Gazeteci Gök: Faşizmin sonunu getirecek hakikattir, bunda inatçı olmalı

img
AMED - Mesleki faaliyetleri nedeniyle yargılandığı davada tahliye edilen MA editörü Abdurrahman Gök, hakikate olan inancını koruduğunu belirterek, “Faşizmin sonunu getirecek hakikattir. Hakikat konusunda inatçı olmalı" dedi. 
 
Amed'te 2017 Newrozu’nda üniversite öğrencisi Kemal Kurkut'un polis tarafından katledilmesini fotoğraflayan Mezopotamya Ajansı (MA) Editörü Abdurrahman Gök, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında 25 Nisan’da gözaltına alındı. 4 gün sonra Diyarbakır Adliyesi’ne sevk edilen Gök,“örgüt üyeliği” ve “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla tutuklandı. Gazeteci Gök, Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 5 Aralık’ta görülen ikinci duruşmasında tahliye edildi. 
 
Tutuklandığı sırada “Faşizm yenilecek” diyen, tahliyesi edilmesinin ardından da ilk sözü “Hakikatler sonlarını getirecek” olan Gök, Özgür Basın’ın hedef alınmasını, hakkında açılan soruşturma ve 8 aylık tutukluluk sürecine ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. 
 
 Mezopotamya Ajansı (MA) Editörü Abdurrahman Gök
 
2017’de Kemal Kurkut’un katledilmesi anına dair fotoğrafları çekmenizin ardından sistematik bir şekilde hedef alındınız. Devleti rahatsız eden neydi?
 
 
 Aslında o fotoğraf devletin bugüne kadar bu tür suçlarda olayın üstünü örtmek için yaptığı açıklamaların doğru olmayabileceğini sorgulatmaya başlayan bir fotoğraftı.
 
21 Mart 2017 Newrozunu kutlamak için bölgenin birçok kentinden gençler, insanlar Diyarbakır’a geliyorlardı, Kemal Kurkut da o gençlerden birisiydi. Malatya’dan gelmişti ve Newroz alanına girmeden önce üstü çıplak bir şekildeyken, polis kurşunuyla yaşamını yitirmişti. Ancak polis kurşunuyla üstü çıplak bir şekilde yaşamını yitirmesine rağmen kamuoyuna sanki ‘canlı bombaymış’ gibi bir açıklama yapıldı. Böyle yansıtılmak istendi, ismi de açıklanmadı. Sadece ‘Newroz alanını kana bulamak isteyen bir canlı bomba etkisiz hale getirildi’ diye bir açıklama yapıldı. Kemal Kurkut’un vurulma anında ben de bir gazeteci olarak orada bulunuyordum ve saniye saniye seri bir şekilde o vurulma anına ilişkin fotoğraflar çekmiştim ve daha oradayken o fotoğrafları polis almak, el koymak istedi. Ama ben fotoğrafları saklamayı başardım. O fotoğraflara ulaşamadıkları ve benim fotoğraf çekmediğimden emin olduktan sonra valilik tarafından o açıklamayı yapabilmişlerdi. Ancak valiliğin açıklamasından sonra o dönem çalıştığım Dihaber’de (Dicle Medya Haber Ajansı) o fotoğrafları yayınlayınca, Kemal Kurkut’un ‘canlı bomba’ olmadığı çıplak bir şekildeyken, yargısız bir şekilde infaz edildiği netleşmiş oldu. Tabi bu kamuoyunda büyük bir öfkeye ve tepkiye neden oldu. O dönem sanal medyada yoğunca işlendi. Devletin güdümünde olan gazete ve televizyonlar dahi o fotoğrafları yayınlamak zorunda kaldı. Bunun üzerine Diyarbakır Valiliği sorumlu tuttuğu polisleri açığa aldı, haklarında bir dava açılmak zorunda kaldı. Aslında o fotoğraf devletin bugüne kadar bu tür suçlarda olayın üstünü örtmek için yaptığı açıklamaların doğru olmayabileceğini sorgulatmaya başlayan bir fotoğraftı. Bu nedenle çok önemliydi.
 
 Devleti sorgulatan bu fotoğraflar sonrası hedefe konuldunuz ve bir yargı kıskacı başladı. O günden sonra nasıl bir süreç geçirdiniz? 
 
Daha önce verdiğim birkaç röportajda da belirttim. Orada çekilen sadece Kemal Kurkut fotoğrafıydı ama devlet, özellikle kolluğun fail olduğu birçok cinayette gerçeği yansıtmayan beyanlarda bulundu ve bu fotoğrafla birlikte beyanda bulunduğu diğer olayların da gerçeği yansıtmıyor olabileceği algısı oluşmaya başladı. Bu nedenle de aslında o fotoğrafları ben çektiğim, koruduğum ve yayınladığım için doğrudan şimşeklerin üzerime çekilmesine neden oldu. Nitekim daha bir ay geçmeden evim basıldı. Daha sonra hakkımda ihbar olduğu gerekçesiyle soruşturma açıldı, daha sonra tekrar evim basıldı. Niçin basıldığını bile hala bilemiyoruz, çünkü o dosyada ne olup olmadığını avukatlarım da öğrenemedi. Bir sene geçtikten sonra yeniden gözaltına alındım, hakkımda ‘örgüt üyesi olmak’ ve ‘örgüt propagandası yapmak’ suçlamasıyla bir soruşturma başlatıldı. Tam da Kemal Kurkut’un faillerinin yargılanıp, beraat ettiği davadan birkaç gün sonra o soruşturma bir davaya dönüştürüldü ve ‘örgüt üyeliği ve propaganda’dan 22 yıla kadar hapsim istendi. Böyle bir dava süreci başlatıldı. 
 
O dava süreci de öyle bir boyuta getirildi ki düşünün bir gizli tanık üretildi ve o gizli tanık, o dönem Kemal Kurkut için ‘örgüt üyesiydi’, ‘Abdurrahman Gök de örgüt talimatıyla Kemal Kurkut’un fotoğraflarını çekti’ gibi yalan, gerçeğe, akla ve mantığa aykırı bir beyanda bulundu. Buna rağmen o dosyadan hakkımda ‘örgüt üyeliği’nden beraat, ‘örgüt propagandası’ndan 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası verildi ve şu an Yargıtay’da.
 
Bu karardan sıra bir süre sonra bu kez tutuklandınız ve aynı iddialarla 8 ay tutuklu kalmanıza neden olan bir dava süreci başladı. Duruşmada da tahliye olduktan sonra cezaevi önünde yaptığınız açıklamada da Kemal Kurkut fotoğraflarının intikamının alındığını söylediniz. Gözaltı ve tutuklamalarla alınmak istenen “intikam” sonuç alır mı? 
 
