İZMİR - Ege İnsan Hakları Okulu'nun ilk oturumunda konuşan akademisyen Emel Uzun dijitalleşmenin gelişiminin milliyetçiliğin artışı ile doğru orantıda olduğunu belirterek, "Sosyal medya milliyetçi tavrın aşırılaşmasını hızlandırmış durumda. Yine milliyetçilik çok hızlı aşina hale geldiğimiz bir durum oldu" dedi.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Demokrasi ve Dünyada İnsan Hakları için Avrupalı Hukukçular Örgütü (ELDH), İzmir Dayanışma ve Bilimsel Araştırma Derneği (İDA) ve Avrupalı Demokrat Hukukçular Akademisi (AED) tarafından her yıl düzenlenen Ege İnsan Hakları Okulu'nun (İHRAA) 2023 Sonbahar programı "Neoliberalizmde milliyetçilik ve otoriterleşme eğimi" başlıklı oturumla devam etti.
Bu oturumda ilk olarak konuşan Sungur Savran, "21'inci yüzyılda milliyetçilik" konulu sunumunu yaptı. Küreselleşmenin getirdiği demokrasi beklentisinin tamamen boş çıktığını belirten Savran, küreselleşmenin emperyalist sermayeye iyi koşullar oluşturmak için ülkeleri yarıştıran bir şey olduğunu belirtti. Küreselleşmenin ikinci yarışının ise yedek işçi gücünü yarıştırmak olduğuna dikkat çeken Savran, "Bu durum işçi sınıfını aşağıya doğru yarıştıran bir şeydir. Son dönemdeki yoksullaşmanın nedeni de budur. En çok haklara sahip olan ülkelerin işçileri en büyük zararı gördü ve milliyetçileşti. Bunun sonucunda Avrupa ülkelerinde faşistler iktidara geldi ya da oyları hızla yükseliyor. Bunun iki nedeni var. Birisi 2008 finansal krizidir. Dünya küresel bir krize girdi ekonomik depresyon yaşandı. Bu depresyona uluslararası bir çözüm bulunamayacağı için ulusal çözümler aramaya başladılar. Sermaye ulusçulaştı. Trump, Le Pen ve Salvini gibi liderlerin hepsi aynı şeyi söyledi" ifadelerini kullandı.
SAVAŞ VE FAŞİZM
Buna karşı çözümün ise Leninizmin ulusal politikalarının hatırlatılması olduğunun altını çizen Savran, "Lenin'in ulusal sorunlara katkısını hep hatırlattım. Lenin 20'nci yüzyılın başında ulusların kendi kaderinin tayin hakkını ortaya atan bir önderdir. Bu hakkın Lenin'de mutlak olmasının bir nedeni var. Lenin için enternasyonalizm ile uluslar sorunu ayrılmazdır. İşçi sınıfı birleşik bir dünya konfederasyonuna gitmek istiyorsa ezen ulusun işçi sınıfı ezilen ulusun işçi sınıfına güvence vermek zorundadır. Ayrılma hakkı da dahil ulusların kaderini tayin hakkı mutlaka tanınmalıdır. İkincisi ise federasyon, yani ulusların tek bir merkezden yönetilmesini kabul etmemek gerekiyor. Dolayısıyla ulussuz bir devlet ve uluslara gelişme imkanı sağlamak lazım. Bunları yaparken de faşizme ve savaşa karşı hazırlanmamız lazım" diye konuştu.
'DİJİTALLEŞME MİLLEYETÇİLİĞİ ARTTIRDI'
Ardından Akademisyen Dr. Emel Uzun "Milliyetçiliğin güncel politik dili üzerine 'Mevzular Açık Mikrofon'da milliyetçi sorular" başlıklı sunumunu yaptı. Program üzerine yaptığı araştırmalarda, programda sorulan soruların temelde bir kaç şey söylediğini belirten Uzun, bunların "tarafını seç", "haddini bil" ve "inkarın geri çağırma" başlığı altında toplandığını belirtti. Sorulan soruların aslında cevap istenen sorular olmadığını, direktif veren sloganlardan ibaret olduğunu kaybeden Uzun, "Buradaki konuşmalara baktığımızda kişisel deneyim aktarılmadığı, karşısındakinden de kişisel deneyim aktarılmasını istenmediğini görüyoruz. Bu sorularda en çok sosyal medyadan alınanların aktarıldığını görüyoruz. Dolayısıyla soru mu soruluyor paylaşım mı yapılıyor arasında kalınıyor. Dijitalleşmenin milliyetçileşme ile ilgisini kuran bir şey var. Dijitalleşme arttıkça millyetçilik artıyor, teknoloji milliyetçileşiyor. Sosyal medya milliyetçi tavrın aşırılaşmasını hızlandırmış durumda. Yine milliyetçilik ayıplanan bir şeyken çok hızlı aşina hale geldiğimiz bir durum oldu" dedi.
