AMED - "Pişman mısın?" sorusuyla 27 yaşında tutuklanan ve 57 yaşında "Pişman mısın?" sorusuyla cezaevinden çıkan Murat Aslanoğlu, “Mazlum Doğanlar, Kemal Pirler, Hayri Durmuşlar, kızıl yıldızımız Ali Çiçekler ve bütün cezaevi şehitleri, cezaevlerini yaşanılır kıldılar" dedi.
Kürt’ün inkar ve imhası üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, devlet aklının gözaltı, tutuklama, göç ve iskan politikalarıyla yüzüncü yılına girdi. Cumhuriyetin kuruluşunda kimliğinin inkar edilmesiyle idam sehpasında yok edilmek istenen Kürtler, aynı politikanın bir tezahürüyle bugün işkence tezgahlarından geçirildikten sonra uzun yıllar cezaevlerinde tutuluyor. Özgürlük talep ettikleri için iki metrekarelik hücrelere konulan binlerce kişiye, 30 yıldır “Pişman mısın?” diye soruluyor.
Amed’in Rezan (Bağlar) ilçesinde gözaltına alınan Murat Aslanoğlu, 27 yaşında girdiği cezaevinden 57 yaşında çıktı. Tutuklandığında “Pişman mısın?” diye sorulan Aslanoğlu’na, 30 yıl sonra tahliye edildiğinde de aynı soru soruldu. 1993 yılında gözaltına alınan Aslanoğlu, işkence tezgahlarından geçirildikten sonra çıkarıldığı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından tutuklandı. 30 yıl müebbet hapis cezası verilen Aslanoğlu, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde de işkencelere maruz kaldı, en yakın arkadaşlarını bu işkencelerde kaybetti. Aslanoğlu, 30 yıl boyunca Amed, Amasya, İzmir, Çewlîg, Karaman ve Agirî’de bulunan cezaevlerine sürgün edildi. Üniversite mezunu 7 arkadaşının içinde tek okur-yazar olmayan Aslanoğlu, mahkeme heyetinin “Seni kandırmışlar, pişman ol seni çıkaralım” sözlerine karşılık, cezaevinde üniversiteyi bitirdi. Cezaevine ilk götürülme aşamasında ve son tahliyesinde sorulan “Pişman mısın” sorusuna 30 yıllık direnişiyle cevap veren Aslanoğlu, devletin 30 yıldır bu soruda takılı kaldığını belirtti.
30 yıl sonra memleketi Amed’e dönen Aslanoğlu ile gözaltı, tutuklanma ve 30 yıllık cezaevi yaşamını konuştuk.
30 yıl sonra tekrar doğup büyüdüğünüz topraklardasınız, neler hissediyorsunuz? 30 yıl sonra nasıl gördünüz?
Öncelikle bu kadim şehirde buluşmamıza vesile olan sebep ve nedenler bir tarafa, zindanların sesini halkımıza duyurmanın sevinci içindeyim. 90’lı yıllarda devletin her yönüyle halkımıza, devrimci güçlere karşı yönelimleri çok acımasızcaydı. Bir tarafta sebepsizce, nedensizce yapılan gözaltındaki işkenceler, öldürülmeler, diğer yandan kadınlara ve çocuklara yapılan acımasız saldırılar… Bunlar o sürede bütün medyaya yansıdı. Bizler o sürecin gençlik hareketi olarak, devrimci duygularla Kürtlüğümüzle tanıştık, kendimizi tanıdığımız bir süreç oldu. Bu süreçte kendimizi geri tutmamız, kaçmamız mümkün değildi. O süreçte Kürtlük duygusunun gelişmesiyle birlikte yaptığımız demokratik eylemler, mitinglere gitmek ve sesimizi duyurmaktı.
Bu eylemlerden sonra neler oldu, gözaltı, tutuklanma süreçleriniz nasıl gelişti?
