ANKARA - CPT’nin Abdullah Öcalan’a yönelik süren mutlak tecridin ortağı olduğunu ifade eden avukat Mahmut Şakar, ziyaretlerine rağmen İmralı Adası’ndaki koşulların kötüleştiğini söyledi.
Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirmek isteyen Amerikan Birleşik Devletleri (ABD), bir tehdit olarak gördüğü PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki tasfiyesi planlarına başladı. Bu projenin hayata geçirilmesinin kilit adımlarından biri olan uluslararası komplo, Abdullah Öcalan’ın tespitiyle 1985’te NATO ve Almanya tarafından devreye konuldu. Nitekim kısa bir süre sonra PKK, 28 Şubat 1986’da öldürülen İsveç eski Başbakanı Olof Palme cinayetinden sorumlu tutuldu ve bu süreç daha sonra komploda yer alacak birçok devletin PKK’yi “terör örgütleri” listesine almasıyla devam etti.
Komplo, 1990’larda İngiltere, 1996’dan itibaren İsrail ve Yunanistan, 1998’lerde Suudi Arabistan, Mısır, İran, Suriye, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Fransa, İtalya, Hollanda, Rusya, 1999’da İsviçre ve Kenya’nın ortaklığında sürdürüldü, bu süreç Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesine kadar uzandı.
1985’te başlayan, 1999 yılında Türkiye getirilmesiyle devam eden bu süreci “21’inci yüzyılın komplosu” olarak tanımlayan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmasını “Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı”, Avrupa’da 130 gün sürek avını “çarmıha gerilme”, idam cezasıyla arandığı Türkiye’ye getirilerek 25 yıldır ağır tecrit koşulları altında tutulduğu İmralı Adası’nı “tabutluk” olarak nitelendirdi.
Komploda yer alan, yetkilisinin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı İmralı’da karşılayan Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT), 25 yıldır sürdürülen ağır tecrit koşullarının da planlayıcısı oldu. Nitekim Abdullah Öcalan, İmralı’nın CPT’nin bir projesi olduğuna işaret ederek, avukatlarıyla 25 Kasım 2009’da yaptığı görüşmede şunları söylemişti: “Benim buraya konulmam da onların bir projesiydi. Bu durum böyle bilinmeli. CPT sorumludur. Buraya gelmek zorundalar. CPT kendisi geldi, buraya incelemelerde bulundu. F tipine nakledilmem gerektiğini, F Tipi cezaevi inşaatının yapılması ve benim buraya nakledilmem gerektiğini CPT söyledi. Bütün bunları CPT istedi. Bana burada buradaki koşullarımın eskisine göre daha iyi olacağını belirttiler ama hiçbiri olmadı. Koşullarım daha da kötüye gitti. Buraya gelip kendi yarattıkları eserlerini görmeliler. Bizi kandıramazlar, kandırmaya çalışmasınlar.”
Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Mahmut Şakar, uluslararası komplonun 26’ncı yılında CPT’nin rolüne dair değerlendirmelerde bulundu.
Mahmut Şakar
KOMPLO İLE İMRALI ARASINDAKİ BAĞ
Uluslararası komplonun ardından avukatlar olarak İmralı’ya yaptıkları ziyarette, Abdullah Öcalan’ın kendisini ilk olarak CPT yetkilisinin karşıladığını belirttiğini anımsatan Şakar, PKK Liderinin “Siz gelmeden önce Avrupa Konseyi’nden bir heyet geldi. Benim koşullarıma baktı, ortama baktı ve bu sisteme de onay verdi” dediğini aktardı. Şakar, “Bu durum bize birçok şeyi anlatıyor. Uluslararası komplo ile İmralı tecridi arasında güçlü bir bağ var. Sayın Öcalan üzerindeki tecridi, komployla başlatmak gerçekçi bir yaklaşım olacak. Çünkü İmralı sistemi, komplonun bir sonucu, parçası olarak inşa edildi. Komployu gerçekleştiren güçler, Sayın Öcalan’ı komplodan sonra nasıl bir ortamda kalacağına karar verdiler. Bu açıdan bir süreklilik söz konusu. Uluslararası komplo nasıl sadece Türkiye devletinden oluşmuyorsa, Türkiye tek başına uluslararası komplo devasa siyasal yaklaşımı koyamıyorsa, Türk devleti böylesi bir komployu gerçekleştirecek güce sahip değilse, aynı zamanda İmralı sistemini inşa edecek güce de sahip değildir” dedi.
