ANKARA - Tutsak siyasetçi Sebahat Tuncel, Kürt kadınlarının öncülük ettiği kadın özgürlük mücadelesinin dünyaya örnek olduğunu, Türkiye'nin ise Kürt kadın hareketinin tarihini yargılamak istediğini söyledi.
DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşılık 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası, Ankara 22'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam etti.
Sincan Kapalı Kadın Cezaevi’nde tutulan bir kısım siyasetçiler duruşma salonunda hazır bulunurken, bir kısım siyasetçiler de mazeret bildirerek katılmadı. Ayrıca, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Hukuk Komisyonu ve Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi avukatların yanı sıra tutsak yakını aileler ve izleyiciler de duruşmada yer aldı.
Kimlik tespitinin ardından dosyaya eklenen evrakların okunmasıyla başlayan duruşma, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in savunması ile devam etti.
‘MAHKEME KÜRT KADINLARINI HEDEF ALMIŞTIR’
Tuncel, sosyal Darwinizm Kuramı’nın toplumlara uygulandığını, Darwinci tezin hızlı bir biçimde topluma hâkim edildiğini belirterek, “Buna göre en iyi mücadele eden erkekler soyunu devam ettirir. Sosyal Darwinizm, savaşları meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Charlotte Perkins Gilman, ‘Bir dişinin besin için erkeğe bağlı olduğu ve cinselliğini ekonomik bir amaç için kullanıldığını’ söyler. Erkek, kadının kendi hayatını yaşamasına izin vermiyor” dedi. “Haddini bilmeyen kadınlar, tarihin her döneminde vardır” diyen Tuncel, henüz 19 yaşındayken 30 Mayıs 1431 tarihinde Rouen kentinde 10 bin kişinin toplandığı Vieux-Marchè meydanında diri diri yakılan Jeanne d'Arc’a atıfta bulunarak, Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nin de benzer bir tutum sergileyerek gerçeğin açığa çıkarılmasını amaç edinmediğini, aksine Kürtleri ve Kürt kadınlarının yaşamını hedef aldığını dile getirdi.
‘KADINLAR KÜRDİSTAN’DA TARİHE ADINI YAZDI’
Kürt kadınlarının kendi dillerini ve kültürlerini korumak için mücadele ettiğini söyleyen Tuncel, “Kadın özgürlük çizgisini suç çizgisine sığdırmak istiyorsunuz. Erkek aklı kadına dair her şeyi suç olarak ele alıyor. O yüzden eşitlik sadece şekli bir konu değil kadınların kendi egemenliklerini ele alabilmesi için önemli bir kavşaktır. Kürt kadınları, tarihin her döneminde eşitlik için mücadele etti. Nice Kürt kadını, kendi dilini, kültürünü korumak için mücadele etmiştir. Biz de onların devamcısı olarak mücadeleyi sürdürüyoruz. Özellikle erkek alanı olarak görülen bazı alanlarda, kadınlar Kürdistan coğrafyasında tarihe adını yazdırmıştır. Herkes Selahaddin Eyyübi’yi tanır ancak ölene kadar kimseye boyun eğmeyen Eyyübi’nin yeğeni Deyfe Xatun’u tanımaz” diyerek Deyfe Xatun’un İran Şahı’na ve Moğollara karşı verdiği direngen mücadeleyi anlattı.
ASİMİLASYONA KARŞI DİRENEN KADINLAR
Ders kitaplarında “Kara Fatma” olarak tanıtılan ve Türk olarak lanse edilen Fatê Reş’in hikayesine de değinen Tuncel, şunları söyledi: “Fatê Reş, Kürt Amazon’u olarak bilinirdi, Türkçe dahi bilmezdi. Yine Alevilere karşı da aynı politikalar söz konusu. Geçmişte bu kadınlardan biri olan Anşe Bacı var. İkinci Mahmut döneminde baskı zulüm koşullarında Hubiyar dedelerinin faaliyetleri engellenmiş, Sünnileştirme politikaları devreye konulmuştu. Veli Baba gibi bu politikalara karşı direnenler de olmuştur. Onun hakka yürümesiyle eşi olan Anşe Bacı, Hubiyar Ocağı talebelerine önderlik yapmış ve Alevileri örgütlemiştir. 1887 yılında Anşe Bacı Kadı huzuruna çıkarılmış, ‘ayrı baş çekmek, 50 bine yakın kişiyi örgütlemek ve taraftarlarını silahlandırmak’ gerekçeleriyle sürgüne gönderilmiştir. 30 bin kişi dava devam ederken onun yanında yer almıştır. Sürgünden 2 yıl sonra affedilmiştir. Sonrasında ise güçlenerek dönmüştür. Alevilere karşı Osmanlı’nın politikalarına direnmiştir. Asimilasyon politikalarını boşa çıkaran öncü bir kadın olarak tarihte yer almıştır.
