ANKARA - Kapitalizmin sömürge zihniyetinin gerçek yüzünün Kurdistan olduğunu dile getiren DEM Partili Öznur Bartın, “Bu coğrafya, sömürge olarak görülmekte, kaynakları talan edilmektedir” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri, Meclis Genel Kurulu’nda devam eden 2024 bütçe görüşmelerinde konuştu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesine ilişkin söz alan Colemêrg Milletvekilli Öznur Bartın, bakanlığın Kurdistan’a dönük sömürüsüne dikkat çekti.
‘SÖMÜRGE ZİHNİYETİNİN GERÇEK YÜZÜ’
“Kapitalist modernitenin, sömürge zihniyetinin gerçek yüzü Kürdistan’dadır” diyerek, sözlerini sürdüren Bartın, “Cumhuriyetin 100. yılına kadar Kürt kimliğine, kültürüne, coğrafyasına yönelik operasyonel iktidarlar, hep devrede oldu. Bu coğrafya, sömürge olarak görülmekte, kaynakları talan edilmektedir. Bu sömürü, iktidarların ülkenin diğer bölgelerindeki kâr hırsından, rantçı yaklaşımlarından çok öte olup bir devlet politikası olarak süregeldi. Bu politikalarla aynı zamanda mekânsal bir denetim de amaçlandı. Örneğin;1960’larda HES’lerle Kürdistan’daki su kaynakları hedef alındı, 2000’li yıllarda ise militarist bir yaklaşımla ‘Güvenlik Barajları’ ile devam etti. Suyun doğal akışı, bariyerlerle engellendi ve kadim halkların kültürü, tarihi, izleri suya gömülerek silinmek istendi. 12 bin yıllık Hasankeyf, Ilısu Barajının suları altında kaldı. Keban Barajıyla Murat Nehri çevresinde yüzlerce köy boşaltıldı, insanlar yerlerinden edildi. Botan Çayı’nın sadece Siirt sınırları içindeki kısmında 20’ye yakın baraj yapıldı” diye konuştu.
MADEN ŞİRKETLERİNE AÇILDI
Kurdistan’daki ağaç kıyımına da işaret eden Bartın, “Cudi’de, Dersim’de, Bingöl’de, Hakkari’de, Diyarbakır’da ormanlık alanlar; kasti yangın veya ağaç kesimleriyle yok edilmek istendi. Asker ve korucuların kontrolünde kesilen bu ağaçlar, mangal kömürü olarak piyasaya sürüldü. Cudi’de sadece ağaç kıyımı yapılmadı. Bütçesi görüşülen Bakanlığın bünyesindeki Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü; bölgenin her taşına her karışına maden ruhsatı açmış. Cudi’nin yüzde 96’sı maden sahası olarak projelendirilmiştir. Benzer şekilde, seçim bölgem Hakkari’nin neredeyse tamamı maden sahası olarak ruhsatlandırılmıştır. İnsanların oturdukları evin yeri dahi maden şirketlerine açılmıştır. Ayrıca Bakanlık, bir yeri maden sahası için ihaleye açmadan önce o yerin; sit alanı, milli park, yerleşim alanı olup olmadığına bakmaksızın ilana açıyor, ruhsat başı aldığı paraya bakıyor” ifadelerini kullandı.
AMAÇ NE?
Kurdistan’da yapılan HES’lere işaret eden Bartın, üretilen enerjiden bölgenin payına ise yüzde 8 düştüğüne dikkat çekti. Bartın, “Biliyoruz ki yürütülen bu politikaların amacı; zengin kaynaklarına rağmen bölge kentlerini göç, işsizlik, yoksulluk kentleri yapmaktır. Devlet politikası olan bu sömürünün, talanın, yoksulluğun, işsizliğin nihai amacı; bölgeyi insansızlaştırmaktır. İnsanları metropollere göç ettirmektir. Bir diğer ifadeyle izlerimizi silmektir. Bu sömürü politikasını uygulamak için bugün AKP-MHP iktidarı işin başındadır” diye kaydetti.
