ANKARA - Türkiye’de milyonlarca çocuğun “dil yarası” ile okullardan mezun olduğunu belirten Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul, “Bu konular ülkemizde tartışılamıyor; hep politik sonuçları ön plana çıkarılıyor. Yurttaşların anadilinde eğitim talebi dikkate alınmıyor” dedi.
2023-2024 eğitim ve öğretim yılı, bir kez daha sorunlarla başlarken, imamların okullara tayininden kayıt parası skandallarına kadar bir dizi tartışma halen sürüyor. Eğitim Sen Genel Başkanı Prof. Nejla Kurul, yeni eğitim ve öğretim yılına girerken, halen Sincan 2 nolu F Tipi Cezaevi'nde tutulan Mezopotamya Ajansı (MA) Editörü Sedat Yılmaz'ın sorularını yanıtladı.
Yeni eğitim ve öğretim yılı başlayacak. Yeni Milli Eğitim Bakanı'ndan başlayalım. Ne bekliyorsunuz?
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin AKP-MHP ve dinci küçük partilerin ittifakı içinden çıkarılmış bir isim. Milli Eğitim Bakanı, bu partilerin iktidar oldukları 21 yıl içinde MEB içinde önemli konumlarda görev yapmış, yaklaşık 5 yıl müsteşar konumunda bulunmuştu. Yusuf Tekin aynı zamanda rektör olmak için kendine durumuna uygun yasal düzenleme yaptıran, üniversitede yaptığı görevlerle ve içinde yer aldığı siyasal ağlarla Milli Eğitim Bakanlığına bu kez bakan olarak güçlenerek dönen bir akademisyen ve bürokrat. Göreve gelir gelmez, yaptığı açıklamalarla bir yerlerden alkış aldı ancak konuşmaları halen eleştiriliyor.
Eğitim alanında deneyimli olmasına karşın resmi açıklamalarında anlıyoruz ki, eğitim bilimlerine uzak! Karma eğitimi tartışmaya açarak, kendilerine yaraşır giyinmedikleri varsayımı ile öğretmenlere önlük giydirmeyi “teşvik ederek”, yaz aylarında öğretim programlarını, dolayısıyla haftalık ders çizelgelerini, 4+4+4 düzenlemesine benzer biçimde radikal biçimde değiştirerek zorunlu din (zorunlu seçmeli) derslerini birden ikiye çıkaran bir kişi. Okullardaki çocukları ve gençleri Diyanet İşleri Başkanlığı Gençlik Merkezlerine, oradan da büyük bir olasılıkla dinci vakıf ve derneklerle buluşturmaya aracılık eden ÇEDES Protokolünü okul dışı etkinlik olarak savunan bir akademisyen. Bu nitelikleriyle anlıyoruz ki Bakan Yusuf Tekin, kamusal, bilimsel, laik, parasız, demokratik, anadilinde eğitim sunan, cinsiyet eşitlikçi ve ekolojik bir eğitim için çaba göstermeyecek! Siyasal iktidarın dinci ve milliyetçi, ataerkil siyasetinin eğitim ayağını Diyanet İşleri Başkanlığı ile birlikte örmeye devam edecek! Grevsiz ve sahte toplu sözleşmeden çıkan 2024-2025 yılı maaş artış oranlarıyla da eğitim emekçilerinin de bu dönemde bu enflasyonist süreçte yüzü gülmeyecek!
Yüzümüzü güldürecek şeylerden en önemlisi demokratik eğitim mücadelesini yükselterek hem iktidara hem de eğitim kamuoyuna seslenmek, eğitimdeki karanlık gidişe, kuraklaşmaya bir son vermek! Bu da ancak toplumsal ve siyasal muhalefetin son seçimlerin yarattığı olumsuz siyasal iklimin etkisinden hızla çıkarak yeniden canlanmasıyla daha güçlü bir harekete dönüşebilir. Hepimizin yaşamı birbirine bağlı! Sadece gazetecilik yaptıkları için, sadece siyaset yaptıkları için cezaevinde haksız ve hukuksuz biçimde tutulan gazetecilerin, siyasetçilerin ve sivil toplum öncülerinin yaşamları ile otoriter Türkiye’nin yarı açık cezaevindeki yurttaşların yaşamları birbirine bağlı! Cesaretle konuşmalı, cesaretle itiraz etmeliyiz.
