İSTANBUL - Asrın Hukuk Bürosu’ndan Av. Rezan Sarıca, PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 33 aydır hiçbir haber alamadıklarını belirterek, “Tüm baskı uygulamalarına rağmen Sayın Öcalan’ın iradesi kırılamadı. İradesini kıramadıkları için bu tecridi daha ileriye taşıdılar” dedi.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) İstanbul Şubesi, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Genel Merkez binasında “İnsanlık suçu ve işkence biçimi olarak tecrit” başlıklı panel düzenledi. Panele, ÖHD, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), DEM Parti Gençlik Meclisi, Kadın Zamanı Derneği ile HDK üye ve yöneticileri ile çok sayıda kişi katıldı. Panelin yapıldığı salona, “Tecrit İnsanlık Suçudur”, “Jin Jiyan Azadî” ve “Özgürlük için Hukukçular Derneği” yazılı pankartlar asıldı.
Moderatörlüğünü ÖHD Genel Merkez Yöneticisi Nagehan Avçil’in yaptığı panelde, DEM Parti Amed Milletvekili Ceylan Akça Cupolo, “Tecridin tanımı ve tarihi”; Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca, “İmralı tecridi”; Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Merkez Yöneticisi avukat Güçlü Sevimli, “Tecrit ve papishaneler”; HDK Eşsözcüsü ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek de “Tecridin siyasi ve toplumsal sonuçları” başlığıyla sunum yaptı.
‘TECRİT NASIL BAŞLADI?’
DEM Parti Milletvekili Ceylan Akça, cezaevlerinde uygulanan tecridin Amerika’daki bir uygulama olduğunu hatırlatarak, “Quecker titreme anlamına gelir. Queckerlar tecridi işkence olarak tanımlıyor. Titrekler bir tutsağı eline İncil vererek tecrit altına alıyor. Sonra bakıyorlar ki oraya alınan tutsaklarda korkunç kaygıya yol açıyor. Ve sonra bu sistemi sona erdiriyorlar. 1890’nın sonlarında bunun uygulanamayacağı söylenerek sonlandırıyorlar. 1930’larda Kaliforniya Alcatraz Adası’ndaki kaleyi yıkıp hücreler inşa edip, en korkunç diye tanımladıkları suçluları getirip yerleştiriyorlar. Alcatraz yaklaşık 80 yıl aktif kalıyor ve çok pahalı geldiği için kapatıp başka bir sistem düşünüyorlar. Daha sonra burası bir müzeye dönüştürülüyor” şeklinde konuştu.
GUANTANAMO’DAN İMRALI’YA TECRİT SİSTEMİ
1983’te tek kullanılan Marrion Cezaevi’ni anlatan Akça, “Arrian Kardeşler bu cezaevinde aynı gün içinde iki gardiyanı öldürüyorlar. Cezaevi tümüyle kapatılıyor ve hiçbir mahpus hücresinden çıkamıyor. Yeni bir cezaevi doğuşu olarak nitelendiriliyor. Tutsaklar 24 saat boyunca hücrelerinde kalıyor. Süper maksimum güvenlikli cezaevini üretiyorlar. 1989’da Kaliforniya’da koskoca bir ormanı kesip buradaki kampüs cezaevi sisteminde bir cezaevi inşa ediliyor. Bu cezaevlerinin sayısı bir anda 70-80’e çıkıyor. ABD sisteminde cezaevleri ticari sisteme dönüştürülmüş durumda. Gün boyu mahpuslar çalıştırılıyor. 2002 yılında Guantanamo açılıyor. ABD’nin Küba’dan zorla aldığı bir yer Guantanamo. Guantanamo’da karanlık alanlarda kayıt dışı uygulamalar yapıldığı görüldü. İşkence sırasında mahpusların öldüğünü, işkence ettikleri ve bu kayıtların yok edildiği öğrenildi. Guantanamo, Cenevre Sözleşmesi’nin koşullarından da amade tutuluyor. Avukatların dahi kafalarına poşetler takılıyordu. Ada cezaevinin içerisinde ‘Kamp 7’ dedikleri tecrit yerinde 11 kişiyi tutuyorlar. Hiç kimseyle görüştürülmüyor, bazen çıkarıldıkları beton havalandırmadan seslenip diğer kişilerle konuşabildikleri söyleniyor. Guantanamo, İmralı Adası’nda benziyor. Çünkü buraya da kimse gidemiyor, izin verilmiyor” dedi.
TECRİDİN KELİME KÖKENİ
Akça, tecridin özüne baktıklarında ABD’de CIA tarafından sol sosyalistleri alaşağı etmek için icat edilerek dünyaya pazarlanan bir sistem olduğunu belirterek, “Tecridin kelime kökeni ise inzivaya çekilme ve tek başına kalmaktan geliyor. Daha sonra Türkiye gibi sistemler de bunu örnek almaya başlıyor. Dünyanın birçok ülkesinde uygulanıyor” bilgisini verdi.
