AMED - İmralı’da uygulanan tecride dikkat çekerek Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini belirten Yeşil Sol Parti Milletvekili Cengiz Çandar, “Bu meselenin en önemli aktörlerinden biri olan Abdullah Öcalan'ın sesini, ne düşündüğünü duymamız lazım. Biliyorum, barış isteyecek, çözüm, diyalog isteyecek” dedi.
Küresel güçlerin sürekli sınırları yeniden çizdiği Ortadoğu’da, halkların yok sayılarak hayata geçirilen ulus devlet sistemi, çoklu krizleri derinleştirmekten öteye gitmedi. 1916’da Sykes-Picot Anlaşması ile, 1923’te Lozan Antlaşması ile sınırların yeniden çizildiği Ortadoğu’da, küresel güçlerin imha ve inkara dayalı politikalarında istediği sonucu vermedi. Gelinen aşamada yüz yıl önce imha ve inkar ile yok edilmek istenen Kürtler, statü mücadelesini sürdürüyor.
Ulus devlet sistemiyle Ortadoğu sınırlarını yeniden çizen güçlerin yarattığı çoklu krizlere karşı Demokratik Konfederalizm çözümünü ortaya koyan PKK Lideri Abdullah Öcalan ise, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit altında tutuluyor. Ortadoğu’nun birçok merkezinde yıllarını geçiren, dünden bugüne gazeteci kimliğiyle Ortadoğu’nun tozunu yutan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Amed Milletvekili Cengiz Çandar, Kürtlerin Ortadoğu’da önemli bir unsur haline geldiğinin altını çizdi. Kürt sorununun PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecritten bağımsız ele alınamayacağını vurgulayan Çandar, çözümü durumunda “Kürtler de Türkiye de rahatlar” dediği Kürt sorunu için diyaloga işaret etti.
Ortadoğu’nun birçok merkezinde bulundunuz, 1976’dan beri gazeteci olarak da gelişmeleri yakından takip ettiniz. Savaş halinin bitmediği Ortadoğu’da yeniden çizilen sınırlar bugün nasıl bir çıkmaza girdi, hangi sorunları beraberinde getirdi?
Ortadoğu'nun bugünkü sınırları Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti'nin dağılmasından sonra oluştu. Dört yüzyıl hiç bozulmamış olan sınırlar, yeni ulus devletlerin oluşumuyla, özellikle İngiltere ve Fransa'nın sömürgeci alışkanlıklarıyla bölgeyi kendi aralarında bölüp yeni yapıları ortaya çıkarmalarıyla, doğasına aykırı bir manzaranın oluşması sonucu oluştu. Tıpkı depremin ardından artçı şokların gelmesi gibi, Ortadoğu'nun siyasi coğrafyası bir türlü yerli yerine oturamadı. O yüzden Ortadoğu özellikle de 1948'de Filistin toprakları üzerinde İsrail devletinin ortaya çıkmasıyla hem Filistin sorunu hem Arap-İsrail ihtilafının ortaya çıkmasıyla yeni bir kriz alanı da kazanmış oldu. O günden bugüne 1948, 1956, 1967, 1973 Lübnan'daki İsrail işgalini de sayarsanız; 1982 bir savaşlar coğrafyası halini aldı ve tüm çevre ülkelere de artçı şoklarını yaydı. Fakat Ortadoğu'da Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan dengesizlik hali, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan savaşlar coğrafyası olması durumunun sıklet merkezi 1979 İran İslam Devrimi'nin sonrasında bölgenin doğusuna kaydı ve dünya tarihinin en kanlı savaşlarından olan İran-Irak savaşı 1980'de patlak verdi ve 1988'e kadar sürdü. Ortadoğu'nun Akdeniz'e bakan cephesi İsrail-Filistin ekseni üzerinde olan durum, bu sefer bölgenin doğusuna doğru, Irak-İran cephesine ve Körfez’e doğru kaydı. O kayışla birlikte Birinci Dünya Savaşı sonrası üstü örtülmüş olan Kürt sorunu kendini gösterdi.
Türkiye'nin de Cumhuriyetin kuruluşundan beri üstesinden gelemediği, aşamadığı Kürt sorunu var. Bu Ortadoğu'daki gelişmelerden bağımsız olarak yol alabilir bir sorun değil.
