AMED - PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın vasisi Mazlum Dinç, dünya genelinde yükselen "Abdullah Öcalan'a özgürlük" talebinin meşru olduğuna işaret ederek, "Bu talep etrafında kenetlenip, çözümü zorlamalı" dedi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde mutlak tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş'tan 33 aydır haber alınamıyor. Abdullah Öcalan'ın fiziki özgürlüğü ve tecridin kaldırılması talepleriyle başlatılan eylem ve etkinlikler sürerken, Gemlik'te 4 Aralık'ta yaşanan 5,1 büyüklüğündeki deprem sonrası İmralı'ya gidiş için "acil görüşme" başvurusu yapıldı. Asrın Hukuk Bürosu ile ailelerin sağlık ve güvenliklerinden endişe duydukları Abdullah Öcalan ve 3 tutsak için yaptığı başvuruya halen bir cevap verilmedi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın vasisi avukat Mazlum Dinç, İmralı'da endişe duyulan duruma ve buna karşı devam eden girişimlere dair sorularımızı yanıtladı.
Deprem sonrası "acil görüşme" başvurusu yapıldı. Bazı uzmanlar da İmralı Adası için büyük bir deprem uyarısı yaptı. Nasıl bir risk söz konusu?
Gemlik depremi sonrası kaygılar had safhaya çıktı. Daha önce de bu konu yoğun bir şekilde tartışılıyordu. Özellikle merkezinin İmralı olacağı, buradan geçen bir fay hattının olduğu biliniyordu. Birçok deprem uzmanı burada büyük bir deprem beklentisini sürekli dile getiriyor. Depremden hemen sonra acil bir şekilde oradaki durumu öğrenmek, var olan sağlık ve güvenlik koşullarını yerinde gözlemlemek için başvurduk. Ancak bu başvurumuz yanıtsız kaldı. Büyük bir deprem beklentisi var. Bu durum bu kadar tartışılıyorken Sayın Öcalan ve diğer 3 tutsağın halen bu koşullarda tutulmaya devam edilmesi normal bir durum değil.
İmralı'da büyük bir deprem beklentisi var. Sayın Öcalan'ın halen bu koşullarda tutulmaya devam edilmesi normal değil. Öcalan'ın rolünü oynayabileceği koşulların yaratılması gerekiyor.
Daha önce Sayın Öcalan kendisine dönük birçok fiziki saldırı, zehirleme yönelimleri olduğunu belirtmişti. Sayın Öcalan, 'İmralı'da gerçekleşecek hiçbir ölüm doğal ölüm olmayacaktır' demişti. Bu anlamda biz böylesi bir olasılığı dillendirmek bile istemiyoruz. Ancak ısrarla bu koşullarda tutulmasının istenmesi oluşabilecek olumsuz koşulların toplumsal, siyasal etkilerinin de göz önünde bulundurulması gerekiyor. O açıdan Sayın Öcalan'a doğru yaklaşılması, Sayın Öcalan'ın çözüm noktasındaki rolünün iyi görünüp bu noktada bir an önce rolünü oynayabileceği koşullarının yaratılması gerekiyor. Bu da İmralı tecrit-işkence sisteminin lağvedilmesinden geçiyor. Bu noktada kesin çözüm olarak bunun bir aciliyet arz ettiğini dile getirmemiz gerekiyor.
İmralı'da nasıl bir tecrit uygulaması söz konusu?
Sayın Abdullah Öcalan’ın uluslararası komployla rehin alınıp, Türkiye'ye getirilmesinden bu yana İmralı'da hiçbir hukuk geçerli değil. Uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan hakların hiçbiri İmralı'da tanınmıyor. 25 yıllık süreç içerisinde gün geçtikçe ağırlaşan bir durum söz konusu. Tutukluluğunun ilk süreçlerinde dönem dönem avukat görüşmeleri gerçekleşiyordu. Bu görüşmeler haftada bir gün ve bir saat ile sınırlandırılmıştı. 2011 yılından sonra tamamen kesintisiz bir avukat görüş yasağına dönüştü. 2019 yılında sadece 5 tane istisnai görüşme oldu. Bu da açlık grevleri sonucunda gerçekleşmişti. Bu kesintisiz avukat görüşmesi hala devam ediyor.