SAVCI GÜLFER’İN ALEVİ KİMLİĞİNİ SUÇ SAYDI
Günümüzde de Alevi kadınlarının özgün sorunları var. Hatta savcı bey Gülfer arkadaşımızın Alevi kimliğini suç sayarak mütalaaya koymuş! Alevileri ürküten politikalar üretiliyor. Çorum Katliamı’nı, Gazi’yi, Maraş’ı yaşadılar. Bu ülkede Aleviler kendisini güvende hissetmiyor. Şimdi en azından örgütlenmeleri var ama devlet bunu ortadan kaldırmak için kendine bağlı Aleviler yaratmaya çalışıyor. Ancak direnen Alevi kadınlar hala var.”
‘DÜNYANIN HER YERİNDE JIN JIYAN AZADÎ SESLERİ...’
Direnen kadınlardan bir tanesinin ise DAİŞ vahşetine karşı mücadele eden Arin Mirxan olduğunu belirten Tuncel, Rojava’da direnen DAİŞ’i yenilgiye uğratan kadınları ve tüm halkları selamladı. Tuncel, “Onların direnişi olmasaydı bugün Türkiye’de başka bir durum olabilirdi. DAİŞ’in komşusu olabilirdik, gerçi Türkiye’yi yönetenler Kürtlerle değil DAİŞ’le komşu olmayı yeğliyor. Yine baktığımızda İran Kürdistan’ı açısından da erkek egemen sisteme karşı kadın mücadelesinin belirgin bir tarihi var. 1850’ler sonrası yükselen feminist dalga, bu coğrafyada da karşılık bulmuştur. 1906 Anayasa’sında yer alan kısıtlamalar, kadınların toplumsal statüsünün en altta yer alması kadınları mücadeleye sevk etmiştir. Şu an İran’da direnen kadınlar ile dünyanın her yerinde ‘Jin jiyan azadî’ sesleri yükseliyor. Ortadoğu’daki kadınların devrim ve reform süreçlerinde direnişin ve mücadelenin ön saflarında yer alması anlaşılırdır. Ortadoğu’nun yapısı batıda çok anlaşılmıyor. O yüzden Ortadoğu’daki çözümler için batı dayatmaları çözümsüz kalacaktır. Savaşa karşı kadınların tartıştığı bir başka başlık da barıştır. Biz kadınlar için barış meselesi en temel konudur. Biz kadınlar olarak savaşın zulmüne karşı özel bir ahlaki tutuma sahibiz. Kadınlar yaşamın koruyucusudur. Savaş, ölüm ve zulüm demektir ve buna karşı direniyoruz” şeklinde ifadeler kullandı.
‘KADINA BİÇİLEN ROL EVE VE ANNELİĞE SIKIŞTIRILDI’
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte kadınlara biçilen rolün eve ve anneliğe sıkıştırılarak tarihsel rolünün silinmeye çalışıldığının altını çizen Tuncel, “Kadınların rolü kapitalizm için işçi doğurmak olarak belirlenmiştir. Kadınlar daha çok armağan ve geçimlik ekonomide kendilerine yer bulurlar. Türkiye’de de kadın hareketleri tarafından ev içi emeğin ücretlendirilmesi tartışmaları yürütülüyor. Her şey parayla ölçüldüğü için, bütün mesele bu olarak bakılıyor. Kadınların çalışması paraya değer değildir. Hatta bu nedenle çalışma bile değildir” diye kaydetti.