Yeni Milli Eğitim Bakanı ile birlikte cinsiyet ayrımcılığına dayalı eğitim sistemi yoğunluklu tartışma konusu oldu. Ne yapılmak isteniyor?
Eğitim sisteminde görece daha örtük olarak yaşanılan cinsiyet ayrımcılığı, son yıllarda koyulaşmış, daha karanlık, resmi konumlardaki kişilerin beyanları ile açıkça da ifade edilen bir niteliğe bürünmüştür.
Kız ve erkek öğrenciler, demokratik eğitim ortamlarında karma eğitim içinde aynı sırayı paylaşır, ödevlerini karma bir grup içinde yapabilir, karşı cinsten arkadaşı ile yolda yürüyebilir, bir kafede oturabilir. Cinsiyetin değil, insan olmaktan kaynaklanan güç ve yetilerin, arkadaşlığın öne çıktığı demokratik ilişki biçimleridir bunlar. Aslında yaşam böyledir, evler karmadır, okullar, hastaneler, sokaklar, vergi daireleri, bankalar, sahiller, parklar karmadır. Yaşam sonsuz çeşitliliği ile birlikte yol almayı gerektirir.
Siyasal İslamcı yapılar, din ve vicdan özgürlüğünü sadece kendileri için talep ederken diğer inançları, eşitliğe, adalete ve özgürlüğe inananları, insan, toplum ve doğadan yana bir yaşamı savunanları yok sayıyorlar. Böylece din ve vicdan özgürlüğü, iktidar nezdinde açık ayrımcılık yapma özgürlüğüne dönüşüyor. Cinsiyet ayrımcılığı da bunlardan birisidir. Eğitim sisteminde görece daha örtük olarak yaşanılan cinsiyet ayrımcılığı, son yıllarda koyulaşmış, daha karanlık, resmi konumlardaki kişilerin beyanları ile açıkça da ifade edilen bir niteliğe bürünmüştür.
Cinsiyet ayrımcı bakış, yaşamı toplumsal cinsiyet rollerine göre düzenlemek ister. Erkeklere atfettiği özelliklerle kızlara atfettikleri özellikler birbirinden farklıdır. Kız çocukları, cici, sakin, hiçbir şeye karışmayan, söz dinleyen, eve, aileye dönük, kendini özel alanlar için anne olma, eş olma, ev işleri, bakım emeği özellikleri ile sınırlandırılır. Bu durum yoğun işsizliğin yaşandığı bu günlerde kadınların istihdamdan ayrılmasını destekler. İnsan haklarına, kadın haklarına aykırı biçimde, işsizliği ve yoksulluğu yönetme politikasına dönüşür. Hâlihazırda hemen hemen üç kadından ikisi işgücü piyasasının dışındadır, bu kadınlar dört duvar arasında, görülmeyen, duyulmayan, sesi çıkmayan insanlar olarak bir hayat sürerler. Aile kutsiyeti ile şiddet bile görse susan, şikâyet etmeyen kadınlar “yuvayı yıkmayan kadınlar” olarak övülür. Boşanmak isteyen kadınlar en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürülüyorlar. Kadın cinayetleri artıyor. Boşanmak isteyen kadın sayısı da artıyor. İktidar bunu aile kurumunun çöküşü olarak algılarken kız çocuklarını da erkek istismarı ve şiddetinden sözde korumak adına kadını sessizliğe çağıran, itaat eden, erkeğin öfkesini tolere eden, sadece hizmet veren robotlara dönüştürmek istiyor.
Karma eğitim, kız ve erkek öğrencilerin karşılaşmalarından dolayı birbirini dinleme, anlama, ortaklaşma, dayanışma fırsatı verir. Bu süreç eşitlik ve farklılığa saygıyı geliştiren demokratik bir kültürü pekiştirir. Siyasal iktidarın gözde okulları olan İmam hatip ortaokulu ve liselerinde yaşam cinsiyet ayrımcılığı üzerine kurulu. Kızlar ve erkek öğrenciler ayrı sınıflarda eğitim görseler bile koridorlarda karşılaşıyorlar. Kız okulları ile erkek okullarını ayrı ayrı açma politikası, tüm okullarda yaygınlaştırmak isteniyor. Bu durum kızlar ve erkekler arasında saygı temelinde gelişen eşitlik anlayışına açıkça aykırı. Kız ve erkek çocukların ayrı eğitimi kadınlara yönelik şiddeti açıkça artırma potansiyeli taşır. Bu nedenle laiklik ve karma eğitim yaşamsaldır.