CPT’NİN İMRALI TECRİDİNDEKİ ROLÜ
Komplo ile İmralı’da sürdürülen sistematik tecrit arasında bir bütünselliğin olduğunun altını çizen Şakar, CPT’nin ilk ziyaretine dikkat çekerek, bu durumun tek başına 25 yıllık İmralı sisteminin ana noktasını oluşturduğunu ifade etti. Şakar, “Aslında uluslararası ilişkiler açısından da biraz üzerine odaklanılması gereken nokta budur. Bugün CPT gibi sistemin bazı tali sonuçlarına itiraz eden kurumlar, esasında sistemin kendisine bir itiraz sahibi değiller. Meselenin bu kadar ağırlaştırılmasında, bu yaklaşımın ciddi rolü var. Ne CPT’nin ne Avrupa Konseyi’nin aslında İmralı sistemiyle bir sorunları yok. Çünkü zaten İmralı sistemi bu konsensüs ile oluşmuş bir sistem. Uluslararası hukuk nasıl bir ortaklık sonucu oluşmuşsa, bir koalisyon sonucu, sistemde bu koalisyonun bir uzlaşısı sonucu, bir konsensüs sonucu oluşmuştur. Bu açıdan İmralı sistemine karşı kökten, radikal ya da daha ileri bir itiraz sahibi değiller. Daha geçici, yüzeysel, sadece sonuçları üzerinden bir tartışmayı 25 yıldır yürütüyorlar. Bu açıdan bu meselenin uluslararası karakteri, bir konsensüs olması, CPT gibi Avrupa Konseyi ve kendisine bağlı kurumları bu sistemin işlemesindeki rolünü de ortaya koyuyor” diye konuştu.
İMRALI’YA ‘İŞKENCE ADASI’ BENZETMESİ
İmralı’da sistemin işkence üzerine kurulduğunu ifade eden Şakar, bu sistemi “işkence adası” olarak tanımladı. Bu sistemin kökten yanlış olduğunu başından beri ifade ettiklerini dile getiren Şakar, Abdullah Öcalan orada tutulduğu sürece bu işkence sisteminin devam edeceğine inandıklarını belirterek, “Bu açıdan Konsey ile, CPT ile aynı noktadan bakmıyoruz. Biz lağvedilmesi gerektiğini talep ediyoruz, ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü İmralı sisteminin kendisi, zaten bir işkence, bir izolasyon adası olarak baştan beri inşa edilmiş ve adım adım günümüze kadar geliştirilmiştir. Ama CPT gibi kurumların burada sistemik bir itirazları yok. Bu meselede sadece sistemi biraz daha düzeltmeye, rehabilite etmeye derdindeler” ifadelerini kullandı.
‘TECRİT MEŞRU KILINMAK İSTENİYOR’
CPT’nin bu şekilde İmralı’daki sistemin meşruiyetini yeniden kurmak istediğinin altını çizen Şakar, “Bu açıdan aile ve avukat görüşmesi yapılması ya da diğer tutsaklarla görüşme olanaklarının arttırılması gibi, tabii bunlar teknik anlamda bizim de desteklediğimiz talepleri dile getiriyorlar. Gelebildikleri itiraz sınırları, aslında biraz da İmralı sistemi içerisinde Sayın Öcalan’ın yaşamını biraz daha kolaylaştırabilecek ve iletişim kanallarını yeniden kurabilecek itirazlar. Aslında toplamda en etkili itirazları bunlardan oluşuyor. Şu ana kadar 9 kez gitti. Yayınladığı tüm raporlarda bu sistemin görünür yanlarını gidermeye çalışan itirazları var. Biz zaten sistemin kendisini eleştiriyoruz, CPT sistemin içerisindeki bazı eksiklikleri gidermeye çalışıyor” diye kaydetti.
TESPİT VAR DENETLEME YOK!
