ANKARA - Birinci Dünya Savaşı sonrasında emperyal güçler arasında imzalanan Lozan Antlaşması’yla Kurdistan coğrafyası 4 parçaya bölünürken, Kürtlerin bu süreçte imha ve inkar politikalarına karşı direnişi büyüyerek devam etti.
Ortadoğu’nun siyasi kaderini belirleyen Lozan Antlaşması, 100’üncü yılında Kürtler ve dostları tarafından tartışılıyor. Ulus devletlerin ve dünya sisteminin krizlerini aşmak ve ertelemek için giriştiği savaşların başında 1’inci Dünya Savaşı geliyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdı olan Fransuva Ferdinand’ın Bosna’ya yaptığı ziyaret sırasında, Sırp milletçisi olan Gavrilo Princip’ın kendisine 28 Haziran 1914’te suikast düzenlemesi bahane edilerek karşıt görünen devletler, iki farklı tarafta birleşti.
SALDIRILAR BAŞLADI
İtilaf devletleri olarak isimlendirilen İngiltere, Fransa ve Rusya ile daha sonra bu gruba katılan İtalya bir yanda dururken Almanya ve Avusturya-Macaristan ve sonradan taraf olan Osmanlı diğer tarafta yer aldı. Benzerler konumlanınca da Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a 23 Temmuz 1914’te ültimatom gönderdi, ardından ise 28 Temmuz’da Sırbistan’ı işgal etti. Bunun devamında ise Almanya, Belçika, Lüksemburg ve Fransa’ya saldırısı ile Rusya’nın Almanya’ya saldırısı takip etti.
GİZLİ ANTLAŞMALAR
Savaş öncesinde Osmanlı Devleti de Almanya’nın yanında savaşa katıldı. Osmanlı’nın dahil olması sonrası itilaf devletleri, gizli antlaşmalarla Osmanlı topraklarını kendi aralarında pay ettiği daha sonra ortaya çıktı. İmzalanan Boğazlar Sözleşmesi ile Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul da dahil Çanakkale Boğazı, Rusya’ya bırakıldı. Bunun yanı sıra İngiltere tarafından kurulan ve Osmanlı’ya karşı izlenecek politikaları belirlemek üzere 8 Nisan 1915’te “De Bunsen Komitesi” kuruldu. Komite, hazırladığı “Emperyal çıkarların korunması için rapor: Asyatik Türkiye” raporu ile Osmanlı’yı merkezi bir otoriteden yoksun bırakmak ve 5 bölgeye ayırmayı hedefledi.
KURDİSTAN DA ANTLAŞMADA YER ALDI
Daha sonra ise bu doğrultuda 16 Mayıs 1916’da İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve aynı yılın Ekim ayında Rusya tarafında da onaylanan Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören Sykes-Picot Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre; İskenderun bölgesi tamamen bağımsız, Filistin’in uluslararası güçler tarafından yönetilmesi, Trabzon, Betlîs, Wan ve Erzirom’un Rusya’ya bırakılması, Lübnan ve Suriye’nin yanı sıra Adana, Dîlok, Riha, Mêrdîn, Amed ve Musul’un Fransa’ya, Irak’ın ve Güney Mezopotamya’nın da İngiltere’ye peşkeş çekilmesi öngörüldü. Ancak Çarlık Rusya’nın yıkılması ile Rusya’da yönetime gelen Bolşevikler, 1917’de çekildiklerini duyurdu ve tüm gizli antlaşmaları teşhir etti.
MONDROS ANTLAŞMASI
Rusya’nın çekilmesi çoğu şeyi değiştirse de Osmanlı’ya yönelik pek çok politikanın değişmesine engel olamadı. Savaş henüz bitmeden Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda İtilaf Devletleri ile Osmanlı arasında 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı fiilen sona erdi. Antlaşmanın 7’nci maddesi ile Osmanlı toprakları işgale hazır hale getirildi. 24’üncü maddesine göre de Kurdistan’da Ermeni devletinin kurulması amaçlandı.
