ANKARA - Kobanê Davası iddianamesinin Çözüm Süreci’ne dair olduğunu belirten Figen Yüksekdağ, sürecin resmi muhatabı olan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tanık olarak dinlenmesi talebinde bulundu. Yüksekdağ, “Böylece yıllarca İmralı’da süren tecridin bu davayla kırılmasına vesile olursunuz” dedi.
DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşılık 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası, HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın esasa dair savunmasıyla devam etti.
Türkiye sosyalist hareketi ile Kürt özgürlük hareketinin tarihsel ilişkileri üzerine değerlendirmelerde bulunan Yüksekdağ, Türkiye’deki işçi mücadelesinin geliştiği 60’lı yıllarda Kürt sorununun üzerinin katliamlarla kapatılmaya çalışıldığını ve toplumun bir çıkış yolu bulmaya çalıştığını hatırlattı.
‘TÜRK BAYRAĞI TARİHİNDE BU KADAR AŞAĞILANMADI’
Yüksekdağ, şöyle devam etti: “70’lerde Türkiye devrimci hareketine yönelik olan darbe gelişiyor ve Denizler katlediliyor. o dönem savcının mütalaasında savcı Denizleri suçluyor. Onları suçlarken diyor ki: ‘yeni bir fikir daha ortaya atılıyor. Etnik yönden bütünlük arz eden Türk milleti bölünmek isteniyor’. ‘Kürtler, bizimle aynı yurtta yaşamaya nail olmuşsunuz, siz daha ne istiyorsunuz? Dilleri iki yabancı devletin uyduruklarıyla, iki yabancı devlet Kürt dilinin gramerlerini uydurmuş, Kürtler de aynı zamanda bir Oğuz Boyu’dur’ diyor. Bu ırkçı şovenist kesimlerin safsatasından birisidir. eresinden bakarsınız korkunçluk akan zihniyet. Bugün bu zihniyet ne kadar yer değiştiriş. Arkadaşlarımın hatırlattığı gibi Kürtçe, bilinmeyen dil, anlaşılmayan dil, anlayamadığımız dil diye kayıtlara geçiyor. Bunu Kürt asla hak etmiyor peki Türkler hak ediyor mu? Öyle bir Türklük, ayrıcalıklı ulus hülyası boyutuna geçirmişler ik empoze edilen yaklaşımla Türk ulusu da Kürt sorununun kendi sorunu olduğunu idrak edemiyor fark edemiyor. O kadar ele geçirilmiş Türklük. Bu milliyetçi geçinenler var ya bunlar milliyetçiliği savaş ticareti haline getirmişler. Bu memlekette milliyetçilik, şovenizm olmazsa, milliyetçiliği kendi tekeline geçirmiş insanlar işsiz, ekmeksiz kalırlar. Lüks ve şatafat içerisindeki hayatlarına kavuşamazlar, o hayatlarını yaşayamazlar. Türkiye’de Türk milliyetçiliği savaş endüstrisinin savaş lobisinin ve çete faaliyetinin aparatına dönüştürülmüş durumda. Türk milleti tarihinin en trajik dönemini yaşıyor. Tartışmıyorum ama milliyetçiliği o topundan daha fazla bilirim. Ama milliyetçiliğin en hazin, en acı dönemidir, çetelerin, mafyanın savaş tüccarlarının, uyuşturucu tacirlerinin eline kaldı. Türk bayrağı tarihinde bu kadar aşağılanmadı.”
‘MİLLİYETÇİLİK YOZLAŞMANIN ODAK NOKTASINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ’
Milliyetçiliğin Türkiye’de yozlaşmanın odak noktasına dönüştürüldüğüne dikkat çeken Yüksekdağ, milliyetçiliğin kişisel amaçlara alet edildiği bir anlayışın geliştiğini ifade ederek, “Bu aynı zamanda Irkçı, şovenist, talancı yağmacı bir zihniyet, bir çeteleşmedir” dedi. Dünya genelinde yaşanan benzer sorunların en az 50 yıl önce çözüme kavuşturulduğunu belirten Yüksekdağ, ABD’deki eyalet sistemini örnek vererek, “Bu memlekette 50 bin insan ölüyor, sadece bir dil için, dilini konuşabilmek için. Özerkliğe gelemedik daha. Türkiye halkı geleceğini göremiyor, ekmeğinden, çocuğunun geleceğinden emin değil. En önemli sebebi birileri istiyor diye, koltuklarında oturmaya devam etsin, kasaları dolmaya devam etsin diye sürdürülen savaştır. Bu savaşın içerisinde aynı zamanda Türk ulusu da Kürt milleti de geleceksizleştiriliyor, çok daha büyük bir yozlaşmanın çürümenin içine sürükleniyor” ifadelerine yer verdi.
