ANKARA - Meclis’teki grup toplantısında konuşan Yeşil Sol Parti Eşsözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, 25 yıldır ağır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tutumuyla, kendi şahsında Kürt halkına karşı gerçekleştirilen 9 Ekim komplosunun boşa çıkarıldığını söyledi.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Eşsözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, partisinin Meclis grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Sözlerine Filistin’de yaşanan çatışmalarla başlayan Uçar, “7 Ekim tarihinden itibaren aslında günlerdir İsrail devletinin işgal ve şiddetinin sebep olduğu bir savaşa tanıklık ediyor bütün dünya. Eşit, özgür ve demokratik bir yaşamın mümkün olduğuna inanan ve bunun mücadelesini veren bizler Filistin halkının yıllardır sürdürmüş olduğu eşit ve özgür yaşam mücadelesini ve direnişini sonuna kadar destekliyoruz. Bir halkın işgale karşı direnişi ne kadar meşru ve gerekli ise bununla ilgili yürütülecek mücadelenin yönteminin de önemli olduğunu ısrarla vurgulamak isteriz. Çünkü her mücadele özgürlük getirmiyor. Tarih bunun örnekleri ile doludur” dedi.
‘KATLİAMLAR BİR AN ÖNCE DURDURULMALIDIR’
Uçar, Filistin halkının direnişinin meşru olduğunu belirterek, sivillere yönelik katliamların bir an önce durdurulması çağrısı yaptı. Uçar, “Bugün ortaya çıkan savaş İsrail'in savaş ve işgal politikalarından bağımsız değildir. Bu savaşta tekraren karşımıza çıkan esirlere ve özellikle kadınlara dönük uygulanan şiddeti kabul edilebilir bulmadığımızı ve direniş savunusu açısından da meşru görmediğimizi ifade etmek isteriz. Bugün yaşananlar elbette sadece bugüne ait değildir, bugün söyleyeceğimiz her sözün, bugün alacağımız her tutumun gelecek açısından onurlu, adil ve demokratik bir yaşama elbette ki hizmet etmesi gerekiyor. Gerçek olan şudur: Savaş hukukunu aşan ve direk sivilleri hedef alan bir savaş yürütülüyor. Sivillerin canice katledildiği bir durum var, yapılacak en acil şey bunun durdurulmasıdır çünkü ortada siviller ve onlar üzerinden yürütülen bir savaş var. Ortadoğu’da ulus devletçi siyasetin halkları düşmanlaştıran politikaları bir an önce son bulmalıdır. İsrail savaşı derinleştiren adımlarından vazgeçmeli, tüm yaşam alanlarını hedef haline getiren bombardımanı durdurmalı ve hepsinin temel gerekçesi olan işgal politikalarından vazgeçmelidir. İsrail ve Filistin ilişkisinde derinleşen bu savaş karşısında başta Ortadoğu halkları olmak üzere tüm halkları adil ve demokratik çözümün tarafı olmaya davet ediyoruz” ifadelerini kullandı.
9 EKİM KOMPLOSU
Uçar, 9 Ekim 1998’de başlayan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük uluslararası komploya dair şu iadeleri kullandı: “Dün halkların umuduna, ortak yaşam iradesine karşı geliştirilen uluslararası komplonun yıldönümüydü. 9 Ekim komplosunun 25’inci yıldönümündeyiz. 9 Ekim 1998 yılından başlatılan uluslararası komplo halkların hakkı olan eşit, özgür ve bir arada yaşamın yolunu tıkamak için Sayın Öcalan şahsında gerçekleştirilen ve başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının geleceğine dönük yapılan bir müdahaledir, bir komplodur. Bu komplo bitti mi, elbette hayır. Komplo büyük oranda boşa çıkarılmış olmasına rağmen bir yandan da devam ediyor. Bu bağlamda komplonun nasıl devam ettiği ve hangi krizlerle kendini sürdürdüğü ve karakterinin anlaşılması demokratik siyasetin en acil görevlerinden biridir.
