ANKARA - Lozan Antlaşması’nın ulus-devletler için “güven belgesi” olduğunu dile getiren İsviçreli tarihçi Hans-Lukas Kieser, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan revizyonuyla toplumu manipüle ettiğini söyledi.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan kentinde Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya) ile Türkiye temsilcileri tarafından imzalanan Lozan Antlaşması yüzüncü yılına girdi. Ulus-devlet modelinin kurumsallaşması sonrası azınlık halklarının yok sayıldığı, yeni yüzyılda Ortadoğu ve Avrupa'da başta Kürtler olmak üzere halklara vaat edilen demokrasiyi ve barışın sağlanmadığı sürecin belgesini doğuran Lozan, yüz yıl geçmesine rağmen tartışılmaya devam ediliyor. Zürih Üniversitesi ve Avustralya Newcastle Üniversitesi’nden Profesör Tarihçi Hans-Lukas Kieser, Lozan’ın günümüzde yarattığı uluslararası siyasi, toplumsal, ekonomik ve sosyolojik atmosferi Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.
'LOZAN DEMOKRASİYİ İNŞA ETMEDİ'
Lozan Antlaşması’nın Türkiye ile Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri arasındaki diplomatik çöküşü sona erdirdiğini, ancak “gerçek barışı” sağlamadığını söyleyen Kieser, "Lozan Antlaşması demokratik toplumsal barışın olmadığı bir yüzyılın habercisiydi. Özellikle Kürtler için geleneksel ana yurtlarının yeni ulusal sınırlarla acımasızca bölünmesi anlamına geliyordu. Osmanlı sonrası dünyayı yeni diktatörlükler ve batılı ulusal imparatorlukların devam eden çıkarları için güvenli hale getirdi. Hiçbir şekilde Ortadoğu'yu ve Avrupa'yı demokrasi için inşa etmedi. Lozan'da uluslararası diplomasi, Mussolini'nin İtalya'sının yeni faşizmini olduğu kadar, tecrübeli Türk aşırı milliyetçiliğini de kucakladı. Başta Ermeniler ve diğer Anadolu Hıristiyanları olmak üzere, 1912-22’deki savaş on yılının mağdur grupları için Lozan, Birinci Dünya Savaşı galipleri tarafından tamamen diplomatik olarak terk edilmeleri demektir" diye belirtti.
‘ANTLAŞMADA AZINLIKLAR BAZ ALINMADI’
O süreçte Lozan Antlaşması'nın diplomatik bir zafer olarak görüldüğünü dile getiren Kieser, "Hilafet ve İmparatorluk yanlıları kadar pan-Türkçüler için de Lozan Antlaşması bir kayıp ve aşağılanmayı temsil ediyordu. Mevcut iktidar çevreleri de antlaşmaya böyle bakıyor. 1922'deki ‘yenilen’ tabirine gelince: Birinci Dünya Savaşı'nın kaybedeni olmasına rağmen, yani yeni Ankara hükümeti olan Türkiye, 1918'den sonra Anadolu savaşlarının galibi olarak ortaya çıktı. 1922-23'te Lozan'da müzakere masasına sadece galipler oturdu. Kendi çıkarlarının peşinden gittiler ve resmi delegasyonlar tarafından temsil edilmeyen veya yeterince temsil edilmeyen diğerlerini pek umursamadılar. Milletler Cemiyeti'nin 1918 sonrası ilk planlarının aksine, Osmanlı sonrası dünyanın demokratik geleceğiyle hiçbir şekilde ilgilenmiyorlardı" dedi.
‘KÜRTLERİN BÖLÜNMESİ ANLAMINDADIR'
Lozan’ı Kürtler açısından değerlendiren Kieser, şunları söyledi: "Lozan, Kürtler için ana yurtlarının bölünmesi ve Türkiye'deki özerkliğin kesin olarak kaybedilmesi anlamına geliyordu. Paris Sevr Konferansı'nın aksine Lozan'da Kürt delegasyonu bulunmazken, Lozan Konferansı'nda Ermeni, Süryani ve diğer gayri resmi delegasyonlar seslerini duyurmaya çalıştı. Kürtlerin çoğu, antlaşmanın Kürt geleceği için ne kadar ölümcül sonuçlar doğuracağını, imzalanmasından sonra fark etti. Birçoğu, Anadolu'nun yerli Hıristiyanlarına ve bu Hıristiyanların yabancı destekçilerine karşı Ankara ile ortak bir İslami mücadelenin faydalarına inanmıştı."