Belki de şu soruyu da sormak gerekiyor. Kamusal eğitim ne kadar kamusal? Ya da böylesi bir parasız eğitim kaldı mı?
Eğitimin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi, okulların özel bir şirket gibi çalışmaya teşvik edilmesi, okulların kamusal niteliğini yitirmesi çok ciddi bir sorun. "Türkiye’yi şirket gibi, patron talimatlarına göre yöneteceğiz" diyenler okullara da bu anlayışla yaklaşıyorlar. Okula kayıt sürecinde sözde ‘bağış’ ama fiilen kayıt parası alma uygulamaları zaten vergilerini ödeyen velileri zora sokuyor. Velilerden okulların sınav odaklı sistemde başarı (!) durumuna göre, 20 binden başlayarak 100 binleri aşan kayıt parası talepleri basına yansıyor. Kamu okulları böylece “özel okul” ya da piyasa benzeri bir etkinlik içine çekiliyor. Biz şunu soruyoruz, tüm yurttaşlar eşitse okullar arasında fiziksel ortam, sunulan sosyal, kültürel olanaklar, öğretmen nitelikleri neden birbirinden bu kadar farklı? Tüm çocukların eşdeğer bir eğitim görme olanağı varken neden ayrıştırmaya gidiliyor ve piyasaların acımasız koşullarına benzer koşullar devlet okullarında yaratılmak isteniyor?
Ayrıca devletin yükünü azaltmak gibi savunularla devletin kamusal alandan elini çekmesi, merkezi yönetim bütçesinden çok daha az kaynak ayrılarak kamusal eğitimin niteliğini düşürme, eğitimin dinsel kurallara göre düzenlenmesiyle emeğin orta katmanlarını özel okullara itme, özel okulun artan fiyatlarını karşılamak için velileri çok yüksek ücretlerle borçlandırmaya yönlendirmek, kamusal eğitimi bir çöküşe doğru iterek özel okullara geçiş hızlandırılmak isteniyor. Bu süreçten en çok emeği dışında bir şeyi olamayan mülksüzlerin çocukları olumsuz etkileniyor.
Yaşamakta olduğumuz ekonomik kriz çok derin ve yaygın. Bu durum yoksul ailelerde çocukların eğitimini nasıl etkiliyor?
Öğrenci yurtlarının yetersizlik zaten devasa bir sorun! Yeterli yurt olanağı sağlamayarak üniversite öğrencileri, özel yurtlara, özellikle dinci vakıf ve derneklerin işlettiği yurtlara yönlendiriliyorlar.
Bir adet renkli kuru kalem kutusunun fiyatı geçen yıl 35 lira iken şimdi 105 liraya çıkmış durumda. Eğitim emekçileri motive edici bir eğitim süreci için haklı olarak öğrencilerin rengârenk kırtasiye malzemelerine sahip olmalarını istiyorlar. Çocuklar ellerinde listelerle kırtasiye pazarına geliyorlar. Bir alışverişte asgari ücretli bir veli maaşının en az 2 bin lirasını bu aylarda önlük, çanta, kırtasiye malzemelerine ayırmak zorunda kalacak. İşsiz ve yoksul velileri, bir okul günü içinde bir bardak temiz suyu içmesini sağlayacak bir harçlığı öğrencinin cebine koyamayacak.
Kantinlerdeki ürünler bir yandan sağlıksız bir yan da çok pahalı. Bu nedenle öğrencilerimiz için okullarda temiz içme suyu ve bir öğün ücretsiz öğle yemeği uygulamasına okullarda mutlaka geçilmelidir. Bu gereksinme öğretmenler için de açıkça hissediliyor. Tam gün eğitim yapılan okullarda eğitim emekçileri hazır yiyeceklere yöneliyorlar. Sağlıklı, güvenli ve dengeli beslenme hem öğrenciler hem de öğretmenler için çok acil bir gereksinme.