KÜRT HALKINA YÖNELİK SALDIRI VAR
Türkiye’nin, Kürt kazanımlarının olduğu Rojava’da, Mahmur’da, Federe Kurdistan’da sivil halkın üzerine yağdırdığı bombalar, komplonun bütün ağırlığıyla devam ettiğinin göstergesidir. En büyük kanıt onurlu bir barışa sırt çevrilmesidir. Diğer bir kanıt Ortadoğu halklarının geleceği için onurlu bir yaşam fikriyatı sunan Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecridin derinleştirilmesidir. Sayın Öcalan tecrit edilerek bölgenin en uzun soluklu ve can alıcı sorunlarından biri olan Kürt sorunun demokratik yollarla çözümü engellenmektedir. Sadece Kürtleri Türkiye halklarını değil esasen tüm Ortadoğu halklarını dizayn etme hevesiyle bölgesel ölçekteki istikrarı, güvenlik ve insan hakları yok edilmek istenmektedir. Unutmamak gerekir ki tecrit komplonun sürdürülmesinin bugünkü adıdır. Ancak 25 yıldır ağır tecrit altında tutulan Öcalan’ın tutumuyla kendi şahsında Kürt halkına karşı gerçekleştirilen 9 Ekim komplosu boşa çıkarılmıştır.”
‘TECRİDE KARŞI MÜCADELE SALDIRIYA UĞRADI’
Halkalara köleliği, sömürüyü, onursuz bir yaşamı dayatan anlayışa karşı demokrasi ve özgürlük temelinde onurlu bir yaşamın mücadelesinin verildiğini kaydeden Uçar, komplonun tüm halklar nezdinde de teşhir olduğunu söyledi. Uçar, “Bu komplo aynı zamanda tüm halklar nezdinde de teşhir olmuş, ipliği pazara çıkmış, uluslararası kirli, vicdansız bir tezgah olarak tarihteki yerini almıştır. Bu sebepledir ki Kürt sorununu çözümsüz bırakmak için gerçekleştirilen komplo ve onun devamı olan tecride karşı iki gündür başta İstanbul ve Amed olmak üzere halkımızın, mücadele arkadaşlarımızın bu komplo karşısında ve Türkiye’de bir rejim haline getirilmek istenen tecrit karşısında almış olduğu tutum başka bir tecrit ile karşı karşıya kaldı” dedi.
‘DEMOKRATİK YÖNTEMDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ’
Uçar, devamla şunları söyledi: “Yasalarla güvence altına alınan, en demokratik hakkımız olan düşünce ve fikirlerimizi beyan etme hakkımız, açıklama yapma hakkımız kolluk tarafından şiddetle tecrit edilmiş, arkadaşlarımız ters kelepçe ile gözaltına alınmıştır. Şunu belirtmek isteriz, biz Kürt sorununun çözümünde adil ve demokratik yöntemlerle çözümün geliştirilmesi mücadelesinden vazgeçmedik ve vazgeçmeyeceğiz. Ve bunun ön adımı olarak gördüğümüz tecridin kaldırılması için yürüttüğümüz mücadeleden de vazgeçmeyeceğimizi buradan ifade etmek isterim.
10 EKİM KATLİAMINA GÖZ GÖRE GÖRE YOL VERİLDİ
Evet 9 Ekim 1998’de uluslararası bir komplo ile Sayın Öcalan Suriye’den çıktı ve 10 Ekim 2015’te Ankara Garı önünde Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi için toplananlara yönelik IŞİD'li iki intihar bombacısının saldırısı sonucu bu ülkede barışı savunan 104 kişi hayatını kaybetti ve 500 üzerinde insan da yaralandı. Aralarında 17 yıl olan bu iki olayı birbirinden bağımsız ele almak mümkün değil. Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrarın yarattığı kaos ortamı; başta Türkiye tarihinde sivillere yönelik gerçekleştirilen en büyük katliam olan Gar Katliamı olmak üzere birçok katliam silsilesini de beraberinde getirmiş ve bizler de buna en acı şekilde tanıklık ettik. Göz göre göre gelen bir katliamdan bahsediyoruz. Saldırıya ilişkin onlarca istihbarat olmasına rağmen, emniyetin elinde bütün bilgiler olmasına rağmen karşı hiçbir önlem alınmayan bir katliam ile karşı karşıyayız. 10 Ekim iddianamesine yansıyan skandallar, göz göre göre bile bile katliama yol verildiğini gösteriyor. Bunun kayıtları belgeleri ortada. Benzer mitinglerde alınan sıkı önlemlere rağmen; 10 Ekim mitinginde bütün arama noktaları kaldırıldı ve IŞİD'li iki canlı bomba ellerini kollarını sallayarak miting alanına girmiş oldular.
