İSTANBUL - "Barışa Çağrı" deklarasyonunun imzacılarından yazar Pakrat Estukyan, Kürt sorununun imha politikalarıyla devam ettirilemeyeceğini belirterek, deklarasyonunun çözüm için önemli bir adım olduğunu ancak tek başına yeterli olamayacağını ifade etti.
İstanbul'da aralarında siyasetçi, akademisyen, aydın, yazar ve gazetecilerin de olduğu 78 isim, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl temelde çözümü için 28 Ekim’de bir araya gelerek, imzacısı oldukları “Barışa Çağrı” başlıklı deklarasyonu kamuoyuna duyurdu. Deklarasyonda, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin son bulması ve Kürt sorununun demokratik çözümü için çağrı yapıldı.
Açıklanan deklarasyonda imzası bulunan isimlerden biri de yazar Pakrat Estukyan oldu. Estukyan, deklarasyonun içeriği ve amacına dair Mezopotamya Ajansı'na (MA) konuştu.
'SAVAŞA DUR DİYECEK İRADEYE İHTİYAÇ VAR'
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması sonrası yeni dünya düzeninin savaş olgusu üzerinden şekillendiğini söyleyen Estukyan, bugün gelinen aşamada bu olgunun dünya genelinde hayata geçirildiğini söyledi. Bu anlamda hem Türkiye’de hem de küresel ölçekte barışa ihtiyaç duyulan bir süreçten geçildiğine işaret eden Estukyan, “Zira git gide dünyanın farklı bölgelerinde savaş iklimi artık fiili savaşa dönmüş durumda. Bu savaş atmosferine dur diyecek bir iradeye çok fazla ihtiyacımız var. Savaş endüstrisi, yeni bir paylaşım mücadelesi ve özellikle büyük devletler arasında girişilen büyük paylaşım mücadelesi ve bütün bunlar arasında da emekçi sınıfların daha da yoksullaştırılması var. Biz bunu Türkiye’de fiilen görüyoruz. Bakış açımızı biraz geniş tuttuğumuzda bunun küresel bir olgu olduğunu, her yerde emeği ile geçinen insanların hızla yoksullaştığını ve yeni bir sermaye birikiminin tatmin olamayacak şekilde büyümeye başladığını görüyoruz” dedi.
'TÜRKÜM DİYEN MUTLU OLUYOR DA, HERKES TÜRK DEĞİL'
Türkiye’de devam eden Kürt sorununun Türkçülük esası üzerine kurulan bir anlayışın devamı olarak ortaya çıktığını söyleyen Estukyan, “Bildiğiniz gibi Türkiye’de bir kalıp cümle olarak ‘milletin ve devletin bölünmez bütünlüğü’ gibi bir laf vardır. Burada millet derken bütün etnisiteleri Türk etnik kimliği etrafında bütünleştirme çabasıdır. Eğer millet içerisinde birisi ‘ben Kürdüm, Lazım, Çerkezim, Ermeniyim’ derse millet içinde adeta gedikler oluşmaya başlar, bunlar gerçekliklerdir. Türküm diyen mutlu oluyor da ama herkes Türk değil, nasıl olacak bu iş? Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti çok uluslu bir imparatorluğun bakiyesidir. Geçmişinde birçok ulusu kendi kimliği ile bünyesinde tutan imparatorluk çöktü ve o enkazdan yeni bir cumhuriyet inşa edildi ama bu sefer form değiştirildi ve dendi ki, ‘biz ulus devlet inşa ediyoruz ve bu yaptığımız ulus devlet inşasıdır.’ Ulus kimdir denildiğinde ise ‘Ne mutlu Türküm diyene’ dediler. Yani Türküm diyen herkes o ulusun paydasıdır ama yok ben Arnavut’um, Kürdüm, Lazım dediğiniz anda ulusun dışına düşmüş oluyorsunuz” ifadelerini kullandı.
'KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ FARKINDALIK YARATTI'
Kürt sorununun bugün hala çözülememesinin Cumhuriyetin kurucu aklın hala egemen olmasıyla doğrudan bağlantılı olduğuna dikkat çeken Estukyan, bu açıdan sorunun görünür olmasında Kürt Özgürlük Hareketi’nin rolüne işaret etti. Estukyan, “Kürt özgürlük mücadelesinin silahlı mücadele yöntemiyle hayata geçirilmesi bir farkındalık yarattı. Küçük görülen şeyin artık örtülemez hale geldiği bir sürece girdik. Ancak bu süreci sürdürmenin bedelleri git gide ağır olmaya başladı. Hem özgürlük mücadelesi yürütenler için hem de onu baskılamaya çalışanlar için. Bu durumda aklıselim, sağduyu dediğimiz anlayış bir müzakere sürecini gerekli kılıyorken, bu müzakereden sistematik olarak kaçınıldı. Çünkü gelenekte müzakere yoktur. Gelenekte zor, baskı ve diz çöktürerek boyun eğdirmek vardır. Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin elit kesimleri de bu geleneğe sadık kaldılar. O silahlı mücadeleyi çok uzun yıllar olabildiğince küçümsediler. ‘Dağlarda gezen birkaç eşkıya’ dediler, ‘bu kış sonu gelir, bu yaz sonu gelir’ dediler ama o kışların ve yazların sonu bir türlü gelmedi” diye konuştu.