Okula ulaşım sorunu da halen çözülmüş değil! Özellikle küçük yaş gruplarının okula ulaşımı ancak yüksek servis ücretleri ile piyasa koşullarında karşılanmaya çalışılıyor. Kamucu bir toplu taşım sistemine gereksinme var. Öğrenci yurtlarının yetersizlik zaten devasa bir sorun! Yeterli yurt olanağı sağlamayarak üniversite öğrencileri, özel yurtlara, özellikle dinci vakıf ve derneklerin işlettiği yurtlara yönlendiriliyorlar.
Yoksul ailelerin çocukları, yeterli su içemediği ve beslenemediği için derslerde başta baş ağrısı olmak üzere ciddi sorunlar yaşıyorlar. Dengeli beslenemedikleri için bedenleri çeşitli hastalıklara açık hale geliyor. Okullarda düşüp bayılan öğrencilerle karşılaşıyor üyelerimiz. Beslenme ve temiz içme suyu öğrencilerin birincil ve yaşamsal gereksinmesi! İyi bir öğrenme süreci için bu birincil gereksinme okullarda mutlaka karşılanmak zorunda! Bu yapılırsa öğrencilerin okula devamının artacağını ve okul terklerinin azalacağını düşünüyoruz.
Her geçen yıl özellikle "açık lise"lere geçiş artıyor. Söz konusu okullara geçişin sebebi nedir?
Yüzbinlerce çocuk açık ortaokullarda, bir buçuk milyonun üzerinde öğrenci ise açık öğretim liselerinde bulunuyor. Okul yüzü görmeden, okulun sağladığı sosyal ve kültürel etkileşimi yaşamadan, okul içi rehber öğretmenler ve diğer öğretmenlerinin desteği ile toplumsal öğrenme olanaklarına erişemeden mezun olacak bu çocuklar ve gençler.
Açık ortaokul ve liselere geçişin farklı toplumsal sınıfsal ve kültürel katmanlar açısından oldukça farklı nedenleri var. Çünkü kapitalizm ayrımlar, eşitsizlikler, hiyerarşiler yaratarak ilerleyen bir sistem ve kapitalist toplumsal sınıfsal piramidin en altındaki çocuklar yoksulluk ve sefaleti en çok yaşayan en kırılgan grup. Bu çocukların kimisi çalışmak zorunda; diğerleri ise anne ve babalarının ya da birlikte yaşadığı kişilerin çalışabilmesi için evdeki diğer kardeşlerin, yaşlıların bakımını sağlaması gerekiyor. Geleneksel muhafazakâr evlerde erkek çocuklarına dışarıda çalışmak; kız çocuklarına ise evde bakım görevi düşüyor. Kültürel dinamikler nedeniyle kız çocukları evde tutularak erken evlenmeye yönlendirilebiliyorlar. Yani toplumsal kültürel dinamiklerle toplumsal sınıfsal dinamikler birlikte işlev görüyor. Çocuklar okula gitmek istese bile bu ebeveynler ataerkil bir bakışla bu istemi geri çevirdiğinde kız çocukları eğitim hakkına erişemiyorlar. Açık liseler, yoksul çocukları, kız çocuklarını oyalama aracıdır. Dahası bu kurumlar yüz yüze eğitimin yerini tutacak bir eğitim veremezler. Yoksul çocukların kimi zaman okula ulaşım giderini bile karşılayamadığını öğreniyoruz üyelerimizden.
Emeğin orta katmanları, düzenli bir gelire sahip olan emekçiler açısından bir başka neden özellikle liselerde başarı odaklı sistemin zorladığı yarışta öne geçmek için 12. sınıfa gitmeyerek ya da açık liselere daha erken başlayarak kurslar, dershane benzeri yapılarda sınav maratona hazırlanmak. Bu öğrenciler açısından sürecin nasıl sonuçlandığını tam olarak bilemiyoruz. Açık liselerdeki öğrenci profili ile ilgili net bilgiler yok elimizde.