IŞİD İLE ÖSO GİBİ GRUPLAR TÜRKİYE’DE KORUNUYOR
Aradan geçen zaman katliamda ihmali olanlar, delilleri izleyenler tek bir kamu görevlisi dahil yargılanmadı, görevden alınmadı, sorumluluğu olan tek bir bakan istifa etmedi. Aksine, duruşmada ne IŞİD canlı bomba emrini verenin tahliye edildiği ortaya çıktı. Ülke tarihinin en kanlı katliamı olarak anılan 10 Ekim Katliamı davasında 8 yıldır süren adalet mücadelesi bugün saray yargısının gerçek failleri koruyan, saklayan ve bir an önce dosyayı kapatmaya çalışan tavrı yüzünden bir ilerleme kaydedememiştir. Ankara Gar Katliamı dosyası IŞİD’in Türkiye’de ne kadar kolay örgütlenebildiğini, bu tarz katliamları nasıl kolay bir şekilde gerçekleştirebildiğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bugün hala IŞİD, ÖSO gibi gruplar Türkiye’de nasıl korunup kollandıklarına, hata kaçakçılıktan silah ticaretine kadar her türlü suçu Türkiye yapılanmalarında çok rahat bir şekilde gerçekleştirdiklerine ve buna rağmen nasıl serbest bırakıldıklarına ilişkin haberler önümüze düşmeye devam ediyor. IŞİD ve türevleri eliyle yapılan bu katliamlar ile devreye konulan savaş ve imha konseptine ancak barış ve demokrasi mücadelesini daha da yükselterek, daha da ortaklaştırarak cevap verebiliriz. Üzerinden tam 8 yıl geçen ve savaşa karşı barışı savunmanın bedelini Gar Katliamında ödeyen tüm canlarımızı saygıyla anıyor, bu katliamın sorumlularının açığa çıkarılması ve cezalandırılması için yürütülen mücadelenin her zaman yürütücüsü ve bir parçası olacağımızın da sözünü yinelemek istiyoruz.
ROJAVA’YA YÖNELİK SALDIRILAR
Değerli arkadaşlar; bilindiği üzerine 4 Ekim'de Türkiye’nin Dışişleri Bakanı diğer deyimiyle savaş bakanlığını yapan Hakan Fidan ‘bütün alt yapı üst yapı tesisleri, enerji tesisleri, bundan sonraki güvenlik güçlerinin topyekün meşru hedefidir’ açıklamasıyla günlerdir Rojava saldırısı var. Yüzlerce saldırı var. Kobanî, Mahmur, Hesekê, Amûdê, Til Temîr, Qamişlo, Dirbêsiyê gibi yerler başta olmak üzere ilçeler ve köyler bombalanıyor. Nereye saldırılıyor? Petrol ve gaz istasyonlarına, elektrik santralleri, su istasyonu ve hastaneler. Onlarca yer kullanılamaz halde, hizmet veremez hale getirilmiş durumda. Savaştan ötürü göç edenlerin toplandığı tamamen bir sivil yaşamın olduğu Mahmur’da cami bombalandı ve görüntülere yansıdı. Aynı şekilde aynı esnada oyun oynayan iki çocuk, tarlada çalışan kadınlar ve Rojava Dêrik’te kendi yaşam alanlarının sivil düzenini sağlamaya çalışan 29 asayiş görevlisi hava saldırılarıyla katledildi.
TEK POLİTİKANIZ KÜRT DÜŞMANLIĞI
Barış ve huzur olmalı diyor AKP-MHP iktidarı. İyi de bu barış ve huzur niye bize tekabül etmiyor, niye bize vurmuyor? Bunu isteyenler neden en ağır şekilde şiddete ve cezalandırmaya maruz kalıyor? Sadece barış dediği için, sadece adalet dediği için insanlar neden bu kadar baskı altında? Hukuk neden bu kadar devre dışı kalıyor? Yine son bir haftada 500’e yakın gözaltı var değerli arkadaşlar. Torba kanun misali her kurumu kriminalize edip gözdağı vermek için propaganda yapmaya devam ediyorlar. Özellikle il ve ilçe binalarımızı basarak zoraki bağlantılar kurmaya çalışıyorlar. Demek ki neymiş siz saf Kürt düşmanısınız. Kürt düşmanlığı sizin tek politikanız. En son İzmir'de gözaltına alınıp tutuklanan İzmir İl Eş Başkanlarımız Berna Çelik ve Çınar Altan ile Buca İlçe Başkanımız Nihat Türk’ün emniyetten çıkarken gösterdikleri direniş ve baş eğmeyişleri bundan sonraki mücadelemizin ana hattı olmaya devam edecek.