Bu süreçler devletin kolluk güçlerine çok ağır geldi. Bu ağır gelmenin de bedelini bize ödettiler. Bu süreçte yakalandık. Devletin bize yapmış olduğu tek suçlama, Kürt olmamızdı. Bunun ötesinde bir suçumuz yoktu. Gözaltına alındığımda 1993’ün Temmuz ayı başlarıydı, tam gün olarak hatırlamıyorum. Devletin başka kolluk gücü dediğimiz JİTEM yapılanmalarındaki gözaltı süreçleri kayda alınmaz. Fakat JİTEM sorguları ve işkenceleri bu toplumun, duyarlı basının, aydın kesimlerin hafızasında çok güçlüdür. Bir aylık polis sorgusu süreçleri kayıt altındadır. Bu süreçten sonra gece saat 24.00-02.00 arası çıkarıldığımız mahkeme tarafından direk tutuklama kararı verildi. Sorgu sürecinde bize işkence eden polislerin eskortluğu eşliğinde cezaevine götürüldük.
Kenan Evren darbesi döneminde 5 Nolu Cezaevi olan ve işkence uygulamalarıyla hafızalara kazınan Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde kaldınız. Neler yaşadınız, o süreç nasıl geçti?
Sayısız kitaplarda Diyarbakır E Tipi 5 No’lu’nun işkenceleri bütün insanlığın hafızasındadır. Bu hiçbir zaman hafızadan silinmedi, silinmeyecek de. Cezaevi girişinde kaba işkence tarzları yok ama psikolojik baskıları, gözdağları var. Daha giriş kapısında bu kendini gösteriyor. Yaşadığımız JİTEM sorgusu ve sonrasında cezaevindeki söylemler, ses tonlarının yükseltilmesi, oradaki bir hareket ve davranış sorgu süreçlerini tamamlar nitelikteydi. Kürt gençliği olarak bu süreçleri bildiğimizden kaynaklı aldırış etmedik. Arkadaşlarımızla karşılaşmamız, kucaklaşmamız, o sıcak ilgi bize yaklaşık 2 aylık işkence sürecini -o anda duygu anlamında- unutturdu. Tabi işkenceyi unutturmadı, sadece acıları bize unutturdu.
Kürtlerin ağır cezalara çarptırıldığı DGM’lerde yargılandınız. İşkencenin ardından bir gece yarısı çıkarıldığınız mahkeme süreci nasıl geçti?
Mahkemedeki bütün aileler, arkadaşlar zılgıt ve alkışlarla tepki gösterdiler. O anki alkış ve zılgıtlar, 30 yılın bir ilacı gibi oldu.
Bize ceza kararı nöbetçi mahkeme tarafından verildi. Gözaltına alındığımızda 7 arkadaştık, bu 7 arkadaş içerisinde en son ben çıkarıldım, her bir arkadaşımıza hemen tutuklama kararı verip gönderiyorlardı. Arkadaşlarımın içerisinde okuryazarlığı olmayan tek kişi bendim, diğer arkadaşlarım üniversite mezunuydu. Mahkeme heyetinin bana ilk sözü şu oldu, “Senin ne işin var bunların arasında. Seni kandırmışlar, senin okuma yazman yok.” Ağrıma giden bir söz oldu. Sonra “Gidebilirsin” dedi. Dışarı çıktığımda arkadaşlarıma anlattım. Bu ilk ve son söylenen söz oldu. Arkadaşlarım cezaevine gidince bu sorunu halledeceklerini söyledi. Bu sözlerinin üzerine ilk bir yılım okuma yazma üzerine geçti. Benim hedefim oldu, ya lise ya da üniversite terk duygusu oturdu kafamda. Kendime “Cezaevinden lise ya da üniversite terk olarak çıkacağım” dedim. Gerçekten de öyle oldu, iki yıllık Kamu Yönetimi kazandım. İlk sınavıma da girdim, darbe sürecinde de yarıda kaldı. “Seni kandırmışlar” söylemi üzerine böyle bir duygum oluştu. Mahkeme süreçlerinde savunmamızı yapan ben ve Şehit Rıdvan Bulut arkadaşımızdı. Rıdvan arkadaşımız 1996 Eylül’de cezaevine yönelimde 10 arkadaşla birlikte şehadete ulaştı. Rıdvan arkadaşın şahsında bütün şehit arkadaşları rahmetle anıyorum.