Bu konu Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in açıklamalarında da bir sorun olarak yer aldı. Çözümü, bilimsel araştırmalar, eğitim sendikaları, veli dernekleri ve demokratik kitle örgütleriyle tartışarak birlikte bulmalıyız. Pandemide yüz yüze eğitimin önemini gördük. Okullar çocukların ihmali ve istismarı, çocuğa yönelen şiddeti de ortaya koymak ve çocuk haklarını korumak açısından da çok önemli mekânlar.
Kamusal eğitimde kalite ve yolsuzluk artarken özel okullarda ise fiyatlar giderek adeta uçuyor. Paralı eğitimde durum nedir?
Özel okullar yüksek enflasyonun olduğu dönemlerde eğitimin maliyetinin artma olasılığı düşünerek ve bunu istismar ederek eğitimin fiyatında devasa artışlar yapabiliyorlar. Bu koşulları ancak kamusal finansman yoluyla devlet okulları göğüsleyebilir. Bu nedenle eğitimin özelleştirilmesinin yol açacağı tahribat en çok kriz dönemlerinde hissedilir, çok ciddi sorunlar yaratır. Böylesi bir dönem yaşıyoruz. Bu süreç eğitimin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi politikasının masaya yatırılması gereken bir dönem. Ayrıca özel okullara ödenen yüksek eğitim fiyatı özel sektör öğretmenlerine ulaşamıyor. Veliler sınıflarda insan onuruna yaraşır bir maaşla çalışan öğretmenler olduğunu varsayıyorlar ama öyle değil. Devlet okullarında benzer görevleri yapan öğretmenlerin maaşı dikkate alınarak taban maaş uygulamasına yeniden dönüş için mücadele eden öğretmenler ters kelepçe ile gözaltına alınıyorlar. Bu da zannedildiği gibi özel okullarda eğitimin niteliğinin daha iyi olduğuna ilişkin yargıyı ters yüz ediyor. Bu nedenle eğitimin demokratikleştirilmesi ve kamulaştırılması son derece önemli!
Alternatif bir eğitim sistemi mümkün mü? Mümkün ise nasıl olacak?
Türkiye’de ekonomik, siyasal, toplumsal çoklu krizler yaşanıyor. Bu krizlerin her birinin eğitim alanına yansıması çocuklar ve gençlerle birlikte eğitim ve bilim emekçilerini de çok olumsuz etkiliyor. Eğitim sisteminde yaralar alarak çıkan milyonlarca çocuk var.
Elbette mümkün! Eğitim Sen bunun ilkelerini sürekli tekrarlıyor: Kamusal, bilimsel, laik, parasız, anadilinde, cinsiyet eşitlikçi, demokratik ve ekolojik bir eğitim mümkün! "Başka Bir Eğitim Hikâyesi" kitabımda bu konuya dair ciddi bir düşünme süreci yaşadım. Sınıfta hiçbir çocuğun kendini yabancı hissetmediği, öteki olarak algılamadığı, inancını ve kimliğini saklamaya çalışmadığı bir eleştirel demokratik bir eğitim mümkün! Çocuk işçilerin olmadığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin yaşanmadığı, din ve vicdan hürriyetinin tüm inançlar, eşitliğe, adalete ve özgürlüğe inananlar ve inanmayanlar için geçerli olduğu, ayrımcılığın olmadığı, anadilinde eğitim hakkının çocuğun üstün yararı ilkesine göre karşılandığı, mülteci çocukların, engelli çocukların gözetildiği bir eğitim neden inşa edilemesin! Laik, bilimsel, demokratik eğitim ve eşit yurttaşlık düşüncesi neden birilerinin “makbul yurttaş yaratma” dayatmasının yerini almasın!
