ANKARA - "Abdullah Öcalan’a özgürlük" kampanyasının cezaevinde büyük bir heyecan yarattığını belirten tutsak Necla Yıldız, “Mekan ve zaman fark etmeksizin devrimci dayanışma olmalı. Sosyalist olmak, barışı ve demokrasiyi savunmak bunu gerektirir” dedi.
Kurdistan ve Türkiye cezaevlerinde “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” talebiyle 27 Kasım’da başlatılan dönüşümlü açlık grevi 28’inci gününe girdi. Ankara Sincan Kadın Cezaevi’nde tutulan Necla Yıldız, tutsakların eylemleri ve yaşadıkları baskıları değerlendirdi.
2016 yılından bu yana tutuklu bulunan Yıldız, gözaltına alındığı ilk andan itibaren iktidar medyası tarafından hedef gösterildi. 3 Şubat'ta beklenen tahliyesi ise, İdari ve Gözlem Kurulu (İGK) kararıyla ertelendi.
‘REHİN TUTULUYORUZ’
Cezaevi idaresi tarafından 6 ayda bir “Tahliye olmaya uygun değil” denilerek, hazırlanan bir kâğıdın tutsaklara tebliğ edildiğini belirten Yıldız, “Kes-kopyala-yapıştır usulü yapılan kararlarda ‘pişmanlık gösterilmediği, örgütlü bir koğuşta bulunulduğu’ gibi gerekçeler yazılıyor. Tabii bu konuda mahkemelerin de tavrı aynı. Örneğin iki kez kurulun kararına karşı sözlü savunma yapmak istediğimi İnfaz Hakimliği’ne dilekçeyle bildirdim. Birkaç ay sonra dilekçemin görmezden gelindiğini 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla öğreniyorum. İnfaz Hakimliği dilekçeme cevap vermediği gibi sanki savunma yapmışım gibi bir üst mahkemeye gönderebiliyor. Adalet Bakanlığı’na da defalarca yazdım ama orası da yanlış savunuyor ve cezaevi müdürlüğünü destekliyor. Kısacası bu kurumların el birliğiyle cezaevlerinde halen rehin tutuluyoruz” ifadelerini kullandı.
‘EN FAZLA KADINLAR BASKI ALTINDA’
Sistemin topluma vereceği bir şey kalmayınca baskı yönteminin birincil araç olduğunu kaydeden Yıldız, “2024’te 12, 2025’te ise 8 yeni cezaevinin açılışı planlanıyor. Bu da demek oluyor ki iktidarın gözünde ‘pişman olması gereken’ daha binlerce insan var. Baskılar karşısında duyarsızlaştıkça, cezaevlerinin daha da artacağı aşikardır. Taciz ve baskı rutine dönmüş vaziyette. Koğuş araması sırasında gardiyanlar, bir arkadaşımızı üst araması sırasında taciz etti. Duruma tepki verince, ‘Dokunarak taciz mi edilir?’ gibi bir cevap aldık. Bu konuda yaptığımız şikayeti, ‘gardiyanın dediği esastır’ diyerek reddettiler. Kadınlar olarak şimdi de tahliye edilmiyoruz. Bu hukuksuzlukların özelde kadınlara yapıldığını biliyorum. Verdiğim tüm örnekler dışarısı için de geçerli. Kıyafetinden dolayı saldırıya uğrayan kadınlar, tacize uğradığı halde yine haksız bulunan kadınlar, sürekli küçük görülüp aşağılanan kadınlar, herhangi bir sebeple katledilen kadınlar… Kısacası içeride ve dışarıda sıkı denetim altındayız. OHAL kaldırılmadan, eril sistemin sıkıyönetimi altında yaşamaya devam ediyoruz. Tüm bunlarla birlikte tarihte de en karanlık günlerin aydınlatıcıları kadınlar olmuştur. İnsanlığın ilk aydınlatıcıları olmak, iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı ifşa etmek demektir. Türkiye’de de dayatılan ideolojilerin karşısında ille duracak kadınlardır. Devletler sıkıyönetimi, genelde kontrol edemedikleri kesim veya bölgeler için uygular. Bundan dolayı kadın politikası böylesine acımasızca sürdürülüyor” diye belirtti.
