AMED - Yüzüncü yılını dolduran cumhuriyetin içerisine girdiği çıkmazın nedeninin “Anti-Kürt savaşı” olduğunu belirten PKK Lideri Abdullah Öcalan, değerlendirmelerinde sık sık yegane çözüm yolu olarak “Demokratik Cumhuriyet”e işaret etti.
Mezopotamya ve Anadolu halklarının birlikteliği ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 100’üncü yılını imha, inkar ve asimilasyonun yarattığı tahribatlarla geride bıraktı. Ortadoğu, Kafkaslar, Avrupa ve Balkanlarda 600 yıl egemenlik kuran Osmanlı Devleti’nin bakiyesi üzerinde kurulan ve 29 Ekim 1923’te ilan edilen cumhuriyet, kısa bir süre sonra halklara tekçilik ve Türkçülük dayatmasıyla kuruluş kodlarından uzaklaştı. Kuruluşunda Kurdistan ve Lazistan mebuslarının, her halkın kendi kültürüyle tanındığı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” düsturunu esas alsa da, 1924 Anayasa’sı ile yeniden şekillendirilen Cumhuriyet, geliştirilmek istenen Türkçü anlayışa karşı duran halklara, inançlara karşı inkar, asimilasyon ve imhayı esas aldı.
Cumhuriyetin kurucu unsuru olan Kürtler, yeni şekillenen rejimin saldırılarına en fazla maruz kalan halk oldu. Kendisine dayatılan imha, inkar ve asimilasyona karşı isyan eden Kürtler, direnişler geliştirdi. Kaderi Ortadoğu’da geliştirilmek istenen yeşil faşizme terk edilen cumhuriyetin kaos ve krizlerle boğuşmasıyla, 25 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit altında olan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği “Demokratik Cumhuriyet” tezi büyük anlam kazandı.
Kapitalist Modernite’nin halklara dayattığı ulus-devlet anlayışına karşı ağır tecrit altında tutulduğu İmralı’da “demokratik ulus”, “demokratik vatan”, “demokratik anayasa” ve “demokratik cumhuriyet” tezlerini geliştiren Abdullah Öcalan, “Kürt sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü: Kültürel soykırım kıskacında Kürtleri savunma” adlı kitabında cumhuriyetin kurgulanışı ve demokratikleşmesine dair önemli tespit ve önerilerde bulundu.
YA CUMHURİYET YA MUSUL-KERKÜK
Abdullah Öcalan, “Misak-ı Milli” çerçevesinde demokratik cumhuriyet şansından imha ve inkar sürecine gidildiğini belirterek, bu yönde temel adımların 1919 Amasya Tamimi ile Erzurum ve Sivas kongrelerinde atıldığını söyledi. 1920’de açılan TBMM’nin ilk Anayasası’nda (1921) kurulacak rejimin demokratik nitelikleri açıkça yansıtıldığını anımsatan Abdullah Öcalan, Kürtlere ilişkin 10 Şubat 1922 tarihli Kürt Özerklik Yasası’nın ezici çoğunlukla kabul edildiğin kaydetti. Abdullah Öcalan, “Mustafa Kemal, 1924 başlarında düzenlediği İzmit Basın Konferansında, Kürtler için çözüm modeli olarak sınırlara dayanmayan en geniş ‘muhtariyet’ten, yani demokratik özerklikten bahsetmekteydi. Misak-ı Milli kapsamında olan bugünkü Irak Kurdistan’ı üzerinde İngilizlerle varılan uzlaşma sürecinde, Kürtlere yönelik en tehlikeli komplo sürecine de adım atıldı. İngilizlerin Mustafa Kemal önderliğine dayattığı ‘ya Cumhuriyet ya Musul-Kerkük’ ikilemi bu komplonun temelindeki politik girişimdi. Sonuçta Musul-Kerkük’ün İngilizlere bırakılmasına karşılık, T.C.’nin payına düşen Kurdistan’ın inkârı ve imhası oldu” dedi.