‘SAYIN ÖCALAN ÖZGÜRLÜK ATEŞİNİ KÜRTLERE VERDİ’
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca, tecridin bir siyasetten kaynaklanarak uygulandığını ifade ederek, “Sayın Öcalan’a 1993 yılından sonra Türkiye ve devletler nasıl bir yaklaşım içerisine girdi, bunu ele almak lazım. Sayın Öcalan, ortaya bir mücadele koydu. Bu mücadele, Kürt halkının nezdinde bir özgürlük mücadelesiydi. 90’larla birlikte bu mücadele Kürt halkı tarafından kabul edildi. Bir halkın dirilişi başladı 90’larda. Böylesi bir özgürlük mücadelesi ortaya koymuştu. Özgürlük ateşini devletlerden çalıp Kürtlere vermişti. Devletler bu anlamda Sayın Öcalan’a karşı anlayışı, yaklaşımı buradan yola çıktı. Sayın Öcalan, Kürt sorununun çözümü için birçok çalışma ortaya koydu. Ateşkesler, devlete demokratik çözüm için ortaya çözüm koydu. Ama komplolarla bu boşa çıkarıldı” ifadelerini kullandı.
İMRALI TECRİDİNİN YANSIMALARI
Abdullah Öcalan’ın mücadelesini yeniden bastırmak ve ortadan kaldırmak için bir siyaset geliştirildiğini söyleyen Sarıca, şunları kaydetti: “Avrupa devletleri, enperyal güçler de bu tarihsel gelişmeye karşı çoğu zaman ortak hareket etti. Kürtler Mezopotamya’da binlerce yıldır yaşayan kadim halktı. Kürt meselesi sadece yerel bir mesele değil, bölgeseli de aşan küresel bir mesele. 9 Ekim’den 15 Şubat 1999’a kadar Sayın Öcalan şahsında Kürtler dünyada kabul edilebileceği bir yurt bulamadı. Bütün kapılar kapatıldı. Tarihsel inkar siyaseti, o aralıkta da kendisini ayyuka çıkardı. Sayın Öcalan’a yaklaşım bir tasfiye ve imha etme yaklaşımıydı. En büyük örneği kendisine yönelik bombalı saldırıydı. Sayın Öcalan şahsında Kürtler yok ve tasfiye edilmek istendi. İmralı Ada Hapishanesi ve rejiminin arka planı böyle oluşturuldu. O günden bu yana hukuk ve idari mekanizmaları, bu siyasi arka planın ruhuyla donatıldı. İktidar sadece bununla yetinmedi. Devlet toplum üzerinde egemenlik kurma aygıtı olarak hapishaneleri tercih etti. İmralı da bu temelde özgün bir alan olarak karşımıza çıkıyor.”
‘YASALAR İMRALI’DA YÜRÜRLÜĞE KONULMADI’
Herkesi etkileyebilecek bir yasal düzene dönüldüğünü kaydeden Sarıca, “Türkiye’de idam kaldırıldıktan sonra ağırlaştırılmış müebbet hapis sistemi Sayın Öcalan şahsında getirildi ve en ağır koşullarda seyretti. Sonrasında da binlerce insana uygulanan sisteme dönüştü. Avukat ve aile görüşleri ile ilgili kısıtlamalar, bu rejimde kendisini buldu. Bunlar hep Sayın Öcalan şahsında getirilen ama herkese uygulanabilir bir kural haline getirildi. Bu rejimi değiştirebilecek uluslararası mekanizmalardan AİHM ve BM var. Ama bu tarihsel siyasal birliktelik sadece Türkiye ile sınırlı kalmadı. Uluslararası sözleşme ve kurallar İmralı’da yürürlüğe konulamadı. Alınan kararlar da hiçbir zaman İmralı’da uygulanmadı. 2015’te Sayın Öcalan’ın adil yargılanma kararı hiçbir zaman uygulanmadı. İdare ve Gözlem Kurul’ları insanları cezaevinde daha fazla tutma mekanizması olarak getirildi. Uluslararası mekanizmalar da İmralı’da sıfır etkiye sahip. Sadece kişiyi alıkoyma değil, kişinin iradesini teslim alma, ‘terbiye etme’ politikası olarak uygulandı. Sayın Öcalan, Kürt halkının özgürlük bilinci ve iradesinden asla vazgeçmedi” diye konuştu.