9 MİLYON İNSAN ÖLDÜRÜLDÜ
İtilaf devletleri yanında savaşa sonradan katılan ABD’nin Başkanı Woodrow Wilson’un 8 Ocak 1918’de açıkladığı ilkeler gereği ise Sykes-Picot Antlaşması Osmanlı yönünden hükümsüz kılındı. Yeni bir dünya tahayyülü yapan ABD, Suriye ve Irak’ta ise İngiltere ve Fransa’ya bağlı sömürge devletlerin kurulmasını kararlaştırdı. Almanya’nın 11 Kasım 1918’de ateşkesi kabul etmesi ile birlikte savaş, kağıt üzerinde sona erdi. Bu arada 70 milyon insanın birbirine “asker kılıfı” altında ateş ettirildiği savaş nedeniyle 9 milyon kişi yaşamını yitirdi.
Haziran 1917’de yani bir yıl önce İtilaf Devletleri tarafında savaşa katılan Yunanistan ise Wilson ilklerine işaret ederek, İzmir’de Yunan nüfusun fazla olduğunu ve bu yerlerin kendilerinin hakkı olduğunu ileri sürdü. İtalya Yunanistan’ın bu talebinin yerine getirilmemesi için Osmanlı’nın Antalya kentine asker çıkarsa da daha sonra Yunanistan askerleri 15 Mayıs 1919’da İzmir’e ayak bastı.
KURDİSTAN TELGRAFI
Tam da bu sıralarda yangın yerine dönen Osmanlı toprakları arasında bulunan Samsun’da, Türk ve Rum halkının arasında çatışma başladı. Osmanlı, itilaf devletlerin Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak bu kargaşa nedeniyle tüm toprakları işgal etmesini önlemek için Mustafa Kemal’i, 9’uncu Ordu’nun müfettişi olarak Samsun’a gönderildi. Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesine dair fermanda, 3 ve 4’üncü kolordular ile; Amed, Betlîs, Xarpêt, Ankara ve Kastamonu illerinin kolordu komutanlarına doğrudan emir verebileceği yetki de yer aldı. Bu fermanla Mustafa Kemal, Kurdistan’ın büyük bir bölümüne emir verebilecek bir rütbeye ulaştı. İddialara göre çatışmaları sonlandırmak üzere Samsun’a gönderilen Mustafa Kemal’in daha sonra yazdığı Nutuk’ta İstanbul’dan çıkar çıkmaz, yeni bir Türk devleti kurma düşüncesi ile Anadolu’ya geçtiği belirtildi.
Mustafa Kemal, Samsun’a çıktıktan on gün sonra ise Genelkurmay Başkanlığı’na bir telgraf çekerek, “Bağımsız Kurdistan görüşünü savunan, Diyarbakır’daki Kürt Kulübü ile hükümet yandaşı olan öteki kulüpler arasındaki çelişkinin arttığını araştırmalarımdan öğrendim. Kürtlere ve Kurdistan üzerinde etkili, savaş sırasında yakınlık ve sevgilerini çok iyi kazandığım Kürt ileri gelenlerinden bazılarına doğrudan, bazılarına kolordu aracılığıyla telgraflar çekerek, devletin gerçek durumunu ve kendilerince alınması gereken önlemler için gereği kadar bilgi vererek, etkili öğütlerde bulundum. Son günlerde edindiğim bazı bilgilere göre, Kurdistan bölgesiyle de ilgilenmek gerekiyor…” ifadelerine yer verdi.
GİZLİ AMASYA PROTOKOLÜ
Mustafa Kemal Samsun’da bir müddet durduktan sonra 12 Haziran’da Amasya’ya, 27 Haziran’da ise Sêwaz (Sivas) ve oradan da 2 Temmuz’da Erzirom’a geçti. 23 Temmuz ve 7 Ağustos arasında Erzirom’da yapılan kongreye, kimi bilgilere göre Kurdistan kentlerinden 32 delege katıldı. 4 ve 11 Eylül arasında yapılan Sivas Kongresi ardından ise 22 Ekim 1919’da yayınlanan gizli Amasya Protokolü’nün ilk maddesinde, Osmanlı topraklarının Türklerin ve Kürtlerin oturduğu arazi olduğu, Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılmasının imkansız olduğu ve bu nedenle Kürtlerin ve Türklerin bölgenin kurtarılması için birlikte hareket etmesi gerektiği yönünde ifadeler yer aldı. Kimi tarihçiler, Mustafa Kemal’in Kürtlerin ayrılma talebini sekteye uğratmak yanı sıra yanında tutarak, Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi amaçladığını savunuyor.