İran-Irak savaşı ile birlikte Irak'ta 1961'de başlayan Kürt isyanı, yeni bir süreç kazandı. O jeopolitik kaymanın sonucu olarak 20'nci yüzyılın sonraları ve 21'inci yüzyılın en başlarında, 2003 yılında patlak veren Amerika'nın Irak işgali, orada öteden beri süre gelen Kürdistan Federe Bölgesi'nin anayasal ve hukuki konum kazanarak ortaya çıkması; arkasından Suriye'deki gelişmeler ve Suriye'de de 2011 sonrasında ülkenin aldığı yeni şekille, Rojava'da bir fiili Kürt özyönetim bölgesinin oluşması, daha da farklı bir tabloyu ve bütün bunlarla Kürt unsurunun Ortadoğu'da önemli bir aktör olarak sahneye çıkmasını sağladı. Bunu unutmamak gerekiyor, dünyadaki toplam Kürtlerin en az yarısı Türkiye topraklarında yaşıyor. Dolayısıyla Türkiye'nin de Cumhuriyetin kuruluşundan beri üstesinden gelemediği, aşamadığı Kürt sorunu var. Bu Ortadoğu'daki gelişmelerden bağımsız olarak yol alabilir bir sorun değil.
Kürt unsurunun Ortadoğu’da önemli bir aktör olduğunu söylediniz. Mezopotamya Ekspresi’ne bindikten sonra Kürtlerle, Kürt sorunuyla tanıştınız, bu konuda önemli çalışmalarınız da var. Kürtlerle tanıştığınız günden bugüne, Kürt sorunu nasıl bir aşamaya geldi?
Ortadoğu coğrafyası 400 yıl değişmeyen bir coğrafya olarak vardı. Kürtler sınırlar arasında bölünmemiş bir topluluk olarak yaşıyorlardı. Ortadoğu coğrafyası önce Birinci Dünya Savaşı, sonra İkinci Dünya Savaşı sonrasında, en son da 1989 Soğuk Savaş sonrasında 2003'teki Irak'taki gelişmelerle yeni bir şekil kazandı. Kürtlerin bir bölümünün Irak'ta anayasal haklarla bir Federe Kurdistan yapısı olarak ortaya çıkması, Rojava'da fiilen bir özyönetimin oluşmuş olması, ister istemez bunlara bitişik olan, daha önce zaten aynı egemenlik alanlarında birlikte yaşamış olan Kürtlerin en büyük parçasının oluştuğu Türkiye Kürtleri açısından da birebir onların durumunu ilgilendiren konu haline geldi. Türkiye'nin Kürt sorunu da Suriye'deki gelişmelerle birlikte boyutları gelişmiş ve daha da karmaşıklaşmış bir sorun halini aldı. Bundan 3 yıl önce İngilizce yayınlanmış olan kitabımda altını kalın harflerle çizdiğim “Artık Türkiye'nin Kürt sorunu yok. Suriye'deki Kürt sorunu da Türkiye'nin Kürt sorununa entegre bir hal aldı” interaktif bir şekilde karşılıklı etkileşim var.
Bugün Türkiye sadece Kürt sorununun değil, bölgesel Kürt sorununun bir tarafı haline geldi. Türkiye, Suriye ve Irak'taki gelişmelerden bağımsız olarak Kürt sorununa ilişkin herhangi bir konuyu konuşamayız.
Bugün Türkiye sadece Kürt sorununun değil, bölgesel Kürt sorununun bir tarafı haline geldi. O yüzden bölge öyle bir şekil aldı ki, Türkiye, Suriye ve Irak'taki gelişmelerden bağımsız olarak Kürt sorununa ilişkin herhangi bir konuyu konuşamayız. ‘Eski Osmanlı’nın Musul vilayetinin Kürtleri ayrıdır, bizdekiler ayrıdır, her koyun kendi bacağından asılır, her bir sorun kendi ülkesi içindedir’ diyemeyiz artık. Dolayısıyla Türkiye'de Kürt sorunu diyeceksek, bugün Irak'taki, Suriye'deki gelişmelerden ve oradaki Kürtlerin durumu da buradaki gelişmelerden etkilenmeden devamı mümkün değildir. Ve bu bize 2023 yılına geldiğimizde, çok daha karmaşık, daha kaotik bölge tablosu, Türkiye gündemi ve fotoğrafı ortaya çıkarmış durumdadır. Kaotik, karmaşık bir fotoğraf derken, aynı anda da Ortadoğu'nun zemininin çok kaygan olduğunu, sabit olmadığını, değişmeye uygun, yerinde durmayan özelliklerinin olduğunu bir şekilde söylemiş oluyorum.