BASKI ORTAMININ CEZAEVLERİNE YANSIMASI
Türkiye’de devam eden Kürt sorunu başta olmak üzere dünya genelindeki savaş ve baskı ortamının barış talebini gerekli kıldığını vurgulayan Estukyan, açıkladıkları deklarasyonunun bu anlamda büyük bir önem taşıdığına işaret etti.
Türkiye’de ki baskı ortamının en önemli ayaklarından birisinin cezaevlerindeki tutuklulara yönelik uygulanan tecrit olduğuna dikkat çeken Estukyan, “Her platformda mahkumların sesi kısıtlanmaya çalışılıyor. Hukuksuzluk sırtını iktidara dayamış olan bir uygulama ile alabildiğince sürdürülüyor. Cezaevinde kalmasına gerek olmayan insanlar o hukuksuzlukla halen cezaevlerinde tutuluyorlar. Örneğin Gültan Kışanak 7 yılı doldurmasının ardından tahliye edilmesi gerekirken tahliye edilmiyor. Yine Can Atalay milletvekili seçildikten sonra infazı durdurulup tahliye edilmesi gerekiyordu ama yapılmıyor. Abdullah Öcalan tek kişilik hücrede tecrit şartlarında halen avukatları ve ailesiyle görüşme hakkından mahrum olarak mahkumiyetini sürdürüyor. Siz özgürlük diyorsunuz karşısındaki ‘vay sen terörist misin’ diyor. Bu çarpıtmanın küresel bir anlayışa evrildiğini ve pek çok yerde aynı şeyin yapıldığını da görüyoruz” diye belirtti.
'TECRİT ÇÖZÜMÜN ÖNÜNDE BÜYÜK BİR TIKAÇ'
Gelinen noktada Kürt sorununun baskı ve imha politikalarıyla devam ettirilmesinin mümkün olmadığına dikkat çeken Estukyan, çözüm için müzakere yoluna işaret etti. Kürt sorununun çözümünde müzakere yolunun aynı zamanda PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasından geçtiğini vurgulayan Estukyan, “Tecrit çözüm sürecinin önündeki çok ciddi bir tıkaçtır. Tecrit sürdüğü sürece biz çözüm sürecinden, diyalogdan bahsedemeyiz. Örneğin 2013-2015 zaman diliminde Türkiye’de toplumun büyük bir çoğunluğu süreci ‘artık anneler ağlamayacak’ şeklinde tanımlıyordu. Anaların ağlamayacağı bir sürece girmeyi büyük bir coşku ile destekledik ve insanların aklına yattı bu. Ama insanların aklına yatan bu formül iktidar partisine gereken seçmen desteğini sağlayamadı. Tam tersine çözüm konusunda öncü rol oynayan HDP’ye büyük bir teveccüh kazandırdı. O yüzden de bu siyaseti bir defada altüst ettiler ve müzakere masası denilen masayı tekmeleyip devirdiler ve şuan içinde bulunduğumuz karanlık sürece girdik. Bu hakikaten karanlık bir süreçtir çünkü o çözüm sürecine karşı durmaya çalışan ulusalcılar da dahil olmak üzere herkes artık mağdur. Memlekette ki baskı ortamı herkes üzerinde uygulanıyor ve bundan azade olmak hiç kimse için o kadar kolay değil” şeklinde konuştu.
'ÇÖZÜMDE ISRARCI OLMAK ŞART'
“Barışa Çağrı” deklarasyonunun Kürt sorununun çözümünde önemli bir adım olmasının yanı sıra tek başına yeterli olmadığını söyleyen Estukyan, devamında süreklilik arz eden bir yol izlenmesi gerektiğini ifade etti. Estukyan, “Tek başına hiçbir deklarasyon, açıklama ve ifşaat herhangi bir şeyi değiştirmeye yetmiyor. Burada ısrarcı olmak süreklilik içerisinde belli görüşleri dillendirmek mutlak ve şarttır” dedi.
MA/ İbrahim Irmak