 
 Ben de o fotoğrafların hakikatini her defasında yansıtabilmek için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Böylece bir tutukluyorlar, bırakıyorlar, bir tanık üretiyorlar, gizli tanık üretiyorlar.
 
Daha birkaç ay geçmemişken yeniden ben gözaltına alındım, yeniden tutuklandım ve yine ‘örgüt üyeliği ve propaganda’dan yeni bir yargı süreci yine 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlatıldı. Yeni yargılamanın bitmiş olduğu bir mahkemede yeniden benzer bir suçlama ve benzer maddelerden bir ceza istendi. Bunun sonucunda da 225 gün yani yaklaşık 8 ay cezaevinde tutuldum. Devlet aslında devletin yaptığı resmi açıklamanın yalan olduğunu ortaya koyan o fotoğrafların intikamını almak için her yola başvuruyor. Ben de o fotoğrafların hakikatini her defasında yansıtabilmek için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Böylece bir tutukluyorlar, bırakıyorlar, bir tanık üretiyorlar, gizli tanık üretiyorlar. Açık tanık diye kadrolu itirafçılar devreye konuluyor. Ve böylece yargı baskısı 2017’den beri artarak devam ediyor. Öncesinde de vardı, çünkü ben 20 yılı aşkındır gazetecilik yapıyorum. Defalarca gözaltına alındığım olmuştur, bazı toplumsal olaylarda darp edildiğim, işkence gördüğüm, suç duyurularında bulunduğum olmuştur. Bu mesleğin doğasında olan bir şeydir, demokratik olmayan bir ülkede olası şeyler olarak bakıyorum. Gazeteciliğin bir gereğiymiş gibi insan algılamak zorunda hissetmeye başlıyor. Ancak 2017 sonrası özellikle Kemal Kurkut fotoğrafları sonrası bu sistematik bir hal almaya başladı ve bunun sonucunda da benim gazetecilik yapamamam için bir uğraş, çaba… Sadece beni cezalandırma değil, aslında bu iddialarla beni tutuklayamayacaklarını biliyorlar ama tutabilecekleri kadar tutmak, uzaklaştırabilecekleri kadar gazetecilikten, hakikaten, kamuoyundan uzaklaştırabilmek temel amaçları. Bunu da tutuklayarak kısmen kendilerince başarmış oluyorlar. 
 
Kamuoyunda açık tanık beyanlarıyla tutuklandığınız bilinse de duruşmada soruşturma dosyasında açık tanık Ümit Akbıyık’ın beyanlarının olmadığını, sonrasında eklendiğini söylediniz. Soruşturma nasıl bir kovuşturmaya döndü? 
 
Emniyet’e götürüldüğümde benim gibi yüzü aşkın kişinin gözaltına alındığını gördüm ve dosyada o dönem 200 kişiden fazla kişinin olduğu bilgisi vardı. Aynı ‘torba kanun’ gibi Meclis’te sürekli yasaları geçiren AKP hükümeti, yargıda da emniyette de gözaltılarda da böyle bir yönteme başvuruyor. Benimle birlikte gözaltına alınanlar içinde gazeteciler, tutuklu yakınları, siyasetçiler, avukatlar, gençler, yaşlı insanlar vardı. Toplumun her kesiminden kişileri gözaltına almışlar ve sonradan öğrendik ki gözaltına alınmasına gerekçe konulan bir tanık var. Ümit Akbıyık diye bir tanık, açık tanık diye vermişler. O günden bugüne kadar yüzlerce kişi hakkında daha ifade vermiş. Yaklaşık 800 kişi hakkında ifadesinin olduğu söyleniyor. Benim için de bu tanığın ifadesi gerekçe kılındı. Ancak ben emniyette polisin avukatıma yönelik tavrı nedeniyle ifade vermedim. Sonrasında savcılığa çıktığımda direk ‘susma hakkınızı kullanmışsınız’ dedi. Susma hakkını kullanmadığımı belirttim. Savcının tavrından tamamen Terörle Mücadele şube amirinin emriyle hareket ettiği algısı netleşti. İlk sorduğu soru şu oldu, doğrudan bir fotoğraf gösterdi bana, ‘bunu tanıyor musun’ dedi. ‘Tanımıyorum’ dedim. Kişinin Ümit Akbıyık olduğunu ve hakkımda ifadelerinin olduğunu, ne söylemek istediğimi sordu. Bende hakkımda ifadesinin olmadığını söyledim. Dosyayı emniyette görmüştüm, bir ifadesi yoktu. İfadesi olmayan bir kişi hakkında ifadesi varmış gibi nasıl ifade verebilirim. Dosyayı karıştırdı, gerçekten ifade görmeyince terörle mücadele amirini çağırmak istedi, sonra vazgeçti.
 
 
 Tutuklama kararının ne savcının oluruyla ne de mahkemenin oluruyla olabileceğine kanaatim arttı. Ve tutuklanacağımdan emindim.
 
Bu kez Mezopotamya Ajansı’nda yayınlanmış olan haberlerimi tek tek sormaya başladı. O esnada aslında tutuklama kararının ne savcının oluruyla ne de mahkemenin oluruyla olabileceğine kanaatim arttı. Ve tutuklanacağımdan emindim. Nitekim tutuklamaya sevk etti, hakim de savcının gerekçeleriyle beni tutukladı. 14 sayfalık bir iddianamede benim savunmama ilişkin tek bir ifadem yok. Böylesi ilginç bir süreçte tutuklandım ve daha sonra dosyaya giren evraklardan öğrendik ki 4 defa savcılık Ümit Akbıyık’ın ifadesine başvurmuş. İlk ikisinde yine herhangi bir beyan yok ama iddianamenin hazırlandığı Haziran ayı içerisinde bir hafta arayla iki defa ifadesine başvuruluyor. Şu an dosyada bulunan bir paragraflık ifade, dosyaya konuldu.
 
İtirafçı, “sormuş olduğunuz Abdurrahman Gök” diye cümleyle başlıyor. Kendi iradesiyle kurmuş olduğu bir beyanı yok. ‘Sormuş olduğunuz’ diye başlıyor ve buradan savcının yönlendirmesi ortaya çıkmış oluyor. Bütün bunlar tanığın beyanlarının gerçek dışı olduğunu, benim tutukluluğuma gerekçe yapılmak için oluşturulmuş bir senaryo olduğunu açığa çıkardı. Tahliye verilirken de yurtdışı yasağı ve adli kontrol ile serbest bıraktılar. Yine mesleğimi yapamamanın bir başka boyutu cezalandırma olarak bu süreç devam edecek. 12 Mart’ta 3’üncü duruşmam görülecek. Yurtdışı yasağı verilmiş olması benim çalışma alanımı daraltmış oluyor. Kaldırılması için başvurularımızı yapacağız. İtirazda da bulunacağız.  
 