SEVR ANTLAŞMASI
Bu gelişmelerin yanı sıra Osmanlı topraklarının paylaşılması için 18-26 Nisan 1920’de İtalya’nın San Remo kentinde pek çok gücün katıldığı konferans düzenledi. Bu görüşmelerde Kürt sorunu, boğazlar ve borçlar meselesi en çok dikkat çeken hususlar arasında yer aldı. 10 Ağustos 1920’de gerçekleştirilen Sevr Antlaşması ile Wan, Erzirom, Bêtlis ve Trabzon illerinin bulunduğu alanda bir Ermenistan devletinin kurulması, Suriye’nin Fransa’ya, Irak’ın İngiltere’ye verilmesi kararlaştırıldı.
KÜRTLER SEVR’DE NASIL TANIMLANDI?
Kürtlerle ilgili olan maddede ise şu ifadeler yer aldı: “İşbu anlaşmanın yürürlüğe konuluşundan bir yıl sonra 62. maddede belirtilen bölgelerdeki (Fırat’ın doğusundan, ilerde saptanacak Ermenistan’ın sınırının güneyinde… Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgedeki) Kürtler bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Kongresi’ne başvurulursa ve konseyde bu nüfusun bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa ve bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye’ye salık verirse Türkiye bu tavsiyeye uymaya ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden yükümlenir.”
ÖZERKLİK VURGUSUYLA AMAÇ NEYDİ?
Osmanlıya dair bu gelişmeler yaşandığı sırada 23 maddeden oluşan 1921 Anayasası 20 Ocak’ta Meclis’te kabul edildi. Kimi görüşlere göre, bir geçiş metni konumunda bulunan bu anayasada yer alan 11’inci madde ile Kürtlere özerklik vermenin kararlaştırıldığı ancak bunun bir diğer amacının da Kürtlerin örgütlenme ve istemlerinin önüne geçilmesi olarak belirtildi.
KOÇGIRÎ DİRENİŞİ
Bu gelişmeden hemen önce Kürt Teali Cemiyeti’nden Nuri Dersimi, Ali Şer, Alişan Bey ve Haydar Bey gibi öncüler, Mustafa Kemal ekibine karşı hep mesafeli durdu ve Şubat 1920’den itibaren Wilson ilkelerindeki özerklik maddesine dayanarak politikalarını şekillendirmeye çalıştı. Cemiyet, TBMM’ye Sevr Anlaşması gereğince özerklik talebinde bulundu ve tutukluların serbest bırakılmasını ve Kürtlerin yaşadığı yerlerden Türk memur ve askerlerinin ise çekilmesini istedi. Mustafa Kemal, önce bir “nasihat komitesi” gönderdi ve uzlaşma yollarını aradı. Kısa bir dönem uzlaşma yaşanmış gibi görünse de gerçek talepler ve sorunlar çözülmedi. Sêvas’ın Kamîlava (İmranlı) ve Koçgirî (Zara) ilçesinde yaşayan Koçgîrî Aşireti, 6 Mart tarihinde başkaldırdı. Koçgirî, Nureddin Paşa ve Topal Osman gibi katliamcı kişilerce kanlı bir biçimde bastırıldı. Yüzlerce Kürt öldürüldü, binlercesi sürgün edildi.