Türkiye’de ekonomik, siyasal, toplumsal çoklu krizler yaşanıyor. Bu krizlerin her birinin eğitim alanına yansıması çocuklar ve gençlerle birlikte eğitim ve bilim emekçilerini de çok olumsuz etkiliyor. Eğitim sisteminde yaralar alarak çıkan milyonlarca çocuk var. Türkiye’de emek, demokrasi ve barış mücadelesini güçlendirdiğimizde eğitim alanı da bundan olumlu biçimde etkilenecek! Çünkü her şey birbiriyle ilişkili! Okullar ve üniversitelerde bu mücadelelerin etkilerini demokratik okullar ve özerk demokratik üniversite inşası olarak göreceğiz. Şimdilerin sağ, otoriter ve popülist iktidarın yapıp eylediklerini sadece seyredemeyiz, Godot gelmeyecek! Tarihin kendiliğinde ilerleyeceğinin garantisi yok. Dahası demokrasi, hukuk, emek hakları, insan hakları alanında gerilemeyi açık biçimde görüyor ve yaşıyoruz. Tüm farklılıklarımızı koruyarak, insan onuruna yaraşır biçimde yaşamayı ancak tüm kesimlerle birlikte mücadele ederek sağlayabiliriz. İktidarlar gelir ve servet bağlamında zenginleştikçe, iktidarı kendinde yoğunlaştırdıkça, böl-yönet anlayışı ile yönetebildiğini gördükçe halklardan kopar ve kendisinin varoluşunu gündeme yerleştirir. Boyun eğdirmeye çalışır, farklı kültürleri istila eder, manipüle eder ve kendi çıkarlarını halkın çıkarları gibi gösterir.
Alternatif bir eğitimin reçetesi yoktur; ancak bu eğitim yeryüzü deneyimlerini ve demokratik eleştirel eğitim ilkelerini evde, okulda, üniversitede, sokakta yaşanılarak hayata geçer. Bugün eğitim emekçileri, bilim emekçileri, öğrenciler ve veliler olarak şimdi ve burada anlayışı ile bu ilkeleri yaşama geçirmeye çabalarsak, örgütlü olup daha güçlü biçimde hareket edersek güçleniriz, birleşirsek kazanırız.
Eğitimin önemli bir parçası olan öğretmenlerin durumuna dair neler söylemek istersiniz?
Eğitim ve bilim emekçileri, -daha özgülleştirirsek- öğretmenler, idari, teknik ve destek eğitim emekçileri ve bilim emekçileri, son TİS görüşmeleri ve hakem heyeti kararlarından sonra özellikle emekliler, yüksek enflasyon karşısında maaşlarının her gün eridiğine tanık olacaklar ne yazık ki! Eşit işe eşit ücret ilkesinden de uzaklaşıldığı için Öğretmenlik Meslek Kanunu ile çalışma barışının olmadığı okullarda güçlü bir motivasyonla çalışmaları zor olacak! Onları çalışmaya motive eden yegâne önemli şey öğrencileri olacak!
Yüksek enflasyon dönemlerinde maaşlı ve ücretlilerin, fiyat artışlarını ve üst üste gelen vergileri yakalamaları mümkün değil! Enflasyonun düşürülmesi çok elzem bir konu! Ancak siyasal iktidar yüksek enflasyonla hileli biçimde yönetmeyi deniyor. İlk etapta yüksek gibi görülen maaşlar eğitim emekçilerini mutlu eder gibi görünüyor; ancak sonrasında 500-600 liraya yaptığı market alışverişini 1500-2000 liraya yapar hale geldiğini, hatta daha da fazla ödediğini görüyor. Ortalama ev kiraları 10-15 bin liraya ulaşmış, hatta geçiyor. Maaşın üçte ikisinin kiraya ödendiği bir döneme girdik. Bir öğretmenin bir konut sahibi olabilmesi zaten çok güç! Geçmişte emekli ikramiyeleri ile hiç olmazsa küçük bir konut alınabiliyordu; şimdi bir araba almaya bile yetmiyor.
Öte yandan kamu hizmetlerinde nitelik kaybı çok açık! Kamu hizmeti kamu görevlileri zihni çabası, duygusu ve eliyle yaşama geçer. Kamu emekçilerinin eğitim emekçilerinin demokratik hakları, konuşma, öneri geliştirme hakları bile ellerinden alınmış durumda. Kamu politikaları siyasal iktidarın çizdiği zeminden ilerliyor. 6 Şubat depremlerinde, kamu denetiminin olmaması nedeniyle kentsel çöküşü net biçimde yaşadık. KHK’lerle ihraçlar, açığa almalar, sürgünler, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmalarıyla kendisi gibi olmayanları eleyen bir sistemde insandan, toplumdan ve doğadan yana politikalar geliştirilebilir mi?