‘TALEPLERİNİ KARŞILAYIN’
AKP’ye seslenen Bartın, Kürtlere yönelik yürütülen savaşın durdurulması gerektiğini belirtti. Bartın, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için açlık grevine giren tutsakların taleplerinin karşılanmasını ve tecridin son bulması gerektiğini kaydetti. Kurdistan’a dönük sömürü ve eko kırıma son verme çağrısında bulunan Bartın, “Kayırmacılığa, yolsuzluğa son verin; vergi adaletini sağlayın. Bürokrasideki kirliliği, çürümüşlüğü temizleyin. Tekçi erkek aklınızı kendinize saklayın. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine son verin” dedi.
HALKIN MALI TALAN EDİLİYOR
Enerji Bakanlığı’na dair söz alan İstanbul Milletvekili Kezban Konukçu Kok, AKP döneminde kurgulanan enerji sistemi ile halkın malı ve yıllarca biriktirdiği birikiminin yağmalandığını söyledi. Elektrik fiyatlarının alım gücünün çok üstüne çıktığını anımsatan Kok, “Pahalı elektrik nedeniyle hayat pahalılığı artmış, enerji yoksunluğu ve yoksulluğu yaşanmış. Fosil yakıtlara bağımlılık devam ettiği için dışa bağımlılık devam etmiş. Diğer yatırımlarda olduğu gibi, enerji yatırımlarında da doğal, çevresel ve kültürel değerler dikkate alınmamış, tarım arazilerine, ormanlara, meralara, ören yerlerine enerji tesisleri kurulmuş. Bakın, Akbelen Ormanlarında yöre halkının ve STK’lerin tüm itirazlarına rağmen katliam, ekolojik yıkım devam etmektedir. Ülkenin doğal gaz, petrol ve ithal kömüre bağımlılığı artmış, enerji hammaddeleri ithalatına ödenen tutar 100 milyar dolara yaklaşmıştır” dedi.
KARANLIĞA MAHKUM EDİLDİ
Ülkenin tüm kamusal kaynaklar ile doğal ve kültürel varlıklarının yandaş şirketlerin sınırsız yağmasına sunulduğuna işarete den Kok, “Halkımız açlık sınırında yaşamaya mahkûm edilmiştir. AKP yönetiminin derdi halkın sofrası değil, dağıtım şirketlerinin kârı olmuştur. Elektrik ve doğal gaz borçlarını ödeyemeyen vatandaşların toplam borç miktarları sermaye gruplarına aktarılan kamu kaynaklarıyla kıyaslandığında çok düşük kalmasına rağmen vatandaş desteklenmemiş, karanlığa, soğuğa ve susuzluğa mahkûm edilmiştir. İnsanların faturalarını ödeyemediği için elektriği, suyu, doğal gazı kesilmiştir” diye konuştu.
Kok, alternatif enerji kaynaklarının olduğunu ancak tercih edilmediğini söyledi.
ÖLÜM PROJELERİ
Söz alan Mersin Milletvekili Perihan Koca da, bakanlığın doğa, yaşam ve insanlığı öncelemediğini söyledi. İktidarın ekokırım projelerinin olduğunu ve bu projelerin merkezinde ölüm olduğunu söyleyen Koca, Mersin’de kurulan Nükleer santral olan Akkuyu’ya işaret etti. Koca, “Maliyetler düşsün diye her gün işçiler zehirlendi, zehirlenmeye devam ediyor; kölelik koşullarında çalışan işçi kardeşlerimiz iş cinayetlerinde ölmeye öldürülmeye devam ediyorlar ne yazık ki ve bu cinayet bizzat Nükleer Düzenleme Kurumu eliyle işleniyor. 2024 bütçesinde, 1 milyar 419 milyon 492 bin lira kaynak aktarılmasını konuşuyoruz. Birçok riski, birçok tehlikeyi, belirsizliği bağrında taşıyan projelerle ilgili Nükleer Düzenleme Kurumundan kamuoyuna verilmiş herhangi bir rapor, planlama ve program ne yazık ki henüz gelmiş durumda değil” diye konuştu.