En son mahkememizde yalnız kalmanın ağır duygusunu yaşadım, diğer arkadaşlarım sürgün edilmişti. Hedefimiz o savunmayı Rıdvan arkadaşla birlikte yapmaktı. O savunmayı birlikte yapamadık, ben tek başıma o savunmayı yaptım. Yaparken de her satırında Rıdvan arkadaşı anarak o savunmayı yaptım. Devletin halkımıza yönelik asker gücüyle yapılan yönelimler nedeniyle bir savunma ihtiyacı duymuştum. Söz hakkı isteyince, mahkeme heyeti bana “Murat sabret sana söz hakkı vereceğim” dedi. Ama bana bir kâğıt ve kalem verdi. Israrla nedenini sorduk. Sonrasında kendi aralarındaki konuşmalarından sonra benden o kâğıda, “Ben kandırıldım” yazmamı ve imza atmamı, akabinde beni serbest bırakacağını söyledi. Biraz bekledikten sonra bütün arkadaşlarımın ismini yazacağımı ve bu şekilde hepimizi serbest bırakmalarını söyledim. “Olmaz” dedi, bende olmazsa buna imza atmayacağımı söyledim. Kâğıdı askere uzatmamla birlikte mahkemedeki bütün aileler, arkadaşlar zılgıt ve alkışlarla tepki gösterdiler. O anki alkış ve zılgıtları aslında bu 30 yılın bir ilacı gibi oldu. Ondan sonra bize o cezayı verdiler. DGM’de yargılandığımızdan dolayı siyasi tutsakların maddeleri nettir. 125’inci maddedir, bu madde idam cezasıdır. İdam cezasının 59’uncu maddesini uyguladılar. Bu da direk müebbettir.
30 yılda birçok cezaevine sürgün edildiniz. Dünden bugün cezaevleri sürekli baskılarla gündeme geliyor. Cezaevleri arasında bir fark var mıydı?
Bu 30 yılda 6 cezaevine sürgün edildim. Diyarbakır’da bir yıl kalmadım, sonrasında Amasya Cezaevine sürgün edildim. Amasya’da 7 buçuk yıl kaldım. Her cezaevinin fiziki mimari yapısı dışında kendi özgün yapıları var. Ama üç aşağı beş yukarı aynıdır. Hepsinin kendi yaklaşımı ve yönetim anlayışı var. Bir yerde aşırı kaba işkence sürerken, diğer yerlerde de bunun psikolojik savaşı sürüyor. Psikolojik olarak günlük ihtiyaçlar üzerinden sana işkence ediyorlar. Reviri, ilacı verme durumunu sana karşı kullanıyorlar. Günlük alman gereken bir ilacı aylara sarktırabiliyorlar. Ailelerimize yönelik baskılar da söz konusu oluyor, çıplak aramaya varan uygulamalar yapılıyor. Çıktığım güne kadar da bu psikolojik şiddet sürdü. İzmir F Tipi, Bingöl, Karaman, Patnos cezaevlerini gezdim. Hep sürgünlerle geçti.
30 yıllık süreçte dışarıda birçok gelişme yaşandı, en çok etkilendiğiniz, unutamadığınız ne oldu?
Çıplak bir tutsaktık, sadece irademizdi. İrademizle ortaya koyduğumuz açlık grevlerimizdi, eylemlerimiz, sloganlarımızdı.