Tuhaf zamanlar yaşıyoruz. Sorunlar çok! Ancak şunu gözlemliyoruz, sorunları yaratanlar, çözümleri üretemezler! Bu nedenle aklımızı başımıza alarak yüreğimize yaslanarak yeniden düşüneceğimiz ve eyleyeceğimiz bir zamanı inşa için harekete geçmeliyiz.
Yeni eğitim ve öğretim yılının eğitimin tüm bileşenleri ile güçlü bir birlikte çalışma, ortaklaşma, dayanışma, emek hakları, insan hakları, demokrasi, eşitlik, adalet, özgürlük, barış arayışında geçmesini diliyorum. Eğitim ve bilim emekçilerini, eğitim alanında az önceki cümlede ifade edilen arayışın taşıyıcı öznesi olan Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nda (Eğitim Sen) buluşmaya davet ediyorum!
Kürtler başta olmak üzere Arap, Ermeni, Rum gibi diğer halklar ile mülteci çocukların anadilde eğitim talebi halen karşılanmıyor. Bu direncin sebebi nedir ve bu direnç nasıl aşılabilir?
Türkiye’de ve dünyada konuşulmasına karşın çeşitli korkular, tehditler, bölünme paranoyaları oluşturularak Kürtçe yok sayılıyor. Çocukların ve gençlerin anadilini öğrenme, dil ve kültür hakları ihlal ediliyor.
Anadilinde eğitim hakkı, çocuk hakları ve insan hakları açısından çok önemli olmakla birlikte toplumsal kutuplaştırmanın etkisiyle hakkında çok az konuşulan konulardan birisi. Konuşmak istendiğinde Türklük Sözleşmesi hem siyasal hem de toplumsal olarak devreye giriyor ve Türkiye’nin kültür ve dil açısından zenginliği görülmek istenmiyor. Başka bir ülkede Türkçe için o ülkenin kamu otoritelerine çocukların üstün yararı ve dilin yaşatılması için politika olarak ileri sürülecek her şey Türkiye’de kültür ve dillerini yaşatmak isteyen halklar açısından da geçerli olmasına karşın retorikte ve pratikte böyle olmuyor. Anadilinde eğitim denilince ilk akla gelen dil -doğal olarak- Kürtçedir. Bu konuda sürekli ve ısrarlı mücadele var ama iktidarın karşı tavrıyla toplumda bölünme kaygısı yükseltiliyor. Ancak demokrasi ve barış mücadelesinin yükseldiği dönemlerde anadilinde eğitim daha rahat konuşulabilir.
Bugün Türkiye, bölgedeki savaş ve diğer gelişmeler sonrasında gelen mültecilerle birlikte daha çok kültürlü! Avrupa Birliği fonlarıyla bir dönem Arapça mütercimler (belki diğer dillerde de olmuştur) okullarda mülteci öğrencilerin iletişim kurması için destek sunmuştu. Türkiye’de ve dünyada konuşulmasına karşın çeşitli korkular, tehditler, bölünme paranoyaları oluşturularak Kürtçe yok sayılıyor. Çocukların ve gençlerin anadilini öğrenme, dil ve kültür hakları ihlal ediliyor. Şimdi yeni haftalık ders çizelgesinde Arapça ve Osmanlıca popüler dil oldu. Arapça yabancı dil dersleri arasına konulurken Almanca seçmeli ders grubu içine alınabiliyor.
Tüm diller değerli ancak anadilinde eğitim konusu son haftalık ders çizelgesinde yer aldığı gibi Bakanlar Kurulu’nun kararına bırakılacak bir konu değil. Anadilinde eğitim konusu, siyasal olarak değil çocukların üstün yararı, çocukların gelişimi ve eğitim bilimleri açısından değerlendirilmesi gereken bir konu. Türkiye’de milyonlarca çocuk “dil yarası” ile okullardan mezun oluyorlar. Bu konular ülkemizde sakin biçimde çocukların eğitim hakkı açısından tartışılamıyor; hep politik sonuçları ön plana çıkarılıyor. Bu ülkenin vergi yükümlüsü yurttaşlarının anadilinde eğitim talebi dikkate alınmıyor.
MA / Sedat Yılmaz