“Sormuş olduğunuz Abdurrahman Gök” cümlesi dikkat çekiyor. Yaratılan tanıkları yönlendiren bir yargı sisteminin tarafsız olduğu söylenebilir mi? 
 
Evet, aslında bu bir yöntem haline dönüştürüldü. Birçok emsal karar bulunmasına, bunların ifadelerinin bir tutukluluk hali, cezalandırma durumu için yeterli olmayacağı belirtilmesine rağmen yargı da emniyet de bu yöntemden vazgeçmiyor. Çünkü en basit yöntemdir. Bir insanı suçlayıp, en azından bir süreliğine bile olsa cezaevinde tutmanın yegâne yoludur. Belki de kendileri için ‘Allah’ın bir lütfu’ olarak görüyor ve değerlendiriyorlar. Sizi 8-10-13 ay boyunca tutuyor ve mahkeme yüzü göstermiyor. Fiili bir cezalandırma yöntemine dönüşüyor. Bunu bir aparat olarak kullanıyorlar. Kişileri etkisiz hale getirme, umutsuz bırakma ve kişiyi sürekli sürekli baskı altında tutmanın aracı olarak kullanıyorlar. Maalesef bazen mahkemelerde bu kişilerin ifadeleri genel doğruymuş gibi bir kabulle yaklaşıp, bunlar üzerinden bir ceza verme noktasına gelebiliyorlar. Ama bu hukuksuzluğun bir an önce ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu aslında yargının da içerisine düşmüş olduğu durumu da gösteriyor. Yargıda çokça tartışılan çürümüşlüğü de gösteriyor, işte bu çürümüşlükten kurtulmanın yegâne yolu insan haklarına dayalı farklı farklı düzenlemelerin yapılmasıdır. Bu da ancak bir ülkenin demokratikleşme yoluna girmesiyle olabilir. Maalesef Türkiye’de de demokrasiye doğru bir evrilme gibi bir emare yok. En azından son davalardan bunu görüyoruz. 
 
Evet ben bırakıldım, birçok insan geçmiş olsun mesajı gönderiyor ama daha kendilerine yanıt vermeden gözaltına alınıyorlar. Mesela İrfan Uçar… Antep’te bir köyde yaşlı anası ve babasına bakabilmek için gazeteciliğe bir süre ara vermek zorunda kalmış bir gazeteci gözaltına alınıyor. O yüzden demokratikleşmeye yönelik herhangi bir emare görünmüyor. Emin olun İrfan Uçar’ın meselesinde de benzer bir şey çıkacak. Çünkü ben tutuklandıktan hemen iki gün sonrasında gazeteci arkadaşlarım Dicle Müftüoğlu ve Sedat Yılmaz tutuklandılar. Onların dosyası da neredeyse benimkinin aynısıdır. Matbu ifadelere dönüşmüş artık. Düşünün İstanbul’daki bir tanık da artık şu beyanı kullanıyor, ‘şahıs cezaevine girip çıktıktan sonra örgüt tekrar onunla temasa geçti, örgütün kurumunda çalışmaya başladı.’ Diyarbakır’daki bir tanık da aynı ifadeyi kullanıyor. Tek merkezden matbu ifadeler hazırlanarak, üretilen gizli tanık veya açık tanık itirafçılarla insanlar bu şekilde cezalandırılmaya çalışılıyor. Bu hukuksuzluğun bir an önce ortadan kalkması için bu gizli, açık tanık gibi itirafçıların beyanlarına irtibat etmeyecek demokratik bağımsız bir yargıya ihtiyaç var. 
 
20 yıldır Meclis koridorlarından savaş meydanlarına gazetecilik mesleğinizi sürdürüyorsunuz. Her dönem iktidarların hedefi olan Özgür Basın geleneğin bir sürdürücüsü olarak, devleti, iktidarları rahatsız eden hakikat gazeteciliği neden önemli?  
 
 
 Halk hakikate ulaşmasın diye gazeteciler susturulmaya çalışılıyor, o nedenle de o zaman iktidar istediği her propagandayı çok rahat bir şekilde yapabileceğini düşünmeye başlıyor.
 
Kürt gazeteciliği gerçekten hakikate ulaşabilmek, hakikati halka ulaştırabilmek için bedelleri göze alabilen bir gelenekten geliyor. Hakikatin ne kadar kıymetli olduğunun farkında, bunun içinde bedel ödemekten geri durmayan bir noktada duruyor. Bu nedenle aslında bunu bertaraf etmenin yöntemi olarak Kürt gazetecilere yöneliyorlar. Çünkü bugün yüzde 90’ın üzerinde basının büyük bir bölümü iktidarın hükmü altındayken, iktidarın bir merkezden yayınladığı açıklamaları bütün televizyonlar noktasına virgülüne karışmadan veriyorken, bir iktidara yakın kuruluşlar bir katip konumuna düşmüşken, bunun karşısında halkın haber alma hakkını savunan çok küçük bir kesim gazeteci var. Bunların bertaraf edilebilmesi için bu kadar yoğun bir uğraş veriliyor. Bu yargı baskısına bu nedenle başvuruluyor. Ama beni, Sedat Yılmaz’ı, Dicle Müftüoğlu’nu gözaltına almakla aslında susturamayacağını anlıyor ancak bunları takip edebilecek olan bir gazeteci varsa, ‘bunu takip edemesin, aynı yolu denemesin’ diye bir korku yaymaya çalışıyor. Ya da başkaları hakkında da ifadeler ortaya atarak, tanıkların beyanları doğrultusunda başka gazetecilerin de tutuklanacağını yaygarasını yayarak, o gazetecilerin geri çekilmesini sağlamış oluyor. Yani böylelikle hakikate bir suikast düzenlemeye çalışıyor. Halk hakikate ulaşmasın diye gazeteciler susturulmaya çalışılıyor, o nedenle de o zaman iktidar istediği her propagandayı çok rahat bir şekilde yapabileceğini düşünmeye başlıyor. Yol temizliği yapabileceğini düşünüyor. Bu nedenle bizler çok hedefteyiz. Şunu da düşünüyor, şimdi siz birisini toplumda ‘öcü’ diye göstermeye başladığınız anda, umutlarını da kırmaya çalışırsınız, umutsuz bırakırsınız, dayanışmadan yoksun bırakırsınız. Kürt gazeteciliğine bu kadar yönelmesinin nedeni de bu.
 
