İZMİR - Ortadoğu’da halkların yeni dünya savaşının geliştiği bir sürece sürüklendiğini belirten gazeteci-yazar Yusuf Karadaş, “Halkların çıkarına bir siyaset yürüteceksek, bütün bu güçlere karşı çıkmamız gerekiyor" dedi.
Dünyanın birçok bölgesi için yaşanan emperyalist paylaşım mücadelesi, vekalet savaşlarına dönüştü. ABD ve NATO ile Rusya ve Çin arasında yaşanan bu paylaşım mücadelesi, Latin Amerika'dan Uzak Doğu Asya'ya, Ukrayna'dan Ortadoğu'ya kadar halklara katliam ve göç dayatıyor. Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı savaş, Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ işgali, İsrail'in yıllardır Filistin'e karşı sürdürdüğü işgal politikasının Hamas'ın saldırısıyla yeni bir çatışmaya dönüşmesi ile devam etti.
Ulus devlet krizinin bir sonucu olan İsrail-Filistin Savaşı üzerinden kınama mesajları yayınlayan uluslararası güçler, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarında benzer görüntüler karşısında sessizliğini sürdürüyor.
Evrensel gazetesi yazarı Yusuf Karadaş, Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde derinleşen savaş konseptinin nedenlerini ve sonuçlarını değerlendirdi.
Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında egemen güçler savaşı derinleştiriyor. Ukrayna'dan Rojava'ya, Afrika'dan Filistin'e kadar yayılan ve derinleşen savaşların birbiriyle bir bağı var mı?
Bölgemizde ardı sıra yaşanan çatışmalar, aslında Ukrayna savaşının da bir devamı olarak değerlendirilecek bir paylaşım mücadelesinin yansımalarıdır. Öncelikle Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorununda yaşanan çatışmalar, devamında Erdoğan iktidarının zaten epeydir sürdürdüğü Rojava ve Irak Kürdistan bölgesine yönelik operasyonları, devamında Hamas'ın 7 Ekim'deki Aksa Tufanı saldırısı ve sonrasında İsrail'in o günden bugüne devam eden saldırısı, birbiriyle bağlantılı. Bu çatışmalar, bir tarafında Rusya, bir tarafında ABD-NATO'nun yer aldığı egemenlik ve paylaşım mücadelesinden kopuk değildir. Nasıl ki Ukrayna savaşı sadece Ukrayna savaşı olarak kalmadı ve ABD'nin NATO'yu yeniden kendi etrafında dizayn etmek, yeni üyelerle birlikte yeni askeri üsler kurmak için kullandıysa, son çatışmayı da bölgede zayıflayan otoritesini yeniden tesis etmek için fırsata çevirmek için kullanacak. İran'ın ve Lübnan Hizbullah'ının bu sürece katılmaya çalışılması, bunun göstergesidir.
Ortadoğu'da Kürt sorunu ve Filistin sorunu deyim yerindeyse kangrenleşti. Küresel güçlerin Ortadoğu’ya müdahalesinin bir sonucu olarak bugün “sorun” olarak adlandırılan bu iki durum nelere yol açtı?
