İSTANBUL - "Barışa Çağrı" deklarasyonunun demokrasinin güçlenmesi için bir çağrı olduğunu belirten imzacılardan gazeteci Ali Duran Topuz, barışçıl çözüm talebini dile getiren ana aktörlerin statülerine vurgu yapıldığını söyledi.
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözülmesi için 28 Ekim'de İstanbul’da açıklanan "Barış Çağrı" deklarasyonu gündemdeki yerini koruyor. Siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecilerin de aralarında olduğu 78 isim, söz konusu deklarasyonda Kürt sorununun çözümünü isteyerek, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın bu noktadaki rolüne dikkat çekti. İmzacılar arasında yer alan gazeteci-yazar Ali Duran Topuz, deklarasyondaki başlıkları değerlendirdi.
Gazeteci Ali Duran Topuz
'BARIŞÇIL METOTLAR ESAS ALINMALI'
Kürt sorununun cumhuriyetin kuruluşundan bu yana başat ve baskın bir sorun olduğunu belirten Topuz, sorunun barışçıl yöntemlerle çözülmesi gerektiğini vurguladı. 7 Haziran 2015 seçimleri ve 2016’daki askeri kalkışma girişiminin ardından güvenlik politikalarının devreye konulduğunu söyleyen Topuz, “Türkçü-İslamcı” despotik bir iktidar yapısının oluştuğunu ifade etti. Topuz, bu süreçlerde demokratik güçlerin tasfiye edilmeye çalışıldığını, sorunların barışçıl, demokratik ve hukukun esas alındığı yöntemlerle çözülmesi fikrinin ortadan kalktığını dile getirdi.
Topuz, "Seçimlerden önce 6’lı Masa şeklinde şekillenen muhalefet yapıları da, barışı, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü lafta söylediler. Pratikte iktidar uygulamalarını engelleyecek, hukukun üstünlüğünü talep edecek bir tutum içerisinde olmadılar. Demokratik güçlerin baskı, zorbalık, engelleme ve susturma çabalarına rağmen ses çıkarması gerekiyordu. O çağrının en temel özelliği aslında hukuka uygunluktu” diye belirtti.
Deklarasyonun bir diğer amacının sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesinin esas alınması olduğunu vurgulayan Topuz, "Demokratik bir ülkede yaşandığı öne sürülüyorsa, barış içerisinde çözüm üretme, barışçıl metotları öne çıkarma ve hukukun üstünlüğünü esas almanın öne çıkması gerekir. Bu aynı zamanda demokrasinin de güçlenmesi için bir çağrıdır” dedi.
2015 SONRASI SÜREÇTE YAŞANANLAR
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürt sorununun olduğunu ve AKP’nin de bunun farkında olduğunu dile getiren Topuz, AKP’nin kuruluş yıllarındaki parti programında da bu soruna yer verildiğini ifade etti. Topuz, 2013-2015 yılları arasında çözüm için yürütülen süreci hatırlatarak, "O süreçte demokratik işleyişler ve imkanlar artmıştı. Toplumsal barış talebi yükselmişti. O kadar ki çözüm süreci ilk ilan edildiğinde kamuoyunun desteği yüzde 40’ın altındayken 7 Haziran seçiminden birkaç ay önce destek yüzde 70’i aştı. Bu aynı zamanda barışçıl yöntemlerin, demokratik ve hukuki mekanizmaların işletilmesinin toplum tarafından kabul görüldüğünün kanıtıdır. Çünkü bu topluma yarar sağlayan bir durum" diye konuştu.
Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) seçim barajının aşması üzerine iktidarın yön değiştirdiğini anımsatan Topuz, "‘Barışa Çağrı', aslında o döneme atıfta bulunarak, toplumun ne kadar rahatladığı ve toplumsal açıdan ne kadar yararlı olduğunu da vurgular” diye belirtti.
Sürecin değişmesine paralel olarak PKK Lideri Öcalan’dan bahsedilmenin suç haline geldiğini ifade eden Topuz, "Çözüm sürecinde iktidar, ‘Bu savaşın bitmesi lazım. Bunun içinde diyalog mekanizmasının oluşması lazım. Diyalog mekanizmasında da bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi için en önemli kişi İmralı'da cezaevinde tutulan Abdullah Öcalan’dır. Biz onunla düzenli bir diyalog başlatıyoruz' fikriyle hareket etmişti. Bir özel heyet oluşturuldu. Düzenli olarak adaya gidilip geliniyordu. O dönemki pozitif gelişmelerin altında yatan temel figür Öcalan’dı. Bu durum şimdi de değişmiş değil. İktidar o dönem söylediklerini şu an kabul etmiyor. Diyalog kapıları açılırsa, konuşulursa ve ateş edilmesine son verilirse, toplum rahatlıyor. Aksi bir yöne girilmişse de çatışma, gerilim ve şiddetin sivil ve günlük ilişkilere bile hakim olduğu bir ortam çıkıyor. Dolayısıyla o deklarasyon, barışçıl çözüm talebini dile getiren ve onunla ilgili ana aktörlerin statülerine vurgu yapar” ifadelerini kullandı.
'ABDULLAH ÖCALAN'IN ETKSİNİ KESMEK İSTİYORLAR'
"İktidar, Abdullah Öcalan’ın 2013-2015 arasında çözümün başarılı olabilmesi için ne kadar önemli olduğunu biliyorsa, çözümü geciktirmek için de o kadar önemli olduğunu biliyor" diyen Topuz, şunları söyledi: "Bu bilgiye dayanarak da mutlak tecrit yolunu seçti. Daha önce 5, 6 aya varan tecritlere şahit olmuştuk. Ama bu şekildeki uzun süreli mutlak bir tecridi ilk defa görüyoruz. Demokrasi için mücadele eden güçler için de Öcalan’ın önemli olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla oradan görüş ve öneri gelmesini engellemeyi temel alıyor. Hatta bunu o kadar önemsiyor ki bunu eleştirenlerin derhal hapse atılacağını Merdan Yanardağ örneğiyle gördük.”
Topuz, tecride karşı muhalefetin tutumunu da değinerek, şöyle devam etti: "Muhalefet, bir yanıyla iktidarın yaptıklarıyla memnun olma, öte yandan ise kompleksli bir tavır takınıyor. Bu aynı zamanda şu demek; diyelim ki Merdan Yanardağ değil de, CHP Genel Başkanı ‘İnfaz hukuku var ve açık. Bu hukuktaki haklar Öcalan'a da uygulanmalı’ derse kendisine ‘terörle işbirliği’ yapma suçlaması yöneltileceği düşünüyor. Öyle olunca sesini çıkarmıyor. Böyle olunca da iktidar tezkere çıkarmak istediğinde hemen onaylıyor. İktidar, böylece politika yapma imkanını kendi elinde tutmuş oluyor. İstediklerini alabilirlerse İmralı kapısını açacaklar. Örneğin 2019 seçimlerinde bu metodu denemek istediler. Abdullah Öcalan’ın kaleme aldığı son dakika mesajını getirerek, o mesajla İstanbul’u kaybetmemek istediler. Başarılı olamadılar ama o görüşmeleri bile bize niye bunu yaptıklarını açık bir şekilde gösteriyor. Çünkü sözü, düşünceleri, önerileri etkili oluyor ve bu etkiyi kesmek istiyorlar.”
MA / Ömer İbrahimoğlu