'KAMPANYA BÜYÜK HEYECAN YARATTI’
Yıldız, Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için başlatılan kampanyaya değinerek, ekledi: “Türkiye’de doğru söyleyeni dokuz köyden kovsalar da doğrular tüm dünyaya yayılıyor. En sonunda 74’ten fazla ülkede bu doğru haykırıldı. Bu haberi geç öğrendik maalesef. Çünkü halen haber alma hakkımız kısıtlanıyor, istediğimiz gazete ve televizyon kanalları burada yasak. Cezaevindeki televizyon kanallarında verilen karamsar haberlerden sonra öğrendiğimiz bu kampanya büyük heyecan yarattı. Ama asıl olarak da doğruyu haykıran insanlarla çağdaş olmanın gururunu duydum. Mekan ve zaman fark etmeksizin devrimci dayanışmanın olması gerektiğini savunuyorum. Çünkü sosyalist olmak, barışı ve demokrasiyi savunmak bunu gerektirir.”
‘MUHALİF KESİM TUTARSIZ’
Türkiye’deki muhalif kesimlerin Kürt sorunu ve PKK Lideri Öcalan konusunda tutarsız davrandığının altını çizen Yıldız, “Kürt sorunu ve Sayın Öcalan konuları açılınca müthiş bir muğlaklık söz konusu oluyor. Artık tüm dünya Kürt sorunu olduğunu kabul ediyor ancak burada ‘Kürt sorunu vardır’ demek büyük bir demokrasi örneğiymiş gibi ele alınıyor. Sadece 100 yıllık sürece bakılırsa Kürtlerin katledilme, asimilasyona uğrama, yok sayılma, dilini konuşamama gibi sorunları olduğunu görürler. Ya da Sayın Öcalan’ın adı geçince bir anda kim daha milliyetçi veya Türkçü yarışına giriliyor. Bu konuda da artık daha gerçekçi davranılmalı ve somutlaştırılmalıdır. Yaşanan tüm haksızlıklara ‘dur’ demek için önce Kürt sorunu ve Sayın Öcalan’ın özgürlüğü konusu gündeme alınıp adımlar atılmalı. Ben ve benim gibi binlerce kişinin hala cezaevlerinde olması da bu konularla bağlantılıdır. Türkiye halkları çözümü hak ediyor ve ben çözümün bu iki konudan ayrılamayacağını biliyorum. Başlatılan uluslararası kampanyanın Türkiye’ye de örnek olacağını umut ediyorum” ifadelerini kullandı.
'BÜYÜK ÖNDERLERİN KIYMETİ BİLİNMİYOR'
Yıllardır Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için kampanyalar düzenlendiğine dikkat çeken Yıldız, şöyle devam etti: “Düşünceleri sade, net ve rahatlıkla uygulanabilir bu paradigma. Ütopyalarımızın gerçekleşeceğine olan inancımızı da artırıyor. Bir çocuğun dünyasını tutalım da yaşlılara saygıya, kadın-erkek özgürleşmesinden ekolojik sorunlara değin… Her bireyin kendisini bulacağı bir paradigma oluşturulmuş durumda. Öcalan, Türkiye’nin krizli halini çözeceğini bizzat kendisi de ifade etti. Ama Türkiye’de maalesef böyle önderlerin kıymeti bilinmiyor. Ya ‘terörist’ denilerek düşmanlaştırılıyor ya kendi çıkarları gereği kullanılıyor ya da katlediliyor. Sayın Öcalan için hepsi de planlandı ama karşılık alamayınca tecrit gün be gün ağırlaştırıldı. Sayın Öcalan’ın paradigmasında dinci, tekçi, milliyetçi, kadın ve doğa düşmanı bir yön olmadığı için tecrit altında. İktidar böylesi bir paradigmayı tabii ki bir avantaj veya kazanım olarak görmeyecektir. Toplum düşünülmüş olsaydı Sayın Öcalan bir an bile orada tutulmazdı. Her şeye rağmen demokratik modernite paradigması, dünyada büyük bir heyecanla karşılanıp sahiplenildi. Bu da Sayın Öcalan’ın başarısıdır. İmralı’daki tecridi toplumsal sorunlardan ayrı ele alamayız. Her gün Türkiye’deki yaşanan sorunlar karşısında sesler yükseltiliyor. Fakat 15 Şubat 1999’da dünyanın gözü önünde yaşanan uluslararası suç için ses çıkartmadan kalıcı bir çözüm getirilemez. Sayın Öcalan’ın paradigmasına sahip çıkarak sorunlardan arınabileceğimize inanıyorum.”
MA / Dicle Müftüoğlu - Sincan Kadın Kapalı Cezaevi