‘DEMOKRATİK İNŞA ŞANSI KALDIRILDI’
Cumhuriyetin Yahudi sermayesinin öncülüğüyle tek parti diktatörlüğüne doğru evrildiğine işaret eden Abdullah Öcalan, genç cumhuriyetin Türk burjuvazinin Yahudi siyonist kadrolar eliyle desteklendiğini ve kurucu unsurlardan uzaklaştırıldığını vurguladı. Cumhuriyet’in demokratik inşa şansının kaldırıldığını dile getiren Abdullah Öcalan, şöyle devam etti: “15 Şubat 1925’te Şeyh Sait önderliğine düzenlenen komployla Kürtlerin ipi çekildi. Ulusal Kurtuluş Savaşında müttefiki olan komünistleri, ümmetçileri ve Kürtleri sadece iktidardan dışlamakla kalmadı, ötekileştirdi. Sadece İngiltere destekli Yahudi Siyonist kadrolarla sermayedarları kendisine müttefik seçti. İktidar ve ekonomik tekel esas olarak bu iki güç arasında paylaşıldı. Yahudiler açısından bu sistem Proto-İsrail anlamına gelmektedir. Rejime verilen İngiliz desteği de bu çerçevededir. Asıl müttefiklerinden kopartılan ve çeşitli komplolar ve suikastlarla etkisizleştirilen Mustafa Kemal, tanrısal nitelikler atfedilen bir sembol olarak Çankaya’daki yeni tapınağa mahkûm edildi. Cumhuriyet’in diğer kurucu kadrolarınca oluşturulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1925) ve Serbest Fırka (1930) tasfiye edilerek, tek partili proto-faşist Beyaz Türk rejimi kesinleştirildi. Cumhuriyet’in demokratik inşa şansı böylece ortadan kaldırıldı.”
BİRİNCİ CUMHURİYET DÖNEMİ
Kürt-Türk ilişkilerinin 1071 Malazgirt’ten bu yana karşılıklı rızaya dayandığını belirten Abdullah Öcalan, “Kürtler proto-faşist Beyaz Türk komplosuyla birdenbire tek taraflı bir inkâr ve imha çemberine alınınca, varlıklarını savunma konumuna düştüler. Bu sürece isyan bile denilemezdi. Tek taraflı komplolarla yürütülen ve amacı etnik ve ulusal kimlik olmaktan çıkarmak, yani tasfiye etmek olan saldırılar karşısında Kürtler daha da ezilmekten kurtulamadılar. 1938’lere kadar fiziki olarak sürdürülen bu inkâr ve imha kampanyası, daha sonrasında ağırlıklı olarak asimilasyonist yöntemlerle sürdürüldü. Kürtler Kürt olarak tüm askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel sahalardan silindiler. Kürtçe adlar bile yasaklandı. Pazarlarda bile dillerini kullanamaz oldular. Homojen, tek tip vatandaşlık üzerinden bir ulus-devlet inşa ediliyordu. Kısacası bu döneme Birinci Cumhuriyet dönemi de diyebiliriz. Kurucusu 1930’ların proto-faşist CHP’sidir. Değişik pratiklerle de icra edilse, bu sistem 1980’lere kadar taşınabilmiştir” diye belirtti.
İKİNCİ CUMHURİYET DÖNEMİ
“Laik Beyaz Türk Milliyetçiliği” ile şekillenen cumhuriyet rejiminin, Ortadoğu ve içerde yaşanan gelişmelerle özüne dokunulmadan yeni ‘Türk İslâm-Yeşil Türk milliyetçiliği’ne dayalı ikinci cumhuriyet olarak şekillendiğini vurgulayan Abdullah Öcalan, bu süreçte bir kez daha Kürtlerin hedef alındığını belirtti. İkinci cumhuriyet döneminde “1925-1938” sürecinin tekrarlandığına dikkat çeken Abdullah Öcalan, “İkinci Cumhuriyet de faşizm ile sonuçlandı. Fakat bu seferki ideolojik maya beyazdan yeşile çalmaktaydı. Daha muhafazakâr bir cumhuriyet anlamını da taşımaktaydı. Kürtlerin payına düşen aynı inkâr ve imha siyasetiydi. 1925-45 döneminde inkâr ve imha politikasının arkasındaki küresel hegemonik güç, esas olarak küresel sistemin de hegemonik gücü olan İngiltere’ydi. İkinci Cumhuriyet’in arkasındaki küresel hegemonik güç ise, yine küresel sistemin de hegemonik gücü olan ABD’ydi. Hegemonik sistemin 1920’lerden beri Kürtlere biçtiği ‘sorunlu tutma’ statüsü 2000’lerin başlarına kadar değişmeden sürdü” ifadelerini kullandı.