Aynı şekilde ailesi ile görüşmesi ve mektup ya da farklı iletişim kanallarıyla irtibat kurulması engelleniyor. En son haber alma tarihi 25 Mart 2021 zaten. Bu tarihten sonra hiçbir şekilde ne Sayın Öcalan'dan ne de İmralı'daki diğer 3 tutsaktan haber alamıyoruz. Bu durum hukukta zaten 'incommunicado' olarak kavramsallaştırılıp, işkence yasağının ihlali olarak tanımlanmıştır. Kesintisiz haber almama halinin bu kadar uzun uygulandığı başka bir örnek yoktur. AİHM ve BM İnsan Hakları Komitesi'nin, 1 haftalık ya da 3 aylık haber alınamama haline dair 'işkence yasağının ihlali' anlamına gelen kararları var. Ancak bu haber alınamama hali 33 aydır İmralı'da devam ediyor. Buna ilişkin AİHM'e, BM İnsan Hakları Komitesine de birçok başvurumuz var. Ancak durum, vahametine uygun bir aciliyetle ele alınmıyor.
Adalet Bakanlığı'nda başvurunuz olmuştu. Buna dair de bir dönüş sağlanmadı. Bunun nedeni nedir?
2022 yılında 2 bine yakın avukat, tecrit durumuna ve hukuksuzluğa dikkat çekmek için görüş başvurusunda bulundu. Bu başvuru da yanıtsız kaldı. Dönemin Adalet Bakanı, 2019 yılında açlık grevleri döneminde yaptığı açıklama verdiği bir söz vardı. Hiçbir şekilde avukat görüşü önünde bir engelin kalmadığı ve görüşmelerin sağlandığı yönünde bir demeç vermişti. Ancak bu söz de tutulmadı. Hükümetin, Adalet Bakanlığı'nın, sorumluların bu kadar duyarsız kalması kabul edilir durum değil. Bu noktada sivil toplum örgütleri ve hak mücadelesi yürüten aktivistlerin duyarlılığı önemli. Bu duyarlılıkla beraber Türkiye hükümetinin bu tecridin üzerini daha fazla kapatamayacağına ve sürdüremeyeceğine, bu tecridin parçalanacağına inanıyoruz.
Son yıllarda görüşmeler "disiplin cezaları" iddiasıyla engelleniyor. Ancak gerekçeler açıklanmıyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT), Mayıs 2019 tarihinde İmralı'ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Bunun raporunu da Ağustos 2022'de yayınladı. CPT bu raporunda, avukat ve aile görüşünün engellenmesi ile tecrit koşullarının uluslararası sözleşmelerle bağdaşmadığını tespit etti. Bu durumun kabul edilir olmadığı, bir an önce avukat ve aile görüşü önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini önerdi. Ancak 3 ayda ya da 6 ayda bir tekrarlanan disiplin cezalarıyla aile ve avukat görüşmeleri engelleniyor. Kendilerince böyle kılıflar uyduruyorlar. Bunların hiçbir hukuksal zemini yok. 3 ayda bir cezaevindeki havalandırmadaki herhangi bir gerekçe ile ya da volta attıkları gerekçesiyle aile görüşünün engellenmesi hukuk adına kabul edilir değil.
Yasalara göre avukat görüşmeleri bir bütünen yasaklanamaz. Ancak hakimlik 6 ayda bir yasak kararı alıyor. Ne disiplin cezalarının ne de yasak kararlarının gerekçesini de avukatlara tebliğ etmiyorlar.
CPT de bunu aldatıcı gerekçeler olarak tanımlamış. Bir mahkemenin, hakimin karar verebilmesi için yasanın ona yetkiyi vermesi gerekiyor. Türkiye yasalarında avukat görüşmelerinin bir bütünen yasaklanması söz konusu değil. Kısıtlama denen bir düzenleme var, o da zaten bir bütünen yasaklama şeklinde değil. Avukat görüşmelerinin belli gün ve saatlerde sınırlandırılması ya da olursa infaz hakimliği kararıyla gizlenmesi gibi bir düzenleme söz konusu.
