İSTANBUL - Uzun süreli tecridin “işkence” kapsamına girdiğini söyleyen Prof. Dr. Ümit Biçer, tutsakların açlık grevi eylemine işaret ederek, sorunun “farklı hukuk sistemlerinin devreye konulmadığı” bir çerçevede ele alınması gerektiğini söyledi.
İmralı Ada Hapishanesinde 25 yıldır tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan aile ve avukat görüşlerine izin verilmediği için 33 aydır haber alınamıyor. Mektup ve telefon gibi iletişim hakları da engellenen Öcalan, doğrudan ağır tecrit koşullarında altında.
İmralı’da iç hukuk ve uluslararası sözleşmelere aykırı biçimde uygulanan mutlak tecridi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu Üyesi olan Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer değerlendirdi.
Tecridin sosyal ilişkileri sınırlayıp, fiziksel ve ruhsal anlamda insan sağlığını olumsuz yönde etkilediğini belirten Biçer, uluslararası sözleşmelerde tutsaklar için yapılan düzenlemelerde tecridin çok sınırlı uygulanması ve gerekli olmadığı sürece kullanılmaması gerektiğinin altını çizdi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu yönlü kararlarına dikkat çeken Biçer, “Bir kişinin uzun süreli tecrit edilmesi AİHM kararlarında ‘işkence ve kötü muamele’ olarak nitelendiriliyor. Yine Mandela Kuralları, 15 günü geçen tecrit uygulamalarının insan onurunu kıran, insanı yalnızlaştıran, sağlığını bozan etkisine dikkat çekilerek ‘işkence’ olarak nitelendirir. Kaldı ki gün içerisindeki izolasyon süresi için de belli bir süre konulmuş. Mandela Kuralları’na göre, bu sürenin 22 saatin üstüne çıkmaması gerekir. 22 saatin üstüne çıkan herhangi bir muameleyi işkence ve kötü muamele olarak değerlendiriliyor” dedi.
Prof. Dr. Ümit Biçer
İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE
Türkiye cezaevlerinde uygulanan ağır tecrit koşullarının Mandela Kuralları’ndaki sürenin üzerine çıktığını belirten Biçer, “Bu tür uygulamalar hukuken kabul edilemezdir ve işkence kapsamında değerlendirilir” ifadelerini kullandı. Tıbbi olarak tecrit altında bulunan kişinin uyaran yoksunluğu nedeniyle fiziksel anlamda insan sağlığını bozacak etkilerin saptandığını vurgulayan Biçer, tecridin cezaevlerinde bir disiplin uygulaması olarak değil, işkence ve kötü muamele olarak değerlendirildiğini kaydetti. Cezaevinde tutulan bir kişinin, suçlandığı filden bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Biçer, İmralı Cezaevi’yle ilgili AİHM’in vermiş olduğu ihlal kararları hatırlattı.
Cezaevinde tutsak edilen kişilerin, insani ilişkiler kurabilmesi, ailesiyle haberleşmesi ve dış dünyadan haber alması gibi temel haklarından yoksun bırakılmasının temelde “insanı yok etmeye” ve sağlığını bozucu etkilere neden olacağının altını çizen Biçer, “Özgürlüğünden yoksun bırakma, zaten başlı başına bir cezadır. Bu cezanın farklı farklı şekillerde uygulanmasının kişilerde sağlık problemlerine yol açması AİHM kararları ve uluslararası sözleşmelerde bir insan hakkı ihlali olduğu belirtilmiştir” ifadelerini kullandı.
