Bu anlamıyla, Öcalan'ı kilitlerseniz çevrede onun söyledikleriyle, yazdıklarıyla ilgilenen kaç kişinin olduğuna bakarsanız, bu kadar insanı uzaklaştırmaya yetecek kadar hapishane asla mümkün olamaz. Bu nedenle Öcalan'ın cezaevine konulmasını adil bulmuyorum. O yüzden Öcalan'ın bir an önce serbest bırakılması gerekiyor. Hata yaptıklarını kabul etmeleri için asla geç değildir.
Türkiye ve Kurdistan’daki cezaevlerinde bulunan tutsaklar, “Abdullah Öcalan'a Özgürlük, Kürt sorununa çözüm” talebiyle açlık grevi eylemini sürdürüyor. Bir Öcalan okuru olarak, açlık grevi eylemlerini ve tutsakların taleplerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öcalan'ın özgürlüğünü talep eden bu açlık grevi eyleminden çok etkilendik. İtiraf etmeliyim ki açlık grevi yapmanın ne anlama geldiğine dair hiçbir fikrim yok ve sanırım bu eylemde bulunmak çok ama çok zor. Aynı zamanda da çok cesur bir eylem ve beni de çok etkiledi. Öcalan, Kürt meselesini temsil ediyor. Öcalan'ı cezaevinde tutmak, Kürt sorununa bir çözüm bulmaya çalışmamak demektir. Fakat Kürt sorununa çözüm bulmaktan başka çareleri de yok. Kürt sorununa çözüm bulmalarını bir zayıflık olarak algılıyorlar, fakat Kürt sorunun çözümü iktidarın şuanki çözümsüzlük konumundan, savaşmaktan, kapitalist düşünce tarzından uzaklaşmak anlamına geliyor. Türkiye ancak bu şekilde sorunlara bir çözüm olarak barışa ve Öcalan'a bir kapı açılabileceğini düşünüyorum.
“Küresel Öcalan Kitapları Günü” etkinliği 160 merkezde gerçekleşti. Siz de etkinliğe katılanlardan biriydiniz. Etkinlik, “Kapitalist modernite, dünyanın dört bir yanındaki halkların yaşamını etkileyen ölümcül bir krizle karşı karşıyadır. Bu nedenle mücadeleleri birleştirme zamanı gelmiştir" şiarıyla gerçekleşti. Etkinliğe dair gözleminizi aktarır mısınız?
İsviçre'den ve Kurdistan'dan gelen gruplar ile Cenevre'de bir kitapçıda toplantı yaptık. Bu etkinliğe katılmak çok ilginçti, çünkü bu tarz toplantılar çok fazla gerçekleşmiyor. Öcalan'ın kitaplarından bazı metinler ve alıntılar okuyup tartıştık. Bu metinler hakkında konuşmak gerçekten çok ilginçti. Çünkü sıradan konuşmalar ve tartışmalar değildi. İsviçrelilerin birbirleriyle konuşması oldukça sıradan ve basittir ancak Kürt halkıyla bazı temaslar kurmak, başka bir düşünce tarzına sahip olmak ve başka bir deneyim yaşamak demektir. Bizler buradaki insanlar olarak, Kurdistan'da ve herhangi bir yerde sahip olabileceğiniz gerçeklikle aynı gerçekliğe sahip değiliz. Bu toplantı bir sonraki toplantıların İsviçrelilerin birbirleriyle veya Kürtlerin Kürtlerle değil, hep beraber farklı haklardan bir araya gelip daha açık fikir alışverişinde bulunarak konuşmak ve tartışmak gerektiğini gösterdi. Böylelikle Öcalan'ın fikirlerini başkalarıyla daha fazla konuşmak ve anlatmak açısından da daha verimli geçebileceğini düşünüyorum.
Hangi örgüt veya ülke kimyasal silah kullanıyor? Düzenli olarak sivillerin yaşam alanlarını kim bombalarla hedef alıyor? 'Terör' ve ya 'Terörist' kavramların ne olduğuna kimin karar verdiğini iyi bilmemiz gerektiğini düşünüyorum.
İsviçre'de Kürt sorunu ve Kürt özgürlük hareketi nasıl görülüyor? Bir de uluslararası güçlere PKK Lideri Abdullah Öcalan için bir çağrıda bulunmak ister misiniz?
İsviçre'de Kürt meselesinin ve Kürt hareketinin mücadelesi yeterince bilinmiyor diye düşünüyorum. Bu mücadeleden ve Öcalan'dan habersiz olan bir sürü insan var. Bu durumu Nelson Mandela'nın durumuna benzetiyorum. Çünkü Mandela yıllarca cezaevinde mücadele ederken kendisi ve ya mücadelesi yeterince bilinmiyordu ama mücadele sonrası herkes tanımaya başladı. Mandela için verilen mücadele noktasına gelmek lazım. Bu mücadele, şirketleri veya hükümetleri Güney Afrika ile çalışamaz hale getirtti ve her bir baskı oluşturdu.
Öyle bir noktaya geldi ki Mandela aniden serbest bırakıldı ve Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Kürt meselesi Mandela noktasına ulaşılamadı. ‘Terör’ kavramı yeniden düşünülmeli ve bu kavramı yeniden konuşmamız lazım. 'PKK terör örgütüdür' diyorlar. Diyelim ki herkes 'PKK terör örgütüdür' desin peki neye göre, kime göre bu kavram kullanılıyor. İyi bakmak lazım. Hangi örgüt ve ya ülke kimyasal silah kullanıyor? Düzenli olarak sivillerin yaşam alanlarını kim bombalarla hedef alıyor? 'Terör' ve ya 'Terörist' kavramların ne olduğuna kimin karar verdiğini iyi bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Neyin tehlikeli olduğuna kim karar veriyor? Başkalarını öldürme yetkisine sahip olmaya kim karar veriyor? Bu soruların üzerinde durmak ve bu kavramları yeniden düşünmek lazım.”
MA/Sterk Sütcü