Bursa İnfaz Hakimliği 6 ayda bir yasak kararı alıyor. Bu kararlarında ne disiplin cezalarının ne de yasak kararlarının gerekçesini biz avukatlara tebliğ etmiyorlar. Türkiye'de dosyaların avukatlardan gizlenmesi, disiplin dosyasının avukata verilmemesi hukukta var olan bir şey değil. Hukukta yoksa siz böyle bir şeyi fiili kararlarla alamazsınız. Engelleyemezsiniz. Bu kararları 'ben vermiyorum' diye bir karar söz konusu olamaz. Ancak İmralı'da maalesef bu kararların kendisi dahi bize verilmiyor. Gereken hukuksal mücadeleyi sürdürmemizi engellemek amacıyla bu kararları bize tebliğ etmiyorlar.
Abdullah Öcalan, daha önceki değerlendirmelerinde İmralı'daki sistemden CPT'nin sorumlu olduğunu söylemişti. Bu tespitten hareket edecek olursak; CPT’nin bu sessizliğini neye yormalı?
CPT, Avrupa Konseyi'ne bağlı ülkelerin cezaevi ve gözaltı merkezlerinde oluşabilecek işkence ve kötü muameleyi engellenmesinden sorumlu esas bir kurumdur. AK üyeleri içerisinde cezaevi koşullarının, işkencenin, tecridin bu kadar ağır ve kesintisiz bir şekilde devrede olduğu başka bir cezaevi yoktur. Ancak baktığımızda CPT buna denk düşecek bir pratiğe ve duruşa sahip değil. CPT, 1999'dan beri İmralı'ya dönük ziyaretler gerçekleştiriyor. Bu noktada CPT'nin sorumluluğu var. Ancak her ne kadar bazı ziyaret raporlarında hukuksuzluğun tespitine ya da giderilmesine dönük önerileri olsa dahi bunlar yerine getirilmiyor. Tecrit sistemi ağırlaştırılarak devam ettiriliyor. Ağır işkence-tecrit sistemine karşı kamuoyu oluşturma, açıklama yapma gibi bir sorumluluğu da var CPT'nin. Bunu direk sözleşmesinde 'Bir hükümet ısrarla CPT önerilerini yerine getirmiyorsa, işkence koşullarını sürdürme noktasında bir yaklaşımı söz konusu ise açıklama yapabilir, kamuoyu oluşturabilir, siyasal baskı için çaba içerisinde olabilir' şeklinde tanımlıyor. Ancak İmralı'da bunu gerçekleştirmiyor.
Tüm dünyada Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü dair talepler yükseliyor. Ancak Türkiye, bırakın özgürlük meselesini tartışmayı, Abdullah Öcalan'dan haber alınmaması için yoğun bir çaba gösteriyor. Bu durum ülkeye nasıl etki ediyor?
Tecrit politikasının Türkiye toplumuna toplumsal ve siyasal yansımalarını birebir ağır bir şekilde yaşıyoruz. Tecrit devreye girip diyalog kanalları kapatıldıktan sonra savaş politikaları daha yoğunluklu devreye sokuldu. Türkiye ile Kurdistan'da hak ihlalleri had safhaya çıktı. Yaşam hakkından tutalım da düşünce ve ifade özgürlüğüne kadar artık insanların bir bütünen bu coğrafyada yaşama umudu dahi kalmadı. Sayın Abdullah Öcalan'ın düşüncelerinin topluma ulaştığı 2013-2015’te kısmen de olsa herkeste ekonomik, kadına yönelik şiddet, sosyal sorunların çözülebileceğine dair umut büyümüştü. Sayın Öcalan'ın geliştirdiği paradigmayla Kürt sorunu ve Ortadoğu'da kangrenleşen sorunlara dair gelişme söz konusu oldu. Bundan kaynaklı bu kadar yoğun bir şekilde Sayın Öcalan'ı sahiplenme ve özgürlük talebini uluslararası arenada dile getirme durumu söz konusu. Artık herkes, Sayın Öcalan'ın düşüncelerinin kendi sorunlarına da bir çözüm olduğunun farkında. Sadece Türkiye ve Kürt Sorunu bağlamında düşünmemek gerekiyor.