Ancak baskılara, katliamlara, bombalamalara rağmen bir ısrar da var. 
 
Uzun yıllar Kürt gazeteciler bu coğrafyada enselerinden vurularak, öldürüldüklerinde de dahi merkez sağ medyada bir satır bile yer bulamıyorlardı. Ama 2000’li yıllarla birlikte bunun özeleştirisini veren gazeteciler çıktı. Mehmet Ali Birand bunlardan birisiydi. ‘Kürt gazeteciler 90’lı yıllarda öldürüldüğünde biz sessiz kaldık buna’ demek zorunda kaldı, özeleştirisini verdi. O yüzden yani Kürt gazeteciliğini yalnızlaştırabilmek, dayanışmadan yoksun bırakmak, sanki gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yargılanmıyormuş gibi bir izlenim yaratmak temel argümanlarıdır. Bunu kısmen geçmişte başardılar da ama gelinen noktada bu konuda çok başarılı olamıyorlar. Başarılı olamadıkları içinde gazetecilerin dayanışması daha fazla umut taşımasına neden oluyor. Tutuklanan her bir arkadaştan sonra geride kalan arkadaşların daha yoğun bir çalışmayla gazeteciliği sürdürdüğünü biliyoruz. Ben buna tanık oldum, mesela meslektaşlarım gönderdikleri mektuplarda bunları anlatıyordu ve bu bana güç veriyordu. Evet, yalnız kaldığınız için, yükünüz ağırlaştığı için orada üzülüyordum ama bu çalışmanın devam ettiğini bilmek de iktidarın tutuklamalarla amacına ulaşamayacağını bilmek de daha büyük bir umut yaratıyordu. O yüzden nafile. 90’lı yıllarda Kürt gazeteciler enselerinden vurulurlarken bile sokak ortasında hemen ertesi gün ‘Kaleminiz yerde kalmayacak, hakikat ortaya çıkacak, gerçekler karanlıkta kalmayacak’ diye manşetler atan bir gazetecilik geleneği var ve bu gelenek kökleşmiş artık bu coğrafyada. Dolayısıyla biz o geleneği bilen gazeteciler de o geleneği bir nebze de olsun devam ettirebilmenin mücadelesini veriyoruz. Çünkü hakikatle ancak bu zulümat ortadan kalkabilir. Hakikat en büyük korkusudur faşizmin ve faşizmin sonunu getirecek olan da bu hakikattir. 
 
Hem tutuklanma kararınızda hem de cezaevinden çıktığınızda hakikate olan inancınızı koruduğunuzu söylediniz. Bu hakikat mücadelenizin özü nedir?
 
 
Hiç tanımadığınız insanların hayatlarına yaptığınız haberlerle eğer temas etmişseniz ve bu insanların hayatlarında küçük dokunuş da olsa bir değişiklik yaratmışsanız temel motivasyonuz o oluyor. 
 
Kemal Kurkut vuruluyor, ben ismini, cismini bilmediğim halde bu insanın haksız, hukuksuz bir şekilde öldürüldüğünü o fotoğraflarla belgeledikten sonra hayat hikâyesini, ismini öğrenmeye başladım. Öğrendikten sonra da gazeteciliğin ne kadar elzem, ne kadar kutsal bir meslek olduğuna olan inancım daha fazla arttı. Düşünün Kemal Kurkut; eğer o fotoğraflar olmasaydı hala bütün kamuoyu onu canlı bomba olarak bilecekti ve maalesef ama maalesef lanetle anacaktı. Ailesi bile o kadar yalnızlaştırıldı ki o bir günlük süre içerisinde, çocuklarının gerçekten böyle bir delilik yapmış olabileceği noktaya getiren bir kara propaganda ortadayken, siz o fotoğraflara hiç olmazsa o aileye ‘çocuğunuz masumdu’ diyebiliyorsunuz. Kemal’in 40’ında annesi ben görmek istemişti ve ben de Malatya’ya gittim. Anne benim gözlerimi öperek, ‘Bu gözler benim Kemal’imin hakikatini ortaya çıkardı. Bu gözler Kemal’imi gören son gözlerdir’ dedi. Temel motivasyon biraz bu oluyor. Kobanê’de siz o savaşın içerisinde o insanları kendi topraklarını savunmak için nasıl çıplak elleriyle mücadele ettiğine en yakından tanıklık ediyorsunuz ve bunu yansıtıyorsunuz. Bunun daha sonra o insanların yaşamında bir çözüm ürettiğini gördüğünüzde mutlu oluyorsunuz. Ya da diyelim ki deprem bölgesinde bacağını yitirmiş, kız kardeşini enkaz altında bırakmış, Suriye’deki evinden göçmüş gelmiş, burada da yalnızlığa terk edilmiş birisinin hikayesine temas ettiğinizde ve onun hayatını bir nebze de olsa yaptığınız haberlerle kolaylaştırmaya başladığınızda, onun size olan inancı temel motivasyon noktanız oluyor. Ya da Pazarcık’ta Fidan abla vardı. Haberini yapmıştım, kamuoyu da çok sevdi. Fidan Ablanın ‘güneş ne zaman doğacak’ cümlesini dahi verdiğinizde ve insanlarda bir umut yarattığınızda, o hakikatin ne kadar değerli olduğunu görüyorsunuz. Bu sizin temel motivasyonunuz oluyor. Gerçek anlamda gazeteciliğin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu daha da pekiştiriyor.  
 
Ben de 20 yılı aşkın süredir buna benzer onlarca şeye tanıklık ettim, yüzlerce haber yaptım. Yaptığım her haber nedeniyle de insanların hayatına bir nebzede olsa dokunmuşsam, o hikayenin içerisine girmişsem, o hikayede bir parça acı alabilmişsem, hafifletebilmişsem ve bunun sonucunu görebiliyorsam, işte benim hakikate olan inancımı arttıran temel motivasyon bu oluyor. Bu nedenle yaklaşık 8 ay boyunca cezaevinde o kadar çok isimsiz mektup aldım ki düşünün yurtiçinden yurtdışından, ‘Maraşlı bir depremzede, Pazarcıklı bir depremzede’ diye mektuplar geldi bana. Hiç tanımadığınız insanların hayatlarına yaptığınız haberlerle eğer temas etmişseniz ve bu insanların hayatlarında küçük dokunuş da olsa bir değişiklik yaratmışsanız temel motivasyonuz o oluyor. 
 