CPT’nin durduğu bu pozisyonun önemsiz olmadığını vurgulayan Şakar, “Sayın Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi ya da cezaevinde kalan diğer tutsaklarla daha fazla iletişim olanaklarının olması, aile ve avukat görüşmelerinin sağlanması gibi CPT’nin taleplerini elbette biz de olumlu karşılıyoruz. Biz daha sistematik düşünmekle birlikte, sistem içi düşünen bu kurumların da taleplerinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Zaten bunlar aynı zamanda bizim acil taleplerimiz. Bu açıdan CPT’nin raporlarında ifade ettiği bu taleplerin yanındayız. Ancak temel mesele şu; CPT kendisi bu raporlarının arkasında durabilecek bir yaklaşıma sahip değil. Arkasında duramıyor. 46 ülkenin oluşturduğu bir birlik var, yani bir konsey var. Dolayısıyla bir kurum eğer bir adada bir izolasyon olduğunu söylüyorsa ve hataları görüyorsa, bu hataların giderilmesi için raporlarını yazıyorsa, giderilip giderilmediğini denetlemekle ve çok daha fazla üzerinde durmakla yükümlüdür” şeklinde konuştu.
‘KOŞULLAR GİDEREK KÖTÜLEŞİYOR’
CPT’nin raporlarına rağmen koşulların düzeltilmediğine dikkat çeken Şakar, şöyle devam etti: “2019 raporunda da ‘aile avukat görüşleri sağlansın’ diyor ama bunun için ne yapıyor? CPT, kendi iddialarının arkasında durmuyor. Bizim temel eleştirimiz budur. CPT’nin varlığı İmralı sistemi içerisinde bizim lehimize, müvekkilimizin lehine, Sayın Öcalan’ın lehine, arkadaşların lehine bir avantaj yaratmıyor. Tamam gidebiliyor, bu iyi. İzin almadan gidebilecek bir kurum, 9 kez de gitmiş, iyi ama bu sonuç doğurmuyor. İlk günden itibaren Sayın Öcalan’ın yanına giden avukatlardan biriyim, bugüne kadarki gözlemlerime dayanarak söylüyorum; sistem giderek kötüleşti. Sistem bir kötülük eğrisi ile yürüyor. İmralı sistemini 99’dan 2023’e kadar ele aldığımızda, giderek kötüleşen bir sistemden bahsediyoruz.”
‘CPT GİDİŞATIN ORTAĞI OLDU’
CPT’nin de bu gidişatın ortağı olduğunun altını çizen Şakar, “9 defa siz İmralı’ya gidiyorsunuz, ama sistem hep kötüleşiyor. Demek ki sizin bir etkiniz yok. Sistemi iyileştirecek bir gücünüz yok ya da isteğiniz yok. Ya gücünüz yok ya da istemiyorsunuz. Ama sonuçta böylesi bir kurumun yetkileri var, hareket alanları var, arkasında dayandığı bir Avrupa Konseyi var. CPT kararlarını uygulatamayacak bir kurum da değil. Gerçekten üzerinde durabilse, çok daha etkili olabilir. Mesela daha önceki süreçte avukat görüşü haftada bir kez bile olsa yapılıyordu. Sonra parça parça kesintiye uğradı. 30 aydır haber alamıyoruz. Gerçekten oradalar mı değiller mi bilemiyoruz. Böylesi bir noktada, giderek kötüleşen bir noktada CPT’nin varlığı bizim için ne anlam ifade ediyor? İmralı tecridine karşı bir gelişme göstermiyorsa, bir varlık kaydetmiyorsa, bir etki yapmıyorsa, o kurumun orada büyük binasının durmasının bir manası var mıdır? Biz bunu sorguluyoruz” ifadelerini kullandı.
‘DEVLETLER CPT’Yİ İŞLEVSİZ BIRAKIYOR’
Şakar, CPT ile taraf devletler arasında imzalanan Avrupa İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi’ne (AİÖS) atıfta bulunarak, bu sözleşmenin 10’uncu Maddesinin 2’nci fıkrasına dikkat çekti. Şakar, bu maddede taraf devletin rızası olmadan CPT’nin raporunu açıklamama ibaresinin yer aldığını belirterek, bu durum ile CPT’nin bağımsız olmadığını gösterdiğini ifade etti. Şakar, “CPT, Avrupa Konseyi gibi siyasi bir kurumun parçası. ‘Muhatap devlettir’ diyor. Devletten devlete, yani devletlerin oluşturduğu bir organizasyonun bir parçası gibi duruyor ve kendisini öyle tanımlıyor. Dolayısıyla muhatabı da biraz devletler. Çok fazla devlet merkezli bir kurum gibi duruyor. Devlet onay vermezse, raporu açıklamıyor. Bu, işkenceyi önleme konusunda ciddi bir handikap yaratıyor. İşkenceyi yapan zaten devlet, onun açığa çıkmasına izin verecek olan da devlet. Yani bu bir çelişki, bu açıdan devletler bu yetkilerini çok etkili kullanıyor ve CPT’yi aslında işlevsiz bırakabiliyor” ifadelerini kullandı.