‘KÜRT SORUNUNDAKİ ÇÖZÜMSÜZLÜK TÜRK SORUNU YARATIYOR’
Yüksekdağ, savunmasının devamında şu ifadeleri kullandı: “Kürt toplumunu çökertemiyorlar çünkü çekilen onca acıya, o kadar kayba rağmen akıl almaz saldırılara rağmen bu toplum bir taraftan çekiyor bir taraftan da dayanıklılık geliştiriyor. Ama Türk ulusunun durumu kötü. Kendini seçkin, hakim ulus sanıyor. Her şeye kendinin sahip olduğunu sanıyor oysa ki öyle değil. İktidardakiler Türk ulusuna bunu söylüyor ama bunu söylerken geleceğini, ekmeğini, yemeğini, hakkını, onurunuz çalıyor, adaletsizlik dayatıyor. Bunun karşısında Türk ulusu direnme refleksi geliştirebilecek noktada değil. En büyük sorun Kürt sorununun çözülmemesi çok büyük bir Türk sorununa yol açıyor. Asıl bölücüler bize bu dosyayı hazırlayanlardır. Bizi devletin birliğini, bütünlüğünü bozmakla itham edenler, devleti milleti kendi babasının bahçesi sananlardır. Ve asıl bölücüler de sanki babasının bostanını tarlasını kendi kafasına göre bölüyor gibi bölen aynı iktidar merkezleridir.
MİSAK-I MİLLİ ASLINDA NE İDİ?
Kürt sorunu yakın tarih bakımından 100 yıl öncesine dayanan ve 100 yıl ertelenen bir sorundur. ama bunu sadece bir sorun olarak göremezsiniz aynı zamanda bir sözdür. Kurucu Meclis döneminde Kurtuluş savaşının emperyalist işgale karşı bağımsızlık savaşının başladığı dönemde, savaşın öncüleri yani yeni cumhuriyetin öncüleri ve bağımsızlık mücadelesini başlatanlarla Kürt toplumu arasında bir sözleşme yapılmıştır. Söz dediğim budur. Misak-ı Milli’yi kendi vaat edilmiş vatan, sathı vatan olarak görürler. Sadece yüz ölçümünü değil aynı zamanda Misak-ı Milli'yi de Türkiye yüzölçümü dışındaki alanları da kendilerinin sahip olduğu, kendi varlık alanları gibi tarif ederler. Oysa ki tarihte öyle yaşanmadı. Türk milliyetçilerinin büyük hayali Turan’dan sonra Misak-ı Milli’ye yeniden kavuşmaktır. Ama Misak-ı Milli adından anlaşılacağı gibi bir mili sözleşmedir ve bu sözleşme tanımı Türklük tek bir Türk tanımı üzerinden yapılmamıştır. Türk ve Kürt tanımı üzerinden yapılmıştır. Misak-ı Milli’deki millet kavramı Türk ve Kürt uluslarının kavrayan bir kavramdır. Cumhuriyetin 1. Meclis belgelerine bakıldığında birleşik ulus olarak, birleşik meclis olarak tarif eder, Misak-ı Milli kaybedilmiştir ama onun öncesinde Kürtlerle birlikte sonradan Türkiye olacak politik merkezi söz vermiştir. 1924’te Şeyh Said isyanı çok konuşuluyor neden patladı bu isyan? ‘Kürtler biz sizinle sözleşme yaptık, siz bize söz verdiniz.’ Bu sözün karşılığında beklediğimiz şey otonomi, muhtariyet olarak tarif ediliyor. Özerklik federatif yapı olarak tarif edilmiyor. Mustafa Kemal’in açıklamaları, konuşmaları esas olarak Amasya Protokolü bunun protokole dönüşmüş halidir. Siz bizle gelin düşmanı temizleyelim, işgalcileri atalım ortak vatanımızdan. Ama diyor ki Kürt benim de böyle bir sıkıntım var, talebim var. O zaman kolay diyoruz bir protokol yaparız sizin de otonom, mutariyet düzeyinde hakkınızı tanırız ama birleşik yaşarız. Misak-ı Milli'nin özeti, esası budur.”