Sayın Öcalan, Ortadoğu başta olmak üzere dünyada var olan krizlerin aşılması noktasında çözüm önerisi geliştiriyor. Bundan kaynaklı Öcalan'ın özgürlüğü tüm toplumu ilgilendiren bir noktada.
Sayın Öcalan, Ortadoğu başta olmak üzere dünyada var olan krizlerin aşılması noktasında çözüm önerisi geliştirebilen bir yaklaşım içerisinde. Bundan kaynaklı Sayın Öcalan'ın özgürlüğü tüm toplumu ilgilendiren bir noktada. Sayın Öcalan'ın önü açılırsa ve tecrit işkence sistemi lağvedilirse, Kürt sorunu başta olmak üzere Ortadoğu'da var olan sorunların çözümü rahatlar. Bundan kaynaklı bu talebe en üst düzeyde sahip çıkılması gerekiyor. Bugün Türkiye'de var olan baskı sürecinden kaynaklı bu talep belki yeterince sahiplenilmiyor. Ama Türkiye kamuoyunun da şunu anlaması gerekiyor; Bir çözüm isteniyorsa, basit çözüm arayışları ya da kendini aldatan yaklaşımlara çok kapılmaması gerekiyor. Var olan krizlerin temelinde ne var? Bunun çözüm noktası neresi? Buna yönelmeleri gerekiyor. Bu açıdan herkesin Sayın Öcalan'ın özgürlüğü talebine sahip çıkması gerektiğini düşünüyoruz.
Cezaevlerinde de tutsaklar Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü talebiyle kampanyaya dahil oldu. Nasıl bir sürece girildi?
Bu meşru ve demokratik bir taleptir. Cezaevlerinin bu talebi çerçevesinde bir an önce adım atılmalıdır. Bu talep etrafında tüm kamuoyunun kenetlenip, çözümü zorlaması gerektiğini düşünüyoruz. 2019'da da onun öncesinde de tecride ilişkin açlık grevleri olmuş ve sonuç da alınmıştı. Bazı görüşmelerin önü açılmıştı. Cezaevlerindeki talepler kişisel ve kendi koşullarına dönük bir talep değil. Bir bütünen toplumsal ve siyasal anlamda çözüme işaret eden meşru bir talep. Bundan kaynaklı bu talebin daha fazla gündemleşmesi, bu talep etrafında daha fazla kenetlenip bir an önce sonuç alması noktasında herkesin duyarlı olması gerektiğini düşünüyoruz.
Abdullah Öcalan’dan bir an önce haber alınmasını istiyorsunuz. Bu talebiniz noktasında siyasete ve sivil toplum örgütlerine nasıl bir sorumluluk düşüyor?
Söz konusu Sayın Abdullah Öcalan olunca bir bütünen Türkiye muhalefeti de sivil toplum örgütleri de bazen çekingen olabiliyor. 25 yıldır bu kadar ağır işkence tecrit koşullarında tutulan kişi ya da buna benzer bir örnek yok. 13 yıldır avukatların kesintisiz giremediği bir cezaevi yoktur. Ama buna denk düşecek bir tutum, tepki de söz konusu değil. Bundan kaynaklı bu kesimlere çağrımız şudur: Türkiye'deki temel hakların bu kadar ihlal ediliyor olması da direk bu tecrit politikasıyla bağlantılı. Bu tecrit politikası ağırlaştıkça Türkiye'deki hak ihlallerinin arttığı bir gerçek. Bunun da görülerek, tecride karşı artık tutum almaları, tepki göstermeleri gerektiğini düşünüyorum.
MA / Müjdat Can