İzmir F Tipi Cezaevi sürecinde, 1999’da, “Hayata Dönüş Operasyonu” yapıldı, büyük kayıpları oldu. Bunun özü “Hayattan yok ediş” operasyonuydu. Yüzlerce insanın kaybına sebep oldu, toplumun çok acı çektiği süreçlerdi. Bizlerin bu acılara sessiz kalması mümkün değildi. Bu acıları yüreğimizde yaşadık. O ateş bütün insanlığın vücudunda yanan ateşti, orada yanan bizdik. Ahlaki bir toplumun olması gerektiği gibi seyirci kalmamız mümkün değildi. Çıplak bir tutsaktık, bunun dışında hiçbir araç gerecimiz yoktu. Sadece irademizdi. İrademizle ortaya koyduğumuz açlık grevlerimizdi, eylemlerimiz, sloganlarımızdı. Devrimci kimlikten öte bu insan olmanın bir gereğidir. Topluma önerim, o süreci iyice okumaları, nasıl bir dönemden geçtiğimizi iyi anlamaları gerek.
İlk tutuklandığınız süreçteki cezaevleri ile son 20 yıllık süreçteki cezaevleri arasında nasıl bir fark gözlemliyorsunuz?
Çok büyük farklar var. Bu 20 yıllık süreç içerisinde cezaevi yaşamı çok daha ağırlaştı, hem kaba işkenceleriyle olsun, insanların katledilmesi olsun hem de psikolojik işkenceler olsun. Ölümden ve öldürülmeden de öte ağır bir psikolojik işkence yönelimleri var. Cezaevleri eskiden bir tek Adalet Bakanlığı ile yönetilirken, biraz daha mahkûmların hakları varken, bu 20 yıllık süreçte bunların tümü kaldırıldı. Tutsakların bütün haklarının elinden alındığı süreç yaşandı. 20 yıllık süreç önceki süreçleri çok ama çok aratır bir süreç oldu. Daha geçen günlerde de en son tahliye olduğum Patnos Cezaevi’nde siyasi kadın tutsaklara domuz bağıyla işkence yapıldı. Bunlar çok tehlikeli süreçlerdir. Fakat bunlar bu ülkenin siyasi yönetiminin bir gerçeğidir. Eskiden cezaevlerinde siyasi ve adli ayrımı yapılırdı, fakat bu süreçte adli ve siyasi tutsaklar ayrımı söz konusu değil. “Senin cezaevinde işkence görmen müstahaktır” anlayışı hakim. Bugünkü siyasi iktidara göre artık “işkence” vacip olarak görülüyor. Eskiden cezaevlerinde kanunlar, yasalar işliyordu, son 20 yıllık süre içerisinde cezaevleri adeta otonom cezaevlerine dönüştü. Adeta her cezaevi kendisinin bağlı olduğu bir bakanlık varmış gibi işletiliyor. Bağımsız bir şekilde birbirinden kopuk cezaevi yönetimleri uygulanıyor. Hiçbir şekilde sana yasal hak tanımıyorlar.
30 yıl boyunca sizi ayakta tutan ne oldu?
Mazlum Doğanlar, Kemal Pirler, Hayri Durmuşlar, kızıl yıldızımız Ali Çiçekler ve bütün cezaevi şehitleri, bu cezaevlerini bize yaşanılır kıldılar.
Kendimi tanımam oldu. Belki tuhaf gelebilir insanlara, “Dışarda insan kendini tanıyamaz mı?” diye. Cezaevleri öyle bir süreç ki insanları geçmişiyle yüzleştiriyor. Geçmişiyle yüzleşen insan geleceğini de kuran insandır. Biz geçmişimizle yüzleştik. Geçmişimizin içerisinde artı ve eksileriyle bütün yaşanmışlıklarımız var. Geçmişimizle yüzleşirken, orada çakılı kalmadık. Ne yaptığımızın bilinci gelişti, kim olduğumu, haklı olduğumu, bir Kürt bireyi olduğumu gördüm. Gelişen bilinçle birlikte aldığım güç, moral ve oradaki yoldaşlık ilişkileri, sıcak duygular bizi yürüttü. Mahkeme sürecindeki bir söyleme karşı tavrımız ve annelerin oradaki zılgıt ve alkışları, bizim ne kadar haklı olduğumuzun duygusunu verdi. Onlardan aldığımız güç ve destek, 30 yılın bir ilacı gibi geldi. Dışarıda hissetmiyorsun, derin bir yoğunlaşman olmuyor, çünkü sürekli bir hareket içerisindesin.