‘HALKLARI KIYIMDAN GEÇİRDİLER’
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci ve sonrasında birçok katliamın gerçekleştiğini anımsatan Yüksekdağ, farklı kesimlerin bir arada demokratik ve adil şekilde bir arada yaşama koşullarını sağlayamayan iktidarları sorunları baskıyla çözmeye çalıştıklarına dikkat çekti. Yüksekdağ, “Süryanileri kıyımdan geçirmişler, Ezidîleri kıyımdan geçirmişler, Ermenileri kıyımdan geçirmişler, ölmeyeni sürgüne dünyanın bilmem kaç yerine dağıtmışlar Bunların her birini yönetemedikleri farklılıkları çözmek için yapmışlar, çözebilmiş mi hayır. Ermeni Katliamı’nın yaşandığı dönemden bize kalan çok ağır bir bakiye, hala sırtımızda taşıyoruz. Hala Kürt’ü de Türk’ü de bu sınırlarda yaşayan bütün insanlar o katliamın acı yükünü sırtımızda taşıyoruz” dedi.
‘ONLAR SÖYLEMEYİNCE TARİH UNUTACAK MI’
İnşa edilecek demokratik bir Türkiye’de samimi bir özeleştiri ve barışçıl bir el uzatma ile tarihte yaşanan acıların hafifletilebileceğini ifade eden Yüksekdağ, “Ama Türkiye'yi yöneten zihniyet böyle düşünmüyor. Kendi bağımsız fikriyle de yapmıyor Ermeni katliamının yapıldığı dönem İttihat Terakki dönemidir, Sarıkamış kaybının kıyımının yaşandığı dönemlerdir. O kıyımdan kayıptan çıkabilmek için çözüm çare ararken kendilerini Almanya’nın yanında ona biat noktasında gelmişlerdir. Ermeni Katliamı’nda Almanya’nın çok büyük payı vardır, Alman devleti birincil dereceden sorumlulardandır. Planı yapan, İttihatçılara tehcir projesini, Ermeni sorunun sürgünle, kıyımla çözülmesi fikrini veren Alman devletidir. Bağımsız bile düşünemiyor. Türkiye ordusunun başında Alman general vardır. Ama milliyetçilik hamaseti yapanlar bunları söylemez, onlar söylemeyince tarih unutacak mı? Ermeniler Kıyıma uğradı, kovuldu, düne kadar birlikte yaşadığı ortak vatan topraklarından” dedi.
‘KALEM TUTAN KENDİNİ YARGIÇ ASA TUTAN SÜLEYMAN SANIYOR’
Cumhuriyet tarihinin “acılar tarihi” olduğunu belirten Yüksekdağ, “Memleketin hali bakımından acı duyuyorum. 50 yıl içerisinde Kürtlere karşı yaklaşımı bakımından değişen hiçbir şey olmaz mı? Bazı kentlerin mahallelerinde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor, köyleri basılıyor, kadınlara gençlere işkence ediliyor. Hani derler ya çeke çeke kendimizi güçlendirmeyi ve onarmayı başarıyoruz. Bu halk kendi geleceğini inşa etmeyi ve güçlendirmeyi başaracaktır. Dikkat ettiyseniz sizi ciddiye alıp ne mütalaayı ne de iddianameyi konuşuyorum. Alın sizin olsun vakti gelince faşizm müzesinde sergilersiniz. haklılığımız ve mücadelemiz bize kalsın. Kobanê halkıyla dayanışmak için sergilediğimiz tavrı yargılayabileceğinizi sanıyorsunuz. Ceza verebilirsiniz, kalemi tutan kendini yargıç, asayı tutan Süleyman sanıyor ama biz tarihe baktığımızda halkların yargılanamayacağı biliyoruz” ifadelerini kullandı.
‘FETÖ VE AKP BİRLİKTE ÇALIŞTI’
6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen Kobanê eylemlerinin AKP tarafından provoke edilerek “kana bulandığını” dile getiren Yüksekdağ, “Bunu Gezi’de başaramamıştı. Kobanê dayanışma hareketi ikinci bir Gezi’ydi. Sınır nöbeti Ağustos’ta başladı, tek bir kişinin burnu kanamadı. Evet kolluğun şiddeti vardı ama ona rağmen büyük bir şiddet yoktu. İktidar bunu gördü, halkın kendi geleceğini eline alabileceğini gördü ve bundan korktu. Sadece FETÖ’nün provoke ettiği bir durum olarak görmüyorum, bunu siyasi iktidarla birlikte yaptılar. Ama AKP iktidarı Erdoğan'ın siyasi zihniyeti ve pratiği aparat kullanmayı çok sever. Bakın geçmişe hep maşa tutmuştur, kendi yapmak istemediklerini başkalarına yaptırmıştır. Bunları da hep anlaşma görüntüsü altında yaptı. 20 yıllık AKP saray iktidarı belli anlaşmalar ve aparatlar kullanarak bu tür kirli işlere bu noktaya getirmiştir.