‘DOĞA İKTİSADİ DEĞER OLARAK GÖRÜLÜYOR’
Söz alan Dersim Milletvekilli Ayten Kordu, bütçe görüşmelerin tekçi zihniyeti ile yürütüldüğünü dile getirdi. Kordu, “Halkımız, bütçenin halkın bütçesi olmadığını ekranları başında izlemekte. Sayın vekiller, doğa ‘değer’ adı altında madenlerle kontrolsüz bir enerjinin ihtiyaç temelinden çıkarılmıştır. Özel çevre koruma bölgeleri olmalarına rağmen sit alanları, millî parklar ‘ekonomiye kazandırma’ söylemiyle talan edilmekte, bu alanlar azaldıkça geriye kalan alanlar ise iktisadi değer olarak görülmektedir. Ekoloji bütün canlıların yaşam alanıyla birlikte anılmadığı için ekokırım yaşanmaktadır. Bu politikalarla doğal varlıklar ticarileştirilmekte, özelleştirilmekte, metalaştırılmakta ve Hükûmet politikası olarak şirketlerin ve patronların doğayı yağmalamasını yasalarla meşrulaştıran bir hâle getirilmektedir. Ekolojik olarak doğa, insanıyla, tüm yaşam alanlarıyla bir bütün olarak sömürülmekle birlikte, madenlerle tüm doğa yani yaşam alanlarımız büyük bir tehlike altındadır” diye konuştu.
‘İŞÇİLERE ÖLÜM GETİRİYOR’
Bu politikaların bir avuç zenginin daha fazla zengin olması için sürdürüldüğünün altını çizen Kordu, “O yüzden, daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi, maden işletmeciliği düpedüz sömürge madenciliğidir, üstelik madenlerde çalışanlar en kötü koşullarda çalıştırılmakta, aldıkları ücretle asgari ücret yani sefalet ücretiyle yaşamaya mecbur bırakılmaktalar. Bu mudur yerele paydası? Her seferinde yereli kalkındırma, iş sağlama adı altında işçilere dayatılan madenlerde, göçük altında ölüme ve asgari ücretle yaşamaya mahkûm edilmeleridir. İşçilere dayatılan şey ya sefalet ücreti ya da açlıktır, yetmedi ölümü göze almaları, göze alarak çalışmalarıdır. Kömür madenlerinde katliamın sorumluları yargılanmamakta, bu cinayetlere imza atan yine bu iktidarın kendisi de bütçeyi kendisine göre aslında oluşturmakta” diye kaydetti.
‘TELAFİSİ OLMAYAN SONUÇLARA YOL AÇIYOR’
Kordu, doğa talanına karşı Fatsa, Kaz Dağları’nda ve Munzur’da verilen mücadele işaret ederek, “Buralarda altın madenciliğiyle ekolojik yaşam çok büyük bir tehlike altındadır. ‘Millî varlık’ diyerek önlem alınmadan, kamu denetimine ve STK’lere kapalı tutularak alınan, iş yapan şirketler aslında bu Hükûmet tarafından yine bu şirketlere tepsi üzerinde sunulmaktadır. Doğaya zarar vermeden ihtiyacı karşılayan yerden değil de yerele hiçbir katkısı olmayan, halkı değil sermayeyi önceleyen bu politikalar kararnamelerle Mecliste yasal hâle getirilmektedir. Bu mantıkla yürütülen madencilik faaliyeti kelimenin gerçek anlamıyla sömürge madenciliğidir. Yer altı zenginliği yandaş şirketlere aktarılmakta veya çok uluslu şirketler aracılığıyla ülke dışına çıkarılmaktadır; geride ise, tümüyle verimsizleşmiş, kirletilmiş toprak bırakılmaktadır. Bu alanlar, şirketlerin zararı gerekçesiyle rehabilite edilmemekte ve kısmen telafi edilmek istense bile telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açmaktadır” diye belirtti.