SALDIRILARA SES ÇIKARTMAYA DAVET EDİYORUZ
Rojava'ya saldırmak için bahaneler yaratmak en çok bugün Dışişleri Bakanı olarak tanıdığımız Hakan Fidan'ın en iyi bildiği şeylerden birisi. Daha önce de ‘füzeler atarız, savaşı oradan başlatırız’ diyen birisi. Bugün de aynı şeyleri yapıyor demek ki hevesi bitmemiş. Fakat Kobanî de kimlerin hevesi kursağında kalmışsa yine kalacak, bunun iyi bilinmesini isteriz. Savaş hukuku alani bir şekilde çiğneniyor. Uluslararası hukuk mercileri sessiz, BM sadece ‘endişeliyim’ diyor. Fakat insanların yaşamına dokunan bir endişe olmuyor. Başta uluslararası kurumlar olmak üzere, STK’leri, tüm demokratik kamuoyunu bu savaş suçuna, sivillere dönük komplovari cinayet girişimlerine karşı koymaya ve ses çıkarmaya çağırıyoruz.
84 MİLYON AÇLIK VE YOKSULLUKLA MÜCADELE EDİYOR
Bu grupta her zaman değinmeye çalıştığımız en önemli başlıklardan biri de ekonomi. Ekonominin yine en önemli gündemlerinden biri de enflasyon ve zamlar. Seçim sonrası her gün yeni bir zamla uyanmaya devam ediyoruz. Niye? Saray yandaşlarının saltanatı sürsün diye. Bir avuç yandaş zenginleşirken, milyonlar açlık ve sefalete içinde yaşamaya mahkûm edilmiş durumda. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda. Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de 56 milyon açlıkla, 28 milyon insan ise yoksullukla mücadele etmek zorunda bırakılmıştır. Yani 86 milyonun içinde sadece 2 milyon insan rahat yaşayabilmektedir. 84 milyon kişi ise açlık ve yoksulluk içinde yaşam mücadelesi vermeye devam etmektedir. Aile Bakanlığının verilerine göre; elektrik faturasını ödemediği için yardım alan hane sayısı 5 milyona ulaşmıştır. Bu rakam yoksulluğu geldiği noktaya göstermesi açısından çarpıcıdır.
EMEKLİLER AÇLIĞA MAHKUM EDİLİYOR
İnsanlar şimdiden doğalgaz ve elektrik faturalarını nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmeye başladılar. Özellikle iktidarın 7 bin 500 lira maaş reva gördüğü emekliler… Bugün sabah itibariyle Cumhurbaşkanının müjde gibi duyurduğu bir açıklaması vardı. Müjde gibi sundu ama emeklilerin hiçbir derdine deva olmayacak. Tek bir seferlik 5 bin lira vereceğini ifade etti. O da sadece çalışmayan emeklilere verilecek. Bu konuda sözlerimizi tükettiğimiz için yeni bir söz söylemeye ihtiyaç duymuyoruz. 7 bin 500 lira ile geçinmenin mümkün olmadığını iktidar çok iyi biliyor. Emeklilere yapılan sefalet zammını kabul etmiyoruz. Erdoğan sürekli emeklilere enflasyona ezdirmeyeceğiz diyor ama emeklileri açlık sınırın altında bir ücrete mahkûm ediyor.
TÜRKİYE’NİN YENİ BİR ANAYASAYA İHTİYACI VAR
Uzunca bir süredir Erdoğan'ın gündemlerinden biri yeni anayasa. Erdoğan ülkede demokrasi ve özgürlükler gelişsin diye yeni bir anayasayı gündeme getirmediğini hepimiz biliyoruz. Belli ki yeniden seçilmek için yeni anayasa bahanesiyle yeni bir zemin kurmaya çalışıyor. Elbette bu ülkenin gerçekten demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Kimse bunu görmezden gelemez ama hiç kimsenin bu talebi kendi çıkarları için harcamaya ve seçim malzemesi haline getirmesine hakkı yok. Biz de yeni bir anayasa istiyoruz. Bu ülkenin Kürtleri, Alevileri, kadınları, gençleri, yeni anayasa talep ediyor.
