İçte yaşanan kriz 11 ülke ile karşı karşıya getirdi

img

ANKARA  - İç politikada yaşanan kriz ve baskı ortamı, Türkiye’yi dış politikada krizlere sürükledi. 2017 yılı içerinde Irak, İran, Almanya, Hollanda, Ermenistan, ABD ve son olarak Kudüs üzerinden İsrail’in de aralarında bulunduğu 11 ülke ile sorun yaşayan Türkiye, sadece Kürtlere karşı harekete geçti.

 
15 Temmuz darbe girişimi gerekçesiyle ilan edilen OHAL, içerideki baskı ortamı, siyasi gerginlik, dış politikaya da kriz olarak ithal edildi. Özellikle tartışmalı 16 Nisan referandumu öncesinde kimi Avrupa üyesi ülkeler ile tırmandırılan kriz, ABD ve İsrail ile ilişkilerin gerilmesi, Kürdistan referandumunun oluşturduğu kırılganlık, Myanmar, Ermenistan gibi ülkelere yönelik meydan okuma, Katar krizine müdahil olma, Ortadoğu’da Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile karşı karşıya gelme gibi pratikler Türkiye’yi, “7 düvele meydan okuyan” olmaktan bir adım ileriye taşıyarak, “10’larca ülkeye kafa tutan” bir ülke konumuna getirdi. 
 
Ama Türkiye’nin Irak ve İran ile yaşadığı kriz ve geldiği aşama, Suriye ve İsrail ile daha önce yaşadığı deneyimleri, Türkiye’yi dış politikada “gürleyen ama yağmayan” bir pozisyona soktu. 
 
‘HAŞDİ ŞABİ TERÖR ÖRGÜTÜDÜR’
 
Türkiye 2017 yılına Irak, İran ve Suriye ile yaşadığı “kavgalar” ile girdi. Ekim 2016 tarihinde Irak hükümeti ile başlayan ve 2017 yılının başına kadar artçıları devam eden kriz, Erdoğan’ın Irak Başbakanı İbadi’ye “Sen benim muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, kıratımda değilsin, kalitemde değilsin” sözleriyle tırmandı. Erdoğan, Nisan 2017 tarihinde El Cezire’ye verdiği bir röportajda, hükümet destekli Haşdi Şabi güçlerini “terörist örgüt” olarak nitelendirdi. 
 
Bunun üzerine Irak Dışişleri Bakanlığı resmi olarak Türkiye’yi protesto etti. Bu yaklaşım Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerini de gerdi. 
 
MEZHEP ELEŞTİRİSİ
 
Ocak 2016 tarihinde, “Mezhep fitnesi bir kez daha İslam dünyasını sarsıyor. Bunu bir üst akıl idare ediyor. Mesele İslam dünyasında bir mezhep çatışması olsun ve İslam dünyası kendi içinde paramparça olsun. Suriye, Irak, Lübnan'daki görüntülerin arkasında mezhep fitnesi olduğunu biliyoruz” sözleriyle İran’ı hedef alan Erdoğan, 2017 yılında da İran’a yönelik bu sözlerini sürdürdü.  Nisan 2017 tarihinde konuşan Erdoğan, “Buradaki bir meselemiz de, Haşdi Şabi meselesi. Bu terör örgütü, Irak Meclisi'nden, ‘terör örgütü olmadığı’ oylamasıyla geçti. Bu örgütü burada aktif olarak kullanmaya devam edecekseniz sıkıntı yaratır dedik. Burada bir işgal hareketinin kuvveti olacak. Telafer'de 400 bin Türkmen var. Bunlar Sünni olabilir, Şia olabilir. Sincar'da ise ikinci bir Kandil oluşturma gayreti var. Irak'ta mezhebe dayalı olarak Pers milliyetçiliği temelinde yayılmacılık söz konusu” sözleriyle de İran ve Irak yönetimlerini hedef aldı. İran Dışişleri Bakanlığı’ndan anından Erdoğan’a yanıt geldi: “Bölgedeki terörist grupların gizli veya açık şekilde desteklenmesi ve kullanılması, komşu ülkelerin toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygı gösterilmemesi, bölgedeki istikrarsızlığın sürmesine neden olup kaygı vericidir.” 
 
DÜŞMANLAR DOST, DOSTLAR DÜŞMAN OLDU!
 
Üstelik İran, işi vatandaşlarına yönelik “Türkiye’ye gitmeyin” uyarısına kadar vardırdı. Aynı dönemde Erdoğan ve AKP’nin 7 yıl önce Suriye rejimine karşı başlattıkları, “Katil Esed” yaklaşımı da varlığını sürdürdü. Ancak bir süre sonra işler değişmeye başladı. 
 