ORTAYA ÇIKAN HASTALIKLARA DİKKAT ÇEKTİ
Siyanür havuzlarında buharlaşan ve havaya karışan kimyasalların bölgede yaşayan insanların sağlıkları ve tarım, orman, endemik bitki ve hayvanların yaşamlarını tehdit ettiğini de söyleyen Kordu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Örneğin, bölge insanı başta cilt kanseri olmak üzere karaciğer tümörü, doğuştan sakatlıklar gelişmesi, yine doğan bebeklerin sürecini tamamlayamadan doğması, akciğer kanseri ve böbrek yetmezliği gibi pek çok hastalıkla, riskle karşı karşıya aslında bırakılmakta. Yine, arılar ölmekte, tarlalar verimsizleşmekte, işsizlik derinleşmekte ve tüm doğa ölüme sürüklenmektedir. AKP, maden ocaklarının açılması için dağ tepe demeden yol yaparken ‘Bütçe yok’ demiyor, dağın zirvelerine karakol, yol yaparken ‘Bütçe yok’ demiyor ancak söz konusu Dersim’in köy yolları olunca ‘Bütçe yok’ diyerek küçük bir mecra yolunun bile dahi yolu yapılmıyor.
FATMA ANANIN SÖZLERİNİ ANIMSATTI
Öve eve bitiremediğiniz bütçeleriniz yaşlı bir kadının derdine deva olmuyorsa, çare olmuyorsa yoksulların, kadınların, gençlerin, bir bütün ötekilerin hiçbirinin derdine derman olabilmesi mümkün değildir. Fatma ana bu Mecliste bu iktidara şöyle seslendi basın yoluyla: ‘Köyümüzün sorunları çoktur, araba sorunu var, cereyan sorunu var; yol hiç yok, kışın çamurdan geçilmiyor. Muhtar gelip başvuru yapıyor, kimse dikkate almıyor. Greyder geliyor yolu açıyor, sadece açıp gidiyor, ondan sonra tekrar kapanıyor. Dizlerimin ikisi de ameliyatlı, bu dizlerle ben nasıl bu yolu yürüyeyim? Sadece Mazgirt yol ayrımına gitmek için bile iki saat boyunca yürümek zorunda kalıyorum, sabah dörtte kalktığımda altıda anca varıyorum’ diyerek kendi payına olan bütçeyi Fatma ana talep ediyor basın yoluyla. Yol yapılması gereken yerlerde yol yapmadığınız gibi Alevi halkı olarak kutsal bulduğumuz Buyer Dağı’na yol götürmeye çalışıyorsunuz. İnancımızın ifadesi olan yerlere ‘turizm’ adı altında yol götürmeye çalışarak da asimilasyonu tıpkı maden politikalarında olduğu gibi meşru hâle getirmeye çalışıyorsunuz.
ÖLDÜRÜLEN ÇOCUKLARIN ÜLKESİ
Söz alan Wan Milletvekili Mahmut Dindar, şöyle konuştu: “Bugün 13 Aralık, bugün faşist cunta tarafından yaşı küçültülüp idam edilen Erdal Eren’in ölüm yıl dönümü. Bu ülke katledilmiş, kaybedilmiş çocukların ülkesi. Bu ülke uykudayken, sokakta oynarken zırhlı araçların ezdiği, evinin önünde 12 yaşında 13 kurşunla katledilen çocukların ülkesi. Okulda olması gerekirken işte olan, çocukluğu çalınan çocukların ülkesi. Erdalların şahsında katledilen tüm çocukları saygıyla anıyor, çocuklarımızın daha özgür daha demokratik bir ülkede yaşaması için mücadeleyi büyütmenin sözünü veriyoruz.
