İSTANBUL - Erkek egemen zihniyetin saldırılarına karşı geniş bir kadın ittifakına ihtiyaç olduğunu belirten Figen Yüksekdağ, "Kadınların öncülüğünde yeni bir yaşam kurulabilir. Sınırlarını aşan, birleştiricilikte engel tanımayan bir kadın iradesinin zamanıdır” dedi.
Erkek-devlet şiddetine karşı kadınlar, bulundukları her mekanı direniş ve mücadele alanına dönüştürüyor. Mücadelenin sınır tanımadığı mekanların başında ise cezaevleri geliyor. Kimlik, eşitlik ve özgürlük mücadelesi verdikleri için cezaevlerine konulan kadınlar, ağır hak ihlalleri ve tecrit koşullarına rağmen duvarları aşan bir direniş sergiliyor. Sözünü ve mücadelesini cezaevinde de sürdüren kadınlardan biri de 2016 yılından bu yana Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ne dair sorularımızı cezaevi koşullarından kaynaklı gecikmeli yanıtlayan Yüksekdağ, kadın hareketlerinin geldiği aşama ile yeni dönemde saldırılara nasıl cevap olunması gerektiğine dair değerlendirmelerde bulundu.
YA EV YA CEZAEVİ
25 Kasım’da sokağa çıkan, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkan tüm kadınları selamlayan Yüksekdağ, koşullardan kaynaklı kadın hareketlerinin gündemlerini ve gelişmeleri yakından takip edemediklerini ancak kadınların hiçbir zaman pes etmediğini ve geri adım atmadığını çok iyi bildiklerini kaydetti. Yüksekdağ, “Aktif mücadele alanında kitleselleşme sorunları yaşansa da kadın bilinci, ezilen cins dayanışması toplumda yaygınlık kazanıyor. Bu da aktif mücadelenin sonucudur” diye belirtti.
Erkek egemen sistemin yapısı ve karakteri gereği egemenlik tesisini, kadın haklarına yönelik saldırılarla gerçekleştirdiğini belirten Yüksekdağ, AKP iktidarının ekonomide, siyasette, idarede, sosyal hak ve alanlarda kadının varlığını eritme, hatta doğrudan tasfiye etme yolunu izlediğini ifade etti. Yüksekdağ, iktidarın 22 yıl boyunca eksen aldığı kadın düşmanlığı ve derin ayrımcılık stratejisinin son dönemde genişleyen gerici faşist ittifakla daha büyük boyuta ulaştığını ekledi. Stratejinin ise kadını aile sınırları içine hapsetmek olduğuna işaret eden Yüksekdağ, kadınların ya ev ya da cezaevlerinde tutularak, sürekli yaylım ateşi altında bırakıldığını vurguladı.
SİSTEMİN ÇÖZÜMÜ KÖLELİK
Eril ve kapitalist sistemin çareyi daha fazla baskı ve köleliği dayatmada gördüğünü belirten Yüksekdağ, “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, kadınların şiddete karşı devlet tarafından etkin biçimde korunmaması, kadın katillerinin yargıda kollanması, nafaka ve sosyal güvence haklarının gasp edilmesi gibi saldırıların arkasında hep aynı zihniyet var. Çizilen sınırlar dahilinde eş ve anne misyonuna sığmayan, zincirlerini kıran kadınları insan yerine koymayan, doğrudan düşmanlaştıran çok karanlık bir zihniyettir bu” ifadelerini kullandı.
KÜRT KADIN HAREKETİ’NİN ETKİSİ
Türkiye ve Kurdistan başta olmak üzere Ortadoğu’daki kadın hareketlerinin oldukça zor ve acımasız koşullar altında varlık mücadelesi verdiğinin altını çizen Yüksekdağ, kadınların toplumsal mücadelelerde oynadığı rol ve tarihsel deneyimlere değindi. “Rojava Devrimi”ni bu bağlamda örnek gösteren Yüksekdağ, şunları belirtti: “Rojava Devrimi, haklar, özgürlükler ve kurtuluş mücadelesi bakımından hem imkansızlıklarla hem de mucizelerle dolu bir hakikattir. Rojava'daki kadın devrimi böyle bir mucizedir. Özgürlükçü, insani, eşitlikçi bir politik programla mücadele edenlerin ve bu mücadelenin öncüsü kadınların kazanabileceğini, savaşın yıkıntıları arasında yeni bir yaşamın kurulabileceği gösterilmiştir. Kürt kadınların ‘Jin, Jiyan, azadî’ haykırışı, bütün bölgeye yayılan bir çağrı ve halkların geçtiği karanlık tüneli aydınlatan bir meşaleye dönmüştür. İran ve Rojhilat’ta Jîna Emînî’nin katledilmesiyle başlayan kadın isyanı da aynı şiarla patlak vermiş ve giderek toplumsal devrimci hareket düzeyine sıçramıştır. Yani Kürt kadın hareketi, kendi somut varlık alanından çok ötesinde etki yarattı. Bu etkinin bölgesel ve kültürel sonuçları önümüzdeki süreçte daha da belirginleşecektir.”