‘ÖZGÜRLÜK BİLİNCİNİ DAHA DA KUVVETLENDİRDİ’
“Bu kadar yoğun tecrit rejimi ve baskı politikalarına rağmen tersine, özgürlük bilincini daha kuvvetli bir hale getirdi” diyen Sarıca, sunumuna şöyle devam etti: “Sadece Kürtlerin özgürlük temelinde demokratik çabalar ortaya koymadı. Ortak bir yaşamda bir arada yaşanabilecek çokça çalışma, çağrı ve çabalarda bulundu. Kendisinin 50 yıllık maratonu dediği bu süre zarfında, Kürt meselesindeki çözüm muhataplığı da kendisinde oluşturuldu. Devlet, baskı politikasını daha da arttırdı bu süreçte. Üretkenliğine karşılık devlet de tersine baskı politikalarını üretmeye başladı özgürlük mücadelesi ve iradesini kırmak için. Bu sadece İmralı ile sınırlı kalmadı. Demokrasinin kırıntısını dahi bırakmayacak bir atmosfere dönüştü toplumda. İmralı, hem Türkiye’nin hukuk mevzuatını hem de siyasi atmosferi belirliyor. İmralı’daki tecrit sadece Sayın Öcalan’a yönelik değil, topluma da yönelik. Bu krizler aynı politikalardan kaynaklanıyor. Diğer hapishanelerde sınırsız avukat görüşü yapılırken, İmralı’ya haftada bir görüşme getirildi. Mevzuatta böyle bir şey yok. Ki bu bazen ayları bulabildi. 14 yıl boyunca televizyon verilmedi, gazeteler sansürlenerek verildi. Temel amaç dünyadan bihaber olmasıydı.”
‘TECRİDE KARŞI ÇIKMAK DEMOKRASİ İÇİN ÖNEMLİ’
Avukat müvekkil görüşleri mahremiyetinin İmralı’da uygulanmadığı ifade eden Sarıca, “2016’dan sonra yasalara yerleştirildi ve artık herkese uygulanabilir hale geldi. 10 yıl 9 ay tek başına tutuldu. 2009’da oraya götürülen 5 müvekkil ile sadece hafta içi bir saat görüşebiliyordu. Haftanın 164 saati yine tek başınaydı. Hafta sonu zaten hep tek başına tutuluyordu. Disiplin cezaları ise 2018’de yürürlüğe girdi. Sayın Öcalan bu cezalarla karşılaştığında, itirazlarda bulunuyor. İmralı’daki hukuksal gelişmelerde hiçbir bilgi yok. UYAP sistemi kapalı, evrak yok, disiplin kurulu kararları, tarihleri ve esas numaraları yok. Biz avukatlık mesleğimizi yürütemiyoruz. Tüm bu baskı uygulamalarına rağmen Sayın Öcalan’ın iradesi kırılamadı. İradesini kıramadıkları için bu tecridi daha ileriye taşıdılar. Mutlak iletişimsizliğin ağırlaştığı, hiçbir şekilde haber alamadığımız bir durumdayız. Adada kalan hiçbir müvekkilimizden haber alamadık. Türkiye, BM insan haklarının tedbir kararına uymuş değil. Sayın Öcalan’dan 33 aydır hiçbir haber alamıyoruz. Buna karşı çıkmak hem demokrasi hem de insanlık adına bir önem taşıyor.”
‘İMRALI SİSTEMİ TÜM CEZAEVLERİNDE UYGULANIYOR’
ÇHD Genel Merkez Yöneticisi avukat Güçlü Sevimli, siyasi tutsakların ağır işkence ve hak ihlallerine maruz kaldığını dile getirdi. Sevimli, “Abdullah Öcalan’ın bir ada hapishanesinde tutsak edildiği ve dünyada da eşi benzeri çok az görülen bir sisteme 90’lı yılların başında geçildi. Özel bir statünün de hapishanede yaratıldığını görüyoruz. Kişiye özel bir adada, tamamen insan haklarına aykırı bir modele bu tarihte geçildiğini biliyoruz. Bir sene sonra da bütün ülke çapında infaz modelinin tamamen değiştirildiği bir döneme geliyoruz. 19 Aralık 2000 tarihi, 20 ayrı cezaevinde çok kanlı bir operasyon gerçekleştiriliyor. Bir bütün olarak ceza infaz modeli tamamen değişerek, infaz modeline geçildiğini görüyoruz. Tüm siyasi tutsakların koğuş tipinden tecrit tipine geçirildiğini görüyoruz. Bu infaz modeli hala bugün yürürlükte” dedi.
ÜÇÜNCÜ YOL’UN ÖNEMİ
“Tecridin Siyasi ve Toplumsal Sonuçları” başlığı ile sunum yapan HDK Eşsözcüsü ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek de, “Tecrit yalnızca Sayın Öcalan’a yönelik uygulanmıyor, bir bütün halka dönük” sözleriyle konuşmasına başladı. Çiçek, “Bu toprakların tarihe iz bırakmış ve kaderi değiştirecek bütün direniş dinamiklerine dönük Sayın Öcalan’a saldırılıyor. Tecrit konusundaki ısrar ve devletin sonuç alması durumu, Türkiye’de iki egemen ana akım siyasete ilelebet teslim olmasıdır Türkiye ve Kurdistan’ın. Üçüncü Yol bu anlamda önemli. Tecridin sonuç alması, Üçüncü Yol mücadelesinin bu iki ana akımın karşısında kaybetmesidir. Sayın Öcalan şahsında geliştirilen tecrit, politikası bugün itibariyle tüm dünya şahsında bir ulusal mücadele formu olarak görülse bile sosyalist ve bütün yapıların ideolojik olarak tasfiyesine dönük de bir girişimdir” diye konuştu.
Panel, soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.