Türkiye, Irak ve Suriye ile sınırlı mı, yoksa uluslararası güçlerin sorumluluğu var mı? Kim çekti bu fotoğrafı?
Uluslararası güç, bölgesel güç merkezlerinin bu sorunla ilişkileri de bu yer kabuğunun depremden sonraki artçı şokları gibi, coğrafyada uluslararası güçlerde değişken konumda. En basitinden Türkiye bir NATO ülkesi; NATO denen batının kolektif güvenlik sisteminin bir mensubu. Bunun patron ülkesi ABD. Türkiye ile Amerika'nın bakış açılarının, çıkarlarının, güvenlik anlayışının ortak olması gerekiyordu. Bu bölgenin kaygan gelişmeleri öyle bir yön aldı ki, Rojava'da belkemiğini Suriye Kürt unsurunun oluşturduğu Kürt özyönetim bölgesi, Amerika’nın silahlı güvencesi altında ve Amerika'nın da askeri ortaklığı üzerinden devam edebilir durumda. Bu, Türkiye'deki rejimi, Türkiye'yi yönetenleri çıldırtan bir unsur.
Türkiye’yi çıldırtan faktörler nedir, nelere yol açıyor?
Çünkü NATO müttefiki olarak bildiği, NATO'nun patronu olarak gördüğü bir ülke, şu anda Suriye'deki özyönetimin güvenlik şemsiyesini oluşturuyor. Türkiye oradaki durumu kendi Kürt sorunu nedeniyle varoluşsal bir neden olarak görüyor. İki de bir sözü edilen “Beka” sorunu var. Nerede beka sorunu vardır. Suriye'deki Kürtler Türkiye'yi mi tehdit ediyor? Böyle bir durum yok. Beka sorunu nereden kaynaklanıyor, aslında Türkiye'deki rejimde açıkça söylemeden, Türkiye Kürtleri ile Suriye Kürtlerinin iç içe olmasını bir anlamda ifade etmiş oluyor. Eğer Suriye Kürtleri ile ilgili bir gelişme varsa, bu bizi birebir ilgilendirir, hele o Suriye'de bizim itiraz ettiğimiz, görmek istemediğimiz yapılanma Amerika güvenlik şemsiyesi altında ise, bu beni ileride sıkıntıya sokar diye, Türk- Amerika ilişkilerini tehlikeye sokuyor. Şimdi Türk-Amerika ilişkileri iyi bir halde değil.
Söz konusu Kürtler olunca Suriye’de kartlar sürekli yeniden dağıtılıyor, gelinen aşamada 5 benzemez haline dönüştü. Suriye özelinde bakacak olursak, kaygan bir zeminde sürekli değişen ortaklıklar Ortadoğu’da nasıl bir tablo oluşturdu?
Bu kaygan coğrafya tıpkı yerel aktörlerin konumu gibi, uluslararası aktörler ve bölgesel güçlerin pozisyonları da değişebiliyor. İnanılmaz derece de karışık. Ortadoğu'daki gelişmeleri, Kürtlerle ilgili gelişmeleri o nedenle ancak sürekli video çekerek anlayabilirsiniz.
Erdoğan rejimi hava savunma sistemi olarak batının ve NATO'nun sisteminin tam zıttı olan, ona karşı ayarlanmış olan Rusya'dan S-400 füzelerini aldı. Bu arada Suriye'ye 3 kere askeri müdahale oldu. Türkiye'nin kontrol ettiği İdlib vilayeti haricinde orada Heyet-i Tahrir El-Şam yani El Nusra, El Kaide'nin bir yönetimi orayı Türkiye'nin askeri güvencesi altında yönetiyor. Bunun dışında Türkiye'nin doğrudan idari olarak konumlandığı, kendi parasını dolaşım aracı olarak harekete geçirdiği 3 bölgesi var. Bu 3 bölgenin bir bölümünde en son 2021'de Telebyad'a, Serekaniyê'ye yönelik askeri harekâtta sınır güvenliğinde Rusya ile Türkiye askeri unsurları orada devriye geziyor. Bir kaç kilometre aşağıda YPG ile koordinasyon halinde olan Amerikan Askeri Komutanlık unsurları var. Peki, Türkiye’nin Amerika ile NATO'da ittifakı devam ediyor mu? Evet, ediyor. Peki, Amerika, Suriye'de Türkiye ile mi hareket ediyor. Hayır. Kuzey ve Doğu Suriye ile hareket ediyor. Kim o? Kürtler. Türkiye kiminle iş tutuyor Suriye'de, Rusya ile, aynı Rusya orada kimi koruyor. Suriye'deki Beşer Esad rejimini koruyor. Türkiye'nin Beşer Esad rejimi ile ilişkisi var mı? Hayır. Türkiye o rejime karşı olan selefi grupları desteklediği için, şimdi o rejimle tekrar diyalog kurmaya çalışıyor. Niye kurmaya çalışıyor; “Kürt özyönetim bölgesini nasıl ortadan kaldırırım” diye.