YAPTIĞIMIZ ÇAĞRI İNSANLIK ÇAĞRISIYDI
Hiçbir FETÖ’cü polis açık biçimde işlediği suçlardan yargılanmadı, soruşturma açılmadı. Allah korusun bir soruşturma açarsa sonu nereye çıkar bilinmez. Başka yakın zamanlarda örnekler de odu. Kobanê sürecinde tek bir polis darbeden tutuklandı, cezaevinde yatıyor, duruşmalara SEGBİS’le bağlandılar. Darbe girişiminden yargılanıyorlar, Kobane sürecinde işledikleri suçlardan, ihmallerden dolayı açılmış tek bir soruşturma yok. Açılsa takır takır yazarlar, okurlardı. Kobane dayanışma hareketinin bir batıdan doğudan bütün halkların iki yakasının bir araya gelmesi durumunu, sonucunu yaratma ihtimaline karşı siyasi iktidar aslında Kobane direnişi ve dayanışma hareketi karşısında hiç de sineye çeken bir tutum ve yaklaşım göstermedi. Aksine diş biledi, aksine bizim aleyhimizde provokasyona dönüştürme fırsatı kolladı, zamanının gelmesini bekledi. Hareket bir sivil dayanışma, demokratik bir direniş hareketi olarak başladı ve yaptığımız çağrı haklarımızı dayanışma için insanlık için sokağa davet eden bir çağrıydı, amacına ulaştı ancak 7’si itibariyle provokasyon süreci başladı, fitilini ateşleyen başlangıç noktası Antep’de Erdoğan’ın ‘Kobane düştü düşecek’ konuşmasıdır” sözlerini kullandı.
ERDOĞAN’IN YAKLAŞIMI TERS TEPTİ!
Siyasi iktidarın Kobane’de bir taraftan Kürtleri ve Türkiye'deki demokratik dinamikleri bir araya getiren bir merkeziyet oluşturduğunu bir yandan da DAİŞ’e güvendiğini ifade eden Yüksekdağ, şöyle devam etti: “Erdoğan da zaten çok emin olduğundan o konuşmayı yaptı. ‘Nasıl olsa yarın öbür gün Kobane’de de düşecek bunlar da kendi kendine onu da söyledi, kendi kendilerine çalıp oynadıkları ile kalacaklar’ diye. ‘Bir direniş hareketi geliştiriliyor, demokrasi hareketi geliştiriliyor. Siz öyle sanın ama DAİŞ Kobane’yi düşürecek ve benim korktuğum ikinci bir Gezi de memlekette yaşanmayacak’ diye güveniyordu. Ama bu yaklaşım ters tepti. Başta Kürt halkı olmak üzere bütün Türkiye halklarında ciddi bir vicdan isyanına yol açtı. Vicdan isyanı silahlı isyandan daha güçlüdür. Düşüncelerinden dolayı yargılıyorsunuz insanları vicdanlarından dolayı da yargılamayı bulursunuz, önünüze getirirler. O süreci bütün arkadaşlarım hatırlarlar, kimse sokağa çıktığında birbirini tanımıyordu. Sokağa çıkan politik mücadelede herkes birbirini tanır. Dünyanın en büyük örgütçüsü halktır, sağı solu belli olmaz. Halk vicdanıyla gerçekten maneviyatıyla insanlığa, kendisini ve birbirini örgütledi. Bizim bilmediğimiz yerlerde bu memlekette Samsun’dan tutun İzmit’ten İzmir’e Aydın’a Manisa’ya Adana’ya; Gezi’den sonra Türkiye çapında en yaygın iller ve ilçeler bakımından en yaygın eylemler Kobane sürecinde yaşandı. Diktatörler ve siyasi iktidarlar bu toplumu sevmiyor.”
TUTSAK SİYASETÇİLER SLOGANLARLA KARŞILANDI
Verilen 20 dakikalık aranın ardından Yüksekdağ ve tutsak siyasetçiler “Yaşasın birleşik mücadelemiz” sloganı, alkış ve zılgıtlarla karşılandı.
Yüksekdağ savunmasının son bölümünde, Kobane dayanışma hareketinin bir provokasyona maruz bırakılmasının çok yönlü siyasi hesapların, siyasi kumpas planlarının, halk hareketine karşı güçten düşürme planının yansıması, Kürt halk mücadelesinin geldiği seviye ve önünün açılmasını kesme provokasyonu olduğunu söyledi.