ABD ve batılı güçler bu sorunların halkların çıkarı ya da her fırsatta dillendirdikleri uluslararası hukuk ve demokrasi çerçevesinde çözümünü savunmak yerine, kendi çıkarları için kullanmak istiyorlar. Bu durum devam eden çatışmaların da en önemli nedenidir. 75 yıldır asıl saldırıları yapan, sürekli yeni yerleşim yerleri açan, sivilleri katleden İsrail'dir. Son Hamas saldırısı bunun üstünün örtülmesi için fırsata çevrilmeye çalışıldı. Bizler bakımından tabi ki sivillere yönelik katliamların kabul edilebilir bir tarafı yok. Hamas'ın sivillere yönelik eylemlerini bizde kınıyoruz. Ama bunu Filistin davasını karartmak, Filistinlilerin haklılığının üstünü örtmek için kullanılması da kabul edilemez. Bu süreçte batıda Filistin halkının davasını savunmak yasaklanır hale geldi. Geçtiğimiz günlerde Filistin'in Londra Büyükelçisinin BBC muhabiri ile yaşadığı diyalog, bunu ortaya koydu. Orada sadece Hamas'ın kınanması üzerine bir çağrı vardı. Yani 75 yıldır İsrail'in sürdürdüğü katliamlar karşısında ses çıkarmayanlar, bütün meseleyi Hamas'ın saldırısından ibaretmiş gibi yansıtmaya çalışıyorlar. Biz bunu Kürt sorunundan da biliyoruz. Türkiye'de Kürt siyasetçiler ne zaman televizyona çıksa, ilk sorulan 'PKK'yi kınıyor musunuz? Kınamıyor musunuz' sorusu olur. Sanki Kürt sorununun nedeni PKK'ymiş gibi bir algı yaratmak ve sorunun üstünü örtmek için siyaset yapılır. Aynı şey Filistin meselesinde de karşımıza çıkıyor.
Sorunun kaynağını belirttiniz. Gelinen aşamada Filistin meselesine nereden bakmalı?
Hamas saldırısından sonra iki tarafa da eşit mesafede durma ya da itidal çağrısı yapıldı. Sanki iki eşit güç varmış gibi soğukkanlı olma çağrısı yapılıyor. Oysa iki eşit taraf olduğu gibi bir yanılgı olmamalı. Tarihi olarak topraklarının yüzde 85'i İsrail tarafından işgal edilmiş bir Filistin ve bu işgale sesini çıkarmayan emperyalizm, bölgenin gerici iktidarları gerçekliği var. Bu gerçekliği görmeden, iki tarafı da kınayalım, sorun çözülsün gibi bir görüntü yaratılmaya çalışılıyor. Bunların gerçek derdi orada barışın tesis edilmesi, iki devletli eşit haklara sahip bir çözümün gündeme gelmesi değil. Aksine İsrail'in Filistin halkı karşısında desteklenmesi ve Filistin halkının terörizm suçlamasıyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla sorunun gerçek çözümü, BM kararlarının uygulanması, İsrail'in işgallerinin son bulması, iki devletli adil bir çözümün bulunmasından geçiyor.
Ürdün, Lübnan, İran ve Irak'ta halklar Filistin için sokağa çıkarken, devletlerin daha temkinli olduğunu görüyoruz. Bu tutumu neye bağlıyorsunuz?
Bölge devletleri de Filistin davasının bölge halkları için meşru olduğunun farkında ve halkların tepkisinden korktukları için sanki davayı savunuyormuş gibi görünmek zorundalar. Mesela Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşme yolunda adımlar atıyordu, son olaylardan sonra bunu durdurduğunu açıkladı. Ürdün ve Mısır zaten uzun zamandır İsrail ile anlaşma içerisinde. Erdoğan iktidarı da en sert açıklamaların yapıldığı dönemde bile İsrail ile askeri ya da ekonomik anlaşmalar konusunda bir sapmaya girmedi. Bu istismar siyaseti bugün de devam ediyor. İsrail'e karşı alınmış somut bir durum yok. Görünüşte temkinli adım devam edecektir. Bunlardan 'Filistin'i destekliyoruz' açıklamaları dışında farklı bir tutum alınacağını düşünmüyorum.
Çünkü bu devletler aynı şeyleri kendi topraklarında yapıyor. Erdoğan, Filistin davasından bahsederken bile aklı Rojava'daydı. Bu bile ikiyüzlü politikayı açık bir biçimde ortaya koyuyor. ABD'nin Suriye'deki üslerine karşı konuşuyor ama Türkiye'deki üslerine ses etmiyor. Suriye'deki üslere laf etmenin tek nedeni de Kürtlere saldırırken önünde engel çıkarmasıydı. Burada yine ABD'nin de ikiyüzlü politikası var. ABD askeri anlamda Suriye Demokratik Güçleri ile işbirliği yaptığını ifade ediyor ama siyaseten oradaki Özerk Yönetimi tanımıyor ve bu saldırılara sesini çıkarmıyor. Suudi Arabistan'da yıllardır Yemen'deki Husilere karşı bir savaş yürütüyor. Neresinden tutarsanız tutun, bölge rejimleri de işbirliği içinde olduğu emperyalistler gibi savaş suçları ve işgal planları yürütüyor. Bütün bu gerici güçlerin işgal planları sona erdirilmeden, askeri güçler geri çekilmeden, halkların kaderleri hakkında karar vermesi önündeki engeller kardırılmadan, bölgede barışın tesis edilmesi mümkün değil.