İran'da en son Dêrazor’da Arap aşiretleri kışkırtarak, bel kemiğini Kürtlerin oluşturduğu yeni yapıyı çatlatmayla uğraştı. Türkiye bir yandan İran ile rekabet ediyor, bir yandan Dêrazor’dakinin İran olduğunu dünya alem bilirken, Türkiye'nin Dışişleri Bakanı birden bire oradaki Arap aşiretlerin altını çizip, Kürt oluşumuna saldıran ifadelerle açıklama yaptı. Tam bir kaos manzarası. Amerika- Kürtler- Suriye bir tarafta, Türkiye-Rusya başka bir tarafta, Rusya-rejim başka bir tarafta, İran-rejim bir tarafta. Bazen bunların yolları kesişiyorlar, bazen ayrılıyorlar. Bunun fotoğrafını çekemezsiniz, ancak videosunu çekersiniz. Çünkü olaylar, gelişmeler akıyor ve hiçbir şey sabit durmuyor. O anlamda da sorunun özüne dönersek, dünyadaki büyük ve bölgesel güçler (Türkiye-İran), daha alt planda da Rusya'yı toplayarak yerel aktörlerle buluşturduğunuzda, 2 yılda, 6 ayda, ayda bir, hatta her haftada bir değişen ittifaklar, ilişkiler, ortaklıklar ve yeni siyasi denklemler, durumlar görüyorsunuz. Bu kaygan coğrafya tıpkı yerel aktörlerin konumu gibi, uluslararası aktörler ve bölgesel güçlerin pozisyonları da değişebiliyor. İnanılmaz derece de karışık. Ortadoğu'daki gelişmeleri, Kürtlerle ilgili gelişmeleri o nedenle ancak sürekli video çekerek anlayabilirsiniz.
Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde karmaşık hale gelen Ortadoğu’da sabit bir unsur yok mu?
Burada tek bir sabit unsur var; o da Türkiye'nin anti-Kürt politikası. Kürtlerin her türlü statüsünü Türkiye rejiminin istemiyor olmasıdır. Hem Suriye'ye yönelik hem Irak'a yönelik politikası hem kendi içindeki politikasını Kürtlerin statü sahibi olmamasını önceleyen bir politika gütmesidir. Bu da Kürtlerin de işini zorlaştırıyor ama Türkiye'nin işini de zorlaştırıyor. Bu sabit politika ne zaman değişirse, Türkiye rejimi Kürtleri bir hasım, bir sorun tarafı olarak değil, kendi ülkesinin ayrılmaz bir parçası, hak sahibi vatandaşları olarak görürse, değiştirirse, o zaman farklı bir bölge tablosunu da görmeye başlarız. Türkiye, Kürtlere ilişkin sabit durumundan çıkarsa, Kürtlerin statüsünü sindirecek bir yönelime kendisini sokarsa, o zaman tüm Ortadoğu siyasi dengeleri de Kürtler ve Türkiye'nin kendi lehine etkilenmiş olur.
Ortadoğu’nun doğasına aykırı manzara oluşturan ulus devletlerin bu politikaları ne kadar sürdürülebilir? Ulus devletin yarattığı krizlerin çözümü nedir?
Irak ve Suriye özelinde baktığınızda, Ortadoğu'da ulus devlet yapısının ortadan kalktığını ortaya koyuyor. Burada 1923'te kurulmuş olan Cumhuriyetin kuruluş felsefesine ve 19'uncu yüzyılda kurulmuş olan ulus devlet modeline uygun bir esas ulus devlet var, o da Türkiye.