KAZANIMLARI KAYBETMEK
İnkara geri çağırma tanımının güçlü devlet arzusundan kaynaklandığını belirten Uzun, "Buradaki sorularda 'Kürt sorunu yoktur' anlayışının bu kadar hızlı geri dönmesi ürkütücü geliyor. Ve bu çok yaygın bir şey. İnsanlar daha önce ulusun uygulayıcısı olabilecekken bugün inşasında söz hakkı olacak bir duruma geldi. Her şey çok bireysel. Kürt meselesine karşı duruşun, kişilik özelliği gereği olduğunu düşünüyorlar. Artık birlikte yaşama ve refah ülküsü toplumu kuran bir şey değil. Burada örgütsüz ama güçlü devleti arzulayan bir milliyetçilikten söz ediyoruz. Ulusal üstünlüklüğü gaz veren bir milliyetçiliği ortaya çıkarıyor. Eski tarz milliyetçilikten tavır olarak bir farkı yok ama kazanımların kaybedildiği bir durum yaşanıyor. Bu milliyetçilik çok daha sert ve etki alanı çok daha güçlü" ifadelerini kullandı.
NEOLİBERALİZMİN DÖNÜŞÜMÜ
Oturumda son olarak ise Akademisyen Zeynep Gambetti, "Neoliberal otoriterliğin küresel yükselişi" başlıklı sunumunu yaptı. Neoliberalizmin salt ekonomik bir paradigma olmadığını vurgulayan Gambetti, kapitalizmin neoliberalizm ile birlikte aile yapısı, iş türleri, insanların düşünme şekillerine kadar her şeyi dönüştürdüğünü kaybetti. Devletin bu süreçte bireyleri, özel sektörü ve sivil toplumu yutarak büyüdüğünü belirten Gambetti, "Burada 3 şey öne çıkıyor. Birincisi güvenlik söylemi, ikincisi esneklik aksı ve otoriterleşme. Güvenlik söylemiyle devletin tekelindeki şiddet araçları dönüştü. Neoliberal dönüşüm polis teşkilatının dönüşümü ve polisin sakıncalı riskler tanımının genişletilmesinden başlıyor. Terör kavramı siyaset bilim literatürüne girdi. Milli güvenlikten farklı bir düşman konsepti yaratıldı. Milli güvenlik eskiden ulusal düşman tanımı üzerinden yürürdü ve bu devletlerin tekelindeydi. Fakat yeni tanımlamada terörist sivil görünümdedir ve bilinmedik bir anda saldırır. Bu durum bizi sivillerin, sivilliklerinin sorgulandığı bir yere götürdü. Varoşta yaşıyorsa, Kürt ise ya da başka bir yer doğumluysa şüpheli ve potansiyel terörist olabilir. Burada hukukun altının oyulmaktaki rolünü de görmemiz geriyor. Sivillerin sivil statüsünden çıkarılması, şüphenin fiilden daha fazla cezai bahane haline getirilmesi hukukun altını oymaya başladı" dedi.
OTORİTERLEŞME
Esneklik rejimi tanımının ise iş güvencesinin kaldırılmasının yanı sıra emeklilik ve sağlık hakkı dahil tüm hakların özel sektöre devredilmesi olduğunu belirten Gambetti, şöyle devam etti: "Bu tip stratejilerin bir hak kavramı üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu konuşmuyoruz. Hak dediğimizde toplum ne anlıyor? Hak kavramı artık hiçbir şeye tekabül etmiyor. Hiç kimsede mücadele isteği yaratmıyor. Krediler ve kredi kartlarıyla geleceği ipotek altına alınan bir toplum var ve neobileralizm sistemini böyle yürütüyor. O zaman otoriterliğin buradaki yeri ney? Güvenlik söylemi ile devletin toplum üzerindeki gözetim ve denetiminin devamlılığı sağlandı. Esneklik ile oluşturulan insanların yapalalnız kalmışlığı ise otoliter liderlere sarılmalarını sağladı. Burada hınç duygusu gelişiyor. İnsanların hak, hukuk ya da başka dayanakları kalmamış. İktidarlar da bu hınç duygularını sisteme değil günah keçisi seçtikleri göçmenlere, azınlık halkalara yönlendiriyorlar."
GÜNCEL DENEYİMLER KONUŞULACAK
Program öğle arasının ardından yapılacak olan "Otoriter milliyetçiliğin güncel görünümleri" ve "Toplumsal çözüm olanakları ve demokratik mücadele deneyimi" başlıklı oturumlarla devam edecek.