‘KADINLAR ÖZEL HEDEF’
Filistin ile Kuzey ve Doğu Suriye’de, halkların özelde ise kadın ve çocukların büyük bir yıkım ve zulüm altında olduğuna dikkat çeken Yüksekdağ, “25 Kasım, şiddetin en politik biçimi olan işgalci, soykırımcı savaşlara karşı güçlü bir cevap olmalıdır” diye belirtti. Bütün savaşlarda erki elinde tutanlar tarafından kadınların özel olarak hedef alındığını kaydeden Yüksekdağ, DAİŞ işgali sürecinde bunun en ağır biçimlerine tanıklık ettiklerini ifade etti. Yüksekdağ, “Şimdi de Kuzey ve Doğu Suriye'de, İŞİD artıkları, Kürt kadınlara ve bölge halklarına savaşın, cinsiyetçi şiddetin en ahlaksız saldırısını yöneltiyor. Gazze'de, Şengal'de, Maxmur’da, Efrin’de; işgalci savaşların yaşandığı bütün coğrafyalarda durum birbirinden pek farklı değil. En ortak nokta ise kadınların özel hedef alınması ve savaşın her türlü etkisine, sonuçlarına maruz bırakılmalarıdır” dedi.
YENİ BİR MÜCADELE ÖRÜLMELİ
Bu süreçte kadın mücadelesinin geldiği aşama ve yetersiz kalınan yönlere dikkat çeken Yüksekdağ, özgürlük hareketinin sağlam mevzilerinin olmasına rağmen bunun sistem cephesinden üst üste gelen saldırıları püskürtmeye yetmediğini belirtti. Yüksekdağ, şunları belirtti: “Sorun tek başına, mücadele zorunluluğunun bilince çıkarılmaması ya da praktiksizlik değil, saldırıların ideolojik, politik çapına karşılık verecek yeni ve ileri bir mücadele mevzilenmesine gidilmemesidir. Kadın kurtuluş hareketinin, feminist yapılanmaların tekil ya da parçalı yapısı, çok üzerinde durulmasa da önemli bir sorun alanı. Mesela kadına yönelik şiddet gibi herkesin ortaklaşabileceği hayati bir gündemde ne düzeyde eylem birliği yapılabiliyor? Kadın hareketi uzun süredir makro düzeyde. Türkiye ve Kurdistan’da, somut bir hedefe kilitlenmiş ve ona ulaşmadan vazgeçmeyen, yani sonuç alıcı bir kampanya gerçekleştirilmiyor. Saldırıları püskürtmeyi ve bırakalım kazanım sağlamayı, kazanımları korumakta yetersiz kalınıyor.”
‘KADIN İTTİFAKINA İHTİYAÇ VAR’
Yüksekdağ, devamla şunları kaydetti: “Bu kadar komplike bir erkek ittifakı ve eril faşist kuşatma karşısında başka türlü davranmak, kadınların gardını düşürecek hatta çoğu durumlarda savunmasız kalmasına yol açacaktır. Bu nedenle en azından şiddete karşı mücadele gibi acil ve hayati mücadele kulvarında ses getiren, sonuç alan, toplum, erkek egemen iktidar ve yargı karşısında müdahil bir güce dönüştüren geniş bir kadın ittifakına ihtiyaç var. 25 Kasım, kadına yönelik her türlü şiddete karşı bir isyan kadar, toplumun savaşsız, şiddetsiz sömürüsüz bir düzene ulaşması yolunda bir rehberdir. Kadınların öncülüğünde, yol göstericiliğinde yeni bir yaşam kurulabilir ve yeni yüzyılda kazanılabilir. Kollarını geniş açan, en fazla düzeyde kadını kapsamak için sınırlarını aşan, birleştiricilikte engel tanımayan bir kadın siyasetinin ve iradesinin zamanıdır. Biz tutsak ve rehin alınmış kadınlar çok istesek de alanlarda sesimizi sesinize katamayacağız. Ama kadına dönük şiddet her yerde; mücadele her yerde. Bizlerse mücadelemizi, mücadelenize katıyoruz. Kadın katliamlarına savaş, şiddet ve tecride karşı alanlarda ve mücadele mevziinde ‘jin, jiyan, azadî’ diyoruz.”
MA / Esra Solin Dal