‘SAVAŞ YORGUNU BİR ÜLKE’
Yüksekdağ, şöyle konuştu: “2011’de başlayan Suriye savaşı, öncesindeki Bahar İsyanı ve Rojava adı verilen bir özgün Kürt statüsünün ortaya çıkması yeni bir durumdu. Çözüm Sürecinin etkisiyle Türkiye’deki iktidar Kürt realitesi ile barışmak ve Türkiye’nin yeniden demokratik tesisi için, siyasetin önünün açılması, toplumun yararı için değerlendirmek yönünde görüş açısı vardı. İlk başta iktidarın görüşlerinin bir kısmının samimi olduğunu düşünüyorum, mutlak bir güven değil ama. Gerçekten savaş yorgunu bir ülke vardı, yıllardır 35 yılı bulmuş bir adı konulmayan savaş ve çatışma süreci yaşanıyordu. Kürdün evladının da Türkün evladının da canı yanıyordu ve bu gerçekten her açıdan ekonomik de sosyal da siyasi olarak da toplumun refah düzeyi bakımında da memleketin temellerini çürüten bir etki taşıyordu. AB ve batıyla kurulan ilişkiler, onlara biçilen demokratik gömleği giymiş olmaları, etraflarında konumlanan güçlerin kendilerince AKP’ye özgü demokratik bir cumhuriyet kurulacağına dair telkinleri Kürt sorununu müzakere ve diyalog ile çözümüyle adımlar atıldı. Tek başına siyasi iktidar adım atmadı, hem savaşın ağır yıkımının yarattığı basınç vardı, bu basıncı siyasi iktidar da devlet yapısı taşıyamıyordu. Ne ezebiliyor, ne de yok edebiliyor. Siyasi bir risk alındı ve süreç başlatıldı.”
‘ÇÖZÜM SÜRECİNİN SİYASİ EKMEĞİNİ YEDİNİZ’
Oslo Görüşmeleri’nin provokasyona kurban edildiğini ve görüşmelerin 2012 yılında kesintiye uğratıldığını hatırlatan Yüksekdağ, 2013 Newrozu’nda PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın mesajıyla beraber somut ve tarihi çözüm sürecinin başlatıldığını ifade etti. O dönemde iktidarın Kürt halk gerçekliğini Rojava, Türkiye ve Suriye boyutuyla anlamaya dönük bir takım yaklaşımlar geliştirdiğini anımsatan Yüksekdağ, “Ama biz o dönemde yaklaşımlarını yeteri kadar tutarlı ve kararlı görmüyorduk. Bugün baktığımızda bırakın tutarlılığı, kararlılığı inanılmaz bir pragmatizm inşasının önüne çıkarlarını ören bir yaklaşım ürünü olduğunu anladık. Ben bugünden o günkü yaklaşımlarının siyasal ve sınıfsal anlamını ölçebiliyorum o dönem de eleştirdik. ESP Genel Başkanı olarak yaptığım açıklama buraya konulmuş, net şekilde Türkiyeli sosyalistler olarak iktidarı eleştirdik. Bir çözüm süreci başlattın ama gereğini yerine getirmiyorsun. Anaların gözyaşını dindireceğim diyorsun ama karakollar yapıyorsun. Savaşın ve silahlanmanın, mühimmatın yolunu heba ediyorsun. Tutarlı demokratik barışçıl bir çözüm iradesi ortaya koyman gerek diye eleştiriyoruz. Bir taraftan savaşan karşılıklı savaşan güçler var bir taraftan eline geçince öldüreceksin, sivil halka zarar veren provokatif eylemleri engellemeyeceksin, ölümlerine yol açan koşulları ortadan kaldırmayacaksın, bir taraftan da Çözüm Süreci’nin siyasi ekmeğini, rantını yemeye kalkacaksın” diye konuştu.
Kobanê işgal sürecinin Çözüm Süreci’ndeki ilk kırılma noktası olduğuna dikkat çeken Yüksekdağ, “Siyasi iktidarın barışı inşa edecek iradeyi ortaya koymadığını ve yüz yıldır olduğu gibi imhacı bir anlayış ile hareket ettiğini söyledi. Yüksekdağ, “Çözüm Süreci’ne dahil olan ikircikli karmaşa, devlet kaosu o sürece doğrudan yansıdı. Bir taraftan bir irade var ama ağır basan yapıcı taraf Kürt siyasi hareketiydi ama devlet cephesinden bir irade olmasına rağmen bu kafa karışıklığı, niyetsizlik her bir hareketlerine yansıyordu” dedi.