Gazetecilik mesleği de bugün tartışılır hale geldi. Bir yandan iktidarın yarattığı ‘gazetecilik’, diğer yandan hakikatte ısrar eden gazeteciler.... Nasıl olmalı? 
 
İran’dayken Jîna Emînî haberleri için gittiğimde tutuklanmış olsaydım casus olarak yargılanıp idam da edilebilirdim, bunu bilemezsiniz. Irak’tayken Şengal’de çatışmaları takip ederken, gelen bir kurşunla hedef te olabilirsiniz ama gazeteci yaptığı filmle, çektiği belgeselle, yaptığı haberle aslında var olan yargıyı değiştirebileceğini biliyor. Bu nedenle risk almayı göze alıyor. Aksi taktirde bir gazeteci niye Kuzey Suriye’de savaşın ortasında gazetecilik yapsın, bir gazeteci niye Gazze’de o insanlarla omuz omuza onların yaralarını bütün dünyaya duyurabilsin. Canlarını ödeme pahasına, bugüne kadar 60’ın üzerinde gazeteci Gazze’de yaşamını yitirdi. Sderot’tan da yayın yapmak önemli ama Sderot’tan İsrail’in tarafından bir habercilik yaptığınız zaman hakikate yakın değilsiniz. Bu nedenle gazetecinin bulunduğu nokta çok önemli, gazeteci dil kurarken iktidarın diline göre bir dil kurmaz. Gazetecilik evrensel dili ve beyannamesi vardır. Bu temelde gazetecilik yapar, dolayısıyla iktidarın politikasına göre bir dil kurmaz. 
 
 
Trollük ve gazetecilik arasındaki o kalın çizgiyi giderek flulaştırmaya çalışan bir iktidar var ve bunu biz doğru temelde halka aktaramazsak, bağımsız gazetecilik te daha fazla yara alacaktır. 
 
Yargılandığım duruşmada da söyledim, ‘Kobane’de çektiğim belgeseli dosyaya koyuyorsunuz. Daha önce de bundan dolayı bana ceza verdiniz. Ama bu insanlar IŞİD’e karşı kendi topraklarını savundular. Bugün o insanlar tabi ki çocuklarının fotoğraflarını asacak. O dönem bu ülkenin başbakanı, cumhurbaşkanı onlara ilişkin nasıl bir dil kurmuş, ondan sonra nasıl bir dil kurmuş, gazeteci buna göre hareket etmez. Bu nedenle siz kalkıp beni o yaptığım belgeselle, kurduğum dille ilgili yargılayamazsınız. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün Hamas, Gazze için kurduğu dili gösterdiği politikayı yarın öbür gün değiştirse, tam tersi politika izlese, o zaman buna ilişkin gazetecilik yapan yargı alıp yargılayacak mı? Böylesi mantık dışı bir yaklaşımla gazeteciler susturulmaya çalışılıyor. Gazeteciler gazetecilikten uzaklaştırılarak, hükümetin birer propaganda aracı ve silahına dönüştürülmeye çalışılıyor. Gazetecilik ve trollük arasındaki çizgi giderek flulaştırılmaya çalışılıyor. Maskeli trol gazeteciler nedeniyle gerçek gazetecilere inanç da zedelenmeye başlıyor. Bu da bilinçli bir şekilde yapılıyor, çünkü trollük ve gazetecilik arasındaki o kalın çizgiyi giderek flulaştırmaya çalışan bir iktidar var ve bunu biz doğru temelde halka aktaramazsak, bağımsız gazetecilik te daha fazla yara alacaktır. 
 
 Bugün en ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı cezaevlerinde 8 ay tutuklu kaldınız. Daha önce de 2009 yılında Siirt’te Newroz takibinden sonra tutuklandınız ve cezaevine girdiniz. Dünden bugüne cezaevleri arasında nasıl bir fark oluştu? 
 
2009’da tutuklandığımda Siirt’te E Tipi Cezaevi’nde kaldım, kalabalık bir koğuştu. Yine o dönem taş atan çocuklar mevzusu vardı, gençler, yaşlılar vardı. Taş attıkları gerekçesiyle yargılanıyorlardı. Hepsinin de ya bir fotoğraf karesi ya bir görüntü vardı. O dönem çok tanık mevzusu yoktu. Ama bu sefer tutuklandığımda Yüksek Güvenlikli Cezaeviydi, 3 kişilik odalar, daha ağır koşullar, daha tecrit edilmiş bir cezaevi sistemi. Hem görüşe gelmek isteyen aileler açısından hem de orada bulunan tutuklular açısından daha ağır koşulların olduğu bir cezaevi durumu vardı. Ama 2009’da tutuklandığımda da gördüğüm cezaevlerindeki hem baskılara karşı direniş hem tutum hem de bugün ki tutum neredeyse aynıydı. İnsanlar onurlarından taviz vermiyorlar. Tutuklu da olsa orada sürekli baskı altında da tutulsa onurundan, özgürlüğünden, fikrinden taviz vermiyor. Bunun bedelini ödüyorlar, bunun bedeli ödetilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla fark olarak o dönem tutuklandığımda da bu dönemde tutuklandığım da baskılar konusunda bir fark yok ama cezaevleri koşulları ağırlaştı.
 
 
 İnsanlar onurlarından taviz vermiyorlar. Tutuklu da olsa orada sürekli baskı altında da tutulsa onurundan, özgürlüğünden, fikrinden taviz vermiyor. Bunun bedelini ödüyorlar, bunun bedeli ödetilmeye çalışılıyor.
 
E Tipinde kalan siyasi tutuklu yok, D Tipleri de yavaş yavaş kaldırılıyor, Yüksek Güvenlikli Cezaevleri yapılıyor, bunlardan sonra S Tipleri çıkarıldı. Düşünün S Tiplerine götürülen tutuklular günde sadece bir ya da iki saat havalandırmaya çıkabiliyorlar. Ağırlaştırılmış tutuklular statüsünde neredeyse tutulmaya çalışılıyorlar. Bu çok ağır bir süreçtir. Bulunduğum cezaevinde benim oda arkadaşım Yusuf Bulga ben tahliye olmadan bir hafta önce Salı günü saat 05.00’te sürgün edildi. Sabah söyleniyor, nereye gidiliyor söylenmiyor. Aileye de haber verilmiyor. Gittikten sonra ancak haber veriliyor.  Hemen bir gün sonra Ümit Özkan diye bir arkadaşım C 29 da kalıyordu, o da Erzurum S Tipi’ne sürgün edildi. Baskılar aynı, sürgün edildikleri cezaevlerindeki koşullar daha da ağır. Git gide tutuklular daha fazla izole bir ortama çekilmeye çalışılıyorlar. Ama dediğim gibi o tutuklar buna karşı onurlarına, fikirlerine sahip çıkıyorlar, bununla mücadele etmenin yol ve yöntemlerinin geliştiriyorlar. Mesela şuan cezaevlerinde başlatılan bir açlık grevi var. 15 Şubat’a kadar bunun devam edeceği söyleniyor. Özellikle PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki bu ağırlaştırılmış tecrit koşullarına bir çözüm bulunamayacaksa, fiziki özgürlüğü yönünde herhangi bir adım atılamayacaksa, farklı bir boyuta evrileceği yönünde endişeler ve kuşkular var. Toplumun cezaevinde gelişen bu durumu bilmesi önemli. Bunun için mücadele etmesi önemli, cezaeviyle cezaevinin dışındaki insanların demokrasi mücadelesi veren insanların mücadelesinin birleşmesi çok önemli. 
 