‘SALDIRILAR KORKUNUN YANSIMASIDIR’
Tuncel, mevcut maddi koşullar altında yaşanan deneyimlerin kadınların örgütlenme biçimde özgünlük yarattığını da ekleyerek, “Dünya deneyimleri bize göstermiştir ki örgütlü kadın gücü kapitalizmin değişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Türkiye’deki zihniyeti de korkutmaktadır. Devlet tarafından Kürt kadınlara dönük saldırılar, kadın örgütlerinin kriminalize edilmesi bu korkunun bir yansımasıdır. Eş başkanlığı dahi bizim önümüze suç olarak koyuyorsunuz. Aynur Aşan’a dönük suçlamalardan biri de ‘Eş Cumhurbaşkanlığı’ savunmasıdır. Baskınlarda kadınlara dair bütün çalışmalara el konuldu. Bu, kadın emeğine el koymaktır. AKP iktidarı Kürt kadınlarından korktu, Çünkü Kürt kadınları mücadeleyi toplumsallaştırdı. Tüm baskılara karşı hala eş başkanlıkta ısrar ediyoruz” dedi.
'YENİ BİR ZİHNİYETE İHTİYAÇ VAR'
“Kürt kadınlarının öncülük ettiği kadın özgürlük mücadelesinin dünyaya örnek olduğunu, Türkiye’nin ise Kürt kadın hareketini yargılamak istediğini söyleyen Tuncel, devamla şunları aktardı: “Kadınların karar mekanizmalarında eşit temsiliyetinin sağlanması için verdiği mücadele ve toplumsal dönüşümde oynadığı rol ortadadır. Tam anlamıyla olmasa da önemli biçimde toplumsallaşmıştır. Kadınların kendilerini eve bağlayan zincirleri kırabilmesi için önce bu zincirlerin nasıl örüldüğünü anlamaları gerek. Cinsiyetçilik bir devlet politikası olarak önümüzde durmaktadır. Cinsiyetler arasındaki farklılıklar kast paradigmasını sağlar. Ti-Grace Atkinson, ‘kadınların baskı altına alınması sınıfların başlangıcıdır’ der. Kadınların sınıf kimliklerinde yeni bir politik kimliğe kavuşmalarını savunur. Yeni bir zihniyete, dile kadının kurtuluşunu örgütleyecek yeni bir anlayışa ihtiyaç vardır.”
ORTADOĞU’DA KADIN VE İSLAM
“İslam ve kadın mücadelesi” ilişkisine vurgu yapan Tuncel, klasik Müslüman tarihindeki kadın rolünün yok sayılmasının çağdaş Müslüman feministler tarafından eleştirildiğini ifade etti. Orta Doğu’daki cihatçı örgütlerin Müslüman kadınlara dönük baskı uyguladığını ve DAİŞ gibi “kadın düşmanı” cihatçı örgütlerin Türkiye tarafından desteklendiğini belirten Tuncel, “Kadınları kırıma uğratan DAİŞ vahşetine destek verirken, vahşete karşı ses çıkaran, tepki gösteren Kürt kadın siyasetçileri yargılıyorsunuz. Müslüman kadınlar Ortadoğu’da cihatçı grupların baskılarına karşı eşitlik mücadelesi veriyor. Dini feminist bir perspektif ile dinin yeniden değerlendirilmesi Ortadoğu ve Türkiye açısından çok önemlidir. Müslüman kadınların kendi kaderini belirlemesi çok önemlidir ve bu kadın özgürlük mücadelesine katkı sunacaktır” dedi.
‘ASIL SORUN ERKEKLİK’
“Asıl sorun kadın sorunu değil erkeklik sorunudur” diyen Tuncel, erkeklik zihniyetinin tarihsel gerçeklikleri ters yüz ederek dayatıldığının altını çizdi. Tuncel, “Bu binlerce yıldır temel gündemimizdir. Kürt kadınları olarak; Ortadoğu halklarının demokratik, kadın özgürlükçü, ekolojik bir yaşam kurmasını istiyoruz. Kadın özgürlüğünün çözümünü ertelenemez olarak görüyoruz. Bunun için kadın özgürlüğünü sağlamlaştıracak adımlar atıyoruz. Bir yandan kendi siyasetimiz içindeki erkek egemenliğini aşmaya çalışırken bir yandan da kadınların gelişimine dönük çalışıyoruz. Kadın hareketinin Türkiye yargısına konu yapılması, kadınların yaşama katılmasının önünde engel olunması ve kriminalize edilmesi de devletin kadın eşitliğine dair yaklaşımını göstermektedir. Bu baskılar dinci, milliyetçi ve tekçi iktidar inşasının bir gereğidir. Ancak özgürlük yürüyüşü erkek şiddetine rağmen devam edecektir” dedi.
Tuncel’in savunmasının ardından duruşmaya 13.45’e kadar ara verildi.