Ulus devlet 1978 Fransız Devrimi'nin ürünüdür. 19'uncu yüzyılda Avrupa'da kendisini bulmuştur. Önce 1870'te Alman Milli Birliği’nin kurulup, Alman Ulus devletinde ortaya çıkan, daha sonra İtalyan Milli Birliği'nin kurulması daha sonra da etnisite temelli olarak ulus devletler Avrupa'da oluştu. Avrupa, her yere kendi merkezini empoze etmeye kalktı. Ortadoğu'da da Osmanlı Devleti’nin dağılmasından sonra İngiliz ve Fransızlar arasında bölüşüldüğü zaman kendi ulus devlet tecrübelerine uygun bir şekilde ulus devletlerin kurulmasını sağladılar. Bölgenin beşeri özelliklerine, kültürüne ve tarihi geleneklerine uymayan bu yapılar zaman içinde çözüldüler. Ne oldular; Irak'ta Saddam rejiminin dış müdahaleyle (Amerika) çökmesinden sonra federe bir Irak var. Fakat Bağdat'taki merkez orası federe değilmiş gibi davranıyor. Kürtler fiilen kendilerini Irak'a ait saymıyorlar. Fakat Irak bünyesi içinde federe bir birim olarak duruyorlar ama oradaki Kürtlerin orada durması, Almanya'nın, Amerika'nın federalliği gibi de değil. Uyumsuz bir durum var. Irak dosyası kapanmış değil.
Suriye dersen, Suriye bugün ortada yok. Fakat haritada değişmedi. Şam rejimi yine Suriye'yi temsil ediyor. Şam'daki rejimin Suriye topraklarındaki kontrolü, Suriye'nin 4'te 1'i bile değil. Kürtlerin yüzde 40'ına yakın, neredeyse 3'te 1'ine ait yeri özyönetim halinde devam ettiriyorlar. Irak ve Suriye özelinde baktığınızda, Ortadoğu'da ulus devlet yapısının ortadan kalktığını ortaya koyuyor. Burada 1923'te kurulmuş olan Cumhuriyetin kuruluş felsefesine ve 19'uncu yüzyılda kurulmuş olan ulus devlet modeline uygun bir esas ulus devlet var, o da Türkiye. Fakat saha 1923 Türkiye Cumhuriyeti felsefesinin kuruluşunu uygulanmasına tamamıyla uygun. Bunun yerini neyin alması gerektiğine dair görüşler Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Konfederalizm gibi çözüm önerileri var, fakat şu anda onlar uygulama aşamasında değil.
Türkiye’de ulus devlet çıkmazı nelere yol açar, bu ısrardan vazgeçilirse nasıl bir değişiklik olur?
Fiili durum itibariyle bölgenin kendisine baktığınız zaman, Türkiye zaten kendi ulus devlet modelini dayattığı için Suriye'de asker barındırıyor. Türkiye, Kürt sorununu çözmek yerine, ezmeye çalışıyor. Türkiye ulus devlet formatını kendi içinde askeri yöntemlerle bastırarak, uygulamak için devam ettirmeye çalışıyor. Suriye'deki ulus devlet iflasını, oraya askeri müdahaleyle önlemeye çalışıyor. Yarın bir gün Irak'ta da “Bir çaresine bakarız, oradaki Kürt devletini de kaldırmanın yolunu ararız” diye düşünüyor. Böyle bir tarihi dönemdeyiz. Türkiye kendi paradigmasını yenilemediği sürece, 19'uncu yüzyıl ulus devlet modelini kendine uygulamaya devam edip, hem de bölgede uygulamaya çalışmayı bırakmadığı sürece, bu bölge sıkıntılı bir bölge olacak. Bu da ne Kürtlerin işine yarar ne de Türkiye'nin işine yarar. Türkiye şayet dönüşüme ve değişime uğrarsa, Kürtler rahatlar. Kürtler rahatlarsa, Türkiye rahatlar. Suriye'de, Irak'ta Kürtler için iyi olanın Türkiye içinde iyi olduğunu, Türkiye'nin idrak etmesi lazım. Kürtler biziz duygusunu Türkiye benimsediği ölçüde, bunu yürürlüğe koyduğu ölçüde, Ortadoğu'da olağanüstü bir tarihi değişiklik olur. Türkiye'nin kendisi de Kürtler de rahatlar.