DİĞER PARÇALARDAKİ KÜRTLER
Koçgirî’nin yaşandığı dönemde yani 12 Mart’ta Kahire Konferansı düzenledi. Bu konferansta, Irak’ın kuruluşu kararlaştırıldı. Konferansa, Irak’ta yoğun bir biçimde yaşayan Kürt temsilcilerin katılması engellendi ve Irak Arap olan Faysal’a bırakıldı. Irak’ın kralı Faysal oldu. İngiltere öncülüğünde düzenlenen bu konferans ile Irak Kürtleri’nin parçalanma zemini atıldı. Bu sıralarda TBMM, Sovyetler ile Moskava Antlaşması imzaladı ve Doğu sınırları da kesinleşti. Sosyalist düşünce üzerine kurulduğu kabul edilen Sovyetler, Kürtleri ise görmezden geldi. Suriye sınırının belirlemesi için ise Fransa ile Ankara Antlaşması imzalandı. 20 Ekim’de imzalanan bu antlaşmada da Kürtlere herhangi bir hak tanınmadı.
BİR YANDAN YOK ETTİ, BİR YANDAN İSTEDİ!
Özerklik talebi ile hareket eden Kürtler bir yerden yok edilirken diğer taraftan ise Mustafa Kemal, sık sık özerklik vurgusu yapmayı sürdürdü. 22 Temmuz 1922’de El Cezire cephesi komutanı olan Tuğgeneral Nihat Paşa’ya gönderdiği bir mektupta, “(…)yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. Kürtlerle dolu bölgede ise hem iç politikamız ve hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız. Ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir. Biz de bu ilkeyi benimsiyoruz… Kurdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla durdurulamaz bir düzeye vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin birleşmesini engellemek aşamalı olarak yerel yönetimler kurulmasının zeminini hazırlamak ve bu yolla yürekten bize bağlılıklarını sağlamak Kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bağlılıklarını pekiştirmek gibi genel yollar benimsenmiştir…” ifadelerine yer vererek, özerkliğe dikkat çekti.
DEVLET KURMA SÖZÜ
Ağustos ve Eylül’de adlandırılan şekli ile Kurtuluş Savaşı’nın son bulması ile Mustafa Kemal, çözülmeyen Musul ile ilgilenmeye başladı. Bu sırada ise Kürtler, verdikleri mücadele ile Musul’un yarısını kontrol altına alabilecek bir düzeydeydi. Bu nedenle İngiltere, Kürtlere otonom hakkı tanımak zorunda kaldı. Bir Kürt hükümeti oluşturuldu. İngiliz Yüksek Komiserliği, bu sıralarda, “İngiliz ve Irak hükümetleri, Irak sınırları içinde yaşayan Kürtlerin bu sınırlar içinde bir devlet kurma haklarının tanımaktadır” şeklinde bir bildiri yayınlasa da sonrasında bu bildiride yer alan ifadeye göre hareket etmedi.
KÜRT SORUNU LOZAN’I TIKADI
İtilaf devletleri, tam da bu süreçte yani 20 Kasım 1922’de Meclis ile İsviçre’nin Lozan kentinde “Barış Konferansı” adı altında görüşmelere başladı. Henüz resmi olarak kurulmamış olan ve Meclis ile idare edilen Türkiye Cumhuriyeti’ni İsmet İnönü temsil etti. Ailesi Bêtlisli olan İnönü Kürt olmasına rağmen, Kürtlere dair kazanımları görüşmelerde reddetti. Görüşmelerde ilerleme olmayınca 4 Şubat 1923’te görüşmeler kesildi. Görüşmelerin kesilmesinin temel etkenlerden birinin ise İngiliz temsilci Lord Curzon’nun Kürtlerin haklarını masaya yatırması oldu. İngiltere’nin bu ikili tavrı, gündemdeki yerini hep korudu.