Cezaevi süreçleri derin yoğunlaşma fırsatı veriyor, derin duygulara sevk ediyor. Ne yaptığını ya da ne yapacağının bilincini sana veriyor. Bu süreçler sana cezaevlerini yatılır hale getiriyor. Eskiden “Cezaevleri yaşanılır yer değildir” deniliyordu. Mazlum Doğanlar, Kemal Pirler, Hayri Durmuşlar, kızıl yıldızımız Ali Çiçekler ve bütün cezaevi şehitleri, bu cezaevlerini bize yaşanılır kıldılar. Cezaevinden çıkan bütün arkadaşların adına rahatlıkla söyleyebilirim, “Bizde cezaevinde 30 yıl yatacağız kaygısı” hiç oluşmadı. Oluşmamasının sebep ve nedenleri cezaevini yaşanılır hale getiren diğer cezaevi direnişleridir.
İlk tutuklandığınızda da tahliye edildiğinizde de “Pişman mısın?” sorusuna cevabınız ne oldu?
30 yıl önce cezaevine girdiğimde, mahkeme sürecinde o soru bana soruldu ve tahliye gününden bir gün öncesinde de cezaevi bir prosedür olarak kabul edildiği için çıktığımda da psikoloğun sorduğu sorular içerisinde de oldu: Pişman mısın? Devlet hala bu “Pişman mısın?” kavramında kalmış. Hala o sözdedir. 30 yıllık bir sürecim oldu, girdiğimde ve çıktığımda karşılaştığım bir kelimeydi. Bu kelimeyi tekrarlıyorlar. Herhalde kendilerinin duyduğu bir pişmanlık olsa gerek ki kendi kafalarında artık bir şey olmuş. Son bir sözle bitireyim, Seyit Rıza’nın bir sözüdür, “Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim, bu bana dert oldu; ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.” Bu da bu devletin içinde bir derttir. Bu dertle kalacaklar.
Son olarak her gün cezaevlerinden işkence, baskı ve ölüm haberleri gelmeye devam ediyor, birebir bu işkence ve baskıları yaşamış biri olarak neler yapmalı?
Toplum tutsaklara sahip çıkmalıdır. Bu süreçlere sessiz kalmak, bunun devamının gelmesi ve bu süreçlere ortak olmak demektir.
Bu işkenceler insanlık dışı uygulamalardır. Toplum bu işkencelere asla duyarsız kalmamalıdır, cezaevindeki bütün tutsaklara sahip çıkmalıdır. Bu süreçlere sessiz kalmak, bunun devamının gelmesi ve bu süreçlere ortak olmak demektir. Bu artık sadece Kürtlerin de sorunu değil, bütün insanlığın sorunu, halkların sorunudur. Buradan toplumun bütün kesimlerine sesleniyorum, cezaevlerine sahip çıkın. Cezaevleri sahipsizlik duygusunun yaşandığı yerlerdir. Eğer bugün bir cezaevinde domuz bağı ile işkence ediliyorsa ve en temel hakları gasp ediliyorsa, sebebi biz dışardaki olan insanların duyarsızlığıdır. İnsanlar orada yalnızlık duygusunu yaşamamalı. Topyekûn cezaevindeki insanlara sahip çıkmalıyız. Kimin elinden ne geliyorsa, oturduğu yerde dahi tepkisini dile getirmelidir. Cezaevleri artık bir devlet aklıyla yönetilmiyor. Cezaevlerinde siyasi saiklik var. Siyasi saikliğin yaşandığı bir yerde de sonuçlarının en bariz örneği Patnos’ta yaşanandır. Bir aydır dışarıdayım, fakat bedenim dışarıda da olsa, bütün benliğim, yüreğim cezaevindeki yoldaşlarımın yanındadır. Cezaevinde yaşayan biri olarak bu feryadımı dile getiriyorum. Cezaevlerine sahip çıkalım.
MA / Eylem Akdağ - Bazid Evren