“Kürtler rahatlarsa, Türkiye rahatlar” dediniz, ancak Kürt sorununda çözümü savaş politikalarında arayan bir devlet aklı var. Kürtlerin de Türkiye’nin de rahatlaması için çözüm nedir?
Öcalan ne yapıyor, ne ediyor, ne düşünüyor, ne yiyor, ne içiyor, kimsenin haberi yok! Ne oldu? Çözdük mü sorunu? Hayır. Tam tersi Kürt sorunu kangren haline getiriliyor.
En önemlisi zihniyet. Şu anda biz Türkiye'de 2015'ten başlayarak, 2016'dan beri çok güçlü bir ivme kazanan anti Kürt ve Türk milliyetçiliği politikasını, bunun dış politikasını, güvenlik politikasını görüyoruz. Türkiye'de bir ara herkeste umutlar uyandıran “Çözüm Süreci” vardı. Eksikti, yanlışlıkları vardı ama temel bir doğru yanı vardı; o da sorunun çözümünün Abdullah Öcalan'ın üzerinde inşa edilmesiydi. Abdullah Öcalan'ın tarihi nitelikteki 2013 Newroz mektubu okundu. O tarihi metin milyonlarca insanda “Bu iş galiba çözülecek” diye büyük umutlara yol açtı. Fakat birçok nedenden dolayı o süreç bitti. O süreç bittikten sonra, onun yerini askeri çözüm çabaları aldı. Baskı, zulüm, yasaklama, savaş, kayyım rejimi yeniden geldi. İki de bir Rojava'da askeri operasyon hesapları var. Drone saldırıları var. Ve en önemlisi 2 yıldır Abdullah Öcalan ne yapıyor, ne ediyor, ne düşünüyor, ne yiyor, ne içiyor, kimsenin haberi yok! Tecrit politikası başladı. Bütün bunlar birbirine bağlı şeyler. Her Allah'ın günü Rojava'ya yönelik drone saldırılarıyla, buradaki kayyım rejimi ile İmralı'daki tecrit birbiri ile ilişkili şeyler. Ne oldu? Çözdük mü sorunu? Hayır. Tam tersi Kürt sorunu kangren haline getiriliyor.
Hâlbuki biz doğru bir şekilde Abdullah Öcalan üzerinden inşa edilmiş olan Çözüm Süreci'ni yanlışlıklarından arındırarak tekrar canlandırırsak, bu sorunun şiddetten arındırılarak, barışçıl yöntemlerle, diyalog, müzakere ile sabırla çözülmesine dönük yol alırsak, herkes rahatlar. 24-48 saat içinde çözülmez ama tekrar umutlar canlanır. Çözüm diyalogdan, silahlardan uzaklaşmaktan, dronesiz bir hayattan geçer. İmralı'dan tecridin kaldırılmasından geçer. İfade özgürlüğünden geçer. Silahlarla barışa varamayız. Silahlarla bir dönem durumu kontrol altına aldığını sanırsın ama bir yerden patlar. Çözemezsin. Bu ülkede Şeyh Sait isyanı oldu, Ağrı Dağı isyanı oldu. Dersim isyanı ve Dersim Tertelesi oldu. 1938'de bitti ama yine başladı. Demek ki bitmemiş. Demek bu işler böyle bitmiyor. Ara veriyorsunuz, nefes alıyorsunuz. 10-15 sene sonra çok daha kapsamlı başlıyor.
Çözüm için İmralı’ya işaret ettiniz ancak kapılar 30 aydır kapalı, Abdullah Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alınamıyor. Abdullah Öcalan ile diyalog nasıl bir süreç başlatır, İmralı tecrit sistemi nasıl bir engel oluşturuyor?