NE TEMİZ NE DE UCUZ
Uygulamaya baktığımızda Türkiye'de enerji ne temizdir ne de ucuzdur, halk ekonomik krizle mücadele etmektedir. Hem hanelerde hem de işletmelerde esnaf ağır elektrik ve akaryakıt sorunlarıyla karşı karşıyadır. Türkiye'de Enerji Bakanlığında bu kadar kurum varken kırsal alan 21’inci yüzyılda hâlâ karanlıktadır. Kent merkezlerinde abartılı olan sokak lambaları, aydınlatmaları 5 kilometre ötedeki köylerde hiç yoktur. AKP iktidarı güneşin ve rüzgârın bereketinden yararlanmak yerine kirleten enerjileri ve riski yüksek enerjileri tercih ediyor. Bu arada, yaygınlaşan radyasyonun halk sağlığını tehdit eder düzeye geldiğini biliyoruz. Çeşitli düzeylerde radyasyona maruz kalma nedeniyle gittikçe artan kanser vakalarının olduğu bir gerçektir. Dünya genelinde her yıl 20 milyona yakın insana kanser teşhisi konuluyor. 2040 yılına kadar bu sayının katlanarak artacağı ve henüz bilinen tüm kanser türleri için kesin bir tedavinin olmadığı bilinmelidir. Türkiye'de her yıl 210 binden fazla kanser vakası yaşanmakta ve kanser olanların yarısına yakını yaşamını yitirmektedir.
NE TEŞHİS VAR NE DE TEDAVİ
Kanser hastaları ağır hak ihlallerine maruz kalmaktadır. Özellikle bölge illerinde kanser hastalarının erken teşhis edilmediğini ve bu kapsamdaki hastaların temel sağlık haklarının korunmadığını ifade etmek isterim. Nüfusu 1,5 milyona yaklaşan Van ilimizde sadece hastane var ama ikisinde de sıra bulmak, onkolojik tetkik yapmak neredeyse mümkün değil. Van’da ne bölge hastanesinde ne de üniversite hastanesinde kanser hastaları teşhis ve tedavi süreçlerini yürütemiyor; çocuk onkolojisi alanında tek bir birim yok, altyapı ve tıbbi medikallerde ilaç temininde çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Özellikle bazı kanser türlerinde tek bir doktor bile yok ve tetkikler yapılamıyor. Bu durum nedeniyle çoğunluğu yoksul olan birçok kanser hastası tedavi olabilmek için batı metropollerine binbir zorlukla ve emekle gelmek durumunda kalıyor. Son derece pahalı, üstelik halk ve toplum sağlığı açısından çok tehlikeli nükleer enerji yatırımı yapmak yerine, koruyucu sağlık hizmetlerinin yürütülmesi ve erken teşhis imkânlarının artırılması gerekir.
TOPLUM VE DOĞAYA SAVAŞ AÇILMIŞ
Savaş ve çatışmalarda belli bölgelerde kullanılan kimyasalların ve radyoaktif maddelerin kalıcı ve yayılan etkileri olduğu bilinmelidir. Bu bilimsel verilere rağmen AKP iktidarı Türkiye’yi sonu belirsiz bir nükleer maceraya sürüklemektedir. Mersin Akkuyu’da kurulumu devam eden nükleer tesisin bir deprem, ihmal, saldırı, sabotaj durumunda tüm ülkeyi hatta Orta Doğu’yu tehdit ettiğini bilmeliyiz. Nükleer enerji hem kurulumu hem de işletmesi yönüyle pahalı, riskli ve ölümcül bir enerjidir. Dünyanın birçok yerinde hatta sınırımızın hemen öte yanında nükleer çöplükler ortaya çıkmıştır. Ermenistan sınırımızdaki Metzamor Santrali yanı başımızdadır, bu alanda teknolojisiyle ünlü Japonya’nın Fukuşima’da çaresiz kaldığı ortaya çıkmıştır. Deşarjı, depolanması ve taşınması riskli olan radyasyon yayıcıları ve atıklar toplum sağlığını tehdit etmektedir. Topluma ve doğaya savaş açarak bu topraklara refah getiremezsiniz. Türkiye’yi tehlikeli atık ticareti merkezi hâline getirerek Türkiye toplumuna ekonomik bir gelişim sağlayamazsınız.”