HABER MERKEZİ - Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde insanlık dışı uygulamalara karşı başlatılan 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eyleminin tanıkları, direnmekten başka çare olmadığını belirterek, “İnsanlık onuru işkenceyi yendi” dedi.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in talimatıyla 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbe, Türkiye’nin en karanlık dönemi olarak tarihe geçti. Darbe ile birlikte Süleyman Demirel’in başbakan olduğu hükümet düşürüldü, milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Kenan Evren’in yönetime el koymasıyla sıkıyönetim ilan edildi; resmî rakamlara göre 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askeri mahkemelerce yargılandı. İşkence merkezlerine dönüştürülen cezaevlerinde resmi rakamlara göre en az 300 kişi yaşamını yitirdi.
NATO’nun en büyük operasyonu olarak değerlendirilen 12 Eylül darbe ile Kürtlere dönük tasfiye politikası devreye konuldu. PKK’nin öncü kadrolarının da aralarında bulunduğu binlerce Kürt’ün tutulduğu Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi, vahşet boyutuna varan işkence uygulamalarıyla “dünyanın en kötü şöhretli” 10 cezaevi arasında yer aldı. Yüzbaşı Esat Oktay Oktay yönetimindeki cezaevinde teslimiyeti dayatan insanlık dışı uygulamalara karşı direniş, PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan’ın 1982 yılı Newrozu'nda üç kibrit çöpüyle bedenini ateşe vermesiyle başladı. Mazlum Doğan’ın fitilini ateşlediği bu direniş, “Dörtler” olarak bilinen Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner’in 17 Mayıs 1982’de bedenini ateşe vermesiyle büyüdü.
Esat Oktay Yıldıran’ın işkence uygulamalarına karşı teslimiyet zincirini kıran eylem, “Biz yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyoruz” diyen PKK’nin öncü kadrolarından Kemal Pir ile Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in 14 Temmuz 1982’de başlattığı Büyük Ölüm Orucu eylemi oldu. Ölüm orucunun 53’üncü gününde Kemal Pir, 61’inci gününde Hayri Durmuş, 63’üncü gününde Akif Yılmaz ve 65’inci gününde ise Ali Çiçek yaşamını yitirdi. Cezaevinde insanlık dışı işkence uygulamalarının son bulmasını sağlayan eylem, Kürtler için de yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde yaşanan vahşete tanığı ve mağduru Sedat Akbay ve Mehmet Ali Artuk, tarihe damga vuran direniş günlerini anlattı.
DİRENİŞ İŞKENCEYİ BOŞA ÇIKARDI
Henüz 26 yaşındayken 15 Ağustos 1981’de Riha’nın Curnê Reş ilçesinde gözaltına alınarak Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’ne götürülen Mehmet Ali Artuk, hem Curnê Reş davasından hem de PKK Ana Davası’ndan yargılanarak idam cezasına çarptırıldı. Bu süreçte Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan vahşetin ve direnişin tanığı olan Artuk, Kurdistan’da yükselen özgürlük mücadelesine karşı Diyarbakır Cezaevi’nin pilot olarak seçildiğini kaydetti. Tüm baskılara rağmen boyun eğmediklerini belirten Artuk, direniş ile Esat Oktay Yıldıran’ın işkence uygulamalarının boşa çıkarıldığını vurguladı.
HAYRİ VE KEMAL’İ ANLATTI
Cezaevinde tanıştığı Kemal Pir ve Mehmet Hayri Durmuş ile ilgili hatıralarını anlatan Artuk, “Hayri arkadaş bir yerde konuşmaya başladığında, herkes pür dikkat onu dinlerdi. Herkes onun ağzından çıkacak laflara bakardı. Kemal arkadaşı ise şöyle anlatabilirim, Yıldıran bile Kemal arkadaşın yanına yaklaşmaya çekinir, ‘Kemal’de öyle bir şeytan tüyü var ki beni bile örgütleyebilir’ diyerek, ondan uzak durulmasını tembih ediyordu” diye konuştu.
TESLİMİYETİ KABUL ETMEDİLER
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eyleminin teslimiyete karşı mücadele olduğunu ifade eden Artuk, PKK’nin öncü kadrolarından Mehmet Hayri Durmuş’un ölüm orucu eylemini başladıklarını açıkladığı duruşmayı şöyle anlattı: “14 Temmuz’da mahkeme salonuna gittiğimizde, onların ölüm orucuna gireceklerinden bihaberdik. Mahkeme salonuna girildiğinde gözler Kemal ve Hayri arkadaşlara çevrildi. Zaten gözler hep onlardaydı. Hayri arkadaş söz aldı, herhangi bir koşul öne sürmeden ölüm orucuna başlayacaklarını açıkladı. Ardından Kemal ve Ali arkadaş kalkarak söz hakkı istedi ve onlar da bu eylemde yer alacaklarını açıkladılar. O sırada Akif Yılmaz arkadaş cezaevindeydi. O da cezaevinde durumu öğrenince ölüm orucuna katıldı. O gün Mazlum arkadaşın ‘Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür’ sözlerini ölüm orucunun şiarı yaparak direnişe başladılar. Mahkeme salonundaki herkes ve hatta duyduğunda cezaevi idaresi bile geri dönüşü olmayan bir eylemin başladığını biliyordu. Bu eylemin açıklanmasıyla bile devrimciler, mahkemelerde söylenmesi bile suç sayılan şeyleri savunabilecek duruma geldi. Bu insanlara moral veriyordu. Bir eylemin nasıl kalıcılaşacağı düşüncesi insanlarda yer edindi. Bu eylem, ileride yapılacak eylemlerin geçmişteki gibi teslimiyet ile sonuçlanmayacağının mesajını içeriyordu.”