Ben tecridi bölgede uygulanan kayyım rejiminden, Rojava'ya her Allah'ın günü yapılan drone saldırılarından, Rojava'nın neresine hangi büyüklükte askeri operasyon yapacağız planlamasından, yurtdışında gidip bu işi nasıl askeri yollarla bastırırız diye diğer hükümetlerle müzakere yollarından ayırt ederek, kendi başına görmüyorum. Bu politikanın en simge noktası O’dur zaten. Bütün bunlar yapılırken, İmralı'da da tecrit uygulanıyor. İmralı'da tecrit rejimini kaldıracaksınız, siz o zaman konuşmaya başlamaya niyet ediyorsunuz demektir. O zaman da kayyım rejimi uygulayamazsınız. Kayyım rejimi dediğiniz bu halkın iradesini yok saymak demektir. O anlamda İmralı'dan haber alınamaması ve İmralı'da tecrit uygulamakla Diyarbakır'da, Mardin'de, Van'da her yerde kayyım rejimi uygulamak, aynı politikanın parçalarıdır. İmralı'da tecrit kalkacaksa ki kalkmalıdır, o zaman şunu anlayacağız: Burada da kayyım rejimi kalkacaktır, Rojava’ya her Allah’ın günü saldırı planları yapılmaktan vazgeçilecek demektir. Hepsinin sembol noktası olarak İmralı'da tecrit rejimi derinleştiriliyor.
Öcalan'ın sesi duyulursa, konuşmaya başlarsa, işler çokta barışçıl bir rotaya, diyaloga, konuşmaya, birbirimizi anlama çabasına, çözüm yönteminin araştırılmasına ve bulunmasına doğru gidecek demektir.
Yakın geçmişten bakarak hareket edersek; Türkiye'de milyonlarca insanda umut yaratan barış süreci Öcalan nedeniyle mi bozuldu? Öcalan savaşa devam edin talimatı mı verdi? Tam tersine Newroz metnini açıp okuyun, “Bu iş bitti” dedi. Hatta bu işin bittiğini simgelemek için gerillaların Türkiye sınırları dışına çıkması talimatı verdi. Ondan sonra da sürekli barış nasıl sağlanır, hangi kanunları çıkarmak gerekir? Nasıl bir mutabakat metni hazırlamak gerekir? Bunları söyledi. Türkiye'de büyük umutlar uyandırmış Barış Süreci, Öcalan'dan bağımsız, hatta Öcalan'ı ihlal ederek yapılan birtakım uygulamalar nedeniyle bitti. O nedenle Öcalan'ın yakın geçmişteki bütün konuşmalarına baktığınız zaman, çok önemli bir diyalog ve barış şansı olarak görülmesi gerektiğini ve bugün konuşmaya başlarsa da Türkiye'de barışın önünü açacak düşünceleri gündeme getireceğini kuvvetle tahmin ediyorum. Ve bana sorarsanız, Öcalan'ın sesi duyulursa, konuşmaya başlarsa, işler çokta barışçıl bir rotaya, diyaloga, konuşmaya, birbirimizi anlama çabasına, çözüm yönteminin araştırılmasına ve bulunmasına doğru gidecek demektir. O yüzden diyorum ki, Öcalan'ı tecrit etmek ve konuşturmamak, sesini duyulmamasını sağlamak demek; Türkiye'de savaş politikasını devamını istemek demektir.
Eğer devlet Öcalan'ı susturmak isteyerek, ne düşündüğünü, ne söylemek istediği duyulmasın istiyorsa, demek ki devletimiz savaş ortamının devamını istiyor. Bundan yararlanıyor demektir. Ben de diyorum ki bu Türkiye'nin yararına değildir. Türkiye'nin çıkarına değil. Sadece Kürtlerin değil, Türkiye'nin, Türk halkının da çıkarına değil. Dolayısıyla devletimiz bu politikayı değiştirmelidir. Savaş politikasında Türkiye'nin varacağı bir nokta yok. Sadece Türkiye'yi sıkıntıya sokar, yorar, içinden kanatır ve krizi sürekli hale, kangren hale getirir. O nedenle bu meseleyi çözmemiz, barışı aramamız gerekiyor. Onun için konuşmamız gerekiyor. Bu meselenin en önemli aktörlerinden biri olan Abdullah Öcalan'ın sesini, ne düşündüğünü duymamız lazım. Biliyorum, barış isteyecek, çözüm, diyalog isteyecek. Nereden biliyorsun diyeceksin, yakın geçmişte öyle yaptığı için biliyoruz. Aklı başında insanlar varken, bu işi çözebilecek aktörler hayattayken, oturalım, konuşalım, çözelim. Türkiye’de her bakımdan Kürt sorununun bu çözülmemişlik hali, ülke ekonomisi ve insanların tümünün belini büken bir durumdur. Bu yüzden barıştan, diyalog çabasından vazgeçmemek gerekiyor.
MA / Müjdat Can