‘YÜZYILLIK YÖNTEM DEVREYE GİRDİ’
Yüksekdağ, Çözüm Süreci’nde iktidarın belirli aralıklarla PYD ile devam eden görüşmelerini ve Erdoğan’ın “direnen Kürt kardeşlerimi selamlıyorum” sözlerini hatırlattı. PYD ile gerçekleştirilen resmi görüşmelerin samimi olmadığını belirten Yüksekdağ, “Kardeşlikten çok faydacılık yaklaşımı olduğunu gördük. Ancak o dönemde Kobanê direniş döneminde asla ve asla gerek atılan tweeti gerekse eylem ve etkinlikleri terörize etme yaklaşımı asla sergilenmedi. Biz sadece 7 Ekim’den itibaren provokatif karanlık güçler halkın içine salındıktan sonra itidal çağrıları yapmaya, provokasyon ortamını ortadan kaldırmak için elimizden geleni yaptık. Ama devletin başka bir aklı o süreçte devreye girdi. Ve sadece FETÖ üzerinden değil, geleneksel bazı algılar, statükocu zihniyet üzerinden Kobanê hareketini provoke etmek suretiyle yüz yıl boyunca ezberlenmiş ezerek, öldürerek çözme, onu gerçekleştirebilmek için en uygun ve elverişli koşulları yaratmak için provokasyon yöntemi devreye girdi. Kobane hareketinin provoke edilmesinin en önemli nedeni budur. Siyasi iktidarın cemaat dahil bütün bileşenlerinin üzerinde uzlaştığı, anlaştığı bir şeydi” diye konuştu.
‘DEVREYE HİZBULLAH KONULDU’
Kürt sorunundaki çözümsüzlükte ısrar eden iktidar ve devlet aklının devreye farklı aktörleri sokmaya çalıştığını ifade eden Yüksekdağ, “Örneğin 90’lı yıllarda aktif rol oynayan, tetikçi olan Hizbullah’ı devreye sokmaya çalıştı, HÜDA-PAR’la HDP’yi karşı karşıya getirme provokasyonu ile devletin baskı aygıtlarının ulaşamadığı Kürtistan’daik yerlerde de başka bir baskı aygıtı yoluyla baskı altında tutmak için Hizbullah ve HÜDA-PAR’ı oyunun içine çekme hamlesi geliştirdi. O dönemden itibaren Hizbullah ve HÜDA-PAR iktidarın oyununun içine çekildi, o dönem onların farkında olduğunu düşünmüyorum. O dönemden sonra ikinci bir aparat olarak az kullanılmış bir aparat devreye sokuldu. Kobanê’den aylar sonra biz aynı masada çalışmaya devam ederken, Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilmesi ile birlikte HÜDA-PAR devreye sokuldu. ‘Yasin Börü’nün katili Selahattin Demirtaş, HDP’liler’ diye diye aradan yıllar geçmesine rağmen provokasyonu yenileyerek önümüze koydular” ifadelerini kullandı.
ÇÖKTÜK MÜ? HAYIR!
6-8 Ekim 2014 sürecinin ardından AKP’nin Çözüm Süreci’ne dair karanlık bir ajanda hazırladığını söyleyen Yüksekdağ, MGK toplantısında karar altına alınan “'Çöktürme Çöktürme Planı’na” dikkat çekti. Yüksekdağ, “Sokaklar kana bulanacak kaos çıkarılacak diyerek bir simülasyon hazırlamış. Hendeklerden tutalım, kadın örgütlerinin kapatılması, tv’lerin kapatılması, sivil kuruluşlara baskı, saldırı, her şey var, iktidar bir cezaevi sipariş ediyor. ‘Yeni Türkiye bu’ diyor. Bu çöktürme planın yapıldığı dönem çözüm sürecinin sürdüğü ve görüşmelerin sürdüğü bir dönemdi. MİT’in ve tüm devlet yetkililerinin olduğu masada oturduğumuz sırada siyasi iktidar çok büyük devasa bir savaş planı yapmış. Çöktüreceği kimler, bizleriz. Neyi çöktürdüler, çöktük mü? Hayır!