'LOZAN DEMOKRASİ İÇİN ÖLÜMCÜLDÜR'
“Lozan, Demokrasi için ölümcüldür” diyen Kieser, şöyle devam etti: “Lozan Antlaşması halen geçerlidir ve bu kritik nokta henüz açık ara aşılmış değildir. Ne de olsa birçok dürüst insan, Lozan'ın dışladığı halkların merkezi bir rol oynaması için gereken gerçek bir demokratik yeniden yapılanmanın sorununu ve aciliyetini artık anlamıştır.”
'HALKLARI YÜZÜSTÜ BIRAKTILAR'
Ankara'nın Batı ile ortaklığının 1945'ten sonra NATO üyeliği ile pekiştirildiğini ancak her zaman ikircikli olduğunu dile getiren Kieser, "Bu ortaklığın tarihsel kökeni, 1922'de izolasyonist bir ABD tarafından terk edildiğini gören, savaştan bıkmış ve bozguncu bir Batı Avrupa'dır. Avrupalı liderler faşizm ve aşırı milliyetçilikle uzlaştı. İtalya ve Almanya gibi diğerleri, Jön Türkler ve Kemalistlerin prototipi olduğu sağcı devrimciliği benimsedi. Ulusal imparatorluklar Fransa ve İngiltere, eski Osmanlı İmparatorluğu'nun Arap bölgelerinde mandacı güçlerdi. 1922'de artık Ankara'daki milliyetçilerle uzun süreli savaşı ve sorunu kaldıramazlardı. Bu nedenle, onlarla uzlaşmak için yüksek bir bedel ödemeye hazırdılar. Umutlarını kendilerine ve Milletler Cemiyeti'ne bağlamış olan daha küçük halkları yüzüstü bıraktılar. Aynı şekilde Batılı güçler, Ankara ile ilişkilerde Ermeniler, Kürtler, azınlık hakları, insanlığa karşı suçlar gibi terimlerden kaçınan, hatta Türkiye'yi olmadığı kadar demokrasi olarak adlandıran, sterilize edilmiş bir diplomatik dille kabul ettiler. Dürüst bilginler, bu ortaklığın bastırdığı tarihsel gerçekleri ortaya çıkarmak için çok çalışmak zorundaydı” diye belirtti.
'ERDOĞAN'IN RÖVANŞİST REVİZYONİZMİ’
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın kurmak istediği yeni Lozan masasındaki beklentileri üzerinde duran Kieser, "Erdoğan'ın davranışını bir tür revizyonist Lozan masası kurma girişimi olarak adlandırabiliriz. Erdoğan, açıkça Lozan sonrası Türkiye'nin karakterini değiştirebilecek, gösterişli bir ve İslami 'Türklerin babası' karakteri olmak istiyor. İslamcılar, Pantürkistler ve hilafet savunucuları için Kemalist Türkiye utanç vericiydi. Erdoğan çevresi bu konuda Rıza Nur ve Kadir Mısıroğlu'nun çizgisinde ilerliyor. Erdoğan'ın Lozan Antlaşması'na ilişkin rövanşist revizyonizmi, demokratik düşünen insanların ve küçük ulusların mağduriyetleriyle taban tabana zıttır" diye konuştu.
'ERDOĞAN LOZAN İLE MANİPÜLE EDİYOR’
Uluslararası anlaşmaların yüz yıllık anlaşmalar olduğu ve yüzyıl yıl sonra tarafların itiraz etmesi halinde antlaşmanın yeniden düzenleneceği iddiası ile ilgili değerlendirmede bulunan Kieser, şöyle devam etti: "Lozan Antlaşması'nın yüz yılla sınırlandırılması gibi bir şey elbette söz konusu değil. Bana göre, bu konudaki tüm dedikodular, çoğunlukla 'Erdoğancılar' tarafından ortaya atılmış, 2023'e kadar bir tür Lozan Antlaşması revizyonu ile büyük yeni beklentiler oluşturmak için tasarlanmış manipülatif bir efsanedir. Ankara'nın mevcut otokratı, siyasi olarak hayatta kalma aktörü olarak görünebilir. Çatışmaları ve krizleri istismar ederek, tavşanla koşup tazı ile avlanıyor ve kayda değer geçici faydalar elde ediyor. Ama gerçek başarı farklı görünüyor. Ekonomik durum, korkunç beyin göçü ve hepsinden önemlisi demokrasi eksikliği Türkiye'nin geleceğini itibarsızlaştırıyor."
MA / Sterk Sütçü