 Yıllardır cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin takip eden bir gazeteci olarak, 8 ay boyunca bizzat tanığı olduğunuz. İçeride tutsakların yaşadıkları dışarıya ne kadar yansıyor? 
 
Gazeteciler cezaevlerine ilişkin birçok haber yaparlar ama ben oraya gittiğimde şunu anladım, aslında bizim yaptığımız hak ihlali haberleri devede kulak kalabilecek oranda. Hatta bir mektubumda bunu ifade ettim. Gözaltı merkezlerinde gözaltına alınan kişilerin şiddete uğrayıp uğramadığını anlamak istiyorsanız, cezaevine gönderilen tutukluların ilk gün çekilen fotoğraflarına bakarsanız anlarsınız. Çeşitli dönemlerde gözaltına alınmış birçok tutuklu ağır işkencelere maruz kaldıklarını anlatıyor. Cezaevi aslında bir gazeteci için ülkenin check-up’unı çekebilmek için ciddi bir ortam, 7-8 ay boyunca bu ortama tanıklık etmiş olduk, bu da gazeteciliğin farklı bir boyutuydu. Buna birinci elden siz tanık oluyorsunuz, düşünün infazları yakılan insanlar var. İnfazın yakılmasa bile gün sayıyorsunuz, umudunuz var, diyorsunuz ki ‘benim şu gün 30 yıllık cezam bitiyor ve tahliye olacağım’ ama bu umudu elinizden alıyor. Cezaevi İzlem ve Gözlem Kurulları bu umut hakkını dahi tutuklunun elinden alıyor ve tutuklu o gün geldiğinde tahliye olacağı gün geldiğinde akşama kadar ‘acaba tahliyem kararım var mı yok mu’ diye düşünmek zorunda kalıyor. Bu ağır bir işkencedir bana sorarsanız. 
 
Mesela Ali Amca vardı, Silopili, 31 yıl 3 aydır tutuklu. 30 yıllık cezasını bitirmiş, tam cezasını bitirecekken D Tipinden 1 No’lu Yüksek Güvenliğe getirilirken bir kaşık hafif deforme olduğu için tornavidaya benzetilerek, delici kesici bir alet statüsünde değerlendirilerek ekstradan 2 yıl ceza veriliyor ve bunun cezasını da yattı. Ondan sonra tahliye edildi, akşam 19.00’a beklettiler, ondan sonra serbest bıraktılar. Umut hakları bile insanların ellerinden alınıyor. Tahliye tarihleri geldiğinde bile insanlar, tahliye olup, olmayacaklarını bilememenin içerisinde ağır psikolojik bir baskıya maruz kalıyorlar. Bu da biraz önce belirttiğim gibi ülkenin içerisinde bulunduğu antidemokratik durumu gözler önüne seriyor. 
 
Tahliye edildiniz, dün meslektaşınız Dicle Müftüoğlu’nun duruşmasına katıldınız. Nitekim her gün gazeteciler yargılanıyor. Dayanışmanın önemine sık sık vurgu yapılıyor, sizin meslektaşlarınıza bir çağrınız var mı? 
 
Hakikat konusunda inatçı olmak lazım, vicdan çok önemli. Gazetecilikte 5N1K yetmiyor. Ne, nerede, niçin, nasıl, kim soruları evet, bize bir haberin kalıbını ortaya çıkarıyor ama o haberde vicdan unsuru önemli. O haberde siz o öğelerle çarpıtılmış, eksik bir haber bile bırakabilirsiniz ama onu vicdanla tamamlayabilirsiniz. Hiçbir zaman insan vicdanını, özgürlüğünün arkasına gizlememeli. Yani ‘acaba özgürlüğümden olabilir miyim’ düşüncesine kapıldığınız an, vicdanınızdan ödün vermeye başlarsınız. Vicdanınızdan ödün vermeye başladığınız an, hakikatten uzaklaşırsınız. Hakikate sadık kalmadığınız an insanlığınızdan eksiltmiş olursunuz. İnsan kalabilmek için hakikate sadık olmak gerekiyor. Hakikate sadık kalabilmek için vicdanlı olmak gerekiyor. Vicdanını özgürlüğüne yeğlemek gerekiyor. O yüzden eğer gerçek anlamda bir gazetecilik yapılacaksa, iktidarın karşısında kamuoyunun yanında, halkın yararını gözeten bir gazetecilik yapılacaksa, bu hususlar çok önemli bence. Ben birçok bedel ödeyen meslektaşımda bunu gördüm ve buna tanıklık ettikçe insanın kendi hakikatine olan inancı daha fazla artıyor. Gazeteci arkadaşım Dicle Müftüoğlu aynı gerekçelerle tutuklu. Hakikate bağlı kaldığı için tutuklu. Yıllardır hakikatte direttiği için tutuklu. Sedat Yılmaz hakeza öyle. Gazeteciliğe, hakikate sahip çıkmak ve bunu arttırabilmek için dayanışma çok önemli. Hem genç meslektaşlarım hem bu meslekte duayenleşmiş meslektaşlarımın birbirleriyle dayanışması çok önemli ve hakikate de güç veriyor.
 