‘BİTTİLER’ DEDİKLERİ NOKTADA YİNE AYAKTAYIZ’
Kürt siyasi hareketi, kadın hareketi ve sol sosyalist hareketin ağır saldırılarla karşı karşıya kalmasına rağmen direndiğini vurgulayan Yüksekdağ, “Bizler ‘bittiler’ dedikleri noktada yine ayaktayız. Biz üçüncü yolu da buluruz, açarız, üçüncü cepheyi de onların korkulu rüyası olarak dikilir karşılarında dururuz” dedi. İktidarın çözüm sürecini savaş planı için kullandığını belirten Yüksekdağ, “Oyun içinde oyun, kirliliğin içinde kirlilik, hesabın içinde hesap. Bugün geldiğimiz noktada bu iktidar kaç yıldır, beka, bayrak hamaseti üzerinden bizleri terörist ilan ederek ayakta kaldı. Başardıkları tek şey bu. Ayakta kalmak ama bu ülkenin varlık hakkını kazandınız mı beyler, efendiler? Çözüm sürecini dinamitleyerek bu memleketin varlık hakkını dinamitlediniz. Bölgeyi ve dünyayı görmediniz mi? Bu dünya savaşı Türkiye’nin göbeğinde durduğu dar bir üçgene dönüşmüş durumdadır. Üçüncü dünya savaşının merkezi bu coğrafya. Hiç mi bir tarih bilinci ve akıl olmaz. Bu nasıl bir kibirdir. Aynı hataları yeniden yaparak daha fazla ölüme, yoksulluğa sürüklemek ancak böyle bir akılla olabilir. bir dünya savaşının kapıya dayandığı koşullar da halkların bekası için, devlet demiyorum kusura bakmasınlar bu benim devletim değil böyle bir devlet olamaz, bütün halkların bekası için Kürt halkının varlığı ve haklarıyla birlikte bu toplumun var olmasından başka bir yol yoktur” diye belirtti.
Ülke kaynaklarının ve servetinin yanı sıra yaşam hakkının da savaş politikaları uğruna heba edildiğine değinen Yüksekdağ, “Bu kadar çok Mehmet var diye savaşmak zorunda mısınız? Kürt Mehmet ile Türk Mehmet’i birbirine kırdıran karanlık korkunç bir zihniyetle ayakta kalıyorlar” sözlerini kullandı.
‘HDP EZİLENLERE KAZANABİLECEKLERİNİ GÖSTERDİ’
AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında ilk kez “yenilebileceğini gördüğünü” ifade eden Yüksekdağ, “Türkiye halkları demokratik yollarla bir hükümetin düşürebileceğini gördü. O zamana kadar hükümetler hep darbe ile düşmüştür. Türkiye tarihinde 7 Haziran başarısı bir ilktir. Yeni bir dinamik ve demokrasi yöntemine evrilmişti. ‘Bu antidemokratik iktidarı değiştirebiliriz’ dedi halklar. Her ne olursa olsun bu siyasi iktidar ve başındaki Erdoğan kendisini hükümetten indiren bir parti olarak bizi gördüğü için bize karşı ayrı bir husumet besliyor. Bu davalar ve tutuklamalar bu husumetin yansımasıdır. Ama demokratik değişim isteği ve olgusunu engellemeyi başaramıyorlar. HDP ezilenlere kazanabileceklerini ezenlere de kaybedebileceklerini gösterdi. Bunun hesabı soruluyor. Biz bunun hesabını ancak bizi seçenlere veririz. Tutuklandığımda milletvekiliydim ve hala bir halkın emanetini taşıyorum. Hesabım ancak halka ve kadınlaradır. Bu özeleştirimdir, yaptıklarım için değil yapmadıklarım için suçluyum, yapmadıklarım için eksik ve hatalıyım. Halklarımız bizim yaptıklarımızdan çok daha fazlasını hak ediyordu” dedi.
‘YARGILAMADA HEDEFLENEN EKSEN KAYDIRMA’
Kendisine isnat edilen suçlamalara dair sürecin Meclis’te kurulacak bir komisyon ile ilerletilmesi gerektiğini söyleyen Yüksekdağ, “Doğrudan siyaset tarafından sorulur, ben cevaplarım. Ne eksik, ne fazla ama bunun dışında kimse bizi mahkeme salonlarına taşıyamaz, bizi sorguya çekemez. İktidara çağırımdır: yüreğiniz varsa kurun bir komisyon karşılıklı konuşalım. Bunun dışında önemili olan bir diğer nokta, bütün yargılama sürece boyunca kafanıza göre sanıkları topladınız bu dosyayla bizim ne ilgimiz var hepsi ayrı ayrı soruyor. HDP MYK’sında olmayanlar da burada. bir çuval dava oluşturup buradan bir şey çıkarabileceğinizi sanıyorsunuz. Bu yargılama sürecinde hedeflediğiniz bir eksen kaydırmadır, gerçeği gizlemedir. Bir insan bu kadar beceriksiz olamaz. bu iddianameyi kendini zorlasa kimse yapamaz. Bu kaos içinde istediğiniz kadar gerçekliği kaçırma ve gizleme şansı yakalıyorsunuz. Yargıda gerilla taktiği bu sanırım, vur kaç. Bu kaos kasıtlı olarak oluşturuldu siyasi iktidarı yargı masaları oluşturmuştur” diye konuştu.