Türkiye, ‘Pers milliyetçiliği’ ile suçlandığı, “terör örgütü Haşdi Şabi’yi kullandıkları” ileri sürüldüğü İran ve Irak ile yakınlaştı. Bu yakınlaşma önce Astana’da, İran, Türkiye ve Rusya arasında başlayan Suriye görüşmelerinde yaşandı, ardından da 25 Eylül 2017 tarihinde yapılan Kürdistan referandumu ile fiile bir işbirliğine dönüştü. Yıllardır en yakın ilişki geliştirdiği, Kasım 2013 tarihinde Diyarbakır’da “Kürdistan Bölge Başkanı” sıfatıyla ağırladığı Barzani yönetimini, “Kürdistan bağımsızlık referandumu kararı alınca” düşman ilan eden AKP Hükümeti, Kürdistan referandumu sonrasında Tahran’da yapılan görüşme ve mutabakat ile “terör örgütü” olarak görülen Haşdi Şabi öncülüğünde Kürt yerleşim yerlerine el konulması konsepti benimsedi. 
 
4 Ekim tarihinde Erdoğan ve Ruhani arasında yapılan “Tahran Mutabakatı” sonucu Haşdi Şabi destekli güçler ve Irak merkezi hükümeti, Kerkük’ü ele geçirdi. 
 
Türkiye’nin Kürdistan referandumuna ilişkin sınırda askeri tatbikat yapacak düzeyde yakınlaştığı İran ve Irak ilişkileri, aynı zamanda AKP hükümetinin yıllardır “düşman ilan edilen” Esad yönetimi ile gizli kapaklı bir flört döneminin başlamasını beraberinde getirdi. Bu flörtün temelinde de yükselen Kuzey Suriye Federasyonu’nu engelleme girişimi yer aldı. 
 
REFERANDUM AYARLI ALMANYA VE HOLLANDA KRİZLERİ 
 
Dış politika kaynaklı krizler özellikle tartışmalı referandumun yapıldığı Nisan ayında yoğunlaştı. Şubat 2017 tarihinde Alman vatandaşı Gazeteci Deniz Yücel’in tutuklanması, zaten İncirlik krizi, Vize krizi üzerinden karşı karşıya gelen Almanya-Türkiye ilişkilerini gerdi. 
 
Referandum öncesinde Almanya ve bazı Avrupa ülkelerinde yapılmak istenen AKP mitinglerine izin verilmemesiyle bu ülkelere meydan okuyan açıklamalar yapıldı. Almanya ve Avrupa devletlerine “Nazi zihniyeti” yakıştırması yapılıyor, “Bunun hesabını verecekleri” yönünde açıklamalarda bulunuluyordu. O dönem tırmandırılan kriz, iktidar mensupları tarafından yapılan kimi açıklamalara göre referandumda Erdoğan lehine 2 puan artış getiriyordu. Referandum bittikten bir süre sonra AKP krizleri unutmaya ve sönümlenmeye bıraktı. Gelinen aşamada, portakal bıçaklanmaya kadar varan krizleri taraftar olanlar bile unutmuş durumda. 
 
TRUMP BEKLENTİSİ BOŞA ÇIKTI VE ABD İLE KRİZ YAŞANDI
 
Kasım 2016 tarihinde ABD Başkanı olarak seçilen Donald Trump, AKP Hükümeti’nin ABD’nin politikasını değiştireceği yönünde beklentilerini de yükseltti. AKP’ye yakın medya, Trump güzellemesi yaparken, bu konudaki beklentiler Erdoğan’ın Mayıs 2017 yılında Trump ile yapacağı ilk yüz yüze görüşme öncesinde de yükseltiliyordu. AKP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’da özellikle Suriye politikası üzerinden ABD’yi QSD’ye karşı tutum almaya zorluyor ve “ya biz ya da YPG ve PYD” restinde bulunuyordu. Hatta bir de Erdoğan’ın 17 Mayıs tarihinde Trump ile görüşme için ABD’de bulunduğu sırada YPG bayrakları ile gösteri yapan bir grup Kürt göstericiye, Erdoğan’ın korumaları tarafından meydan dayağı çekilerek mesaj verildi. 
 
Erdoğan ilk görüşmede ve sonrasındaki bütün görüşmelerde QSD ile yapılan işbirliğinin bitirilmesini temel öncelik olarak öne çıkardı. Ancak Erdoğan’ın başka ABD’den başka istekleri de vardı. Rıza Zarrab davasının istediği sınırlarda tutulması, Gülen konusunda isteklerinin karşılanması, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak varlığının teyit edilmesi eleştirilen kimi davranışlarının görmezden gelinmesi… 
 
Ancak bu konularda istenilen sonuç elde edilemeyince Türkiye, ABD vatandaşlarına yönelik karşı operasyon başlattı. 4 Ekim tarihinde ABD İstanbul Konsolosluk çalışanı Metin Topuz, FETÖ’cü yapılanma ile ilişkili olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Bunun üzerine ABD vizeleri askıya aldı. Zarrab davası hız kazandı ve Zarrab’ın itirafçı olduğu ortaya çıktı. En son Kudüs kararı ile birlikte Erdoğan yönetimi ABD ile yaşanan krizi bir üst seviyeye çıkardı. Halen birçok başlıkta süren ABD-Türkiye arasındaki krizin nasıl sonuçlanacağı merak konusu. 
 