MA / Eylem Akdağ
 

Diğer başlıklar

11/12/2023
10:05 Xwebûn "Özgürlüğün sesi olun" manşetiyle çıktı
09:48 Tutsaklar 15 gündür eylemde
09:43 İzmir'de bir kadın katledildi
09:14 Sarıtaş: Ulusal birlikten başka seçeneğimiz yok
09:12 Fincancı: Hasta mahpusların cezaevinde tutulması işkencedir
09:06 Alıkonulan gazeteci için meslek örgütlerine duyarlılık çağrısı
09:02 Abdullah Öcalan'ın vasisi: Özgürlük talebi etrafında kenetlenip, çözüm zorlanmalı
09:00 11 ARALIK 2023 GÜNDEMİ
10/12/2023
22:13 Gençlerden tecrit protestosu
21:58 Şirnex'te 17 yaşındaki öğrenci yaşamına son verdi
21:13 DİSK Basın-İş yeni yönetimini belirledi
20:55 Amed'de ‘Vejîneke Ciwan’ şöleni: Cezaevlerinin sesi olalım
20:45 Bakkalcı: İnsanlık yeni bir yol bulacak
20:03 ANKA-DER'den konser
17:48 Uluslararası Kadın Delegasyonu İstanbul ziyaretlerini sonlandırdı
17:34 WHO’dan Gazze’deki sağlık durumuna ilişkin açıklama
17:06 Riha’da emniyet önünde kavga: 1 ölü, 2 yaralı
16:54 Amedspor deplasmandan 1 puanla döndü
16:53 Temelli: Abdullah Öcalan'ın paradigması tecride rağmen dünyaya yayıldı
16:50 Qoser’de asansör boşluğuna düşen işçi hayatını kaybetti
16:08 'Vejînek Ciwan’ şölenine çağrı
16:05 Aracında uyuşturucu yakalanan kişinin uzman çavuş olduğu iddiası
15:48 13 yaşındaki çocuk 28 yaşındaki erkekle nişanlandırıldı
15:39 Emekli mitinginde 'insanca yaşama yetecek ücret' talebi
15:05 4 kentte aynı talep: Abdullah Öcalan'a özgürlük
14:49 Meksika'da Abdullah Öcalan'ın Demokratik Konfederalizm fikri tartışıldı
14:29 İnsan Hakları Günü'nde Kürt sorununun çözümü için çağrı
14:19 'Demokratik Türkiye' mitingi: Karanlığa teslim olmayacağız
14:18 Bozan: Öcalan’ın özgürlüğü sağlanıncaya kadar mücadele edeceğiz
13:21 Av. Yürekli: İmralı bir demokrasi laboratuvarıdır
13:05 Kadın Delegasyonu’ndan Kadın Zamanı Derneği’ne ziyaret
12:49 Ankara Gar Katliamı’nda yaşamını yitirenler anıldı
11:34 Göçük altında kalanların cansız bedenine ulaşıldı
11:06 Colemêrg'te deprem
10:51 Jin ‘Sağlamcı ideoloji ayrımcılığı derinleştiriyor’ manşetiyle yayında
10:47 Zonguldak'ta heyelan: Anne ve oğlu aranıyor
10:16 Gözaltı sırasındaki polis şiddetini anlattı
10:07 KDP’nin alıkoyduğu gazeteciden 47 gündür haber alınamıyor
10:06 Cezaevlerindeki açlık grevi 14’üncü gününde
10:04 İnsan Hakları Günü’nde en ağır ihlal İmralı'da yaşanıyor
09:50 Dışişleri Bakanlığı asimilasyonu doğruladı: Arapça eğitim dili, Kürtçe seçmeli ders
09:15 Riha’da 2 yılda 32 kadın katledildi
09:12 Hasta tutsaklar için İnsan Hakları Nöbeti tutulacak
09:12 Ağır hasta tutsağın annesi: Yapılanlar zulümdür
09:09 Kayyımın milyonlar harcadığı kafelerde su damlıyor
09:07 İnsan Hakları Anıtı için ‘elimizi taşın altına koyalım’ çağrısı
09:04 86 gün açlık grevinde kalan Karul: Tecrit topyekun direnişle kalkar
09:01 ÖHD'li Yalçın: Abdullah Öcalan ile görüşmek için başvurulara devam edeceğiz
09:00 10 ARALIK 2023 GÜNDEMİ
00:30 Filistin Sağlık Bakanlığı: 17 bin 700 kişi yaşamını yitirdi
00:14 Zonguldak’ta art arda heyelan
09/12/2023
21:00 Aykol: Ölen arkadaşlarımızın bayrağını yere düşürmedik
20:02 Riha Barosu, ÖHD ve İHD’den Kürtçe tiyatro etkinliği
19:31 Zürih’te Abdullah Öcalan için yürüyüş
19:17 Uluslararası Kadın Delegasyonundan TİHV, İHD ve Cumartesi Annelerine ziyaret
19:08 Mersin’de kadın katliamı: Fail Mehmet T.A aranıyor
18:34 HEDEP'te başvuru tarihi uzatıldı
18:19 Bakırhan gençlerle buluştu: Toprağınıza sahip çıkın
17:23 Sakharov Ödülü verilen Jina Emînî’nin ailesine yurtdışına çıkış yasağı
17:10 HEDEP’den Soran’daki yangına dair açıklama: Güvenlik zafiyeti varsa hesap sorulsun
16:53 HEDEP heyeti kayyımın çamur deryasına çevirdiği Pirsûs'u gezdi
16:38 Gazeteci Elfazi Toral serbest bırakıldı
16:37 Liman Genişletme Projesi'ne karşı eylem: Mersin'in akciğerine hançer saplanacak
16:29 Bakırhan Garip Dede Dergahı'nı ziyaret ettti
16:16 Adalet Nöbetlerinden vicdani çağrı: Herkes elini taşın altına koymalı
16:09 Garibe Gezer için anma
16:02 Hatimoğulları: Faşist rejime geri adım attıracağız
15:49 İSİG asgari ücret taleplerini açıkladı
15:28 Keskin: Mücadele geri adım attırabiliyor
15:26 Av. Dinç: Tecridi kırmak için umudu yükseltmek gerekiyor
15:24 KESK: Demokrasiden yana mücadelemizi sürdüreceğiz
15:16 'Cumartesi Anneleri’nin haklı taleplerinin arkasında durmaya devam edeceğiz'
15:07 ‘Ağır hasta tutsaklar tahliye edilsin’
15:00 Uluslararası Kadın Delegasyonu'ndan Abdullah Öcalan'ın avukatlarına ziyaret
14:55 Kobanê Davası’nda tüm talepler reddedildi
14:25 ‘Eğer geçmişimizle yüzleşmezsek sağlıklı bir gelecek inşa edemeyiz’
14:22 Amed'te yürüyüş: Kürt meselesini diyalogla çözün
14:07 DEVA Genel Başkanı Babacan’ın annesi vefat etti