Afrika’da da benzer durum söz konusu. Bir devletin gidip, yerine başka bir devletin geldiği Afrika, bu güçler için nasıl bir alan?
Elbette var. Afrika'da bunun bir parçası. Rusya'nın oradaki çalışmalarını kimileri ilericilik olarak yorumluyor. Fakat Rusya ya da Wagner'den antisömürgeci olarak söz edemeyiz. Hakların, yüzyıllardır bölgeyi sömüren batılı emperyalist güçlere karşı bir öfkesi var. Bu haklı öfkenin Rusya, Çin ya da Wagner gibi savaş şirketleri tarafından kullanılması, bu haklı davayı başka bir emperyalist gücün yedeğine düşürmesi anlamına geliyor. Fransa bölgeden giderken, Rusya yerleşiyor. Bu halkların çıkarına bir tablo yaratmıyor. Afrika yer altı, üstü zenginlikleri bakımından bu paylaşım mücadelesinin bir alanı. Fransa radikal İslamcılarla mücadele adı altında bölgede operasyonlar yapıyor. Fakat Fransa'nın derdi İslamcı güçler değil.
Burada yine Filistin'e dönersek; Hamas'ın Filistin Kurtuluş Örgütü karşısında bir güç haline gelmesinin arkasında MOSSAD ve CIA'in verdiği destek var. Seküler, ilerici ve demokratik bir Filistin'in Ortadoğu'daki pozisyonunun zayıflatılması onların çıkarı için gerekliydi ve Hamas'ı desteklediler. Zamanında ABD'in El Kaide'yi desteklemesi gibi. Afrika'da ise ilerici güçler, batılı devletler eliyle ezildi ve El Şebab, Boko Haram gibi gerici örgütler ortaya çıktı.
Bu tablo karşısında bölge ve dünya halklarını neler bekliyor?
Dünyanın bütün bölgelerinde yeni dengenin yarattığı gerilik ve çatışmaların tetiklenmesi ile karşı karşıyayız. Dağlık Karabağ'da binlerce Ermeni’nin göç etmek zorunda kalması, bugün İsrail saldırısı sonrasında Gazze'den 1 milyondan fazla insanın göçe zorlanması, Kürt sorununda çözümsüzlük hakimken, bölgede çatışmaların devam etmesi ve yeni alanlara yayılmasıyla karşı karşıya. Halklar, yeni dünya savaşının geliştiği bir sürece doğru sürükleniyor. Halklar kendi güçlerine dayanmadığı, işçiler kendi çıkarlarına göre siyaset yürütmediği müddetçe bu böyle gidecek. Nasıl Ukrayna'da işgale karşıysak, İsrail'in Filistin'i, Türkiye'nin Kürt bölgelerini işgaline de karşı tutum almamız gerekiyor. Biz burada halkların çıkarına bir siyaset yürüteceksek, bütün bu güçlere karşı çıkmamız gerekiyor. Bu güçlerin, askerlerini işgal ettiği ülkelerden çekmeleri ve halkların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemelerinin önünü açmalı. Avrupa'da barış mücadelesi yürüten halklar ise öncelikle kendi egemenlerinin savaşa taraf olmasına karşı tutum almalı. Bu paylaşım mücadelesi içindeki güçler geri çekilmeden, bölgenin güvene, huzura ve barışa kavuşması çok mümkün değil.
MA / Tolga Güney