17 YAŞINDA İLK İŞKENCE
Riha’nin Curnê Reş (Hilvan) ilçesinde 17 yaşında olduğu 1981 yılında gözaltına alınarak 45 gün boyunca işkence gören Sedat Akbay, “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklandı. Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’ne gönderilen Akbay, “O dönem devlet Kurdistan’ın her yerinde terör estiriyordu. Devlete göre Kurdistan’da yaşayan herkes teröristti” dedi. Götürüldüğü cezaevinde ilk olarak Esat Oktay Yıldıray’dan işkence gördüğünü aktaran Akbay, “Bana ismimi sordu, bende cevap verince tokatlamaya başladı, buranın askeri bir okul olduğunu ve kendisine efendim diye seslenilmesini söyleyerek darp etmeye başladı. Sürekli askerler tarafından soyulup çıplak bir şekilde işkenceye maruz kalıyorduk. Günün 5 saati İstiklal Marşı okutulmaya çalışılıyordu. Hücrelerimize Türk bayrağı asmamız konusunda baskı yapılıyordu. Biz bu dayatmaları kabul etmeyince pis suyun içinde günlerce bekletildik. O dönem ilk olarak 35’inci koğuşta ölüm orucuna başlanıldığını duyduk ve bizler de destek verdik. Kimi arkadaş ölüm oruçlarıyla kimileri fedai eylem yaparak şehadete ulaştı. Şehadetlerden sonra cezaevi yönetimiyle belli şartlar konuşuldu, bir süre kısmi rahatlama yaşansa da devlet yine kendi bildiğini okudu ve işkencelere devam etti” diye anlattı.
İHANETE KARŞI ÖLÜMÜ GÖZE ALDILAR
Esat Oktay’ın insanlık dışı işkencelerine maruz kaldıklarını ve cezaevindeki bütün askerlerin işkence için özel olarak seçildiğini ifade eden Akbay, buna karşı direniş arttıkça teslim olanların da çok olduğunu söyledi. Akbay, “Yemek ve su olmayınca, bazıları bu zaaflara yenik düştü ve teslim oldu. Direniş bir süre sonra bırakıldı, fakat işkenceler hala devam ediyordu. 35’inci koğuştan tüm cezaevine sıçrayan direniş sonucunda, cezaevi cehenneme çevrilmeye başlandı. Nefes alınamayacak alanlarda 60-70 kişi kalmaya başladık. Su dahi bulamıyorduk. Bu insanlık dışı uygulamalar içerisinde bizler direnerek yaşamaya çalıştık. Direnmekten başka şansımız yoktu. Adımız ihanetçiye çıkmaması için ölüm dahi göze aldık” şeklinde konuştu.
‘DİRENMEKTEN BAŞKA ÇARE YOKTU’
Akbay, “Ölüm orucu direnişinde şehadete ulaşan arkadaşları en mütevazi yaşama sahip olanlardı. O dönemin şartlarında ülkeyi çok iyi tahlil eden, geleceği öngörebilen arkadaşlardı. İsmini sayamayacağım bir sürü kahraman arkadaşlarımız vardı. Kemal Pir’ler canını her şeyini feda ettiler ve ihaneti akıllarından bile geçirmediler. Direnmekten başka çare yoktu, ölüm artık yaşamaktan daha fazla tercih edilmeye başlandı. Dörtlerin direnişi büyük bir yankı uyandırdı ve onlardan sonra cezaevinde bir dönüşüm yaşandı. Artık bu işlerin işkenceyle gitmeyeceğini cezaevi yönetimi de anladı. Arkadaşlar bu direnişin herkese moral olduğunu, işkencelerin bittiğini, cezaevine bir daha aynı yönetimin gelmeyeceğini anladı. Bunları hep insanca yaşamak için yaptık, biz bunu gururla taşıdık, çok ağır işkencelerden geçtik ama düşüncemizden, davamızdan asla vazgeçmedik. Mücadele ediyorsak, ölebiliriz ama sonuçta insanca yaşamı kabul ettireceğiz dedik ve ettirdik. İnsanlık onuru işkenceyi yendi” ifadelerini kullandı.
MA / Ceylan Şahinli - Dilan Akyol