13:53 HEDEP Gençlik Meclisi Sözcüsüne saldırı protesto edildi
13:45 HEDEP: Diyanetin Kürtçeyi yok sayması münafıklıktır
13:40 31 yıl önce kaybettirilen babalarını sordular
13:22 İnsan Hakları Haftası: Tecride ve ihlallere son verilsin
13:12 Sancar: Özgürlük yürüyüşü engellere rağmen devam ediyor
13:11 Til Temir'de bombardıman sonucu 2 çocuk,1 kadın yaralandı
13:03 Açlık grevine giren tutsaklara disiplin cezaları
12:49 30 yıl sonra özgürlüğüne kavuşan Oktay'a memleketinde coşkulu karşılama
12:19 733 fezlekeden 512'si HEDEP milletvekilleri hakkında
11:09 Amed’in bin 400 yıllık camisinde kazı tahribatı
10:44 Soran’daki yangında hayatını kaybedenler için 3 günlük yas
10:10 Karakolda darp edilen avukat: 'Türkçe konuş çok konuş' zihniyetinin devamı
09:34 HEDEP’li Sayyiğit: Kürtçe ders tercihindeki düşüş devletten bağımsız değil
09:32 Tutsaklar açlık grevini 13’üncü gününde sürdürüyor
09:22 Asya Gezer: Garibe’nin hesabını sormaktan vazgeçmeyeceğiz
09:17 50 yıl önce Abdullah Öcalan’la tanışan Ayhan: Tecrit Türkiye için felaket demektir
09:16 Demir: Kapı kapı dolaşıp tecridi ve açlık grevini anlatacağız
09:14 Açlık grevindeki tutsak Tatlı: Mücadele ağı oluşturulmalı
09:13 İhmal sonucu hasar gören evlerini istiyorlar
09:10 KDP'nin pusuya düşürdüğü ağabeyinden yıllardır haber alamıyor
09:09 'Abdullah Öcalan’ın özgür olmasının zamanı geldi'
09:00 09 ARALIK 2023 GÜNDEMİ
08:47 Nehirde bulunan çocuğun cenazesi toprağa verildi
00:07 Cenevre’de ‘Abdullah Öcalan’ın kitaplarını okuma günleri’ başladı
08/12/2023
23:42 Gözaltına alınan JINNEWS muhabiri Toral adliyeye sevk edildi
22:59 ‘Egemen güçlerin pazarında demokratik modernite gazeteciliği yapıyoruz'
22:45 HEDEP İl binasındaki polis ablukası sürüyor
22:38 Soran'da çıkan yangında 14 kişi hayatını kaybetti
22:33 Kerboran’da gözaltına alınan yurttaş serbest bırakıldı
22:21 HEDEP Saray’ın ‘savaş bütçesi’ne şerh düştü: Çözüm 3'üncü Yol'un bütçesi
22:01 Gültan Kışanak: 7 yıl tutukluluk süresi dünyanın hiçbir yerinde yok
21:39 Mersin’de gözaltına alınan 5 kişi serbest bırakıldı
20:13 Hewlêr ve Hesekê’de ABD üssüne saldırı
20:03 DSÖ: Sudan’da 6,8 milyon kişi yerinden oldu
20:03 HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan: Kazan kazan politikasını benimseyeceğiz
19:57 Tabiplerin Dayanışma Nöbeti 2’nci haftasında: Hakikatten vazgeçmeyeceğiz
19:31 HEDEP Eş Genel Başkanı Bakırhan’dan İstanbul’da bir dizi ziyaret
19:18 32 yıllık tutsak, ‘biji berxwedana zindanan’ sloganıyla karşılandı
18:26 HEDEP’li gençlere yönelik şiddet protesto edildi: Faşizmi yeneceğiz
18:18 Meletî'de gözaltına alınan 3 kişi serbest
17:59 Cadde ortasında açılan çukur tehlike saçıyor
17:57 ODTÜ’de işten çıkarılan işçi topladığı imzaları rektörlüğe teslim etti
17:35 Seyit Oktay, 30 yıllık tutsaklığın ardından tahliye edildi
17:12 HEDEP Adana Gençlik Meclisi: Mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz
17:08 Açlık grevindeki tutsaktan mesaj: Tecride darbe vuruyoruz
16:48 Sümeyra Duratimur'un ölümüyle ilgili babası tutuklandı
16:27 19 il için kuvvetli yağış uyarısı
16:10 Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'ndan HEDEP'e İmralı yanıtı
16:08 İnsan Hakları Haftası’nda Wan’da bir dizi etkinlik yapılacak
15:50 Zilan’daki HES projesine mahkeme ‘dur’ dedi
15:48 AKP'li eski başkan uyuşturucu kaçakçılığından tutuklandı
15:44 Hatimoğulları: Açlık grevindeki tutsaklar Öcalan'ın özgürlüğünü istiyor
15:02 Tutsaklardan Adalet Nöbeti'ne mesaj: Ya özgürlük ya özgürlük
15:00 DİSK 11 ilde yürüyüş düzenleyecek
14:50 Erdoğan 'Benim için öyle biri yok' dediği Miçotakis'e bu kez 'dostum' dedi
14:49 Diyanet dil seçeneklerinde Kürtçeye yer vermedi
14:28 32 yıllık tutsaklığın ardından tahliye oldu
14:20 Altıparmak: Popülist otoriteler hukuku araç olarak kullanıyor
14:05 Yeşil Bölge'deki ABD Bağdat Büyükelçiliğine roket saldırısı
13:27 Siyasi cinayetler ve katliamlara dair zaman aşımı kararları Meclis’e taşındı
13:04 Özak Tekstil işçilerinin direnişi sürüyor
12:50 Drone saldırısında 7 Şam askeri yaşamını yitirdi
11:56 HEDEP Gençlik Meclisi Sözcüsü'ne polis şiddeti
11:49 Adalet Bakanı Tunç'a iki soruluk İmralı önergesi
11:35 Gazeteci Canözer’in davası mükerrer olduğu için reddedildi
11:10 Deprem sonrası ailelerden ‘acil’ İmralı’ya gitme başvurusu
11:08 Başvurulara rağmen önlem alınmadı, aileler evsiz kaldı
10:23 MKM, 32’nci yıl dönümünü konserle kutlayacak
10:14 Karakolda müvekkili ile Kürtçe konuşan avukata saldırı
10:06 Tutsaklar: Krizden çıkışın yolu Abdullah Öcalan'ın özgürlüğünden geçiyor
09:49 Hukukçular Abdullah Öcalan için CPT ve Adalet Bakanlığı’na başvuracak
09:31 KDP’nin alıkoyduğu gazeteciden 45 gündür haber alınamıyor