ZAMAN VE MEKANSAL KOŞULLAR
Cezaevlerinin mekansal olarak kişi üzerinde birtakım etkileri olduğuna işaret eden Biçer, şunları dile getirdi: “Cezaevi ortamın fiziksel özellikleri, odasının bulunduğu yerin özellikleri bir takım etkilere yol açıyor. Bu etkiler cezaevindeki kişinin dışarıdan nasıl haber aldığı, onunla nasıl bir bağlantı kurduğu meselesiyle birlikte ele alınmalı. Siz bir adada tutulduğunuzda veya başka bir yerde tutulduğunuzda belki dışarıya çıkma ihtimalini daha çok hissedebilirsiniz ya da bununla ilgili sıkıntılarınız daha fazla olabilir. Ama burada asıl kritik olan nokta,, kişinin tutulduğu süre ve yerin özellikleri olduğunu, orada insani bir temas, ailesiyle, sosyal çevresiyle, diğer tutsaklarla olan ilişkilerin varlığı ortaya çıkıyor. Çünkü kapalı bir yerde tutulduğunuz zaman dışarıyla bağınız tamamen koptuğunda başlangıçta belki bulunduğunuz yerin bir ada olması ya da başka bir yer olması farklılık gösterebilir ama uyaranların giderek azalması, dış dünyadan nasıl haberdar olduğunuzla ilgili, meselenin bulanıklaşması sizin tamamen içerideki seslere, görüntülere maruz kaldığınız müdahalelere bağlı olarak oluşacaktır. Bir süre sonra bir dışınızdaki dünyayla ilişkiniz iyice sınırlayacak.”
Prof. Ümit Biçer, Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde Abdullah Öcalan için 27 Kasım’da başlayan açlık grevleri üzerinde de durdu.
‘AÇLIK GREVLERİ SON ÇARE OLARAK BAŞVURULAN BİR YÖNTEM’
Biçer, açlık grevlerinin cezaevlerinde özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin taleplerini yerine getirmek için son çare olarak başvurduğu bir yöntem olduğunu ifade etti. Cezaevlerinde geçmişte de birçok kez açlık grevleri olduğunu hatırlatan Biçer, kritik olan şeyin ise insanları açlık grevine girme yoluna iten nedenlere dair herhangi çözümün yaratılmaması olduğunu belirtti. Açlık grevlerine dair taleplerin görüşmeler yoluyla ve bazı adımlar atılarak çözüleceğini söyleyen Biçer, “Her türlü meselenin çözülebilmesi için müzakere yollarının açık olması gerekir. İnsan onuruna, değerlerine saygı duyan, farklı cezalandırma pratiklerini yürürlüğe koymayan ya da farklı hukuk sistemlerini devreye geçirmeyen bir çerçevede ele alınması gerekiyor” diye konuştu.
‘SOMUT ADIMLAR ATILMALI’
Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin çözülmemesinden kaynaklı, tutsakların yıllar içinde aynı taleplerle açlık grevlerine girdiğini dile getiren Biçer, siyasi iktidarın cezaevleriyle ilgili ihlaller konusunda kalıcı sağlıklı adımlar atmadığını belirtti. Biçer, “Bu adımların atılmaması açlık grevlerine yol açılıyor. Bu çözülebilecek bir mesele ve iktidarın cezaevleri konusunda somut adımlar atması gerekiyor. Talepleri dikkate alarak bununla ilgili hızlı bir şekilde müzakere ve uygun çözümler getirmesi gerekiyor. Bugün cezaevlerinde tutulan insanların yaşadığı hak ihlalleri ne yazık bir adımın atılmadığını gösteriyor” ifadelerini kullandı.
‘TECRİT AĞIRLAŞARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR’
İktidarın cezaevlerine dair bir iyileştirme yapmadığı gibi yeni cezaevleri modellerinin de özellikle tecrit ve izolasyon amaçlı olarak inşa edildiğinin altını çizen Biçer, “Bu nedenle cezaevlerinde bulunan kişilerin daha fazla sağlık problemleriyle karşı karşıya kalacağı gerçeği önümüzde duruyor. Dolayısıyla iktidarın insanları özgürlüğünden alıkoyacak adım atmak yerine, özgürlükçü, demokratik ve barış içinde yaşamayı sağlayacak politikalar konusunda çaba göstermesi, bu sürece tanık olanların da belki bu talebi daha ısrarla savunması gerekiyor. Açlık grevleri taleplerinde dile getirilen tecrit meselesi, yıllardır ağırlaşarak karşımıza çıkıyor. İnsan onuruna ve sağlığına her türlü müdahalenin karşısında olduğumuzu, bu süreçte zarar görenlere her zaman destek vereceğimizi bir kez daha söyleyebiliriz. Bu taleplerin iktidar tarafından dikkate alınması gerekir. Bu konuyu dillendirmek ve bu tür uygulamaların insan hakları ihlali olduğunu söylemekten geri durmayacağız” dedi.
MA / Esra Solin Dal