‘CPT ELİNDEKİ SİLAHI KULLANMIYOR’
Ancak sözleşmenin aynı maddenin devamında CPT’ye bir yetki kullanma hakkı da verildiğine değinen Şakar, bunun da söz konusu ziyaretler sonrasında taraf devletler tarafından rapora onay verilmemesi halinde açıklama yapma yetkisi olduğunu kaydetti. Şakar, “CPT’nin elinde bir silah var. Tamam ana doku devletleri esas alıyor ama bu tekrar ettiği noktada, uzadığı noktada, devletlerin bu yaklaşımı kötüye kullandığı noktada, CPT’nin durumu kamuoyuna izah etme gibi bir silahı var. Bu bir hak aslında. CPT’nin elindeki en büyük anahtarlardan bir tanesi bu. Ama CPT örneğin 30 aydır haber alamama durumumuza rağmen mesela böyle bir şey yapmıyor ya da son gözlem raporuna ilişkin böylesi bir girişimde bulunmuyor” dedi.
‘CPT’NİN HAREKETE GEÇMESİ SAĞLANMALI’
CPT’nin bu “yetki silahına” rağmen kendileriyle yaptıkları görüşmelerde ellerinin ve kollarının bağlı olduğuna dair imalarda bulunduğunu ifade eden Şakar, bu durumun gerçeği yansıtmadığını ve açıklama yapmamanın tamamen tercih olduğunun altını çizdi. Şakar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sayın Öcalan’a yönelik komplodan tecride kadar olan bütün süreç, aslında uluslararası küresel siyasetin de bir sorunu. Dolayısıyla pek çok güç hem komplonun tarafıdırlar hem tecridin tarafıdırlar. Bunlardan bir tanesi de Avrupa ülkeleridir, Avrupa Konseyidir, Avrupa siyasetidir. CPT de bu Avrupa siyasetine bağlı bir kurumdur. CPT’nin yüzüne odaklanmamamız gerekiyor. Sivil toplum örgütlerinin, Kürt halkı ve dostlarının diğer bağımsız kurumların ama aynı zamanda CPT’nin bağlı olduğu konsey gibi o siyasi mekanizmaların da CPT’nin harekete geçmesini sağlaması gerekiyor.”
‘SAYIN ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜ ELE ALINMALI’
CPT’nin Eylül 2022’de İmralı’ya yaptığı son ziyaretin ardından hazırladığı raporu Türkiye’ye sunduğunu dile getiren Şakar, Türkiye’nin raporu hala açıklamadığına dikkat çekti. Şakar, Türkiye’nin daha önceki ziyaretlere ilişkin tüm raporları açıkladığını ancak büyük bir bölümünü geç açıkladığını da anımsattı. Abdullah Öcalan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararına rağmen 25 yıldır tecrit altında tutulduğunu ifade eden Şakar, serbest bırakılması gerektiğini vurguladı. Şakar, “Bu süreçten itibaren savunulması gereken temel noktanın bu olduğunu düşünüyorum. Hem hukuken hem siyaseten bunun hem Kürtlere hem Türkiye halklarına çok bir katkı sağlayacağını düşünüyorum. Ana felsefemizin bu olması gerektiğini düşünüyorum. Ama bunun ötesinde CPT gibi Avrupa Konseyi gibi kurumlar üzerine basınç uygulamamız lazım. Mücadele etmeden insan hakları kurumları bile harekete geçmiyor. Kürt toplumu harekete geçmeden, mücadele etmeden, bu kurumlar rollerini oynamıyor. Biz duyarlı kılmazsak, Sayın Öcalan’ı hiçbir zaman hatırlamayacaklar ya da tecrit karşısında hiçbir şey yapmayacaklar” şeklinde konuştu.
MA / Mehmet Aslan