Asıl yargılama sürecinin Kobanê Dosyası kapandıktan sonra başlayacağına vurgu yapan Yüksekdağ, “Bu dava bir hak, halk ve siyasi özgürlük davasıdır. Bu süreç geçicidir tarih kendi hükmünü verecektir. Halkların ve devrimci siyasetin hükmü açığa ortaya çıkacaktır” dedi.
‘SAYIN ÖCALAN TANIK OLARAK DİNLENSİN’
Dava dosyasında önemli eksiklerin olduğunu kaydeden Yüksekdağ, Çözüm Süreci’nin resmi muhatabı olarak yer alan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tanık olarak dinlenilmesini talep etti. Yüksekdağ, “Hakikatın kaynağına ulaşmak gibi bir derdiniz varsa Öcalan tanık olarak çağırılmalıdır. Bizzat Sayın Öcalan’ın gönderdiği mesajla çok daha kanlı olayların önüne geçilmiştir. En önemli tanık odur. Gelemiyorsa SEGBİS’le bağlarsınız ve böylece yıllarca İmralı’da süren tecridin bu davayla kırılmasına vesile olursunuz. Böylelikle bizim tutsaklığımız bir kırılmaya yardımcı olur” çağrısında bulundu. Yüksekdağ, Kürt sorununda demokratik çözüm ve Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin son bulması talebiyle cezaevlerinde başlatılan açlık grevlerine dikkat çekerek, “Özünü ve canını ortaya koyarak sergiledikleri tavır ve tutumdan söz ediyoruz. Bu bir şeyler ifade etmeli, eğer bir irade ortaya konulmazsa çok daha trajik olaylarla karşı karşıya kalınacak. Ateş sadece düştüğü yeri yakmaz. Senin kardeşinin canı yanıyorsa senin de başka yerlerden canın yanacaktır” mesajı verdi ve açlık grevinde olan tüm siyasi tutsaklara selamlarını iletti.
‘DİRENENLER TARİHE GİRER ZALİMLER UNUTULUR’
HDP’nin büyük bir tarihsel arka plana sahip olduğunu belirten Yüksekdağ, “Bir fikrin bir paradigmanın zamanı geldiyse onu yavaşlatabilirsiniz, kırabilirsiniz, zarar verebilirsiniz belki ama asla ilerleyişini durduramazsınız. Düşer, zayıflar, güç kaybeder ama sonra gücünü onaracağı, sağaltacağı alanlar bulur kendisine. Yeniden yürümeye başlar, yeniden kendisini yeşertir yükselir. HDP böyle bir gerçeklik, böyle bir hakikattir. Hayatın ve mücadelenin insanlığın, doğanın gelişim ve değişim yasaları işlemeye devam edecek. Bu yasaları en fazla sahiplenenler, değişime en açık olanlar kazanacaklar. Bugün değilse yarın, çok yakın bir gelecekte kazanacaklar. Tarihe yazılacak o kalın harfleri onlar tayin edecek Tarih bir taraftan hafızası güçlü bir bilimdir diğer taraftan çok unutkandır. Zulme direnenlerin eylemleri tarihe çok güçlü girerler, zalimlerin zulmünü unutturur ama mazlumların yarattığı insanlık cennetini yüceltir tarih bilimi” diye ifade etti.
YAŞASIN HALKLARIN EŞİT ÖZGÜR BİRLİĞİ
Yüksekdağ savunmasını şu beyanlarla sonlandırdı: “HDP’nin sembolü amblemi ağaçtır, DEM Parti de öyle devam ediyor. O ağacı sevdik, ağaçlar güçlü köklerini göğe uzatmazlar, toprağın derinliklerine gizlerler. Çok anlamlı ve bizi tarif ediyor. Bir taraftan köklerimizi yapraklarımızı göğe uzatıyoruz ama dallarımızın çok daha fazlası köklerimizde. Ve o toprağın altındaki damarlarla, köklerle birrbirimize sarılıyor, besliyor, birbirimizi sağaltıyoruz. Yeni yaşam ağacını asla ve asla kurutmayız. Yaşasın halkların, eşit, özgür birliği ve yaşasın halklarımızın demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi.”
Yüksekdağ’ın savunmasının ardından salondan, “Kobane umuttur, umut dimdik ayakta” ve “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “Biji berxwadana Kobane” sloganları yükseldi.
Duruşma yarın saat 10.00’da Yüksekdağ’ın avukat beyanlarıyla devam edecek.