Üstelik Trump’ın Kudüs kararı nedeniyle AKP yönetimi doğrudan İsrail’i hedef almaya başladı. Daha önce “One Minute”, “Mavi Marmara” gibi konularda kriz yaşanan İsrail ile Türkiye yönetimi her şeye rağmen ilişkilerini sürdürdü. Hatta Erdoğan, Mavi Marmara eylemcilerini suçlayarak “Bana mı sordunuz?” diyerek onları sorumlu tuttu. 
 
İsrail ile ilgili dava düşürüldü, Kudüs ve Ankara’da iki ülke arasında anlaşmalar imzalandı. Üstelik bunlar yapılırken şart olarak ileri sürülen ne özür dilendi ne de Gazze’ye yönelik ambargo kaldırıldı. Üstüne bir de AKP Hükümeti’nin “Kudüs’ü fiili olarak İsrail’in başkenti olarak tanıdığını gösteren” resmi anlaşmalara rağmen, Türkiye Kudüs kararını fırsat bilerek İsrail ile krizi bir kez daha tırmandırdı. 
 
KARMAŞIK KATAR KRİZİ
 
Türkiye yılın ikinci yarısında Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri öncülüğünde Katar’a yönelik ambargo ile başlayan krizin de parçası oldu. Sözkonusu ülkelerin talepler listesinde Türkiye’nin Katar’daki askeri üssünü kapatması da yer alıyordu. İktidar, Türkiye’ye sıcak sermaye akışını sağlayan Katar ile ilişkilerini sürdürürken, aynı zamanda bu kriz üzerinden Arabistan, Bahreyn, Mısır ve BAE ile de karşı karşıya geldi. 
 
Bu durum ilginç bir pozisyon ortaya çıkardı. Daha önce Şii blokuna karşı Suriye’de, Arabistan ile ittifak halinde olan Türkiye, Katar krizinde İran ile aynı cephede yer alarak Arabistan ile karşı karşıya geldi. 
 
MYANMAR'A KADAR UZANAN KRİZ
 
Bu büyük krizlerin yanı sıra Türkiye, 2017 yılı içerisinde Ermenistan-Azerbeycan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu nedeniyle Temmuz-Şubat aylarında Ermenistan ile karşı karşıya geldi. Notalar verildi, uyarılar yapıldı, sert açıklamalar birbirini izledi. Dış ilişkilerdeki krizin çıtası yükseltilerek Myanmar’a kadar vardırıldı. Arakanlı Müslümanlara karşı girişilen mezalime karşı Ağustos ve Eylül aylarında Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı’ndan Myanmar yönetimine sert tepki gösterildi. 
 
Yılının son dönemlerinde Birleşik Arap Emirlikleri ile BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in Osmanlı Paşası Fahrettin Türkkan’ı hırsız olarak nitelendirilmesi krizi patlak verdi. 
 
DÜNYAYA MEYDAN OKUYUP KÜRTLERE YÖNELDİ
 
Kısacası Yunanistan’a yapılan son ziyaret sırasındaki sürtüşme gibi küçük çaplı dalaşmalar sayılmazsa bile, Türkiye yıl içerisinde Almanya, Hollanda, ABD, İran, Irak, Arabistan, Mısır, İsrail, BAE, Myanmar, Ermenistan gibi en az 11 ülke ile doğrudan sorun yaşadı. Ancak sorunlarının çoğu dönemsel iç politikaya göre tırmandırılırken, Avrupa ülkeleri ile yaşanan kriz gibi amaç hasıl olduktan sonra bunlar unutulmaya terk edildi. Ya da İran ve Irak ile yaşanan krizlerde olduğu gibi asıl ve temel sorunlar üzerinden ittifak ve müttefikliğe değiştirildi. Türkiye bu çerçevede İran ve Irak ile Federe Kürdistan Bölgesi’nde yapılan referandum üzerinden anlaşmaya vardı, Kuzey Suriye’ye karşı Esad rejimi ile flörte başladı. 
 
Geçen yılların düşmanı olan Rusya, konjonktür gereği Türkiye’nin partneri haline geldi. ABD, İsrail ve kimi Avrupa ülkeleri ile yaşanan krizler sürse bile AKP Hükümeti bunu kendi lehine çevirecek bir anlaşma ile sona erdirmek için fırsat kolluyor. Türkiye’nin bütün bu ülkelerle hem ticari hem siyasi ilişkileri sürüyor. Ancak, 7 düvele değil, 11 ülkeye meydan okuyan, benim isteklerimi kabul edeceksiniz diyen iktidar, yıl içerisinde sadece Kürtlere karşı fiilen harekete geçti. Güney Kürdistan’a karşı askeri tatbikat yaptı, sınır kapılarını kapattı. Kuzey Suriye’ye yönelik tehditlerine devam ediyor ve Efrin’e girmek için fırsat arıyor. Dolayısıyla 11 ülkeye meydan okuyan Türkiye sadece Kürtlere yöneldi.