OSMANLI-CUMHURİYET ÇELİŞKİSİ
Abdullah Öcalan, İkinci Cumhuriyetin temsilcisi olarak nitelendirdiği AKP’ye dair ise şunları söyledi: “AKP bir anlamda CHP’nin Birinci Cumhuriyet’teki rolünü daha kısa bir süre içinde İkinci Cumhuriyet’te oynamış olmaktadır. Şüphesiz sermaye ve iktidar tekelleri arasında bir hegemonik kaymadan bahsedilebilir. İki hegemonik güç arasında elbette Çin Seddi yoktur. Özünde iki hegemonik kesim arasında ciddi ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel çelişkiler vardır. Çelişkiyi tarihsel arka planıyla bağlantılandırırsak, Osmanlı-Cumhuriyet çelişkisi Yeni Osmanlıcılar-Laik Cumhuriyetçiler çelişkisi olarak devam etmektedir. AKP’yi 12 Eylül rejiminin ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel kurumlaşması olarak değerlendirmek daha gerçekçidir. Birinci Cumhuriyet’in CHP’si neyse, 12 Eylül’ün İkinci Cumhuriyet’inin AKP’si de odur.”
‘KÜRT KİMLİĞİNİ TASFİYE PLANI’
AKP hegemonyasının Kürt politikasının CHP hegemonyasının politikalarından farklı olmadığını kaydeden Abdullah Öcalan, şunları söyledi: “AKP’nin Kürt inkârcılığı ve imhacılığı, CHP’ninkinden geride kalmaz. AKP devletin çözüm eğilimini kendi hegemonik tırmanışı için kullanmaktadır. Kürt meselesinin bastırılmasında orduyla uzlaşma, ilk defa AKP döneminde daha planlı ve kapsamlı olarak hayata geçirildi. Bu politikanın kilit kavramlarından biri olan ‘bireysel ve kültürel haklar’, özünde Kürt sorununu çözme adı altında kolektif ve özgür Kürt kimliğini tasfiye etme planını ve uygulamalarını maskelemek içindir. Kuruluş sürecinde Kürtlere yönelik tasfiye hareketi nasıl Beyaz Türk faşist hegemonyasına götürdüyse, faşizmin çözülüş sürecinde de Kürt özgür kimlik hareketi hedeflenerek, aynı hegemonya yeniden inşa edilmektedir. Kürtlerin tasfiye edilmesi Cumhuriyet’i tüm aydınlanmacı ve demokratik özünden uzaklaştıran etkenlerin başında gelmektedir. Yani başta demokratikleşme olmak üzere, Cumhuriyet’in olumlu temelde ilerlemesi de Kürtlerin özgürleştirilmesiyle bağlantılıdır.”
ÇÖZÜM YOLU: DEMOKRATİK CUMHURİYET
“Anti-Kürt” savaşının cumhuriyeti çıkmaza soktuğunu söyleyen Abdullah Öcalan, “Savaşta ısrar, ancak Gladio’nun son hamlesi olabilir ki bunun da bertaraf edilmesi için sadece kozmik odadan çıkarılıp aydınlatılması yeterlidir. Cumhuriyet’in önündeki kavşakta beliren ikinci yol, Ulusal Kurtuluş Savaşında yaşanan demokratik birlikteliği tekrar Cumhuriyet’in temeli yaparak yürünecek yoldur. Cumhuriyeti cumhuriyet yapan, 1919-1922 yılları arasındaki ulusal demokratik savaş ittifakıdır. Anti-hegemonik yönü de olan bu ittifakın reddi, demokratik cumhuriyet şansının kaybedilmesi ve yerine komplocu, proto-faşist ve Gladiocu darbe ve çete iktidarlarının kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Defalarca denenip başarısızlığı kanıtlanan bu yolun Cumhuriyet’in gerçek yolu olamayacağı açıktır. Daha başlangıçta içine girilmesi gereken demokratik cumhuriyet yolu, önümüzdeki aşamada toplumsal barışın ve sorunların çözümünün yegâne yoludur” önerisinde bulundu.