ANAYASA İLE ‘TAAHHÜT’ SÖZLERİ
Lozan görüşmelerin kesildiği sıralarda İzmit’te 16 Ocak’ta gazeteciler ile bir araya gelen Mustafa Kemal, gazeteci Ahmed Emin Yalman’ın Kürt sorunu ile ilgili sorusuna, “Kürtlere bölgesel özerklik verileceği” şeklinde yanıt verdi ve bu durumun Anayasa ile taahhüt altına alınacağını kaydetti. Devamında ise, şu ifadelere yer verildi: “Kürt sorunu; bizim yani Türklerin çıkarına da kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımız içinde bulunan Kürt unsurlar, öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun durumdadırlar. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurların içine gire gire, öyle bir sınır çizmek istesek, Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir… Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Anayasa gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır… (Kürtler) İfade edilmedikleri zaman, bundan kendilerine ait sorun çıkarmaları daima beklenir… Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi, Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır… İkincisi, onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur…”
KÜRTLERİN VARLIĞI İNKAR EDİLDİ
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye-Suriye sınırı, Ankara Antlaşması’nda çizilen sınırlar olarak kabul edildi. Bununla birlikte Kurdistan dört parçaya bölünmesi resmileşti. Lozan’ın ardından 23 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. 1924 Anayasası’nda ise hem Kürtler hem de diğer halkların varlığı, dili ve kültürü inkar edildi. Bu yaklaşım kendisini Meclis görüşmelerinde ve anayasada şöyle gösterdi: “Devletimiz milli bir devlettir. Çok milletli bir devlet değildir. Devlet, Türk’ten başka bir millet tanımaz, memleket dâhilinde eşit hak ve hukuka sahip olması gereken ve başka ırktan gelen kimseler de vardır. Fakat bunlara da ırki durumlarına uygun olarak haklar tanıma veya bu anlama gelecek sözler etmek caiz değildir.”
İNKARA KARŞI DİRENİŞLER
Bu süreçten sonra Türklerle birlikte işgale karşı direnişi örgütleyen Kürtler adım adım tasfiye edildi ve katliamlar, sürgünler, imha ve yok etme politikaları devreye konuldu. Bu imha ve inkar politikalarına karşı ise, Şeyh Sait (1925), Ağrı-Zilan (1930) ve Dersim (1937) direnişleri yaşandı.
Özellikle 1970’lerden sonra artan inkar ve imha politikalarına karşı Abdullah Öcalan öncülüğünde kurulan PKK’nin başlattığı mücadele, devlet tarafından “29’uncu isyan” olarak nitelendirildi. 40 binden fazla insanın hayatını kaybettiği, faili meçhul cinayetlere kurban gittiği, kaybedildiği, topraklarını terk etmek zorunda kaldığı bu çatışma halinde farklı dönemlerde devlet ile yapılan görüşmeler de oldu. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çabalarıyla başlayan ve kamuoyu önünde heyetler aracılığıyla kurulan ilk temas ise, 2013-15 yılları arasını kapsayan “çözüm süreci” oldu.
Özellikle Suriye’de Kürt güçlerinin kazanımlar elde etmesi ve Türkiye’de Kürt siyasal hareketinin 7 Haziran 2015 tarihinde seçim barajını geçerek, AKP’yi iktidardan düşürmesi gibi kritik gelişmeler sürecin siyasi iktidar tarafından bitirilmesine neden oldu. Keza 2014 yılında hazırlanan Çöktürme Planı ve sürecin yasal statüye kavuşturulmaması, sürecin bitirilmesinin kararlaştırıldığının göstergesiydi.
LOZAN İLE AYNI TARİHTE ÇATIŞMALAR BAŞLADI
Dolmabahçe Sarayı’nda hükümet ve devlet yetkilileri ile İmralı Heyeti üyeleri arasında kameralar önünde mutabakat imzalanmasına varan diyalog süreci, 2015 tarihinde, 23 Temmuz’u 24 Temmuz’a bağlayan gece Kandil’e yönelik girişilen hava saldırısıyla resmi olarak sona erdirildi.
Aradan geçen 8 yılda siyasi soykırım operasyonları, kayyımlar, binlerce kişinin tutuklanması ve öldürülmesine neden olan çatışma hali sürdü. Kürt siyasal hareketi ise Lozan’ın 100’üncü yılında itirazlarının daha fazla yükseltemeye devam ediyor.
MA / Mehmet Aslan