YENİ ANAYASADA ÇÖZÜM ESAS ALINMALDIR
Bizler ülkenin ezilenleri olarak gerçekten yeni gerçekten demokratik gerçekten sivil bir anayasa istiyoruz. Eskinin tekrarı asla yeni olmaz, eski kafa ile yeni anayasa yapılamaz. Gerçekten yeni bir anaya yapılacaksa ülkenin en büyük sorunun çözümü bu anayasada yer almalıdır. Kürt sorunu anayasal bir sorundur. Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünü içermeyen bir anayasaya gerçekten yeni bir anayasa olamaz. Demokratik hakların kullanılmasına tahammül etmeyen muhalifleri cezaevlerine dolduran ve onları kabul edilemez cezalarla mahkûm etmeye çalışan 82 darbe anayasasını bile geride bırakan uygulamaların sahibi olan AKP’nin demokratik bir anayasanın neresinde durduğunu hepimiz iyi biliyoruz. Şeffaf tartışmaların olmadığı algılarla yapılan bir anayasa olamaz. Kime ve ne için yapıldığı saklanan bir anayasa olamaz. AKP’nin bugün için kendisi için bir anayasaya ihtiyaç duyduğu elbette kesin. Ancak bizler yeni anayasanın tek muhatabı olarak kendisini sunan yasasızlığı dayatan AKP ve MHP iktidarına karşı demokratik sivil bir anayasanın mücadelesini yürütmek tüm toplumsal kesimleri demokratik kamuoyunu bu yapım sürecinin güçlü muhatabı haline getirmek durumundayız. Tüm toplumsal kesimleri bu süreci iktidarın tekeline bırakmayacak şekilde, sorumluluk almaya ve birlikte yapım sürecini omuzlamaya davet ediyoruz.
KONGREMİZ ZÜLME DİRENENLERİN KONGRESİDİR
15 Ekim’de Ankara Kapalı Spor Salonunda kongremiz var. Dolayısıyla Yeşil Sol Parti olarak bugün yaptığımız son grup toplantımız. Bu vesileyle Yeşil Sol Parti ile emek veren seçimde, seçimden sonra emek veren emek vermeye devam edecek arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Çok ciddi ve kritik bir seçim sürecini atlattık. AKP ve MHP iktidarının göstermeye çalıştığı başarı Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik ağır bir baskı olarak devam edecek gibi gözüküyor. Dolayısıyla bugüne kadar yürüttüğümüz mücadelenin daha da büyümesi elzem olarak önümüzde duruyor. Yeni dönemde yeni arkadaşlarımızla yeni yönetimle ve arkadaşlarımızla sözümüzü burada ve sokakta güçlü kurmaya devam edeceğiz. Bu kongre sadece Yeşil Sol Partinin kongresi değil, AKP ve MHP zulmüne karşı direnen bütün mücadele alanlarının kongresidir. Bu kongreyi sahiplenmeye ve kongreye etrafında kenetlenmeye demokratik bir Türkiye’nin mümkün olduğunu göstermek açısından bütün mücadele arkadaşlarımız ve halkımızı davet ediyorum.
KONGREYİ SAHİPLENMEYE DAVET EDİYORUM
Kongreye giderken hem merkezde hem de yerellerde tam da HDP'nin ve Yeşil Sol Parti’nin bütün bileşenlerini içerecek kongre hazırlık komisyonları, mutabakat komisyonları oluşturuldu, cinsiyet kotası gözetilerek komisyonlar kuruldu. Aynı zamanda kadın mutabakat komisyonu ile birlikte partimizin paradigması ve partimizin ihtiyaçları doğrultusunda kongre çalışmaları devam ediyor. Bu kongre bütün Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu gibi özgürlük kongresi olacaktır. Bu kongre Türkiye’de demokratik bütün değerleri ayaklar altına alan ve bir rejim haline getirilen tecride karşı bir kongre olacaktır. Bu kongre hepimizin kongresi ve bu kongre yürüttüğümüz mücadelenin en güçlü sesinin çıkacağı kongredir. Yeniden bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum, kongreyi herkesin kendi kongresi gibi sahiplenmeye davet ediyorum. Hepimizin yolu açık olsun.”